KENT TARİHİ
Bölünmüş Kentten Küresel Kente: Berlin*
Arzu Başaran Uysal, Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Soğuk Savaş’ın simgesi olarak yıllarca varlığını süren Berlin Duvarı’nın 9 Kasım 1989'da yıkılışının ardından tam 30 yıl geçti. 1961 yılında inşası ile iki kutuplu dünyanın, yıkılışıyla küreselleşmenin sembolü haline gelen duvar, kentsel mekânın ve belleğin yeniden üretimi açısından oldukça dikkat çekici. Yazar, “20. yüzyıl boyunca yaşadığı politik değişimler ve bu değişimin mekâna yansımalarının izlenebildiği oldukça özgün bir örnek” olarak değerlendirdiği Berlin kentini ele alırken kentsel mekânın ve kolektif belleğin yeniden üretimi açısından kentin adeta bir laboratuvar işlevi gördüğünü belirtiyor.
Berlin, 20. yüzyılda hiçbir başkentin yaşamadığı ölçüde politik değişikliklerle karşı karşıya kalmıştır. Kent, Prusya İmparatorluğu’na I. Dünya Savaşı sonrası kurulan kısa ömürlü Weimar Cumhuriyeti’ne (1918-1933) ve ardından Hitler’in büyük Alman idealine başkentlik yapmıştır (1933-1945). II. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmiş, Berlin bu kez kendini iki kutuplu dünyanın gerilim noktasında bulmuştur. 1949 yılında Federal Almanya Cumhuriyeti (Batı Almanya) ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti (Doğu Almanya) kurulmuş, Berlin ise Doğu Almanya sınırları içerisinde, bir adacık olarak kalmıştır. Kent, batısı Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa, doğusu ise Sovyetler Birliği’nin himayesi altında kalacak şekilde dörde bölünmüştür. Berlin Duvarı 1961 yılında inşa edilmiş, kent Soğuk Savaş ortamında iki farklı ideolojinin etkisiyle şekillenmiştir. 1989 yılında duvarın yıkılması ile kent bu kez kendini bütünleşme ve uzun yıllardır yalıtılmış olduğu dünyaya uyum sağlama çabası içinde bulmuştur.
SOĞUK SAVAŞ VE BERLİN DUVARI
II. Dünya Savaşı’nın yarattığı tahribatın onarılmaya çalışıldığı, yeniden inşa sürecinde Berlin iki farklı ideolojinin planlama yaklaşımına ve rekabetine sahne olur. Doğu Almanya’nın başkenti olmaya devam eden Doğu Berlin, sosyalist ideoloji tarafından şekillendirilir. Doğu Berlin’in planlanmasını üstlenen Hans Scharoun “kolektif planlama” (kollektivplan) adını verdiği bir yaklaşımla kentin doğu kısmını planlar. Doğu Berlin, sosyalizmin politik gücünü ve zaferini yansıtan anıtsal yapılar ve akslarla tasarlanır.(1) Örneğin, Stalinalle(2) geniş bir bulvar olarak açılır ve her iki yanına “işçi sarayları” adı verilen yüksek konut blokları inşa edilir. Kentin doğu çeperlerinde modern, kompakt ve yüksek katlı konut alanları inşa edilir.(3) (
Resim 1)
Kentin batısı ise Marshall yardımları ile yapılanmaya başlar. Tarihî merkez (Mitte) Doğu Berlin sınırlarında kalmıştır. Bu nedenle Batı Berlin’de idari ve kültür yapıları ve ticaret alanları Charlottenburg ve Kurfürstendamm ile yeni bir merkez oluşturulur. Modernizm akımının önemli mimarları Le Corbusier, Walter Gropius ve Alvar Aalto tarafından çok katlı toplu konut yapıları tasarlanır ve uygulanır. (Resim 2) Tek bir plan dahilinde gelişmemiş olmasının handikapları olmakla birlikte Doğu ile Batı arasındaki bu rekabet ortamının Berlin’in mimari tarihini oldukça zenginleştirdiği söylenebilir.
Bu dönemde kentin doğusu ile batısı arasında giriş çıkışlar serbesttir. Diğer yandan her geçen gün artan küresel kutuplaşma, “kapitalist Batı” ile “komünist Doğu” arasındaki gerilim Berlin’e yansımaktadır. Bu gerilimin sonucu olarak 13 Ağustos 1961 tarihinde Berlin Duvarı, Doğu Berlin yönetiminin girişimi ile örülmeye başlar. (Resim 3) Duvarın inşası Berlinlilerin şaşkın bakışları önünde neredeyse birkaç gün içinde tamamlanır. Kent içi taşıt trafiği durmuş, sokaklarda bariyerler oluşmuştur. Duvar mevcut dokuyu öylesine ikiye ayırmıştır ki bazı konutların bir cepheleri doğuya diğer cepheleri batıya bakmaktadır. (Resim 4)
Berlin Duvarı kentin makroformunu ve konut politikasını doğrudan etkilemiştir. Doğu Almanya ile çevrili olan Batı Berlin, diğer Avrupa kentlerinin yaşadığı banliyöleşme deneyimini, fiziksel olarak imkânı olmadığı için yaşamamıştır. Doğu Berlin ise sosyalist ideoloji gereği kent dışında tek aile tipi konut politikasını benimsememiştir. Dışa doğru büyüyememesi arazi kullanımını da etkilemiştir. Berlin, diğer Alman ve Avrupa kentlerinden farklı olarak daha kompakt ve yüksek yoğunluklu bir kent formuna sahip olmuştur ve bu özelliğini günümüzde de hala sürdürmektedir. Diğer batı kentlerinin aksine geniş sanayi alanları kent içindedir.(4)
Batı Berlinliler, her iki tarafındaki koruma alanları, mayınlı alanlar, dikenli teller ve askeri önlemler nedeniyle Berlin Duvarı’nın yakınlarında yaşamayı tercih etmemişlerdir. Bu nedenle Batı Berlin’e gelen yabancı işçiler Berlin Duvarı boyunca uzanan Kreuzberg, Wedding, Tiergarten, Schöneberg ve Neukölln gibi mahallelere yerleşmişlerdir.(5) (Resim 5) 19. yüzyılda da işçi konutlarının yoğun olduğu bu mahallelerde konut kalitesinin oldukça düşük olduğu bilinmektedir. Örneğin, o yıllarda Kreuzberg’deki konut stoğunun % 60’ının 1919 öncesi inşa edildiği ve konutların % 20’sinde banyo olmadığı kayıtlara geçmiştir.(6) 1970’lerin sonunda Berlin’e gelen Şükriye o yıllarda Wedding-Mitte mahallesinin koşullarını şöyle özetlemektedir: “…tuvalet yoktu, banyo yoktu, çok nemliydi evler. Merdiven katında tuvalet vardı, komşularla paylaşıyordunuz. Bir de ön cephede değil de arka cephede yaşıyordu Türkler, çok arka arkaya binalar vardı. O zaman herkes çalışıyordu, yani para değildi söz konusu olan. Dışarıdan bakıyorsun her yerde mermi delikleri vardı mesela, savaştan kalmış binalardı, dışarıda yağmur yağınca içeri giriyordu…”(7)
Berlin Duvarı, bir anlamda kentin sahip olduğu yüksek göçmen nüfusunun da nedenlerinden biridir. Dünyadan yalıtılmış olan Batı Berlin’in nüfus kaybını önleyebilmek için göçmenler burada yaşamaya teşvik edilmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası sanayileşme sürecinde hem Batı hem de Doğu Berlin dışarıdan yabancı işçi göçü almıştır. Batı Berlin, bu yıllarda Türkiye başta olmak üzere İtalya, Yunanistan, Fas, Tunus gibi Akdeniz ülkelerinden göç alırken, Doğu Berlin batı kadar yoğun olmamakla birlikte Vietnam, Polonya, Mozambik, Küba gibi Doğu Bloğu ülkelerinden işçi göçü almıştır.(8) Duvarın her iki yanında, birleşme sonrası entegrasyon sorunlarını daha da zorlaştıracak olan farklı sosyokültürel ve ekonomik düzeye sahip mahalleler oluşmuştur. Üstelik kentin varoşları olarak görülen bu yoksul işçi mahalleleri duvarın yıkılmasının ardından kentin merkezi haline geleceklerdir.
KÜRESELLEŞME VE BERLİN DUVARI’NIN YIKILIŞI
1980’li yıllarda tüm dünyada hız kazanan neo-liberal politikalar, Sovyetler Birliği tarafından yürürlüğe konan yeniden yapılanma (perestroika) ve açıklık (glasnost) reformları, 1986 yılında imzalanan Avrupa Tek Senedi, Soğuk Savaş’ın sona ermekte olduğunun ve küreselleşmenin önemli sinyalleri olarak kabul edilebilir. Küreselleşen, ulusal sınırların önemini yitirmeye başladığı bu yeni dünyada, Berlin Duvarı neredeyse inşa edildiği hızla yıkılır ve tüm dünya bu sürece televizyonları karşısında tanıklık eder. 3 Ekim 1990’da Doğu Almanya ile Batı Almanya resmen birleşir.
Hartmut Häußermann ve Andreas Kapphan, birleşme sonrası Berlin’in iç içe geçmiş üç önemli değişim süreci yaşadığını belirtmektedir. Birincisi uzun yıllar dünyaya kapalı olan Doğu Berlin’in pazar ekonomisi ve özel sektör ile tanışma sürecidir. İkincisi Batı Berlin’in Soğuk Savaş süresince sahip olduğu özel politik statünün ve ekonomik sübvansiyonların sona ermesidir. Üçüncüsü ise endüstriyel üretimden hizmet sektörü eksenli büyümeye geçiştir.(9) Bu dönem hem Almanya hem de Berlin için oldukça sancılı bir süreçtir. İşsizlik ile birlikte sosyal sorunlar da artmıştır. 1990-1995 yılları arasında yalnızca Batı Berlin’de 280.000 kişi işsiz kalır.(10) Doğu Berlin ise kamu yönetiminin merkezi olmuş olması ve istihdamın önemli bir kısmını kamu personelinin oluşturuyor olması nedeniyle birleşmeden daha yüksek oranda etkilenir. Doğu Almanya’dan katılan yeni işgücü ve Doğu Avrupa ülkelerindeki Alman orijinlilerden oluşan yeni göç dalgası ile birlikte işsizlik sorunu ciddi bir kriz halini alır. Sanayi tesisleri kapanmakta, bu nedenle hizmet sektörünün gelişimi hedeflenmektedir. Bu yeni koşullara uyum sağlayabilecek eğitim ve mesleki donanımdan yoksun olan göçmeler ise işsizlikten daha yoğun bir biçimde etkilenmişlerdir.
Birleşme sonrası değişen konut politikalarının kentsel ayrışmayı ve kutuplaşmayı daha da hızlandırdığı söylenebilir. 1990 öncesi hem Batı’da hem Doğu’da devlet kontrolünde gelişen konut piyasası bu yeni dönemde özel sektöre bırakılır ve kamuya ait konutlar özelleştirilir. Kiralar 1989 ile 1994 arası 5 kat artarken, barınma ihtiyacı için kent yönetimine başvuran evsiz sayısı % 73 oranında artış göstermiştir.(11) Ekonomi ve sosyal yapıdaki bu hızlı değişim kent mekânını da etkiler. Matthias Bernt, Duvar’ın yıkılmasının ardından Berlin’in mekânsal değişiminde yaşanan süreci bir “çifte hareket” (double movement) olarak tanımlamaktadır.(12) İlki merkezden çeperlere doğru banliyöleşme hareketidir. Birleşmenin ardından Berlinli orta sınıf kent dışında konut ve çevre kalitesi yüksek yeni konut alanlarına taşınırken, orta sınıfın terk ettiği mahallelere ve sosyal konutlara eski Doğu Bloğu ülkelerinden gelen Alman orijinli göçmenler yerleşir. İkinci hareket ise “yeni Berlin” stratejisi ile kent merkezinin yeniden inşa ve yenilenme sürecidir. Orta sınıfın terk ettiği mahallelerde göçmen ve yoksul nüfus artmıştır. Başkentin imarı sürecinde bu merkez mahalleler uluslararası şirketler ve orta sınıf için çekici hale getirilmeye çalışılmış, mahalle sakinleri yerinden edilme tehdidi ile karşı karşıya kalmışlardır.
1990 SONRASI “YENİ BERLİN”
Berlin’in yeniden Almanya’nın başkenti olması kararı uzun tartışmalar sonucunda verilebildi. Kimilerine göre Berlin’i eski görkemli “Gründerzeit”(13) günlerine döndürme hayali yalnızca bir nostaljiydi. Tarihsel ve kültürel birikimine rağmen Berlin uzun yıllardır bir mahrumiyet bölgesi olarak kalmıştı ve az gelişmiş doğu bölgesinde yer almaktaydı. Üstelik Berlin pek çok kişiye göre militarist, Prusyalı ve doğulu bir kimliğe sahipti, yani yeterince Avrupalı değildi. Diğer yandan Berlin’in totaliterliğe direnişin bir sembolü olduğunu savunanlar vardı. Berlin halkı hiçbir zaman Nazilerle dost olmamıştı ve farklılıklara karşı -göçmenlere, Yahudilere, homoseksüellere- her zaman toleransı yüksek olmuştu.(14) Ayrıca Berlin’in coğrafi konumu, Doğu Avrupa’ya yakınlığı, küresel sisteme entegre olmasında bir avantaj olarak görülmekteydi.(15) Bu tartışmaların sonunda Berlin’in başkent olması kararı parlamentoda 320’ye karşılık 337 oyla kabul edildi.(16) Tüm yönetim birimlerinin Bonn’dan Berlin’e taşınması ise neredeyse 10 yıl sürdü ve taşınma 1999 yılında tamamlanabildi.
Başkent olma kararı ile birlikte, coğrafi avantajının yanı sıra ulusal yönetim hiyerarşisinde en üst kademeye yükselmesi Berlin’e küresel kent olma yolunda önemli bir avantaj daha sağladı. 1990’lı yıllarda konut, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, rekreasyon gibi alanlarda kamu sübvansiyonları azalırken, kentsel dönüşüm ve yenileme projelerine federal düzeyde mali destekler devam etti.(17) Başkent olma kararının ardından bu kez “yeni Berlin”in nasıl şekillendirileceği, hangi özelliklerinin öne çıkarılacağı, küresel rekabete nasıl hazırlanacağı önemli soruları ve tartışmaları beraberinde getirdi. “Yeni Berlin” nasıl bir kimliğe sahip olacaktı? 1991 yılında kent ölçeğinde bir tartışma platformu (stadforum) kuruldu, bu platformda çok sayıda ilginç fikrin üretilmesi ve tartışılması sağlandı. Daha sonra Berlin Senatosu tarafından bu platformun bir çıktısı olarak, “Kent Merkezini Planlama Komitesi (Planwerk Innenstad)” oluşturuldu.(18) Doğu ile Batı Berlin’in mekânsal olarak bütünleşmesi başlıca hedeflerden biriydi. Birbirini kesmeyen iki ulaşım sistemi, ayrı ayrı çalışan su ve kanalizasyon sistemi vardı. Ayrıca birçok yönetim ve kültür yapısından ikişer tane vardı. Öncelikle ulaşım sistemi ve kentsel altyapı bütüncül olarak yeniden planlandı. Hafif raylı sistem geliştirilerek merkezin desantralize edilmesi ve doğu ile batının bütünleşmesi amaçlandı. Resim 6’da iptal edilen demiryolu hatlarından birinde düzenlenen rekreasyon alanı görülmektedir.
Bakanlıkların, Elçiliklerin ve Almanya’da temsilciliği olan uluslararası organizasyonların Berlin’e taşınması; ulusal ve uluslararası sermaye için yeni iş ve ofis alanlarının oluşturulması; izlenen kültür politikaları Berlin’in yeniden şekillenmesinde ve “yeni Berlin” imajının oluşturulmasında başat rol oynadılar. Kentin yeni mekânları büyük oranda uluslararası yarışmalarla şekillendi. Örneğin, hükümet yapılarının yer aldığı “Spreebogan” için 835, tarihî merkezi kapsayan “Spreeinsel” için 1015 uluslararası ekip yarıştı. Yalnızca 1992 ile 1995 yılları arasında Kentsel Gelişme Departmanı, Federal Hükümet ve yerel yönetim tarafından 158 yarışma, 79 organizasyon düzenlendi.(19)
Berlin Duvarı boyunca uzanan insansız alanlar ve uzun süredir ihmal edilmiş göçmen mahalleleri, yeni iş ve turizm merkezleri oluşturmak için cazip kentsel arsa olanağı yarattı. Berlin Duvarı’nın geçtiği ve bu nedenle çevresi boş kalmış olan Potsdamer Platz ve Alexanderplatz, Berlin’in küresel kent imajına katkı sağlayacak öncü projeler olarak ele alındı; birer iş ve alışveriş merkezi haline getirildi. Sony Center (Resim 7) ve Daimler Chrysler binalarının bulunduğu yeni Potsdamer Platz, cam ve çelikten gökdelenleri ile daha çok bir Amerikan kentine benzemekteydi. İnşa edilen gökdelenlere ve alışveriş merkezlerine karşın kentin genel dokusunda 19. yüzyıldaki “taş Berlin”(20) kimliğine sadık kalınarak, sokak dokusu, yapı yüksekliği, karma kullanım, cephe özellikleri büyük ölçüde korundu.(21)
Yeni Berlin yaratılırken çok-kültürlülük ve politik içerme konularında ayrıca bir çaba gösterildiği ve kentsel mekâna bu açıdan sembolik vurgular yapıldığı söylenebilir. Başkanlık ve Bakanlık binalarını içeren “Spreebogan” yönetim alanının yeri bilinçli olarak Prusya, Weimar Cumhuriyeti, Nazi Almayası ve Sosyalist Almanya’ya ev sahipliği yapmış olan eski kent merkezi dışında seçilmiştir. Yeni yönetim alanı “Batı ile Doğu arasındaki köprü” argümanını destekleyecek biçimde Spree Nehri kenarında, (Resim 8, 9) sembolik olarak doğu ile batı arasında inşa edilmiştir.(22) Tarihî Reichstag (Parlamento) Binası da politik içerme vizyonuyla yenilenmiştir. İngiliz mimar Normen Foster tarafından yenilenen binanın cam kubbesi teknolojik yenilik, gün ışığından faydalanma süresini artıran ekolojik yaklaşımın yanı sıra yönetimde şeffaflığı sembolize etmektedir.(23)
Bir başka öncü proje olarak eski tarihî merkez Mitte’de yer alan ve 1999 yılında UNESCO Dünya Mirası ilan edilen “Spreeinsel” (Müzeler Adası), Alman ulusal kimliğinin ve kültürünün öne çıktığı bir alan olarak yeniden tasarlanır. Bergama Müzesi’ni de içeren bu bölge aynı zamanda özel sanat galerileri, sanat ve tasarım stüdyoları, restoran, bar, dükkân ve otelleri ile bir turizm alanı haline getirilir. Berlin’in küresel bir kent olması için izlenen temel stratejilerden biri de kültür endüstrisinin geliştirilmesidir. Yeni inşa edilen Postsdamer Platz yakınındaki Kulturforum Avrupa ve İslam sanatı koleksiyonlarını; kentin batısındaki Dahlem Müze Kompleksi Hindistan ve Doğu Asya koleksiyonlarını içerecek şekilde izlenen kültür politikası doğrultusunda yeniden düzenlenir.(24) Kent içindeki geniş sanayi alanları başta eğitim ve kültür olmak üzere, ofis, konut gibi yeni fonksiyonlar verilerek yenilenir. Prenzlauerberg’deki tarihî bira fabrikasının Kulturbrauerei Kültür Kompleksi’ne, Hamburg Tren İstasyonu’nun Güncel Sanatlar Müzesi’ne, eski bir sanayi alanının Adlershof Bilim ve Teknoloji Parkı’na dönüştürülmesi önemli birkaç örnek olarak sıralanabilir.
Bu dönemde, Hitler’in soykırımlarının II. Dünya Savaşı’nın ve Soğuk Savaş’ın izlerini silmek yerine, “hatırlamak ve anmak” üzerine bir kentsel peyzaj yaratıldığı söylenebilir. Devrim Çimen, Berlin Duvarı’nın sembolik olarak nasıl yeniden inşa edildiğini ve kentsel bellekte varlığını sürdürdüğünü eleştirel bir yaklaşımla ortaya koymaktadır.(25) Doğudan batıya kaçmaya çalışan çok sayıda Berlinlinin ölümüne neden olan Berlin Duvarı kentin bazı kesimlerinde korunmuş, bazı yerlerde sembolik olarak devam ettirilmiştir. (Resim 10-13) Benzer şekilde kentin Yahudi mirası ortaya çıkarılmış, bir başka sembol yapı olan Yahudi Müzesi inşa edilmiş ve Berlin’in simgesi olan Brandenburg Kapısı yanında bir Yahudi Soykırım Anıtı (Holocaust) yapılmıştır. Resim 14’te II. Dünya Savaşı’nda öldürülen Yahudilerin yaşadıkları evlerin önlerinde kaldırımlara monte edilen pirinç tabelalar (hafıza taşları) görülmektedir.(26)
Berlin yeniden yapılandırılırken ve küresel rekabete hazırlanırken izlenen bu kentsel dönüşüm-yenileme projeleri özellikle kent merkezindeki göçmen mahalleleri olumsuz bir biçimde etkilemektedir. Berlin uluslararası gayrimenkul sektörü için cazip fırsatlar sunarken, gayrimenkul değerlerinin ve kiraların artması karşısında göçmenler uzun yıllardır yaşadıkları mahalleleri terk etmek zorunda kalmaktadır. 11 yaşında Türkiye’den Berlin’e gelen ve geldiğinden bu yana Wrangelkiez’de (Kreuzberg) oturan Emine yerinden edilme tehdidini şu şekilde dile getirmektedir; “Fazla Alman oldu, bunu negatif görmüyoruz, ama sanki biz yavaş yavaş itiliyoruz. Biz onları gördüğümüze seviniyor hani eşit olduk gibi… Durumu iyi insanlar geldikçe fiyatlar yükseldi. Buraya kimse tenezzül etmezdi, nerdeyse burası elimizden gidiyor. […] Pahalı pahalı restoranlar açıldı. […] Türkçesi nasıl ekstrem, aşırı, yan yana yan yana hepsi de çalışıyor ama pahalı da. Biz oturup yiyemiyoruz mesela. […] Bence evlerin artık güzel güzel tamir edilmesi lazım. Evler çok eskidi. Baştan sağma tamir ediyorlar, çok pahalı, eksikleri yapmıyor ev sahipleri. O durumu iyi olanlara veriyor. Onlar da paraları çok olduğu için, onlar evi kendileri yaptığı için onlara veriyorlar. […] Evden çıkarmak için yüksek paralar teklif ediyorlar. Hani sana şu kadar para versek, gider misin ya da evde eksik oluyor, tamir etmiyor ki bıksın, çıksın evden…”(27)
SONUÇ YERİNE
Berlin, 20. yüzyıl boyunca yaşadığı politik değişimler ve bu değişimin mekâna yansımalarının izlenebildiği oldukça özgün bir örnektir. Bölünmüş bir kentten küresel bir kente doğru geçirdiği dönüşüm, özellikle 1990 sonrası kentsel mekânın ve kolektif belleğin yeniden üretimi açısından kent adeta bir laboratuvar işlevi görmektedir. Hızla ortaya konan kentsel dönüşüm-yenileme projelerine ve yaratılan “yeni Berlin” imajına karşın, Berlin’in diğer küresel kentlerle rekabet edebilecek ekonomik düzeye erişebildiği söylenemez. Üstelik küresel kent olma stratejisi kentsel ayrışmaya yol açmakta ve sosyal sorunları derinleştirmektedir. Buna karşın Avrupa kenti kimliğini koruyabilmiş olması, sanat ve kültür odaklı gelişme stratejileri, kent politikalarında çok-kültürlülük ve politik içerme çabaları; yeni Berlin’in önemli başarıları olarak tanımlanabilir.
ʘ Fotoğraflar aksi belirtilmedikçe yazara aittir.
* Bu makalede, TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu tarafından desteklenen ve 2014 yılında Berlin Teknik Üniversitesi, Teknoloji ve Toplum Merkezi (Technische Universität Berlin, Zentrum Technik und Gesellschaft-ZTG) ev sahipliğinde, yazar tarafından yapılan araştırma projesinin sonuçlarından yararlanılmıştır. Metinde yer alan kişisel görüşmeler bu araştırmanın saha çalışmasından alınmıştır. Makalenin bir kısmı, 11-13 Mayıs 2016 tarihlerinde gerçekleşen II. Uluslararası Kent Araştırmaları Kongresi’nde “Berlin, Soğuk Savaştan Çok-Kültürlü Metropole” ismiyle sunulmuş ve bildiriler kitabında yayımlanmıştır. Bkz: (ed.) Geniş, Şerife; Osmanoğlu, Emir, 2016, II. Uluslararası Kent Araştırmaları Kongresi Bildiriler Kitabı, İdealkent Yayınları, İstanbul, ss.994-1009.
NOTLAR
1. Sonne, Wolfgang, 2006, “Berlin: Capital under Changing Political Systems”, Planning Twentieth Century Capital Cities, (ed.) David L.Z. Gordon, ss.196-212.
2. Caddeye verilen “Stalinallee” ismi, birleşmeden sonra “Karl-Marx Allee” olarak değiştirilmiştir.
3. Häußermann, Hartmut, 2006, “Berlin: From Divided City Into Fragmented City”, HAGAR: Studies in Culture, Polity and Identities, cilt:7, sayı:1, ss.1-15.
4. Häußmann, Hartmut; Sackman, Rosemaire, 1994, “Changes in Berlin: The Emergence of an Underclass?”, Built Environment (1978-), cilt: 20, sayı:3, ss.231-241.
5. Batı Almanya ve Türkiye arasında, Duvar’ın inşasından kısa bir süre sonra, 30 Ekim 1961 tarihinde yabancı işçi göçü alımına dair ikili anlaşma imzalanır. Batı Berlin Türkiye’den işçi göçü almaya başlar ve Türkiyeli göçmenler Duvar boyunca uzanan bu mahallelere yerleşirler. Bugün Berlin, Türkiye dışında yaşayan en fazla Türkiyeli nüfusa sahip kenttir. Coğrafi olarak Berlin’in merkezinde yer alan Kreuzberg, “Küçük İstanbul” olarak tanınmaktadır.
6. Häußmann; Sackman, 1994.
7. Kişisel görüşme, 2014.
8. Silver, Hilary, 2006, “Social Integration in the ‘New’ Berlin”, German Politics and Society, cilt:24, sayı:4, ss.1-48.
9. Häußermann, Hartmut; Kapphan, Andreas, 2002, “Berlin’s Transformations: Postmodern, Postfordist . . . or Neoliberal?” (Berlin: von der geteilten zur gespaltenen Stadt?), International Journal of Urban and Regional Research, cilt:26, sayı:3, ss.635-642.
10. Eick, Volker, 2003, “New Strategies of Policing the Poor: Berlin’s Neo-liberal Security System”, Policing and Society, cilt:13, sayı:4, ss.365-379.
11. Häußmann; Sackman, 1994.
12. Bernt, Matthias, 2012, “The ‘Double Movements’ of Neighbourhood Change: Gentrification and Public Policy in Harlem and Prenzlauer Berg”, Urban Studies, cilt:49, sayı:14, ss.3045-3062.
13. Almanca “Gründerzeit” terimi, Berlin’in 19. yüzyılın ikinci yarısında beklenmedik bir hızla ekonomisinin büyüdüğü, sanayisinin geliştiği ve modern bir Avrupa metropolü haline geldiği dönem için kullanılmaktadır.
14. Silver, 2006.
15. Eckardt, Frank, 2005, “In Search for Meaning: Berlin as National Capital and Global City”, Journal of Contemporary European Studies, cilt:13, sayı:2, ss.189-201.
16. Silver, 2006.
17. Rosol, Marit, 2010, “Public Participation in Post-Fordist Urban Green Space Governance: The Case of Community Gardens in Berlin”, International Journal of Urban and Regional Research, cilt:34, sayı:3, ss.548-563.
18. Eckardt, 2005.
19. Schweitzer, Eva, 1998, Großbaustelle Berlin: Wie die Hauptstadt Verplant Wird, Ullstein Buchverlag, Berlin.
20. “Stone Berlin (Taş Berlin)” terimi Werner Hegemann’ın “Stone Berlin: History of the Biggest Tenement Block City in the World (Taş Berlin: Dünyanın En Büyük Blok Konut Kenti)” isimli çalışmasına bir göndermedir ve Berlin’in 19. yüzyıldaki yüksek yoğunluklu, kalabalık ve yoksul konut alanlarını betimleyen bir ifadedir.
21. Molnar, Virag, 2010, “The Cultural Production of Locality: Reclaiming the ‘European City’ in Post-Wall Berlin”, International Journal of Urban and Regional Research, cilt:34, sayı:2, ss.281-309.
22. Eckardt, 2005.
23. Sonne, 2006.
24. Bloomfield, Jude, 2003, "Made In Berlin: Multicultural Conceptual Confusion and Intercultural Reality”, International Journal of Cultural Policy, cilt:9, sayı:2, ss.167-183.
25. Çimen, Devrim, 2015, “Berlin Duvarı Gerçekten Yıkıldı Mı?”, Mimarlık, sayı:381.
26. Soykırıma uğrayanların isimlerinin, doğum tarihlerinin ve öldükleri toplama kamplarının yazıldığı bu pirinç tabelalar (stolperstein) sanatçı Gunter Demning tarafından başlatılan bir projedir. Türkçeye “tökezleme taşı” olarak da çevrilen bu tabelalar, yürürken ayağa takılması ve böylece soykırımı hatırlatması amacını taşıyor. Berlin’de yaklaşık 7000 tane tökezleme taşı bulunduğu bilinmektedir.
27. Kişisel görüşme, 2014.
Bu icerik 6550 defa görüntülenmiştir.