314
KASIM-ARALIK 2003
 
MİMARLIK'TAN

ODADAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

SORUŞTURMA 2003:
MİMARLIK GEÇMİŞİNİ DEĞERLENDİRİYOR

DOSYA: MİMARLIK EĞİTİMİ 2003

KENT TARİHİ



KÜNYE
KENT TARİHİ

SANAYİ DEVRİMİ KENTİ BERLİN – II *: KENT GELİŞİMİ SÜRECİNE BİR BAKIŞ

Cihan Arın

Dr. –Ing., Mimar ve kent plancısı

Berlin, Uluslararası Mimarlar Birliği UIA’nın 2002’de gerçekleşen kongresine ev sahipliği yaparak “Günümüzde iyi mimarlık nedir?” tartışmalarının gündemine oturdu. Bir önceki sayımızda, Uluslararası Yapı Sergisi IBA’da, kent yenilemesi alanında uzman olarak görevler üstlenen Cihan Arın’ın, kentin oluşum yıllarından, II. Dünya Savaşı sonrasında sosyalist ve kapitalist sistemin yan yana varolduğu döneme kadar uzanan yazısının ilk bölümüne yer vermiştik. Bu sayıda ise, kentin günümüze kadar uzanan gelişim sürecinde “Çift Berlin Dönemi”nden, 1989’da duvarın yıkılmasından sonraki “Tek Berlin Dönemi”ne uzanan yazı, günümüzde yaşanan kentsel problemlere değinen ikinci bölüm ile noktalanıyor.

5. Çift Berlin Dönemi –ikinci bölüm-

1960’lı yıllarla 1970’li yılların ilk yarısı, hızlı bir eknomik gelişmenin gerçekleştirildiği, Doğu ile Batı arasındaki gerginliğin özellikle 1961 yılında Demokratik Alman Cumhuriyeti tarafından Berlin Duvarı’nın yapılmasıyla giderek arttığı, buna paralel olarak konut gereksiniminin giderek yoğunlaştığı, Batı Almanya’ya ve Batı Berlin’e yabancı iş gücü göçünün başladığı bir dönemdir. Bu dönemde eski binaların onarılması değil, yıkım/yeni yapım yaklaşımı hakimdir. Berlin kentine damgasını vurmuş olan yoğun "modern öncesi" yapılaşmaya yüzyıl başından bu yana getirilen eleştirilerin, nihayet şehircilik siyaset ve uygulamasına tamamen hakim olduğu bir dönem yaşanmaktadır: Eski binalar yokedilmekte, yeni binalar ve büyük konut yerleşmeleri üretilmektedir.

Batı’da, kâr oranı yılda % 4 ile sınırlanmış ve kamunun denetimindeki konut şirketleri tarafından büyük sosyal konut alanları üretilirken, Doğu’da buna cevap olarak prefabrik konut üretimi sistemi gerçekleştirilmektedir. Batı’daki bu konut şirketlerinin kâr oranlarının sınırlanmasına karşın, şirket gelirlerinin yeni konut yatırımlarına aktarılmasına ve dolayısıyla hızla büyümelerine bir sınır getirilmemiş, bu şirketler de gelirlerinin % 4’ü aşan kısmını yeni konut üretimine kaydırarak hızlı bir büyüme sürecine girmişlerdir. Nitekim, "Neue Heimat" adlı şirket yaklaşık 4 milyona çıkan konut stoğu ile Avrupa’nın en büyük konut şirketi haline dönüşmüştür -ki 1980’li yılların sonunda ortaya çıkan yolsuzluklar nedeniyle şirket özelleştirilirken, bu devasa büyüklük oldukça büyük sorunlar yaratmıştır. Batı Berlin’de kent çeperlerinde 17.000 konutlu "Gropiusstadt" (1982-75), 16.000 konutlu "Märkisches Viertel" (1963-74) gibi modern mimarlık yaklaşımını yansıtan, daha sonra da "uyku kentleri” (Schlaf – Stadte) olarak eleştirilen büyük konut yerleşim bölgeleri üretilirken, Doğu Berlin’de de yine ağırlıkla kent çeperlerinde, büyük prefabrik konut alanları oluşmaktadır. Bunların en ünlüleri, kentin kuzeydoğusunda 1975 ile 1989 arası gerçekleştirilen Marzahn, Hellersdorf ve Hohenschönhausen adlı büyük konut yerleşim alanlarıdır -bu üç yerleşmede nüfus 325.000 ve toplam konut sayısı 130.000’dir.

Resim 18, Doğu ve Batı Berlin’de savaş sonrası gerçekleştirilen büyük konut yerleşmelerini yansıtmaktadır; toplam 220.000 konutun 160.000’i Doğu Berlin’de üretilmiştir. Doğu Almanya yönetimi, sosyalist sistemde konut üretiminin ve modern yaşantının daha gelişmiş olduğunu kanıtlamak için, başkent (Doğu) Berlin’e büyük imtiyazlar tanımış ve buraya, ceremesini diğer Doğu Alman kent ve bölgelerinin çekmesi pahasına, büyük kaynak aktarımında bulunarak konut üretimine büyük bir hız vermiştir. Ne var ki, bir yandan prefabrik tekniklerini geliştirip mükemmelleştirirken, diğer yandan sistem rekabetinin getirdiği baskı nedeniyle üretimi aşırı arttırarak ürün kalitesinin düşmesine yol açmıştır. Örneğin, üretim hızının ön plana alınması nedeniyle prefabrik duvarlar beton tam kurumadan kalıptan alınmış, kenarlarda form bozukluklarının giderek artmasına göz yumulmuştur. Sonuçta teknik çözümlerin mükemmelleşmesine karşın, bina üretim kalitesi giderek düşmüştür. Dolayısıyla Sovyet sisteminin çökmesinden ve iki Alman devletinin birleşmesinden sonra, betonarme içindeki demirin bu üretim bozukluğu nedeniyle paslanma sürecinin (korozyon) hızlanması, çok acil bir "beton tamir programını" gerektirmiş, böylece bu çok genç binaların tamir giderlerine daha önce tahmin edilmeyen boyutlarda kaynak aktarılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

Berlin’de billurlaşan Doğu/Batı rekabeti, tabii ki sadece konut üretimini içermemektedir: Doğu Berlin’de, hâlâ kentin en yüksek binası olan Televizyon Kulesi yapılmış, eski Berlin Şatosu yıkılmış, kentin merkezi olan "Alexander Platz" çevresinde aşırı boyutlu caddeler açılarak 15-20 katlı binalar yapılmıştır. Bu sorgusuz yeni yapılaşma dönemine ilgi çekici bir örnek, Berlin Duvarı’na paralel olan ve Doğu Berlin sınırları içinde kalan "Leipziger Straße" de, Sovyetler Birliği başkenti Moskova’nın merkezinde, ünlü Arbad Caddesi yakınlarında gerçekleştirilen çok katlı, açık kitap gibi yerleştirilmiş, Karl Marx´ın Kapital adlı üç ciltlik yapıtını simgeleyen üç binaya atıfla, Batı’ya göstermelik olarak yapılan çok katlı, şaşalı binalardır. Buna misilleme olarak, Batı Berlin’de de Almanya’daki boyalı basının kralı Axel Springer, duvarın hemen diğer tarafında, Batı Berlin sınırları içinde kalan "Kochstraße"de, Springer Yayınevi’nin merkezi olmak üzere çok yüksek bir bina yaptırmıştır. Bu örnek, şehir gelişim kararlarında siyaset ve ideolojinin anlamını açık seçik göz önüne sermektedir.

Velhasıl 2. Dünya Savaşı sonrası, ağırlıkla 50’li ve 60’lı yıllarda, yukarıda özetlenen kent gelişimi siyaset ve uygulaması çerçevesinde, savaşın neden olduğundan daha büyük çapta yıkım gerçekleştirilmiştir!

Aşırı hızlı yeni yapılaşmanın motoru, devletin konut sektörüne geniş çapta verdiği desteklerdir. Zaten, Batı Berlin bütçesinin yarısından çoğu Alman Devleti tarafından finanse edilmektedir. (1) Berlin’in bu merkez devlet şırıngasıyla "zengin" tutulduğu dönemde, 1961 yılından itibaren kent yenilemesi de gündemdedir. Ne var ki 60’lı yılların kent yenilemesi yaklaşımı, sadece yıkım/yapım siyaseti anlamına gelmektedir. İlk resmi "kent yenilemesi raporu"nda vatandaş katılımı, sadece yıkılacak binalarda oturan kiracıların hangi binalara aktarılacağı kararına veya kiracılara en çok iki, üç yeni daire arasında seçenek hakkı tanınmasına indirgenmiştir -buna karşın katılım, 70’li yılların sonundan itibaren kent yenilemesinde en önemli konularından biridir.

Velhasıl kent gelişimi açısından 50’li ve 60’lı yıllar, kent çeperlerinde konut ve kent merkezinde iş yerleri olmak üzere monofonksiyonel alanların oluştuğu, kent merkezlerinden çeperlere doğru nüfus kayışının gözlendiği, sonuçta kent merkezlerinin yapısal anlamda giderek çökmeye başladığı bir dönemdir. Batı Berlin’in hinterlandının olmaması, kent merkezindeki çöküş olgusunun çok güçlü olmamasını beraberinde getirmiştir.

Hızla gerçekleştirilen ekonomik kalkınma ve pekiştirilen sanayi üretim biçimi, 1960’lı yılların sonundan itibaren özellikle aydın ve öğrenci kesimde yeni bir kapitalizm eleştirisine yol açmış, Karl Marx´ın siyasal iktisat eleştirisi ve devrimci düşünce bir rönesans devri yaşamaya başlamıştır. Artık yoğun eylemler düzenlenmekte ve üniversiteler, ilk planda sistem değişikliğinin nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğinin tartışıldığı laboratuvarlara dönüşmektedir. Bu dönemde ortaya çıkan "parlamento dışı muhalefet" hareketinin ve patlak veren öğrenci olaylarının merkezi, kuşkusuz Batı Berlin’dir. Sisteme karşı yoğun eleştiri ve eylemler başlatılmış, Batı Berlin’de Doğu tarafından da desteklenen anti-kapitalist bir akım oluşmuştur.

Berlin’de 2. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük ölçüde yalnız başına iktidarda bulunan Sosyal Demokrasi (SPD) de, bu siyasi gelişmeler sonucu 1975 seçimlerinde mutlak çoğunluğu kaybederek liberallerle koalisyon yapmak zorunda kalmıştır. Soyal-liberal Koalisyon, SPD’nin mutlak çoğunlukla iktidarda olduğu dönemde yerleşen ve "tepeden inme, otoriter siyaset" anlayışlı siyasal kültürü sürdürmektedir. Dolayısıyla bu koalisyon, hızla gelişen toplumsal dinamizme ayak uyduramamış, "Siyaset toplumsal gelişim ve dinamikleri 10 yıl geriden izleyen bir mekanizmadır" savını haklı çıkartmak istercesine uyguladığı otoriter siyasetle, tepkilerin ve bu siyasetin alternatiflerinin güçlenmesine ön ayak olmuştur. Nitekim ilk kez "Alternatif Liste" adıyla Berlin’de partileşen ve başlangıçta bağımsız sol kesimin tabanını oluşturduğu Yeşiller Hareketi’nin ve taban demokrasisi eğilimlerinin güçlenmesi, 1970’li yılların ikinci yarısına düşmektedir.

Konumuz açısından, 1950’li ve 60’lı yıllardaki, sadece modern mimarlık ve kentçilik yaklaşımlarının sorgulamasız olarak uygulandığı ve kentin iki tarafında da izlenen yoğun yeni yapılaşma dönemini, bu gelişime gösterilen tepkiler dönemi izlemektedir. 1970’lerden itibaren şu gelişmeler güçlenmektedir:

• Genelde neredeyse istisnasız eski konutların yıkımı (2) ve yeni yapım olarak uygulanan kent yenilemesi siyasetine karşı giderek bir direnç oluşmaktadır. Bu siyasette kent yenilemesi mekanizması kabaca şöyle işlemektedir: Eski konut stoğunun sahibi olan kamusal büyük konut şirketleri, bir süre sonra yıkımı planlanan binalara, boşaltma sırasında en az zorluk çıkaracağına inandıkları kiracıları oturtmaktadırlar. Bunlar da dar gelirliler ve özellikle 1960’lı yılların ortasından bu yana yabancı işçiler, giderek büyük oranda da Türk işçi aileleridir. Eski konutlar, devlet desteği ile yıkılmakta, bu alanlara yine devlet desteği ile yeni sosyal konutlar yapılmaktadır. Bu mekanizmada konut şirketleri ve resmi "yenileme taşıyıcısı (Sanierungsträger)" şirketleri büyük kârlar sağlamaktadırlar. Berlin yönetimi, bu alandaki bütçe giderlerinin büyük kısmını merkez devletten karşılıksız olarak almaktadır. “Berlin’e ne kadar bütçe sağlanırsa, siyasi başarı o kadar büyüktür” yaklaşımı hakimdir; giderlerin makul olup olmaması ön planda değildir. Sosyal Demokrat siyasetle büyük kamusal konut şirketleri ve yenileme taşıyıcısı şirketler arasında, siyasal lobisi olmayan düşük gelirli kiracı kesimin aleyhine bir çıkar birliği oluşmuştur. Bu dönemde, kira mukaveleleri binalar yıkılana dek yapılıp, bir yıkım adayı binadan diğer yıkım adayı binaya aktarılan kiracılar için "kent yenilemesi çingeneleri" terimi ortaya çıkmıştır ki bu terimle, genellikle yabancı işçi aileleri kastedilmektedir. İşte 70’li yılların başında ortaya çıkan direnç ve protesto hareketi, kiracıları kent yenilemesinin öznesi değil de kâr etmenin nesnesi olmaya indirgeyen bu mekanizmaya karşıdır.

• Sosyal konutlara oranla, gerek oda büyüklükleri çok daha refah, gerekse tavanları çok daha yüksek olan (ortalama 3,40 m) eski konutların yenilendikten sonraki konfor ve kaliteleri ve de işlevsel ayrılığın değil, işlevsel karışımın hakim olduğu kent merkezleri tercih edilir hale gelmiş, kısaca "modern öncesi mimarlık ve kent dokusu" yeniden keşfedilmiştir.

• Sosyal liberal otoriter siyasete karşı güçlenen taban demokrasisi eğilimleri çerçevesinde kent yenilemesinin sürdürüldüğü bölgelerde bir protesto hareketi oluşmuş, 1970’li yılların sonu, 1980’li yılların başında bina işgali hareketleri ortaya çıkmıştır.

• Sosyal-libearal Koalisyon, bu yeni gelişmelere tatmin edici siyasal yanıtlar bulmaya çalışmış ve 1978 yılında "1984 Berlin Uluslararası Yapı Sergisi – Internationale Bauausstellung Berlin 1984 (IBA)" adlı kuruluşu hayata geçirmiştir. Bu kuruluş, Berlin´de 1911’den bu yana geleneği olan, kentçilik alanında en aktüel gelişmeleri birebir uygulamayı amaçlayan dördüncü sergidir. Tüm katılımcı çabalarına karşın, Sosyal-liberal Koalisyon, özellikle gayrimenkul piyasasında ve konut yapımı alanında ortaya çıkan bazı yolsuzlukların da etkisiyle, 1981 seçimlerini kaybetmekte ve Hıristiyan Demokrat-liberal Koalisyon iktidara geçmektedir.(3)

1980’li yIllarda hakim olan, korumaya yönelik kent yenilemesi ve planlaması yaklaşımları ve modern öncesinin yeniden keşfi, Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde ve de Doğu Berlin’de de etkisiz kalmamıştır. Prefabrik yapılaşmaya paralel olarak "rekonstrüksiyon" adı altında korumaya yönelik önlemler alınmaktadır. Ne var ki, inşaat malzemesi kıtlığı, çeşitliliğin olmaması ve rekabet yokluğu nedeniyle yenileme örnekleri başarısızdır; kayda değer proje gerçekleştirilememiştir. (4) Nitekim, Berlin birleştikten sonra sürdürülen kent yenilemesinde, Doğu Berlin’de "rekonstrüksiyon" çerçevesinde tamir edilen binalarda, o dönemde alınan inşai önlemlerin neredeyse hepsi, binalara yarar yerine zarar verdiği için yine değiştirilerek, mecburen "rekonstrüksiyonun rekonstrüksiyonu" yapılmıştır.

Şu noktanın göz ardı edilmemesi gerekir: 80’li yıllarda Batı Berlin, Doğu-Batı çelişkisinin ve kapitalist - sosyalist sistem rekabetinin billurlaştığı nokta olma avantajına sahiptir ve bu konumuyla kente, merkez devlet bütçesinden büyük kaynaklar aktarılmaktadır. Bu savurgan dönemde burada mutlu bir azınlığın yaşadığını, bu bollukta ortaya çıkan avangard bir tartışma ortamında masa başı devrimciliğinin yapıldığını ve 1920’li yıllara benzer bir atmosferin oluştuğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Birleşme sonrasında devlet desteklerinin giderek kesilmesi ve Berlin bütçesinde gelir-gider ilişkilerinin normalleşmesi, korkunç bir kaynak ve pay kavgasının ve Berlin bütçesinde kapanması güç açıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

6. Birleşik, Tek Berlin dönemi

Tarihsel gezimizin son aşamasını, içinde bulunduğumuz, Sovyet sisteminin çöküşü ve duvarın yıkılmasını simgeleyen, iki Almanya’nın barış içinde birleşmeyi gerçekleştirdiği duvar sonrası Berlin’i, tek Berlin, birleşik Berlin oluşturmaktadır. Kapitalizmin, sosyalizm üzerindeki zaferinin en coşkulu kutlandığı kentlerin başında herhalde Berlin gelmektedir. Berlin Duvarı’nın 1989 sonunda açılması ve iki Berlin halkının bir araya gelmesine ilişkin sahneler, o dönemde tüm dünya basınına yeterince yoğun yansımıştı.(5) Berlin kentinde gerek kültürel gerekse mekânsal anlamda oldukça belirleyici olan duvarın açılması ve giderek ortadan kalkması, kentin iki tarafında da yaşayanlar için, kenti tümüyle yeniden algılamayı öğrenme sürecini beraberinde getirmiştir.

1990’lı yıllar ve yeni bin yılın başlangıç dönemi, gerek Berlin halkı gerekse yeni siyasi coğrafya açısından oldukça önemli yapısal değişikliklerin çok hızlı bir şekilde gerçekleştirtildiği bir dönemdir. Hâlâ güncelliğini koruyan bu dönemi burada detaylı sunarak konumuzun sınırlarını zorlamamak için dönemi belirleyen yapısal değişiklikleri aşağıda kısaca özetliyoruz. Bu özetlemede, tüm uluslararası meslek dünyasının büyük ilgiyle izlediği, birçok mimarlık dergisinde ve hatta Berlin turistik rehberlerinde yeterince tanıtılmış binalar ve yeniden yapılaşan Berlin merkezine ilişkin bilgileri aktarmaktan ziyade, kent yapısı ve gelişimi açısından önemli olguları betimleyeceğiz:

• Kent planlaması açısından iki Berlin’in birleşmesi, kentteki sorun ve görevlerin tamamen yeniden düzenlenmesi ve ağırlık noktalarının yeniden saptanması gerekliliğini getirdi.

• Bu anlamda hızla yeni bir nâzım planın ortaya çıkartılması ve imar veya gelişim planı olmayan, eski Doğu Berlin’e ait bölgeler için yeni planlamalar zorunlu oldu. Fakat bu acil gerekliliğe karşın, böyle bir planlama için ön koşul olan yasaların Doğu’ya adapte edilmesi ve daha da önemlisi, Batı planlama sisteminin temelini oluşturan arsa mülkiyetinin oluşturulması, plan hedefleri geliştirip tartışmadan önce çözülmesi kaçınılmaz sorunlardı. Bu alanda Almanya, dünyada ilk kez "sosyalist devlet mülkiyetini özelleştirme" sorununa, daha sonra tüm Sovyet Bloğu ülkelerince örnek alınan ve incelenen bir yöntemle acil bir çözüm getirdi: Devlet eliyle bir "yed-i eminlik" kurumu (Treuhandgesellschaft) kurularak "Alman Demokratik Cumhuriyeti"nin tüm mülkiyeti buraya aktarıldı ve devletin tüm varlığı bu kuruluş tarafından belli ilkelerle özelleştirildi.(6) Arsa ve bina mülkiyeti açısından hızlı özel yatırımları sağlayabilmek için bu kurum, belli bir tarihe kadar eski hak sahiplerine başvuru hakkı tanıdı, bu tarihten sonra da taşınmazları açık arttırmayla özelleştirdi. Eski hak sahipleri, arsa ve binaların Naziler veya Doğu Almanya tarafından devletleştirmeden önceki sahiplerdi.(7) Kurum, 3-4 yıl gibi rekor bir süre içinde Doğu Almanya’nın tüm varlığının çok büyük bir kısmını özelleştirdi. Ekonomik anlamda trilyonlarca Mark’a varan bu devşirim, tabii ki tüm yolsuzluklardan tamamen arınmış bir şekilde gerçekleşmedi.(8)

• Berlin Duvarı’nın kent merkezinde ortaya çıkardığı boşluğun, gerek mülkiyet sorununun tatmin edici bir şekilde çözülmesi ve gerekse nasıl doldurulması gerektiğine ilişkin kararların demokratik bir süreç içinde verilmesi kesinlikle zaman gerektiren bir olguydu. Bu konuyu uzunca bir zaman dilimi içinde, daha doğru bir çözüme bağlamak yerine, aceleyle verilen siyasal kararlarla, kentin merkezi hızla dolduruldu.

• Duvar açıldıktan sonra Berlin, gerek Avrupa Birliği’nin Doğu’ya doğru gelişmesi, gerekse sistem rekabetinin getirdiği engellerin ortadan kalkması ve eski Sovyetler Birliği’ni oluşturan devletlerin oldukça büyük yeni piyasalar oluşturacağı perspektifiyle, Avrupa’da Doğu ile Batı arasında özellikle hizmet sektöründe bir sıçrama tahtası olmaya soyunmuş, kent gelişimine ilişkin çok iyimser ve kısmen gerçek dışı tahminler siyasi kararlara temel alınmış ve Berlin’in bir metropole dönüşeceği varsayımları siyasete de hakim olmuştur. 2,1 milyon nüfuslu Batı Berlin ile şık 1,3 milyon nüfuslu Doğu Berlin’in birleşmesiyle nüfusu 1990’da 3,4 milyon olan nüfusun, 10 yıl içinde 4,5-5 milyona çıkacağı tahminleri yapılmıştır.

• Duvar açılmadan önce Batı Berlin’de iş yeri açan şirketlere verilen devlet desteklerinin azaltılması gerekliliği, Berlin’deki şirketlerin daha uygun koşullu başka bölgelere taşınması tehlikesini getirmiştir. Gelirlerinin çok üstünde para harcamaya alışmış Berlin, bütçe sorunlarını halledebilmek için yeni siyasetlerle iş yeri sayısının azalması değil, çoğalmasını sağlamak zorundadır. Bu atmosferde, 1989’da Berlin’de iktidarda bulunan Sosyal Demokrat - Yeşiller Koalisyonu, Sosyal Demokratlar’ın baskısıyla, kent merkezinde, Potsdamer Platz çevresindeki çok değerli arsaları, piyasa fiyatının kısmen 8’de veya 10’da biri fiyatlara Daimler Benz, Sony, ABB gibi çok uluslu dev şirketlere devretmiştir. Amaç, bu şirketlerin yatırım yapmasını ve yeni iş yerlerinin açılmasını sağlamaktır. Avrupa Topluluğu’nun bu satışları serbest piyasa rekabetini engelleyici olmaları nedeniyle geçersiz kılma girişimine karşın ticaret bağlanmış, bu şirketler yatırımlarını yapmışlardır. Resim 45, 90’lı yıllarda kent merkezinde büyük hızla gerçekleştirilen yapılaşmayı sergilemektedir (Koyu alanlar yeni yapılaşmayı göstermektedir).

• Artık Berlin, mimarlık alanında uluslararası yıldızların "who is who"su bir kent haline dönüşmüştür. Sir Norman Foster (Reichstag Parlamento binası), Helmut Jahn (Sony Merkezi), Renzo Piano (Daimler-Benz Kompleksi), Hans Kolhoff (Gökdelen), Giorgio Grassi (Park Kolonadları), Axel Schultes (Başbakanlık binası), Arata Isozaki, Josef Paul Kleihues, GMP von Gerkan, Oswald Mathias Ungers, Hans Hollein vb., Berlin’de bina yapan mimarlar arasındadır. Bu aceleci yapılaşmaya, gerek Almanya içinde gerekse uluslararası düzeyde ciddi eleştiriler gelmiştir. Kentin oluşmasındaki en önemli faktör olan zaman faktörünün neredeyse saf dışı edilmesi, kent planlamasının bir yenilgisi ve de sermayenin bir zaferi olarak yorumlanabilir.

• Doğu Almanya’da ve Berlin’de özel yatırımları desteklemek için Alman Hükümeti, buralarda yatırım yapanlara önemli vergi kolaylıkları sağlamış ve ayrıca Avrupa Topluluğu’nda da yatırım destek fonları oluşturulmasına ön ayak olmuştur. Bu sayede kentte ek olarak oldukça yüklü bir özel yatırım söz konusu olmuştur.

• Almanya’nın başkent işlevlerinin Bonn’dan Berlin’e taşınması tarihi kararı, Berlin kentinin gelişmesi için önemli bir ivme oluşturmaktadır. Bakanlıkların yanı sıra, tüm lobi kuruluşları da Berlin’e taşınmıştır. Bu yolla, Berlin için hizmet sektöründe yeni iş yerlerinin açılması ve devlet desteği kayıplarının biraz da olsa yeni vergi kaynakları ile kapatılabilmesi olanağı ortaya çıkmıştır. Ne var ki, kamuoyunda özellikle kent planlamacılarından gelen talep ve ikazlara karşın, hükümet ve parlamento işlevleri, kentin merkezi alanlarına yoğunlaştırılmış ve dolayısıyla bu işlevleri kente yayıp, kentin yapısal gelişiminde ivme verici odak noktaları oluşturma şansı elden kaçırılmıştır. Paris ve Londra gibi diğer Avrupa başkentlerinde bakanlık yerleşme kararları desantral olarak verilmektedir.(9) Kent yapısı açısından kaçınılması gereken gündüzleri dolu, geceleri ise kimsenin bulunmadığı monostrüktürel alanların oluşması, bu merkezci yaklaşımın olumsuz bir sonucudur. Demokrasinin mekâna yansıması, sadece parlamento ve bakanlık binalarını şeffaf (cam-çelik mimarisi) olarak tasarlamakla olmamaktadır. Bu anlamda işlevsel karışım, konut, alış-veriş alanları ile büro kullanımını algılanabilir büyüklükteki kent mekânlarında birarada planlamak, kentsel mekânların isteyen herkes tarafından, kişi ve kullanıcı grupların birbirlerini mümkün olduğunca rahatsız etmeyecekleri şekilde gece ve gündüz kullanımını sağlamak, hükümet binaları etrafında gerekli olan koruma alanlarını bu kullanım karışımı çerçevesinde en aza indirgemek gibi kent planlama ilkeleri, demokrasinin mekâna yansıması konusunda daha belirgin ve elle tutulur yaklaşımlardır.

• 1990’lı yılların ilk yarısında, yukarıda özetlenen iyimser atmosfer içinde, Berlin bir yatırımlar cenneti haline dönüşmüş, Avrupa’nın diğer ülkelerinde ekonomik krizler yaşanırken, Berlin ve Doğu Almanya’da küçümsenmeyecek bir devlet desteği ile ekonomik bir canlılık oluşturulmuştur. 1993-95 arası dönemde, taşınmaz malların fiyatları oldukça artmış, çok miktarda büro ve konut üretilmiştir. Nüfusun ve gerek konuta gerekse büro alanlarına talebin artacağı varsayımı, o dönemde kuşku gösterilmeyen bir yaklaşımdır; bankalar cömertçe ve yeterince incelemeden birçok projeye ipotek kredileri dağıtmaktadırlar.

• Diğer yandan duvarın açılması, en azından etrafı kapalı Batı Berlin için, yeni bir hinterlandın oluşması sonucunu getirmiş, Berlin Duvarı açıldığında nüfusunun % 92’sinin kiracı olduğu Batı Berlin’de, mülkiyete ve müstakil konuta talep güçlenmiş, çeperlere ve Berlin dışına doğru bir nüfus kayması olmuştur. Bir yandan da, eski Doğu Almanya’daki tüm yasal sistem çöktüğü için, bu alanlarda hızla inşaat yapmanın yasal ön koşullarının oluşturulması gerekliliği vardır. (Nâzım planlar, imar planları ve inşaat izni verme ve denetleme mekanizmaları ortada yoktur.) Bu da, kısa dönemde çok büyük bir çapta gayrimenkul hukuku ve kent planlaması sisteminin kurulması ve buna bağlı olarak bu alanlarda uzman talebine yol açmış, eskiden Batı Berlin içinde tartışan akademisyen mutlu azınlık, know-how sahibi olduğu için, çok daha büyük sorunları çözmek üzere atomize olmuştur.

• Özel sektörün yanında, bir yandan da kamu kaynaklarıyla kurulan "Bölgesel Gelişim Taşıyıcıları" (Entwicklungsträger; bir çeşit "developer"), gelişime uygun alanları, tüm planlama ve altyapı hizmetlerini getirerek genellikle parselleme yöntemiyle inşaat yapılacak hale dönüştürmekte ve bu alanlara özel sermaye yatırımı akmasını sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu kuruluşlar genellikle Berlin’in çeperlerinde veya diğer -gerekli ön yatırımların büyüklüğü nedeniyle henüz yapılaşmaya açılmamış- elverişli alanlarda (bunlar genellikle su kenarındaki alanlardır) büyük konut ve hizmet sektörü yerleşim projeleri gerçekleştirmektedirler. Örneğin, Almanya’nın 465 hektarlık "Teknoloji ve Bilim Kenti Johannisthal-Adlershof" adlı en büyük gelişim projesi Berlin’dedir. (Resim 46’daki hava fotoğrafı 1991’deki mevcut durumu; resim ...... de yarışma birincisi yapısal tasarımı göstermektedir.) Sadece bu proje çerçevesinde çalışan mimar ve kent plancısı sayısı kısmen 1.000’e kadar çıkmıştır!

• Bir yandan da Doğu Alman mirası devasa prefabrik konut yerleşim alanlarında (sadece Doğu Berlin’de yaklaşık 275.000 prefabrik konut vardır) nüfus kaymalarını engellemek için hem büyük ölçüde fiziksel tamirat ve iyileştirme -beton tamiratı ve çok yüksek olan ısınma masraflarını azaltmak için ısı yalıtımı düzeltilmesi- ve hem de bu konut yerleşim alanlarının yapısal anlamda acil olarak "kentleştirilmesi" zorunluluğu vardır.(10) Devlet, bu alanların düzeltilmesine ciddi kaynaklar aktarmaktadır. (Devletin bu alanlardaki girişimleri, HABITAT II’de bir model proje olarak sunulmuştur.)

"Her çıkışın bir inişi vardır" atasözünü kanıtlamak istercesine, 1997-98´lerden itibaren, Berlin kentinin beklenilen hızda gelişmediği, tahmin edilen nüfus artışı yerine belli bir nüfus kaybı söz konusu olduğu ortaya çıkmıştır. Her ne kadar Sony ve Daimler Benz, Avrupa merkezlerini Berlin’e taşımışlar, Hükümet başkent Berlin’e taşınmış ve bunun sonucu birçok lobi kuruluşu Berlin’e gelmişlerse de, uluslararası konjüktürün olumsuz bir gelişme göstermesi nedeniyle kentte özel sektördeki iş yeri gelişimi beklenilenin çok daha altında kalmış, Doğu Avrupa piyasalarına sıçrama tahtası işlevi, daha mütevazi ölçeklere inmiştir. Buna bağlı olarak üretilen tüm konut ve iş yerlerine beklenilen taleplerin olmadığı gerçeği ortaya çıkmış ve bunun sonucu olarak 1998-99 yılından itibaren giderek yoğunlaşan bir kriz oluşmuştur. Birçok firma ardı ardına iflas etmiştir. Krizden en yoğun etkilenen sektör, inşaat sektörüdür. Yapılan büro alanları ve konutlar boş durmaktadır, kira geliri beklentileri -ki ipotek kredi borçlarını ödemek için tek kaynak kira geliridir- giderek aşağıya doğru "düzeltilmiş" ve çok mütevazi düzeylere indirgenmiştir. Birçok müteahhit firma ve gayrimenkul kredisi veren banka iflas etmiş veya iflasın eşiğine gelmiştir.

Berlin’de 2002 yılı sonu itibariyle yaklaşık 1,5 milyon m² büro alanı ve yaklaşık 140.000 konut boştur, işsizlik oranı yaklaşık % 17’dir. Kent çeperlerinde gerçekleştirilen yeni konut projelerinin bir kent gelişim planlaması hatası olduğu ortaya çıkmıştır; o olumlu dönemlerde kulak ardı edilen, kentin çeperlerinde değil, iç alanlarında var olan gelişim potansiyellerine öncelik verilmesi ve çeperlere kaynak aktarılmaması yönündeki uyarılar ne yazık ki şimdi haklı çıkmışlardır. HABITAT II model projesi olan prefabrik yapım yöntemiyle oluşturulmuş konut alanları, yapılan tüm yatırımlara ve devlet desteğine karşın ciddi bir nüfus kaybına uğramaktadır. Konutlar boş kalmasın diye Rusya’dan Almanya’ya göç hakkıyla gelen Alman kökenli göçmenler buralara yerleştirilmektedir. Buna rağmen, 1990’lı yılların başında yapım için devlet eliyle yoğun yatırım yapılan bu alanlarda, bugün slumlaşmanın engellenmesi için yine devlet eliyle yıkım projeleri desteklenmektedir!

Tarihsel gezimizi, maalesef çizdiğimiz ve şu andaki durumu yansıtan bu çok olumsuz tabloyla noktalıyoruz. Fakat yine de, yazımızı, yukarıda belirttiğimiz atasözünü "Her inişin de bir çıkışı vardır" olarak yorumlayıp, bu kriz döneminin aşılacağı ve her şeye rağmen olumlu bir gelişim dönemine girileceği iyimser beklentimizi de yansıtmadan bitirmek istemiyoruz.

Notlar:

1. Savaş sonrası, Nazi Almanyası’nda hakim olan merkezi devlet sistemine tepki olarak, Batı Alman Devleti federal bir devlet olarak organize edilmiştir; buna göre Batı Berlin hem kent hem de eyalettir. Eyalet bütçeleri, merkez devlet bütçesinden bağımsız, yerel vergilerle finanse edilirler. İdeolojik nedenlerle Batı Berlin’e merkezi devletten akan ve eyaletin tüm bütçesinin yarısını aşan kaynaklar, kesin bir ayrıcalık taşımaktadır.

2. “Eski konut” terimiyle, 1949 yılından önce kullanıma açılmış konutlar kastedilmektedir; yazıda belirtildiği gibi bu stoğun çok büyük bir kısmını da 1. Dünya Savaşı öncesi yapılan konutlardır.

3. IBA’ya ilişkin daha geniş bilgi için bakınız: Arın, Cihan, 2003, Berlin – IBA deneyimi, Kentsel Dönüşüm Sempozyumu Bildirileri, TMMOB Şehir Plancıları Odası yayını, İstanbul; 421 –425.

4. Eski konut alanlarında eleştirel bir entellektüel potansiyelin yoğunlaşması, Doğu Almanya’nın bu alana kaynak yatırma tercihini engelleyen bir neden olabilir.

5. Resim 38, 39, 40,41, 42, 43 ve 44, yazarın da kişisel olarak yoğun bir şekilde yaşadığı bu tarihsel olaya ilişkin bazı enstantaneleri yansıtmaktadır.

6. Örneğin sanayi kuruluşları özelleştirilirken, mümkün olduğunca çok işyerini korumak, buna rağmen üretimi rasyonelleştirip uluslararası rekabete girebilecek hale getirmek önemli kıstaslardı. Treuhandgesellschaft başlı başına bir konu alduğu için, burada buna çok kısa değinmekle yetineceğiz.

7. Eski hak sahiplerinin büyük bir kısmı, mülkleri Naziler tarafından elinden alınan Yahudiler olduğu için ve bu Yahudilerin varislerinin tüm dünyaya dağılmış olması nedeniyle, ABD’de kurulan "Jewish Claim Conference" adlı bir kuruluş, hak sahipleri belirsiz tüm arsa ve binalar için yasal zaman süresi içinde anonim hak talebinde bulundu.

8. Sadece eski Doğu Alman benzin istasyonları ağının Fransız Elf Aquitaine Şirketi’ne devredilmesi olayında verildiği ortaya çıkan yaklaşık 250 milyon Marklık rüşveti kimlerin aldığını aydınlatma çabası, Alman kamuoyunda hâlâ günceldir.

9. Örneğin Paris’te Maliye ve Ticaret Bakanlığı’nın, Milli Kütüphane’nin ve yeni Opera binasının kentin batısında değil de, doğusunda gerçekleştirilmesi, batıda zaten La Defance semtinin oluşmasıyla bu yöne kayan kent gelişimine karşı bir denge oluşturma amacına yöneliktir ve kent gelişimi açısından hem önemli hem de doğru bir karardır. Londra, mevcut trafik ve hava kirliliği sorunlarının bunalttığı merkezin yükünü azaltmak ve ülke çapında bölgesel gelişmeyi daha adil yönlendirebilmek için, bakanlıkların değişik kentlere dağıtılmasının fizibilite araştırmalarını yapmaktayken Berlin’de bu merkezci tavır, ileriye yönelik bir kent planlaması örneği olarak yorumlanamaz.

10. Bu alanlar, genellikle yeterli günlük alış-veriş merkezlerinin, kültürel altyapının ve hizmetler sektörüne dahil iş yerlerinin olmadığı "uyku siloları" gibi planlanmış ve uygulanmışlardır; bu nedenle bu bölgelerin olumsuz imajlarının düzeltilmesi, kentsel işlevlerin getirilmesi gibi yapısal planlama ve gelişim hedefleri saptanmıştır.

* Bu makale, yazarın, Uluslararası Mimarlar Birliği UIA’nın, Temmuz 2002´de Berlin´de yapılan kongresine Türkiye´den gelen mimar delegasyona yaptığı konuşmanın kısaltılmış şeklidir.

Bu icerik 5556 defa görüntülenmiştir.