341
MAYIS-HAZİRAN 2008
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA: Söylem ve Mimarlık

İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET
YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: Söylem ve Mimarlık

Söylem Üzerine Manifesto

Gürhan Tümer

Prof. Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü

Bir yanda nesneler, eşyalar, kavramlar, eylemler, düşünceler, düşler, yani "şeyler" vardır.

 

Bir çakıltaşı, bir futbol topu, bir buğday tanesi, bir çınar ağacı, bir pire, bir deve, bir bulut, bir cinayet, Picasso'nun bir tablosu bunlardandır.

 

Bunları konu edinen sözler, yazılar, yani dilsel metinler, "söylem" olarak nitelenirler.

 

Bu söylem, bir efsane, bir eleştiri, bir yergi, bir yargı, bir roman, bilimsel bir tez olabilir.

 

*          *          *

 

Yukarıdaki örnekler, yerdeki çakıltaşından gökteki buluta uzanan çok geniş bir yelpazeden, rasgele, karışık olarak seçilmişlerdir.

 

Kimi şeyler, kimi söylemler ise belli alanların kapsamı içindedirler; örneğin mimarlığa ilişkindirler.

 
Dorik bir sütun, bir tuğla duvar, küçük bir kulübe, yüksekliği yarım kilometreye ulaşan bir gökdelen, Divriği Ulu Camii'nin taç kapısı, Topkapı Sarayı'nın avluları, Ayasofya'nın ve Selimiye'nin kubbeleri "mimari şeyler"dir.
 
Vitruvius'un De architectura libri decem'i, Cafer Efendi'nin kaleme aldığı ve Sultanahmet Camii'nden, bu caminin mimarı Sedefkâr Mehmet Ağa'dan söz eden Risâle-i Mi'mâriyye; Le Corbusier'nin Vers une Architecture adlı kitabı ve benim bu manifestom, "mimari söylem" örneğidir.
 
Bu ikisi, "şeyler" ve "söylemler" bir bütün oluştururlar. Birer "corpus" olarak Parthenon, Ayasofya, Selimiye, yalnızca Atina Akropolü'ndeki o dorik tapınak; yalnızca İstanbul'da Sultanahmet Meydanı'ndaki Bizans bazilikası; yalnızca Edirne'deki görkemli cami değildir. Parthenon üzerine yazılmış makaleler, Ayasofya'ya yakıştırılmış efsaneler, konusu Selimiye olan doktora tezleri de Parthenon'dur, Ayasofya'dır, Selimiye'dir.
 
Oysa kimileri, "Aynası iştir kişinin, lâfa bakılmaz"; "Lâfla peynir gemisi yürümez"; "Edebiyat yapma" derler. Bunlar söyleme değer vermezler, onu önemsemezler, onun gerekliliğine inanmazlar. Onlar, "şeyler" düzeyinde kalmışlardır. Bu gibiler için o şeyler, heykeltıraşın heykeli, ressamın resmi, yazarın kitabı, mimarın binası, işte oradadır, ortadadır, ortalıktadır. Eğer bir söylem varsa, o söylem, o heykelin, o resmin, o kitabın, o binanın kendisidir. O konuşur, o anlatır, "hariçten gazel okumaya" gerek yoktur.
 
Bu sav, büsbütün yanlış değildir, ama büsbütün de doğru değildir. Gözünüzün önünde, burnunuzun dibinde duran heykel ya da resim bir şeyler söyler. Dahası, çiçeklerin, renklerin dilinden sözedilir. Burada bir metafor vardır. Heykeller de, resimler de, renkler de, taşlar, tuğlalar, binalar da konuşmazlar. Hele bizim gibi asla konuşmazlar, çünkü konuşamazlar. Onların diliyle her şeyi anlatamazsınız. İnsanların konuştuğu dil olmadan, yani söylem olmadan, birtakım şeyleri anlamak ve anlatmak olanaksızdır. Onların dilleri bizim dilimize benzemez. Biz insanların dili dışındaki hiçbir dil, yeteri kadar geniş kapsamlı, kıvrak dolayısıyla da güçlü bir iletişim aracı değildir. Ayrıntılara, hele ince ayrıntılara, hele hele çok ince ayrıntılara, onlarla inemezsiniz.
 
*          *          *
 
Orta Asya'da yaşayan Altay Türkleri'nin mitolojisinde yer alan Yaratılış Destanı'na göre, Dünya, Tanrı Ülgen'in yere bakarak, "Yaratılsın yer"; göğe bakarak, "Yaratılsın gök" demesiyle varolmuştur. Tevrat' ta da, "Ve Allah dedi: Işık olsun ve ışık oldu". Kur'an'ın Bakara Suresi'nde de Tanrı'dan sözedilirken, "Bir şeyin olmasına karar verdi mi, ona sadece ‘Ol' der. Artık o oluverir." diye yazılıdır.
 
Bunlar, söylemin ne denli büyük bir güce sahip olduğunu, olabileceğini gösteren çok çarpıcı örneklerdir.
 
Konumuzla ilgili kimi söylemler de, mimari şeyleri sözcüklerle varederler. Kafdağı'nın ardındaki görkemli saray, şeyler dünyasında yoktur, ama söylemler dünyasında varolabilir.
 
Benzer biçimde Thomas More'un Utopia adlı kitabındaki o ada, o ülkenin başkenti Amaurote ve diğer kentleri, o kentlerdeki evler, varoluşlarını More'un sözcüklerine, yani o kitabı aracılığıyla ortaya koyduğu söyleme borçludurlar.
 
*          *          *         
 
Dublin, bu kentin görüntüsü, bir gün yeryüzünden silindiğinde, bir rehber kitap gibi Ulysses'e bakarak, yeniden, eksiksiz bir biçimde kurulsun istiyorum.
 
İrlandalı yazar James Joyce'un 2 Şubat 1922'de Paris'te yayımlanan ve içeriğinin yanısıra dili nedeniyle de olay yaratan yapıtı Ulysses ile ilgili bu sözleri son derece ilginçtir.
 
İlhan Berk de, Galata adlı yapıtını basılmak üzere Memet Fuat'a gönderirken, ona yazdığı mektubun bir yerinde hemen hemen aynı şeyleri söyler:
 
Galata bir gün yıkılırsa hiç kuşkun olmasın, bu kitapla yeniden kurulabilecektir.
 
Doğrusu ya, ne Joyce'un Ulysses söylemi Dublin'i, ne de Berk'in Galata söylemi Galata'yı yeniden kurabilir. Ama bu yazarların, söylemin gücüne olan inançları o kadar büyüktür, o kadar sağlamdır ki, o söylemlerin yıkılan o mekânları ayağa kaldıracak kadar büyük bir güce sahip olduklarından hiç mi hiç kuşku duymamaktadırlar.
 

Bu icerik 2164 defa görüntülenmiştir.