414
TEMMUZ-AĞUSTOS 2020
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Karantina Sonrasına Dair Tahayyüllerimiz
    Yiğit Acar, Aydan Balamir, Bilge Bal, Cihan Uzunçarşılı Baysal, Ömer Selçuk Baz, İhsan Bilgin, Olgu Çalışkan, Enise Burcu Derinboğaz, Neslihan Dostoğlu, Senem Doyduk, Erdem Erten, Dürrin Süer, İlhan Tekeli, Hakkı Yırtıcı

  • Modern Kentin Saati: Sivas Cer Atelyesi
    Gülhayat Ağraz, Arş. Gör., Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü
    Esma Eroğlu, Arş. Gör., Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü
    Merve Ertosun Yıldız, Arş. Gör., Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNCEL

Çıkılamayan Sokaklar, Çıkılabilen Teraslar

M. Haluk Zelef, Doç. Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü

Pandemiyle gelen kamusal alanlara erişimin kısıtlanma süreci, açık alanlarda yaptığımız eylemleri yakın çevremize taşıma arayışını da beraberinde getirdi. Bu eylemleri örnekler üzerinden ele alan yazar, kimi zaman “gözden çıkarılan” fakat bugünlerde yeniden arayışlarımızın odağı haline gelen mekânsal nitelikleri tartışıyor.

 

Korona günlerinin kişisel güncesini paylaşmakta şu ıskartaya çıkarılmış koşu bandı ile karşılaşmamın etkisi var… (Resim 1) Bir komşunun, belki zayıflama hevesiyle, belki de sağlık nedenleriyle hareket etmenin faydasına inanıp evine aldığı, ancak zamanla fazlalık olan ve sonuçta terasta terk ettiği teknolojik bir araç. Çevredeki parklarda dolaşmak yerine yürümenin ya da koşmanın simülasyonunu sunan bu aracı edinmenin arkasındaki motivasyon, zamansızlıktan, parklardaki köpeklerden korkuya kadar pek çok faktör ile ilişkilenebilir. Herhalde tam anlamıyla gözden çıkarılamadığından olsa gerek sarılıp sarmalanmış, bir gün tekrar kullanılacağı düşünülmüş olmalı.

Sokağa çıkabilmenin özlenen bir ayrıcalık olduğu bugünlerde ise belki de insanı hareketsizlikten kurtaracak yaşamsal önemde bir buluş.(1) Fakat herhalde bundan daha da önemli ve erken tarihli bir mimari (yeniden) buluş ise yürüme bandının üstünde durduğu düz terasın kendisi. Aslında Çatalhöyük’ten bugüne pek çok coğrafyada uyumaktan, bitki kurutmaya kadar çeşitli işlevleri karşılayan teras çatıların, 20. yüzyılda yeniden keşfedildiği ve hatta modern mimarlığın alamet-i farikası haline geldiğini mimarlıkla ilişkisi olan herkes bilir. Le Corbusier’in, önce Marsilya daha sonra da çeşitli şehirlerde gerçekleştirdiği Unité d’habitation blokları da bu mimarlık öğesinin en popüler ve öğretici örneği. Hem mimarının hem de daha sonra yapıyı inceleyen tarihçilerin işaret ettiği gibi kendine yeter bir transatlantik benzetmesiyle tanımlanan pek çok işlevi içeren bir yapı anlayışı. (Resim 2)

Tesadüfen korona günlerinin hemen öncesinde gezme şansım olan bir yapıydı Marsilya’daki Unité. Bilindiği gibi bu yapıda dışarıdan ziyarete gelenler için bir de küçük otel ve restoran var. Hâlâ pek çok mimarın mutlaka görülecekler listesindeki bu yapıda bir gece geçirerek deneyimlemek yapının geçmişi ve bugünü hakkında daha çok düşünme fırsatı verdi.

Bugünlerde de aklıma düşen soru pek çok ülkede uygulanan sokağa çıkma yasağı bağlamında böylesi bir yapı nasıl ele alınmalı? İlk değerlendirme çerçevesi Unité’yi korona salgınının paradigması olarak düşünülen Diamond Princess transatlantiği örneği gibi ele almak. Kapalı bir sistemde herkesin birbiriyle çekincesizce ilişki kurduğu bu gemi, bir nüfus grubunda yayılma, bulaşıcılık, hastalık kapanlardaki ölüm oranları gibi bir seri tıbbi bilginin edinilmesine imkan vermişti.

Bir başka değerlendirme çerçevesi ise binanın mimarlık literatürüne soktuğu kavramları günümüz koşullarında yeniden gözden geçirmek olabilir. Marsilya bloğunda üç katta bir tekrarlanan “rue interieure” (iç sokak) sosyalliği vurgulayan bir isimlendirmeye sahip. Unité’nin ara katında yer alan otel işlevlerini de içeren sosyal ve ticari mekânların önünden geçen ve bir yüzü de dışarı bakan aydınlık geniş iç sokak ise bir ucundaki merdiveniyle bu kamusal mekânı kentin en önemli arterlerinden biri olan Michelet Bulvarı’na bağlıyor. Konut bloklarının yatay dolaşım şemasına kentin sosyalliğini çağrıştıran isimler verilmesi modern mimarlığın dönüşümünde önemli rol oynamıştır. Örneğin, 1950’lerin sonunda Team 10, pek çok apartman dairesini içeren lineer bloklardaki katları bağlayan, dışarıya açık geniş koridorun adını “streets in the air” yani “gökyüzündeki sokaklar” koymuştu. Bu anlayış yakın zamanlardaki örneklerle çeşitlendi. Bazı büyük konut binalarındaki bu gökyüzündeki sokaklar az eğimli yokuşlara da dönüştü. Öyle ki, işinden dönen bir insan bisikletini sürerken komşularıyla da selamlaşarak üst katlardaki dairesine ulaşabilir. Danimarka’nın yeni dünya starı BIG grubunun 8 Houses projesi bunun en bilinen örneği.

Bugüne kadar kullanıcılar arasındaki sosyalliğin artırılmasına yönelik olarak geliştirilen bu tür mimarlık öğeleri sokağa öykünüyorlardı, oysa günümüzde sokak insanların sağlığı için risk oluşturan bir tehlike kaynağı olarak algılanıyor. Modern mimarlığın bu tür devrimci örneklerindeki sınırlı kamusallığı olan gökyüzündeki sokakların varlığı, insanların kendilerine ait iç mekânlara kapatılmalarına engel olabiliyor mu, bilmiyoruz. Basit bir ifadeyle bu iç sokaklara, uçan sokaklara da çıkmak yasak mı? (Resim 3-5)

Bu yapılardaki teras çatının kullanımı da bugünlerde yeni bir mimarlık yorumunu hak ediyor. Marsilya bloğunun üstü bilindiği gibi farklı yaşlardan kullanıcılar için eğitim, spor, sosyalleşme imkanları sağlayan bir dış mekân olarak tasarlanmıştı. 1.50 metreyi bulan yan parapetler güvenlik konusundaki tedirginlikleri ortadan kaldırıyordu. Bina sakinleri yanında otelde kalan turistlerin de gece ve gündüz terası kullanmaları mümkündü. Kentliler ve diğerleri de gündüzleri yapıyı gezerken burada zaman geçirebiliyordu. Bugün ise kamusal olan her mekân artık risk mekânı olarak kodlandığı için bu mekânların ve otelin de günümüzde kapatılmış olduğunu düşünmek yanlış olmaz.(2) (Resim 6)

Dünyanın pek çok yerinde benzerlerinin yapıldığı Marsilya’daki Unité, yeni bir yaşam biçimi sunuyordu. Nejat Ersin’in 1950’lerin sonunda tasarladığı Ankara’daki Cinnah 19 yapısı Türkiye’deki örneklerin en bilinenlerinden. Yönetim kurulu olarak Mimarlar Derneği 1927’nin merkezini bu blok içindeki iki komşu dubleks apartman dairesine taşırken, mimarlık literatüründen tanıdığımız terastaki sosyal işlevleri yakından gözlemlemiştik. Hatta inşa edildiği yıllardaki gibi havuzunu, şöminesini elden geçirerek terası bir sosyal alan olarak kullanmayı amaçlamıştık. Maalesef günümüzde buraya çıkan kapılar kilitli ve teras hâlâ sadece kuşların kullandığı bir mekân… (Resim 7)

Cinnah 19 dışında Unité’nin bazı öğelerini içeren belki de hibrid denebilecek örneklere de Ankara’da rastlamak mümkün.(3) Mimar Vedat Özsan’ın 1974’de tasarladığı Botanik Apartmanı da böylesi bir yapı. 52 metrelik boyu, 140 metrelik Unité yanında oldukça mütevazı sayılabilir. Dolaşım şeması açısından baktığımızda da Unité gibi tek merkezden dikey ulaşımın sağlandığı diğer birimlerin ise yatay bir dolaşım bandı üzerinde sıralandığı bir örnek değil, iki eş kitlenin yan yana eklendiği çift girişli ve çift dikey dolaşımlı bir blok. (Resim 8)

Dairelerin küçük boyutlu özel balkonları dışında yapıda açık havaya çıkılabilecek iki ortak terastan bahsedilebilir. Daha alt kotta olan kapalı garajın üst döşemesi ve yüksek istinat duvarlarının tanımladığı alt teras, hem güvenli hem de dairelerin görüş alanında oluşu ile çocukların ve gençlerin spor amaçlı kullanımına uygun bir yer. Yapının arka tarafında kalması nedeniyle, yoldan görülmüyor, bu nedenle de sokağa çıkmak ya da sitelerin bahçelerinde dolaşmak yasaklansa da bu alt teras popülerliğini koruyor. (Resim 9)

Üst / çatı teras ise yine bütün apartman sakinlerinin değerlendirebileceği bir fırsat. Özellikle de korona günlerinin sokağa çıkmayı hayatın bir parçası değil ayrıcalık haline getirdiği bir dünyada “çıkılabilecek” bir yer. Yapının balkonlarının da çok sınırlı olduğunu düşünecek olursak kent ve dünya ile temas kurulabilecek sınırsız mavi gökyüzü altında güneşin sıcaklığının, rüzgarın serinliğinin hissedilebileceği bir dış mekân. Kent güneye doğru uzanırken ve geniş bir panorama sunarken, karşıdaki İngiltere Büyükelçiliği yani başka bir ülkeye ait topraklar çok sınırlandırılmış olduğunu hissettiğiniz gündelik yaşam algılarını esnetiyor bir anda. Üst bir noktadan bakmak çevreyi kontrol eden, sokak bakışından görülemeyenleri de açığa çıkaran ayrıcalıklı bir konum aynı zamanda.(4) Terastan bakış İngiltere Büyükelçiliği’nin bahçesindeki Cengiz Bektaş’ın tasarladığı küçük okulun yapılan eklerle neye dönüştüğünü de ortaya çıkarıyor. (Resim 10)

Apartman görevlisine terasa çıkanların neden bu kadar az sayıda olduğunu sorunca cevabı ilginç: “bilmiyorlar abi”. Bilmeme sebepleri herhalde günümüzde gündelik yaşamın birbirinden tam anlamıyla kopuk sürdürüldüğü apartman dairelerinin birbirleri üstüne yığıldığı blokların kente hakim olması. Günümüzdeki yapı mevzuatında zaten en üst katların terasla birlikte dubleks olarak inşa edilmesi koşulu böyle bir fırsatın olabilirliğini iyice zora sokuyor olabilir. Çok kişinin bilmemesi benim gibi “pimpirikli” denebilecek birisi için avantaj aslında, böylece teras çok az sayıda komşu ile paylaştığım bir imkan. Bu imkanı en iyi değerlendirenler ise apartman görevlisi ve ailesi, çamaşır kurutma, sebze ve çiçek ekerek dış mekânın ve güneşin hakkını veriyorlar. (Resim 11)

Terası yürümek için tercih edenler ise bir ucundan bir ucuna 50 metre civarı olan bir yerde gidip gelmek zorunda, çünkü terasın doğuya bakan yarısı yürünebilir durumda, daha üstte kalan bir kısmı ise çakıl örtülü. Çatıya çıkan merdivenler ve ana baca Corbusier etkisinde bir plastiğe sahip. (Resim 12)

Havalandırma ve tesisat bacalarına ek olarak serpiştirilen klima üniteleri ise yürüyüş rotası üzerinde birtakım röper noktalarını oluşturuyor. Böylece yürüyüş dümdüz bir rotada değil, o bacanın yanından, bunun berisinden, diğerinin ötesinden yapılıyor. Rotanın böyle düzenlenmesi ise yolu uzattığı gibi yürüyenin bakış yönünü değiştiriyor, güneş ve gölge alanlara ulaştırıyor. Mutfak bacalarından gelen yemek kokuları ise kendilerini göremediğimiz diğer dairelerde neler piştiğinin ipuçlarını sunuyor.

Terasta kuzeye doğru olan yürüyüş şehrin görülebilen fakat gidemediğim pek çok semtini yürüyüşün bir parçası haline getiriyor. Bu yönde atılan adımlar yapıların birbirinden pek de ayrışmadığı panoramik bir kentsel dokunun algılanmasına yol açarken, güney yönündeki yürüyüşte ise şehrin ağaçlar içindeki önemli bazı yapıları çerçeveye giriyor. Bunların en önemlilerinden olan Hindistan Büyükelçiliği gerek mimarisi gerek geniş bahçesiyle dikkat çekici. Bu yapı bir zamanlar şehre Çankaya’dan bakanların Ankara panoramasının önündeki önemli bir mimarlık eseriydi. Alçak bahçe duvarlarıyla sokaktan da algılanabilen bu yapı günümüzde güvenlik kaygılarıyla yükseltilen duvarları nedeniyle, arsasına hapsolarak “sokağa çıkamayan”, sadece yüksekten algılanabilen bir değer.

Hindistan Büyükelçiliği’nin Sedat Hakkı Eldem tarafından tasarlanan yapıları ise bugünlerde insanlığın ortak derdi olan bir sağlık sorununun uluslararası boyutunu düşününce, eğimli çatıları, geniş saçaklarının ifade ettiği yöresellik, ulusallık vb. savunusuyla anakronik kalıyor. Uzaktaki Atakule ise büyütülmüş AVM kitlesiyle, hemen yanında yer aldığı, bugünlerde kapatılmış Botanik Parkı yerine kamuya önerilen yeni yürüme parkuru. Bu kitlenin terasına çıkmaya izin veren yeni tasarım, benim yaşadığıma benzer bir yürüyüş ve kentsel algı deneyiminin daha kalabalık gruplarla yapılmasına imkan verebilir. (Resim 13)

Her adımımızın cep telefonlardaki adım ölçerlerle kayıt altına alındığı bu dönemde az bir kazanım değil elbette apartmanımın terasındaki uzatılmış yürüyüş rotası. Teknoloji ve virüs salgınının bizi getirdiği bu tecritler dünyasında insan bazen kendini 19. yüzyılda hissedebiliyor ve hapiste kaldığı günleri anlatan Odamda Yolculuk ve Odamda Gece Seferi’nin yazarı Xavier de Maistre’yi hatırlıyor. Küçük bir odanın bile bir gezi deneyiminin sahnesi olduğunu düşünmek moral verici aslında. Aksi takdirde, teras yürüyüşleri 19. yüzyıldaki doğada uzun yürüyüş meraklısı Nietzche, Rimbaud, Wortsworth, Thoreau gibi isimlerin deneyimlerinin yanında teselli olabilirdi ancak.(5) Bir başka benzetme ise yine hapislik deneyiminden. Hitler’in mimarı olarak bilinen Albert Speer Spandau’da tek başına 20 yıl hapis cezası çekerken kendine verilen bir alanın etrafında yürümeye başlar ve ayak boyuyla ölçerek bu rotanın 270 metre olduğunu anlar.(6) Aklına gelen soru ise kaç tur attığını nasıl kayıt altına alacağıdır. Cebine koyduğu fasulyeleri bir cepten diğerine aktararak bunu da kaydedebileceğini düşünür ve böylece uzun yürüyüşlere çıktığını hayal eder. Örneğin, ilk yürüyüşünü Heidelberg’e -ki 640 kilometre uzakta- düzenler, giderek hedeflediği yollar uzar.

Modern mimarinin sağlık takıntısı araştırmacıların ilgisini çeken bir alan.(7) Sağlık teması sosyallik ile paralel bir şekilde vurgulanırken şimdi bu ikilinin birbiriyle çelişip çelişmediği konusu akla geliyor. Baştaki fotoğrafa dönersek sosyal bir terasta, ağzımızda maskelerle yürüme bandında bireysel olarak sporumuzu yapacağımız bir distopik geleceğin yaşanmayacağını umuyorum.

NOTLAR

1. Murat Sevinç’e göre yürüme bandı bir ara çok popüler olduğundan “milli değer” statüsüne yükselmiş, ancak bu heves çabuk geçmiştir ve pek çoğu kapı arkasında ömrünü doldurmaktadır. Bkz: “Komşumuz bakkal ile yarenlik üzerine”, www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/05/12/komsumuz-bakkal-ile-yarenlik-uzerine/ [Erişim: 16.06.2020]

2. Otelin kapatıldığına dair internette bilgilere rastlanabiliyor ancak ortak iç mekânlar hakkında net bir bilgiye ulaşmak mümkün olmadı.

3. Bu tipolojinin benzerlerine 1950’li yıllardan itibaren Ankara’da ve Türkiye’nin diğer illerinde rastlanır. Ankara’daki ilk örnekleri olarak Fatin Uran’ın İller Bankası Blokları ve Arman Güran’ın 96’lar Apartmanı sayılabilir. İstanbul’dan ise Haluk Baysal Melih Birsel’in tasarladığı Hukukçular Sitesi, Leyla Asım Turgut’un İETT Blokları örnek verilebilir.

4. Michel de Certeau kaleme alınan The Practice of Everyday Life içindeki “Walking in the City” bölümü bu konuları tartışmak için verimli bir metin.

5. Frederic Gros, 2017, Yürümenin Felsefesi, (çev.) Albina Ulutaşlı, Kolektif Kitap, İstanbul. Natüralist şair Wordsworth’ün yürüyüşleri hakkında Alain de Botton’un Seyahat Sanatı kitabına bakılabilir. Bu kitapta şairin ömrü boyunca doğada 280bin kilometre yürüdüğü tahmin ediliyor, dudak uçuklatan bir bilgi. Terasta yaptığım yolun karantina döneminde ancak 300 kilometre kadar olduğunu itiraf etmek isterim. Gros kitabında kentsel uzun yürüyüşlerin örneklerine de yer verir. Kant’ın Königsberg’deki sistematik rutin yürüyüşleri, Baudelaire’in Flaneur karakterinin Paris’teki hedefsiz dolaşmaları bu örnekler arasındadır. Teras yürüyüşleri herhalde bu ikinci kategoriye daha yakın.

6. Benjamin, Tiven, 2013, “On The Delight of the Yearner: Ernst May and Erica Mann in Nairobi, Kenya, 1933-1953”, Nka, sayı:32, ss.80-89.

7. Bu alanın en tanınan araştırmacılarından biri olan Beatrix Colomina’nın X-Ray Architecture adlı kitabı 2019 yılında çıkmıştı. Yazarın daha önceki bir makalesi 2016 yılında, kitabının incelemesi ise 7.04.2020 tarihli Manifold yazısında Serra Aşkın tarafından kaleme alınmıştı.

Bu icerik 2442 defa görüntülenmiştir.