411
OCAK-ŞUBAT 2020
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
ETKİNLİK

Cumhuriyetin Kayıp Rüyasının İzinde “Bir Şehir Kurmak”

Zafer Akay, Mimar

13 Kasım 2019-26 Ocak 2020 tarihleri arasında ziyaretçiyle buluşan Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 sergisi Ankara’nın başkent olarak kuruluşunun ilk on yılını yakından inceliyor. Yazar, iç içe pek çok serüvenden oluşan kurgusunu incelediği serginin Ankara’nın bu ilk dönemine ışık tutarak mimarlık ve kent kültürünün daha önce bilinmeyen pek çok ayrıntısını ortaya çıkardığını belirtiyor.

 

Ankara’nın 4 kez yıkılıp yeniden yapıldığı söylenir, tabii pek bilmediğimiz daha eski tarihleri saymazsak. Daha çok 19. yüzyılda oluşan moloz taş kamu yapıları ve hımış evlerden oluşan Osmanlı Ankara’sı; Cumhuriyetin ilk yıllarında planlı olarak oluşturulmaya başlanan “Yeni Şehir” ile birlikte yeniden yapılanan, önce “Milli Mimarlık”, 1930’lardan sonra “modern” kimlikli Ankara; II. Dünya Savaşı sonrasında esen asrileşme rüzgârıyla yeniden apartmanlaşan Ankara; son olarak da deprem öne sürülerek 1940’ların modern ya da demi-classic apartmanlarını metruk hale getirip yerine geçirilmekte olan plastik detaylı, ahşap görünümlü, yansıtıcı camlı güncel Ankara. Aslında, 19. yüzyılda oluşan ahşap taşıyıcılı konut dokusunun öncesinde düz damlı taş ve kerpiç evler bulunduğu düşünüldüğünde bu katmanlar artırılabilir. Oldukça belirgin izleri halen gözlenebilen Galatya Eyaleti merkezi, Roma Ankara’sı ve hatta Frig, Hatti Ankara’ları da hatırlanabilir.

Elbette ki bu yıkım ve yeniden yapımların kent toprağı, planlama, arsa spekülasyonu konularına dayanan sosyolojik açıklamaları olmalı.(1) Genel olarak Osmanlı’dan devam eden mirasyedi anlayışının, nasıl ki Teşvikiye’nin koskoca ahşap konaklarını tümüyle kül edip müteahhide verdiyse, bugün de Kızılay olarak adlandırdığımız Yenişehir adlı 1920’ler bahçekentini neredeyse iz kalmayacak biçimde ortadan kaldırdığını söyleyebiliriz. Yangın sonucu yeniden yapımın kanıksandığı bir toplumda, genel olarak parsel bazında yeniden yapım yaygınken, büyük bahçeli, ayrık düzenli bahçekentlerin yıkım öyküleri daha şiddetli, hatta “travmatik” olabiliyor. Son zamanlarda sosyal medya üzerinden de büyük yaygınlaşma gösteren, müthiş bir foto kart ve efemera koleksiyonu merakına konu olan 1923-33 döneminin Ankara’sının öyküsü de bunların en önemlilerinden sayılmalı.

Ellinci yılını kutlamakta olan Vehbi Koç Vakfı ve son yıllarda Ankara’nın mimarlık mirasına önemli katkılarda bulunan Koç Üniversitesi Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM) sahipliği ve mimarlık ve kent arşivleri alanında birbirinden önemli akademik çalışmalara imza atmış olan Ali Cengizkan ve birlikte hazırladıkları sergi ve kitap projelerine yaratıcı yaklaşımıyla farklı bir dönem başlatan N. Müge Cengizkan’ın küratörlüğünde, bu oldukça ilginç öyküyü konu alan, Cermodern’de düzenlenen olağanüstü güzellikteki sergi, Türkiye mimarlık ve kent kültürüne çok değerli bir katkı oluşturuyor. Ali ve Müge Cengizkan’ın giderek olgunlaşan sergi deneyimi, sergi tasarımını üstlenen FREA Mimarlık’ın ustalıklı detaylarıyla desteklenmiş. Sergideki içeriğin harika bir kitaba yansıtılarak kalıcılaştırılmış olması da her zaman elde edilemeyen çok önemli bir kazanım.(2) (Resim 1)

Başkent Ankara’nın bu ilk dönemine ışık tutarak mimarlık ve kent kültürünün daha önce bilinmeyen pek çok ayrıntısını ortaya çıkaran serginin, iç içe birçok serüvenden oluşan ilginç bir öyküsü var. Küratörlerin yöntem bölümünde altını çizdikleri gibi tümüyle özgün fotoğraflardan oluşan ve ne denli nadir olsa da sonuçta “çoğaltılmış” olan fotografik malzemeden oldukça farklı, “Ankara Şehremaneti Mektupçusu Tahsin Beyefendi’ye ithaf edilmiş” muhtemelen dönemin fotoğraf dükkanlarından biri tarafından hazırlanmış, oldukça özenli bir albüm, serginin ana kaynağını oluşturmuş. Albüm, tarihçi Ömer Türkoğlu tarafından keşfedilerek Ankara Enstitüsü Vakfı’na kazandırılmış. Bu ana kaynak dışında Ali Cengizkan’ın çeşitli Lörcher planı sonrası detaylandırmaları, Kemalettin Bey Anma Programı dolayısıyla ortaya çıkan, mimar Nihat Nigisberk’in plan ve fotoğraf arşivi, pek çok ilginç proje barındıran dönemin mühendis-mimar müteahhitlerinden Mithat Aydın proje terekesi, sergiyi destekleyen diğer ilginç arşiv malzemesi olarak sayılabilir. Elbette bu özgün malzeme dışında birçok değerli fotoğraf ve belge arşivi de sergiye kaynak oluşturmuş.(3) (Resim 2, 3)

Sergiyi oluşturan bir başka önemli girişim de, küratörlerin “biraz delice” bir karar olarak tanımladıkları, dönem Ankara’sını mimari model olarak yeniden kurulması. 1928 tarihli Lörcher altlığını barındıran Jansen Planı’nın Yenişehir ayrıntısı üzerine kurulan bu yoğun ekip çalışması, sergiye birçok ilginç video, kitaba da “Varolmayan Kartpostallar” ile yansıtılmış. Sergiyi daha da heyecan verici hale getiren bu videolar kuşkusuz geleceğin mecrası olarak uzun süre internet veya başka alternatif ortamlarda Başkent Ankara’nın ilk yıllarının daha iyi tanınmasına hizmet edeceklerdir. (Resim 4-7)

Kitapta “Panoramalar” başlığı altında toplanan, sergiyi destekleyen önemli araştırma çalışmaları arasında, sergiye paralel konuşmalara da konu olan Günkut Akın’ın dönemin “Yeni Osmanlı” mimarlığının dört önemli aktörü Kemalettin Bey, Vedat Tek, Giulio Mongeri ve Arif Hikmet Koyunoğlu’nun karşılaştırıldığı makalesi, alanda son zamanlarda gerçekleşen önemli belgelemelerin bir değerlendirmesini de oluşturuyor. Genel olarak sergiye ve modellemeye kaynaklık eden altlıklar ve özellikle Lörcher planının uygulamalarını içeren Yener Baş’ın doktora tezinin yansıtıldığı “Yenişehir’in ilk sakinleri”ni konu alan makalesi de özellikle not edilebilir. Ali Cengizkan’ın dönemin prefabrikleri “Takma Evler” ve konut yapım süreçlerini ele aldığı iki başlıktan sonra ele aldığı, modellemelere olduğu kadar sergiye de maketlerle önemli katkı sağlayan “Yenişehir”i oluşturan konut birimlerinin tipolojisinin araştırmaların odağını oluşturduğunu söylemek mümkün. (Resim 8)

İstanbul’da neredeyse hiç olmayan “sosyal filateli” dünyası ve sosyal medyaya yoğun olarak yansıyan “Yenişehir nostaljisi”nin odağını oluşturan fıskiyeli havuzlar ve çevresindeki kuleli yapılar ve Memurin, Mebusan, Kanatlı, Verandalı gibi küratoryal adlandırmalar taşıyan, Cebeci yönünde giderek çoğalan çeşitlemelerin arkeolojisi serginin belki de en eğlenceli boyutu. Bu tipolojinin arkasındaki mimarların da artık ortaya çıkmaya başlamasının mimarlık tarihine çok önemli bir katkı olduğu söylenmeli. Bu tipolojiyi yaratan mimarlara ilişkin çok önemli bir bulgu, İstasyon Caddesi’nde başlayan Vakıf evlerinin bazılarının tasarımlarının Vedat Bey tarafından yapılmış olması. Kemalettin Bey’in başında olduğu Evkaf mimarları grubu içinde, oldukça erken bir tarihte ülkeyi terk ederek ABD’ye yerleşen “Kızıl Kemal” lakaplı mimar Mukbil Kemal Taş’ın tasarımcı rolünün imzalı çizimlerle ortaya çıkması önemli bir ayrıntı. Yapıtlarıyla çok az bilinen Alaatin Özaktaş ve Nihat Nigisberk ile ilgili de önemli belgeler de sergiye değerli katkılar oluşturuyor. Arif Hikmet Koyunoğlu’nun bilinen bazı sivri külahlı villa tasarımlarından başka bu tipolojiye çeşitli müdahalelerle katkıda bulunmuş oluşu da ortaya çıkan ayrıntılardan. Ankara posta kartlarının vazgeçilmezi Uybadin Köşkü ve yakınındaki çok merak edilen 3 kuleli yapının, Mithatpaşa Caddesi civarındaki çeşitli Ziraat Bankası Lojmanları ile birlikte, bugün ayakta kalan az sayıdaki villanın bir başka örneği olan Bektimur Villası gibi Giulio Mongeri imzası taşıdığı ortaya çıkmış gibi görünüyor. Bazı Avrupalı mimarların olası katkılarını akla getiren tipler de geleceğe dönük bir başka araştırma konusu oluşturabilir gibi duruyorlar. Benzer şekilde, serginin başta Adliye Vekaleti mimarı Tahsin Sermet olmak üzere dönemin Ankara’sına katkıları olduğu bilinen Ali Rasim Cengiz, Burhanettin Tamcı, Halim Azun, Nazım Alpman gibi diğer genç Sanayi-i Nefise mezunu mimarlarının katkıları ile ilgili önemli bazı ipuçları ortaya koyduğunu söyleyebiliriz.

Kitaba “Kesitler” başlığıyla yansıyan tematik çerçevelerde yan yana getirilen, ağaçların henüz ortaya çıkmadığı dönemi anlatan arşiv kaynaklı fotoğraflar, doğrusu dönem Ankara’sının İngiliz gazeteci Grace Ellison’a “tek mevsim için inşa edilen yapı fuarlarını anımsatıyor” tanımını mükemmelen hak ettiğini gösteriyorlar. Öte yandan araya karışan, bir 10 yıl sonrasının Kızılay bahçesinin başrolde olduğu, Cumhuriyetin uygar yüzünü yansıtan mükemmel atkestaneli sokak ağaçlandırması görüntüleri ise nasıl bir cennetin kaybedilmiş olduğunun en güzel anımsatıcıları. Avusturyalı fotoğrafçı Othmar Pferschy’nin meşhur Fotoğrafla Türkiye albümü de kuşkusuz bu dönemin hemen sonrasının çok önemli bir tanığı. Dev çınarlarla süslü Kumrular Sokak, Kavaklıdere ve Maltepe’nin atkestaneli sokakları gibi bu dönemin bugüne kalmış izleri belki Ankara’yı halen güzel yapan özellikler. Kitaba “Enstantaneler: Şehrin Sakinleri” başlığıyla yansıtılan, dönemin önemli aktörleri üzerinden, kentin fotoğraf, belge, anılar ve başka yazılı kaynaklar ile anlatıldığı bölümün serginin ana gövdesini oluşturduğu söylenebilir. Bu anlatımların, dünyada da oldukça hareketli bir yeniden yapılanma dönemi olan, ABD’de Roaring 20’s, Bauhaus’u da ortaya çıkaran Weimar Almanya’sında “Altın 20’ler” olarak tanımlanan, otomobillerin, ilk sesli filmlerin ve garçon kesimli saçlı aktif kadınların ön planda olduğu 1923-33 döneminin, Ankara için de oldukça renkli ve hareketli bir dönem olduğunu çok güzel ortaya koyduğu söylenebilir.

Başlangıçta, henüz devrim sözcüğünün telaffuz edilmediği, Cumhuriyetin emeklediği dönemde, batı etkisi ve esinlenmeciliğinin Osmanlı’dan çok da farklı olmadığı dikkat çekiyor. Nasıl ki 19. yüzyıl başında İstanbul’a gravürler yapmak için gelen Melling, Hatice Sultan tarafından bir sahil köşkü sipariş edilmesiyle birlikte İstanbul’da yapı yapan ilk Avrupalı mimar olduysa, Ankara’ya hastane kurmak için gelen bir sağlık grubunda yer alan, Avrupa’da bildiğimiz bir yapısı bulunmayan Theodor Jost da bozkırın ortasında ansızın ortaya çıkan, Ankara’nın ilk simgelerinden Sıhhiye Vekaleti’nin mimarı olmuş. Bağdat’ta Kral Faysal için saray yapmak için Türkiye üzerinden seyahat ederken, Milli Müdafaa Vekaleti’ni tasarlayarak, aşama aşama tüm devlet yapılarına imza atan Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister’ın öyküsü de aslında çok farklı değil. Benzer bir öykü de Rus Sefareti’nin yapımı için İstanbul’a gelen mimar Gaspare Fossati’ye, İstanbul’a gelmişken Tanzimat paşaları tarafından birçok önemli kamu yapısının sipariş edilmesi. Ancak burada Cumhuriyet bir farklılık yaratmış görünüyor. Ankara’nın ilk planını yapması istenen haritacılık firması Heussler’de çalışan mimar Carl Lörcher, aynı yıl Ankara’daki Almanya Sefareti yapılarını da tasarlamakla görevlendiriliyor.(4)

Sergide yer alan bu çok önemli aktörler ve tanıklar arasında çok yakından tanıdıklarımız olduğu gibi bu sergi dolayısıyla tanınırlık kazananlar olduğunu da söylemek mümkün. Yeni Şehir’in kurulmasında önemli rol üstlenen bir başka Viyanalı mimar ve Art Deco akımı temsilcisi Robert Oerley’in başta, yıkılması büyük üzüntü yaratan Kızılay binası olmak üzere kente birçok yapı kazandırmaktan başka, 1927’deki yarışmayı kazanan plancı Hermann Jansen’e önemli bir destek vermiş olduğunu öğreniyoruz. Örneğin, İstanbul kökenli bir Musevi aileden gelen, Kanada eğitimli inşaat mühendisi Jacques Nesim Aggiman karşımıza birçok elçilik yapısının yapımcısı olarak çıkıyor. Atatürk tarafından Jansen planının uygulamasının sorumluluğu verilmesi dolayısıyla dönemin valisi Tandoğan’ın yaklaşımları hakkında fikir edinmemizi sağlayan Falih Rıfkı Atay kuşkusuz dönemin en renkli aktörlerinden. Ankara’nın kuleli evlerinin “birer derebeyi şatosunu” andırdığını söyleyen ve dönemin kamu yapılarına biçim veren milli mimarlığını “Osmanlı devrinin medrese ve imarethane mimarisinin soysuzlaşmış bir devamı“ olarak yorumlayan, yakın dostu ve ütopik bir bölüm de içeren Ankara romanının yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu da dönemin önemli bir kültür eleştirmeni olarak önemli bir rol oynamış. Dönemin bir başka kültür eleştirmeni olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Riviera, İsviçre, İsveç, Baviera ve Abdülhamid devri İstanbul’u ev ve köşkleri” olarak tanımladığı dönemin Ankara memurlarının evlerini bu sergideki fotoğrafların doğruladığı da pek söylenemeyeceğine göre, konuyu yazarın hayal gücünün genişliğine bağlamak en doğrusu. Belki de şu ev tipleri arasında Avrupalı mimarların önerdikleri, modernizmden çok ölçülü bir klasisizm taraftarı olan Tanpınar’ın tuhafına gidenlerdi.

1927’deki imar planı yarışmasının diğer katılımcıları Josef Brix ve Leon Jaussely, Atatürk’ün manevi kızlarından en büyüğü Afet İnan, Kavaklıdere’deki tenis kortlarının oluşumuna öncülük eden Yüksek Ziraat Enstitüsü müdürü Mehmet Ali Bağana, aynı zamanda Ali Cengizkan’ın babası olan Gazi Terbiye Enstitüsü mezunu, 43 yıllık resim-iş öğretmeni Recep Cengizkan, Ankara’nın Dört Kadını romanını yazan oryantalist Claude Farrere, Yenişehir’in ilk binasını yaptırıp yerleşmiş olan dönemin Başbakanlık özel kalem müdürü Necmettin Sahir Sılan, meşhur kuleli evlerden biri olan Sarı Köşk’ü yaptırmış olan Abdülhalik Renda dönemin ilginç tanıkları olarak anılarına başvurulanlar arasında sayılabilir. Ankaralılardan büyük ilgi gördüğü bilinen, ama beklendiği gibi İstanbul’dan çok fazla ziyaretçi bulduğu kuşkulu olan bu çok özel sergi ile ilgili önemli bir soru İstanbul’a gidip gitmeyeceği. Henüz görememiş olan tüm Ankaralılara ve Ankara’ya yolu düşenlere bu güzel sergiye uğrayarak Cumhuriyetin pek erken döneminin rüya âlemine dalmaları hararetle önerilir. Hani şu Yakup Kadri’nin Ankara’sında, Semra hanımın tunç yüzlü Binbaşı Hakkı bey ile at üstünde gezdiği döneme…

NOTLAR

1. Tankut, Gönül, 1993, Bir Başkentin İmarı Ankara 1929-1939, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul.

2. (ed.) Ali Cengizkan, N. Müge Cengizkan, 2019, Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-33, Koç Üniversitesi VEKAM Yayınları, Ankara.

3. Atila Cangır, Gökçe Günel, Uğur Kavas, Dr. Koray Özalp, Saadet Özen arşivleri.

4. Cengizkan, Ali, 2004, Ankara’nın İlk Planı: 1924-25 Lörcher Planı, Arkadaş Yayınları, Ankara.

 

Bu icerik 2773 defa görüntülenmiştir.