KENT TARİHİ
Başkent Ankara / 1: Özel İlgi Odaklarının Oluşum ve Değişim Süreçleri
S. Güven Bilsel, Prof. Dr. Y. Müh. Mimar / Kent ve Bölge Plancısı
Başkent Ankara’nın mekânsal kimliğinin oluşum ve değişim sürecini, geçmişten günümüze, bugünden geleceğe uzanan evrelerinde değerlendirmeyi amaçlayan bu yazı, 2017 yılının Aralık ayında Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde yapılan bir sunumdan özetlenmiş olup, Mimarlık dergisinde birbirini izleyen üç bölüm halinde yayına hazırlanmıştır.
PROLOG
Uygar dünyanın, gelişimlerini yıllarca önce tamamlamış, durmuş-oturmuş kentlerinde pek görülmeyen bir olay, yaşadığımız bu günlerde Ankara’da gerçekleşiyor. Çevreye aşırı yaygınlaşarak büyüyüp azmanlaşan kentin, yerleşik alanları, parsel bazında alınan günübirlik kararlarla tek-tek yıkılıp yenileniyor, yükselip yoğunlaşıyor. Büyük kentin işleyişinde önemli yetersizliklere neden olan, bütüncül planlamadan yoksun bu parçacı yapısal ve işlevsel değişimler nedeniyle, kentin mekânsal kalitesi giderek artan biçimde bozuluyor. Sözünü ettiğimiz bu anlık değişimlerin doğrudan kentli insanı ilgilendiren önemli bir diğer boyutu da, anılarda yer etmiş mekânsal değerlerin, bu kapsamda çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin mekâna yansıyan kazanımları olan kültür yapılarının birer-birer yok edilmekte oluşudur. Böylesi parçacı yaklaşımların olağan sonucu tümüyle bir kentsel bellek yitimidir. Burada sorulması gereken soru, tüm bu değişimler sonucunda başkent Ankara’ya ne tür yeni bir kentsel kimlik kazandırılmak istendiğidir.
DAHA YAŞANILASI BİR KENTSEL MEKÂN
Başkentin tarihsel gelişme sürecindeki yaşanmışlıklara bakarsak, kentin merkezi niteliğini kazanmış toplanma mekânlarının, kentli halk tarafından farklı olaylarda hep yoğun biçimde kullanıldığını ve günümüzde de hâlâ kullanılmakta olduğunu görürüz. Bu toplantıların amacının gerçekte, demokratik katılım süreçleri işletilerek kentli halkın düşüncelerini uygarca seslendirmek olduğunu söylemek gerekir. Karşılıklı insan-mekân ilişkilerinde mekânsal düzenlemeler yoluyla kentli insanın davranışları üzerinde ne denli etken olunabileceği günümüzde tartışma konusudur. Kanımızca burada önemli olan, kentli insanın sağlığı, mutluluğu ve huzuru için ‘farkındalık’ yaratabilen, yaşanılası kentsel mekânların nasıl planlanacağı; özgün değerleri korunarak mekân kalitesinin, ayrıntılarda nasıl tasarlanıp uygulanabileceği konusudur.
BAŞKENT ANKARA’NIN ÖZEL İLGİ ODAKLARININ OLUŞUM VE DEĞİŞİM SÜREÇLERİ
20’li ve 30’lu yıllar kentin, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin “başkentlik” kimliğinin oluşturulma çabasıyla genç Cumhuriyet kadrolarının büyük uğraşlar verdikleri yıllardır. Savaştan yeni çıkan bir ulus, zamanla özgün işlevleri yok olmuş, nüfus yitirmiş bir Orta Anadolu kasabasından, bir “başkent” yaratacaktır. Uluslararası sınırlı proje yarışmalarına konu edilen Ankara’nın ilk planlama çalışmalarında bu hedef açıkça görülür. Uygulamasına geçilen Profesör H. Jansen’in tasarımında Ankara tek merkezlidir. (
Resim 1) Ulus’tan Anafartalar’a doğru uzanan geleneksel çarşı, kentin merkezî iş alanları için yeterlidir. Ağır bir trafik yükünün olmadığı o yıllarda Ulus, henüz bir trafik kavşağı olmaktan çok, yayaların mekânı özgürce, sayıları çok az olan bir araç varlığı ile paylaştığı bir meydandır. Bu meydan önce “Kuvayımilliye” direnişine, sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna tanıklık etmiştir. Ulus’un bu özgün kimliğini simgeleyen “Zafer Anıtı” da burada yerini almıştır. Kentin ana strüktürü, omurgasını oluşturan “protokol yolu” Atatürk Bulvarı ise, Ulus Bankalar Caddesi’nden başlayarak başkentin ekonomik ve kültürel yaşamının simgeleyen yapılarıyla özgün bir vitrin niteliği ile Yenişehir’e doğru uzanmaktadır. Ekonomik yaşamın simgeleri bankalar ile eğitim ve kültür yapıları ile değer kazanan ve kentin kuzey-güney ana aksını oluşturan bu yolun, planda başka bir alternatif güzergahı yoktur.
Orta bir yerde eski bataklık-düzlük bir alan, Ankaralıları ferahlatıp yeşile ve suya kavuşturacak bir vaha olan “Gençlik Parkı”na dönüştürülmüştür. (Resim 2) Planda, kenti kuzey-güney ve doğu-batı doğrultularında kesen yeşil akslar önerilmiştir. (Resim 3) Bulvarların her iki yanındaki geniş kaldırımlar ile orta güvenlik şeritlerindeki ağaçlar, parklar ve yeşil nitelikli yaya yollarıyla tasarlanan yeşil sisteme yönelik bu çağdaş anlayışın uygulanıp gerçekleşmesinde Ankaralılar büyük emek vermişlerdir.
Cumhuriyet döneminde Ankara’dan daha doğuya doğru da uzatılan demiryolu, Ulus’tan Yenişehir’e doğru uzanan protokol yolunu orta bir yerde kesmekte; bir anlamda tarihsel kentle, kentin yeni oluşan mahallelerini birbirinden ayırmaktadır. Demiryolunun geliştirilmesiyle Ankara da artık bir banliyö trenine kavuşmuş; batıdan doğuya uzanan bu hat, yeni tarımsal yöntemlerin denenmeğe başlandığı, Ankaralılar için bir ferahlama, dinlenme alanı olarak gelişen Atatürk Orman Çiftliği’ni Yenişehir’e bağlamış; tren oradan da daha doğuda Cebeci’ye ulaşmıştır.
Başkentin güney kesiminde yeni oluşturulmaya başlanılan, bahçe içinde iki-üç katlı evlerin yer aldığı “Yenişehir semti” planda, ülke yönetiminin ana yerleşkesi konumunda olması öngörülen Bakanlıklar sitesini çevreleyen salt bir konut alanı-ikamet bölgesi olarak tasarlanmıştır. Bu yeni yerleşme alanlarında konut dışı kullanımlara pek yer verilmemektedir. O zamanki betimlemesiyle “memur kenti Ankara”nın bu semtine yerleşen yeni sakinleri, gündelik alışverişleri dışında tüm ihtiyaçlarını Ankara’nın geleneksel merkezi Ulus’ta, Anafartalar Caddesi çevresine oluşan ve kale eteklerine dek uzanan çarşıya giderek gidermektedirler.
Yenişehir’de ihtiyaçtan doğan yeni bir iş ve ticaret merkezinin yavaş bir tempo ile oluşmaya başlamasını görmek için 50’li yılları beklemek gerekmektedir. Bu süreç, ana yol akslarından başlayarak mevcut binaların zemin katlarının ticari kullanımlara dönüşmeye başlamasıyla izlenir. Zamanla yine binalarda bir yapısal değişim yapılmaksızın zemin üstü bir ve ikinci katlarda yazıhane, muayenehane gibi kullanımların sayıları artmaya başlar.
Konut amaçlı yapıların zemin katlarının çarşıya, üst katların büroya dönüştürülerek kullanımı ile yetinilmesi, 60’lı yılların eseri olan “bölge kat nizamı haritaları”nın kabul edilmesi ile kentte önemli yapısal değişimlerin başlamasına dek sürecektir. İzleyen yıllarda “Kat Mülkiyeti Kanunu” ile uygulama şansı daha da artan yık-yap, yap-sat uygulamalarında kentin hemen hemen tamamı, değişmeyen parsel sınırları içinde yapıların tek tek yıkılıp yeniden yapılma yoluyla yükselip yoğunlaşmalarına sahne olacaktır.
“Böyle değerli alanlar bu denli düşük yoğunluklu, az katlı yapılara bırakılır mı?” sorusu, parsel bazındaki bu ilk dönüşüm uygulamalarının temel felsefesini oluşturur. (Resim 4) Erken Cumhuriyet döneminin özgün yapıları, Yenişehir’in, bahçelerinde meyve ağaçları olan iki-üç katlı tek aile evleri birer birer yıkılarak, her katında ikişer, üçer daire olan 4 ya da 5 katlı apartmanlara dönüşmüş; ortalama aile büyüklüğünün azalmasına karşın, bu tür dönüşümünü tamamlayan yapı adalarında nüfus yoğunluğu neredeyse on kat artmıştır. Görsel bir zenginlikteki az yoğun kentsel konut bölgesi olarak tasarlanan bu alanların apartmanlaşması ile artan nüfusun ihtiyaçlarına, yerleşik konut dokusunun sosyal ve teknik altyapısının çok yetersiz kalması kaçınılmaz bir olgu olarak ortaya çıkar. Giderek artan araç sahipliliği, daha önce hiç düşünülmeyen park sorununu yaratmış; ısıtmada kullanılan düşük kaliteli kömür, çanak içinde yerleşen başkentin havasını kirletmiş; tüm sağlıksızlığı ve yetersizlikleriyle kent artık içinde yaşanılamaz boyutlara erişmiştir.
Ulus’taki geleneksel merkeze alternatif yeni bir iş ve ticaret merkezinin yavaş bir tempo ile Yenişehir’de oluşmaya başladığı yıllara, 1950’lere yeniden dönelim: Ağaçlıklı geniş yaya kaldırımları, üzerinde iki sıra gelişmiş ağaçlar olan ortadaki güvenlik şeridi ve o günlerin araç trafiğine yeten ölçüleriyle özgün protokol yolu “Atatürk Bulvarı”, Sıhhiye’den Kızılay’a, oradan Bakanlıklar’a dek uzanmakta; “memur kenti” Ankara’nın özgün “promenat” (gezinme-dolaşma) ihtiyacına yanıt vermektedir. O yıllarda tüm çalışanlar, iş saatleri dışında akasya, at kestanesi ve çınar ağaçlarının gölgelediği geniş kaldırımlarda yürüyerek gezinirler; bu gezintiler hemen herkesin birbiriyle göz aşınası olduğu kentte dostlarla karşılaşmak için önemli fırsatlar yaratır, Kızılay’dan, Güvenpark’tan başlayan gezintiler Zafer Meydanı’na, en çok Sıhhiye’ye dek uzanır; oradan dönülür, tur yinelenir. Bulvarın her iki yanındaki bitişik düzen dörder katlı yapıların zemin katlarında oluşan ticari kullanımlar, gündelik gezintilerini yapan Yenişehirlilerin taleplerine göre biçimlenmiştir. Geniş kaldırımlara masalarını çıkaran Paris tipi bulvar kafelerinden ilki olan “Kutlu Pastanesi”ni, “Özen”, “Tavukçu Özen”, “Meram”, “Sergen”, “Pekpak” ve “Flamingo” izlemiştir. Ağaçlara tüneyen gürültücü küçük kuşların, temiz masa örtülerini kirletmemeleri ve oturanların üstlerine başlarına anı bırakmamaları için bu pastane ve kafelerin kaldırımlara çıkardığı güneşlikler dönemin ilginç kentsel peyzajını oluşturur. (Resim 5)
Kızılay, adını aldığı, çatısında kocaman kırmızı bir ayın bulunduğu Kızılay binasının yanında bir yol kavşağıdır. Batıda Maltepe ve Bahçelievler’i, doğuda Kurtuluş ve Cebeci’ye bağlayan bir ana yolun (Gazi Mustafa Kemal-Ziya Gökalp), Atatürk Bulvarı ile kesiştiği bir trafik kavşağıdır Kızılay. Bir yanıyla havuz başı ve Kızılay bahçesi, diğer yanıyla Güvenpark ile komşu olan Kızılay, 50’li yıllarda yayaların yoğun biçimde kullandıkları bir meydan olarak da algılanır. (Resim 6) İş Bankası kumbarası biçimindeki zarif saat ise meydanda yer almaktadır. Bakanlıklar’a Vekaletler denildiği yıllarda, komşusu olduğu Güven Anıtı nedeniyle “Emniyet Abidesi Meydanı” adını alan meydan, bir dönem “Hürriyet Meydanı” adı ile de anılmıştır. Tüm bu değişik isimlendirme özentilerine karşın, üzerinde büyük kırmızı ay bulunan binanın ve güzelim Kızılay bahçesinin yerini bugün devasa ölçülerde bir alışveriş merkezi almış olsa da, meydanın alışılagelmiş adı yine ‘Kızılay’dır.
Güvenpark, yeni Büyük Millet Meclisi binası ile, Bakanlıklar sitesinin ana aksının Kızılay Meydanı’na bağlandığı noktada yeşil bir üçgen biçiminde konumlanmaktadır. Bir yanıyla Atatürk Bulvarı’na, diğer yanıyla Milli Müdafaa Caddesi’ne komşudur. Park içinde yine aksiyel biçimde konumlanmış olan “Güvenlik Anıtı”, MCMXXXV (1935) tarihini taşımakta olup, heykeltıraş profesörler A. Hanak ve J. Thorak’ın yapıtlarıdır. Atatürk’ün bilinen güzel özdeyişlerinden biri olan “Türk, öğün, çalış, güven” sözcüklerini, meydana bakan ön yüzünde taşıyan anıt, yapıldığı yıllardan sonra doğan birçok çocuğa ismini vermiş; kentli halk tarafından bir simge, bir özgün belirleyici (landmark) olarak kabul edilmiş, hep sevilmiştir. 1950’li yıllarda başlayan yöresel göçlerle bir nüfus patlaması yaşayan Ankara’nın yeni sakinleri kadın-erkek, çoluk-çocuk renkli giysileriyle gelip, üstüne tırmanıp, anıtla bütünleşip resim çektirmişler; bayramlarda çocuklar balonlarıyla, ulusal kıyafetleriyle gelip anıtla birlikte olmak istemişlerdir. (Resim 7)
Yeni bir iş ve ticaret merkezine yavaş bir tempo ile dönüşme eğilimi gösteren Yenişehir’de göreli olarak az sayıda giyim-kuşam mağazalarının oluşumuna karşın, baskın olan gastronomi, yeme-içme sektörüdür. Bulvar kafeleri ve pastaneler, muhallebicilerin yanı sıra özellikle İstanbul’dan gelenlerin alışkanlıklarına uygun delikat ürünlerin, mezelerin bulunup satın alınabildiği “Foti’nin Trakya”sı gibi şarküteriler; Ankara’nın ilk sandviç büfesi “Goralı”; yine bunun gibi, nezih bir ortamda ailecek gidilerek bira içilip, mayonezli levrek ya da ızgara köfte yenilebilecek “Piknik” gibi mekânların açılmış olması önemlidir. Zamanla Yenişehir’de de, Ulus’taki özgün mekân “Karpiç” benzeri tanınmış restoranlar açılmaya başlanacaktır. Gece kulüpleri, müzik, dans ve eğlence yerlerinin olduğu Ankara Palas ve Gar Gazinosu’na Yenişehir’in alternatifi Süreyya olacaktır.
Henüz televizyonun gelmediği ortamda sinemalar ise halkın en önemli kültür ve eğlence mekânlarıdır. Devlet memuru çalışanlar cumartesi günü öğleden sonraları ailecek, Ulus’taki “Yeni Sinema”nın yanı sıra, Kızılay’daki “Ulus Sineması”na, Bulvar’daki “Büyük Sinema”ya ya da Sıhhıye’deki “Ankara Sineması”na giderlerdi. P. Bonatz’ın, özgün sergi evinden opera binasına dönüştürdüğü “Büyük Tiyatro”, yine Atatürk Bulvarı üzerinde ancak Yenişehir’den uzakça bir yerde, bugün “P. L. Nervi’nin tasarımı olan heykelsi köprü”nün olduğu kavşakta konumlanmıştır.
Kentsel doku özelliklerinin tümüyle değişmesine neden olan ve 60’larda başlayan, hızlanarak devam eden yıkılıp yenilenme yoluyla yükselip yoğunlaşma süreci, genelde Ankara’nın, özelde Yenişehir’in geçmişte karşı karşıya kaldığı tek strüktürel yapı değişimi, tek yıkım değildir. Daha 1950’li yılların ikinci yarısında İstanbul’da başlatılan kentin ana yollarını genişleterek motorlu araç trafiğini rahatlatma amaçlı büyük kentsel yıkımlardan (Menderes operasyonları) Ankara da nasibini almıştır. Atatürk Bulvarı’nda araç trafiğine ayrılan yol şeritleri genişletilirken, aradaki güvenlik şeridi daraltılmış, gelişmiş ağaç varlığı yok edilmiştir. Bulvarda promenat yapılan yaya kaldırımları hemen hemen tümüyle yok edilmiş, ön bahçeler kaldırıma katılarak, yitirilen yaya mekânı yeniden sağlanmak istenmiştir. Maltepe’den Kızılay’a uzanan Gazi Mustafa Kemal Bulvarı da yol şeritleri genişletilerek bulvar niteliğini yitirmiştir. Sonraları bu yolda gidiş ve geliş şeritleri arasında belediye otobüsleri için bir “tahsisli yol” uygulamasına geçilmiş; bulvarda karşıdan karşıya yaya olarak geçmek çifte bariyer nedeniyle olanaksız duruma gelince, kentli insanlar demir üst geçitlerde merdivenlerden tırmanarak yolun karşısına geçmeğe zorlanmışlardır.
Menderes operasyonlarında ilginç bir uygulama da yine Gazi Mustafa Kemal Bulvarı üzerinde Demirtepe’nin tıraşlanarak düzleştirilmesidir. Öyle ki, yola bakan eski yapıların yüksekte kalan ön bahçe cephelerinde istinat duvarı yapma zorunluluğu doğmuş, daha yeni tarihli yapıların bodrum katları zemin kat oluvermiştir. Duvar takviyesi ile yükseltilen sözünü ettiğimiz tarihî yapılardan ikisi, erken Cumhuriyet dönemi özgün mimarisi ile “kuleli yapı” diye anılan ve döneminde Yenişehir’in kentsel peyzajına katkısı olan yapıların son örnekleridir. Bu gün biri Tapu Kadastro Meslek Lisesi olarak kullanılmakta, bir zamanlar Macar Elçiliği olan diğeri ise şu an boş olsa da uzun süre kebapçı olarak hizmet vermekteydi.
Trafik yükü artan yollar üzerinde demir köprüler yaparak, yayaları yaz kış tırmandırıp indirmek çok iyi bir çözüm olarak görülmüş olsa gerektir ki, izleyen yıllarda hem Atatürk Bulvarı’nda hem de kuruluşundaki konut ağırlığı değişerek tümüyle işyeri ve ticaret alanına dönüşen Meşrutiyet Caddesi üzerinde birden çok sayıda yeni demir strüktür gerçekleştirilerek kent görünüme yeni güzellikler(!) katma gayreti sürdürülmüş; üstgeçitleri kullanmayı reddedip yolu karşıdan karşıya araçların arasından koşarak geçmekte direnen yayalardan bir dönem trafik cezası da kesilmiştir. (Resim 8) “Yaya Hakları Bildirgesi” gereğince, yayanın tümüyle özgür olduğu çağdaş mekânlar üretmek yerine ya da hiç olmazsa yayaların, mekânı araçlarla özgürce paylaşabildiği çözümler araştırmak yerine, bugün hâlâ kent içinde, hele kentin merkez kesimlerinde motorlu araç trafiğini rahatlatmak, giderek tasarım hızını alabildiğince artıracak önlemler düşünmek bize özgü bir durum olsa gerektir. Günümüze gelindiğinde Ankara artık, Çankaya’dan Esenboğa’ya filanca dakikada ulaşma gayreti içinde protokol yolu Atatürk Bulvarı üzerinde bir dizi alt-üst geçit, benimsenen adı ile “Battı-çıktı” yapıldığını, bu amaçla yaya kaldırımlarından yürüyerek bir yerlere yaya olarak ulaşmanın artık gündemden tümüyle kaldırıldığını da görecektir. Yabancı ülke büyükelçilik binalarının yer aldığı Bulvar’ın üst kesiminde yaya olarak karşıdan karşıya geçmek artık olanaksızdır.
Başkent Ankara’nın mekânsal kimliğinin oluşum ve değişim sürecini, geçmişten günümüze, bugünden geleceğe uzanan evrelerinde değerlendirmeyi amaçlayan yazımızın izleyen ikinci bölümünde, stratejik öncelikli alan olarak algılanan “Yenişehir iş merkezi” ile bu kapsamda “Kızılay özel ilgi odağı” üzerinde yoğunlaşılacaktır. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin “planlı başkenti”nin mekânsal kalitesini oluşturma çabalarının izlendiği kuruluş günlerinden bu günlere nasıl gelindiği bu kapsamda tartışma konusu edilecektir.
Yazı dizisinin üçüncü ve son bölümünde ise, başkent Ankara’nın kent merkezinin planlanmış, tasarlanmış mekânsal kalitesini yeniden oluşturmak ve uygarca kentsel yaşanılabilirliği sağlamak hedeflerine yönelik olarak, yapılabilecekler konusu üzerinde yeni bir tartışma başlatılmak istenmektedir.
Bu icerik 4551 defa görüntülenmiştir.