414
TEMMUZ-AĞUSTOS 2020
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Karantina Sonrasına Dair Tahayyüllerimiz
    Yiğit Acar, Aydan Balamir, Bilge Bal, Cihan Uzunçarşılı Baysal, Ömer Selçuk Baz, İhsan Bilgin, Olgu Çalışkan, Enise Burcu Derinboğaz, Neslihan Dostoğlu, Senem Doyduk, Erdem Erten, Dürrin Süer, İlhan Tekeli, Hakkı Yırtıcı

  • Modern Kentin Saati: Sivas Cer Atelyesi
    Gülhayat Ağraz, Arş. Gör., Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü
    Esma Eroğlu, Arş. Gör., Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü
    Merve Ertosun Yıldız, Arş. Gör., Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK GÜNDEM

Meslek Kuruluşlarını Baskı Altına Almak Kime Ne Kazandırır?

Ruşen Keleş, Prof. Dr., AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi

Kamu kurumu niteliğindeki anayasal meslek kuruluşlarına yönelik olarak planlanan hukuksuz mevzuat değişikliği yakın zamanda yeniden gündeme geldi. Yazar, meslektaşlarının ve meslek ortamının kamu yararına çıkarlarını gözeten meslek odalarının anayasal haklarının aynı zamanda bu kurumların görevleri olduğunu bilerek hareket etmek gerektiğine dikkat çekiyor.

 

Siyasal iktidarın, uzunca bir süreden beri meslek odalarının çalışmalarına kendi istekleri doğrultusunda bir biçim vermenin hazırlıkları içinde olduğunu biliyoruz. 2011 yılından başlayarak sık sık tartışma gündemine taşınan hazırlıklar yoluyla, meslek odalarının denetim yetkilerinin sınırlandırılması ya da tümüyle kaldırılması, organlarının seçim sisteminin değiştirilmesi ve bu kuruluşların Bakanlıkların hiyerarşik denetimi altına sokulması amaçlanmaktadır.

Salt TMMOB çatısı altındaki oda sayısının bile iki düzineyi aşmış olduğu günümüzde, baroların ve diğerlerinin de eklenmesiyle sayılarının çok daha kabaracağı aşikar. Bu kuruluşların toplumsal ve ekonomik yaşamımızdaki önemli işlevlerini demokratik kurallar çerçevesinde ve hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı olarak yerine getirebilmeleri yaşamsal önem taşımaktadır.

Machiavelli’den başlayarak, Locke, Hegel, Marx ve Gramsci gibi düşünürlerin çalışmaları dikkatle incelendiğinde görülür ki, kuramsal olarak, “siyasal toplum” kavramıyla “sivil toplum” kavramı arasında açıkça bir ayrım yapılmaktadır. Buna göre, siyasal toplum terimiyle devlet ve siyasal kurumlar anlatılmak istendiği halde, sivil toplum kavramıyla kast edilen, siyasal toplum kurumlarının dışında kalan ekonomik ve toplumsal güç odaklarıdır.(1) Siyaset biliminde “devlet” ve “toplum” kavramları arasındaki ayrışmanın gereği olarak, sivil toplum kavramı çoğulculuğu, özerk toplum kümelerinin varlığını, korunmasını ve katılımını zorunlu kılmaktadır. Türkiye’nin de taraf olduğu çok sayıda uluslararası sözleşmelerde, katılım ilkesi demokrasinin vazgeçilmez kurallarından biri olarak yer almıştır. Bu nedenle de, meslek örgütlerinin toplumsal yaşamda oynamak durumunda oldukları rol devlet açısından tüzel ve ahlaki bir sorumluluğun da kaynağıdır.

Özellikle merkezî yönetimlerin totaliter eğilimlere kapıldığı; merkeze, bir başka deyişle, merkezin de içinde yer aldığı siyasal toplum kurumlarına güvenin sarsılmış olduğu yerlerde, sivil toplum örgütleri almaşık (alternatif) güç odakları olarak demokratik sistemin ayakta kalmasını sağlamaya çalışırlar. “Merkez” ile örtüşmek zorunda olmayan bu kuruluşların “çevre” olarak adlandırılması da bundandır.

Hemen belirtmem gerekir ki, benzerlik taşıyan bu niteliklerine karşın, ülkemizde meslek kuruluşlarını, dar anlamda birer sivil toplum örgütü olarak görmek doğru değildir. Görmekte oldukları işlevin, gerçekte kamusal sorumluluklarla yakından ilişkili olduğunu dikkate alan anayasa yapıcı, bu kuruluşları, 1982 Anayasası’nın 135. maddesinde “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu” olarak tanımlamış ve düzenlemiştir. Anayasaya göre, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst örgütleri; belli bir mesleğin üyelerinin ortak gereksinmelerini karşılamak, mesleki etkinliklerini kolaylaştırmak, mesleğin “genel çıkarlara” uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek üyelerinin birbirleriyle ve halkla olan ilişkilerinde “dürüstlüğü ve güveni” egemen kılmak üzere, meslek disiplinini ve ahlakını korumak amacıyla yasayla kurulan ve organları kendi üyelerince yargının gözetimi altında gizli oyla seçilen kamu tüzel kişileridir.

1995 yılında anayasada yapılan bir değişiklikle, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, “kuruluş amaçları dışında” etkinlikte bulunamayacakları kurala bağlanmıştır. Bugünlerde gündemde olan 6235 sayılı TMMOB Yasası’nda ve diğer yasalarda değişiklik yapma girişimlerinin temel nedeni, meslek kuruluşlarının çalışmalarından siyasal iktidarların duydukları hoşnutsuzluktur. 1995 Anayasa değişikliğinin ardındaki başlıca etmenin de bu olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Siyasal iktidarlar, genellikle meslek kuruluşlarının, dar anlamda yorumlamak eğiliminde oldukları “kuruluş amaçları” dışına çıkmalarını önlemek istemektedirler. 1995 yılında gerçekleştirilen anayasa değişikliği sonucunda, amaçları dışında çalışmalar yaptığı düşünülen meslek kuruluşlarının sorumlu organlarının görevine mahkeme kararıyla son verilebileceği kuralı metne eklendiği gibi, meslek kuruluşlarının üzerinde devletçe uygulanacak yönetsel ve akçal denetimin (vesayetin) yasalarla düzenleneceği de 135. maddenin metnine sokulmuştur.

İktidarda bulunan siyasal partiler ve yöneticileri genellikle; karar, eylem, işlem ve tavırlarıyla da fiili olarak, meslek örgütlerinin toplumsal ve ekonomik yaşamda seslerini yükseltmekten alıkoymaya çalışmaktadırlar. TMMOB Mimarlar Odası’nın 11-13 Kasım 2009 tarihlerinde İstanbul Kültür Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlediği “Mimarlık ve Eğitim Kurultayı”ndaki bir anımı dergimizin değerli okuyucularıyla bu vesileyle paylaşmak isterim.

Toplantıya konuşma yapmak üzere çağrılmış bulunan dönemin Bayındırlık ve İskan (bugünkü adıyla Çevre ve Şehircilik) Bakanı, gelemeyeceğini bildiren bir yazıyı bakanlıkta danışman olarak görev yapan TMMOB üyesi bir arkadaş aracılığıyla Oda başkanlığına göndermişti. Toplantıyı yönetme görevinin kendisine verildiği bir kişi olarak da, sayın bakanın mazeret yazısını katılımcıların dikkatine sunmak görevi benimdi. Sayın bakan mazeret yazısında özetle şunu söylüyordu: “Mimarlar, her türlü çalışmalarında meslek üyelerinin çıkarlarını korumak ve savunmakla yetinmeli, ülkenin genel nitelikteki ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlarıyla uğraşmaktan kaçınmalıdırlar.” Kısaca, mimarlar topluluğuna, “Boyunuzu aşan işlere karışmayın” öğüdünü veriyordu.

Kuşkusuz, oturum başkanı olarak sayın bakanın mesajını katılımcılara iletmek görevimdi. Mesajın metnini okuttuktan sonra bir kısa ekleme yapmak gereksinmesini duydum ve dedim ki: “Mimarlar topluluğunun görevi, salt meslek üyelerinin dar anlamdaki çıkarlarıyla sınırlandırılamaz. O takdirde, ülke sorunlarından kopuk bir meslek kuruluşunun görevini tam anlamıyla yaptığını söylemeye olanak kalmaz. Sayın bakanın dikkatine sunmak istediğim görüş şudur ki, mimarlar topluluğu, görevlerini, gerçekte, sayın bakanın söylediklerinin tam tersini yapmakla yerine getirmiş olacaklardır. Bu mesajın kendisine iletilmiş olduğundan emin olmakla birlikte, gereğinin yapılması konusunda siyasal iktidarların tavırlarında herhangi bir değişiklik olmadığı günümüzdeki gelişmelerin ışığında açıkça görülmektedir.

Bugün tartışılmakta olan konuya yeniden dönecek olursak, denilebilir ki, anayasanın 135. madde metninde sözü edilen, “meslek üyelerinin ortak gereksinmeleri, mesleğin genel çıkarlara (menfaatlere) uygun olarak gelişmesini sağlamak” gibi anlatımlar dar anlamda anlaşılmaması gereken kavramlardır. Ayrıca ve daha da önemlisi, az önce de kısaca değindiğim gibi, bu kavramların içeriklerinin birbirlerinden koparılamayacak kadar iç içe olmasıdır. Daha açık bir biçimde anlatmak gerekirse, bir mesleğin üyelerinin çıkarlarını, o alanda çalışmakta olanların ve ülkenin içinde bulunduğu genel koşullardan bağımsız olarak ele alıp değerlendirmeye olanak yoktur. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, toplumsal kültürel ve siyasal koşullardan, bütün meslekler gibi, konumuz olan meslek dallarında çalışanların durumu da yakından etkilenmektedir. Bu gözlem, toplum bilimlerinin “bütünsellik” ilkesiyle örtüşmekte olan bir gerçeği yansıtmaktadır.

Hiç kuşkusuz, kendi meslek çıkarlarını kısa, orta ve uzun erimlerde korumanın kaygısı içinde olan meslek kuruluşları, çalışmalarını ülkedeki genel olumsuz koşulların etkisinden kurtarabilmek için, yasaların çizdiği sınırlar içinde gerekenleri yapacak, açıkça tavırlar alacak ve hatta “sivil itaatsizlik” olarak da nitelenen eylemlerde bulunacaklardır.(3) Bunları yapmak, meslek kuruluşlarının yalnız hakkı değil, görevidir de. Demokrasiye, hukukun üstünlüğü ilkesine ve insan haklarına saygı kuralına bağlı olan siyasal iktidarların, meslek odalarının ve üyelerinin bu alandaki etkinliklerini anlayışla karşılamalarında zorunluluk vardır.

Böyle davranacak yerde, “vesayetçi” bir yaklaşımla odaların yetkilerini tırpanlayarak onları iktidarda olan partilerin kısa erimdeki çıkarlarının savunucusu durumuna getirmek, liberal demokrasinin ilkeleriyle bağdaştırılamaz. Ülkemizin 75 yıllık demokrasi tarihi göstermiştir ki, meslek odalarının, sendikaların, dernek, kooperatif ve benzeri her türlü demokratik kitle örgütlerinin ülkenin karşı karşıya bulunduğu sorunlar karşısında suskunluğa “mahkum” edilmesi amacıyla siyasal iktidarların atmayı denedikleri olumsuz adımlar, çok geçmeden kendi iktidarlarının son bulmasıyla sonuçlanmıştır. Geçmişte yaşananlardan ders çıkarmayı başaramayanların sonu her zaman “hüsran” olmuştur.

NOTLAR

1. Keleş, Ruşen, 1993, “Yerel Yönetimler, Sivil Toplum Örgütlenmesi ve Demokrasi”, Kent ve Siyaset Üzerine Yazılar (1975-1992), IULA-EMME, İstanbul, ss.3-13.

2. Keleş, Ruşen; Erbay, Yusuf; Görmez, Kemal, 2020,Türkiye’de ve Avrupa’da Yerel Temsil ve Katılım, İmge Yayınları, Ankara.

3. Bourdon, William, 2014, Petir Manuel de Désobéissance Citoyenne, JC Lattes, Paris. Engin, Aydın, 16.10.2014, “Polis Devletine Karşı Sivil İtaatsizlik”, Cumhuriyet. Yıldızoğlu, Ergin, 20.12.2018, “Toplumun Gerçeği Olarak Sokak”, Cumhuriyet. Karadağ, Mustafa, 20.01.2019, “Barışçıl Gösteriler ve Polis Şiddeti”, Cumhuriyet.

Bu icerik 1667 defa görüntülenmiştir.