341
MAYIS-HAZİRAN 2008
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA: Söylem ve Mimarlık

İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET
YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: Söylem ve Mimarlık

Anıtlaştırma Söyleminin Dönüşümü: Gelibolu Savaşı'nı (Karşı)-Anıtlaştırmak

Ahenk Yılmaz

Araş.Gör., İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Mimarlık Bölümü

Bir bilgi alanında ya da bilgi alanlarının kesişiminde oluşan söylemler zaman ve yer bağlamlarında farklı ivmelerle dönüşür. Mimarlık bilgisinden beslenen ya da onunla kesişen söylemlerin dönüşümünü gözlemlemenin en verimli yolu, çoğu zaman onun söylemsel pratiklerine bakmaktır. Kuşkusuz ki, mimarlık disiplininde yapılaştırılmış tasarım ürünleri bu söylemsel pratiklerin çoğunluğunu oluşturur. Bu ürünler kimi zaman belli bir söylemin aracı olarak doğarlar, kimi zaman da kendileri söylemlerini üretirler. Bazı özel "yer"ler ise kümülatif olarak aynı bilgi alanı için üretilmiş farklı söylemlerin pratiklerini biriktirir, eş mekân ve zamanda izleyiciye sunarlar. Onlar çoğu zaman o söylemin bilgi alanının belleğini oluşturur ya da bu belleği kurmada katkıda bulunurlar. Bu yerlerin arasında müzeler gibi insan eliyle yapay olarak yaratılan ve farklı söylemlerin pratiklerini amaçlı ve bilinçli olarak toplayanların yanında, söylemin dönüşümünün dinamiğiyle uzun bir süreçte kendiliğinden oluşanları da vardır. Zaman içinde kurulan ve gelişen bu topografyalar söylemlerin kristalleştiği yerler haline gelirler. Salt bu yerlere bakarak bile söylemlerin kavramları nasıl dönüştürdüğünü, eğdiğini, büktüğünü, var ya da yokettiğini okumak mümkündür. Gelibolu böyle bir yerdir.[1]

 

Kanlı çarpışmaların çıplak doğasının izlerini hâlâ üzerinde taşıyan Gelibolu Yarımadası, savaşın belleğini anıtlaştırmaya dayanan söylemlerin pratikleri anlamında da zengin bir coğrafya oluşturur. Kavramsal çerçeve farklılaşması ile bu söylemsel çeşitlilik daha da artar. İktidar-söylem ilişkisi içerisinde araçsallaşan anıt-bellek üretiminin farklı uluslar için nasıl dönüştüğünü ya da ulus kimliğin inşasında belleğin nasıl söylemin aracı haline getirildiğini sadece bu görece küçük alana bakarak izlemek mümkündür. Tüm bu sınırsız çeşitliliğe karşın, bu sınırlı makale oluşumu içerisinde daha geniş bir perspektif sunmaya çalışacağım. Ulus-kimlik-bellek farklılıklarından bağımsız olarak güncel mimarlık tartışmalarının merkezinde yer alan anıtlaştırma söyleminin dönüşümünün izlerini Gelibolu'da süreceğim.

 

Tarihsel bir olgunun, özellikle büyük toplulukları ilgilendiren savaş gibi olayların anıtlaştırılmasına dair üretilen söylemler, 1980'ler sonrası dönemde kökten bir değişime sahne olmuştur. Yüzyıllardır, geleneksel anıtlaştırma söylemi içerisinde "zafer", "övgü" gibi kavramlarla eş tutulan anıtlar, bu süreçte "yas", "keder" gibi kavramların sembolü ve savaş karşıtı bir propagandanın aracı haline gelmişlerdir. Her ne kadar bu dönüşüm İkinci Dünya Savaşı sonrasında güçlenmişse de, kendini gerçek anlamda duvarın yıkılışı ile belli etmiştir. Almanya başta olmak üzere pekçok ülkede artık savaşlar artan bir ivme ile bu muhalif söylemle anıtlaştırılmaktadır. Geleneksel anıtlaştırma söylemine tepki olarak gelişen bu söylem kılcal alanlarda çeşitlense de, genel olarak karşı-anıt (counter-monument) adını alır.[2] Bu karşı duruşun temel sebebi olarak, toplu ölümlere sebep olan dünya savaşları, soykırımlar, Hiroşima, Nagazaki gibi insan doğasının barışmakta zorlandığı katastrofik olaylar gösterilmiştir. Geleneksel anıtlaştırma söyleminde yüceltilen zafer ve dolayısı ile savaş fikri, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası süreçte artık anlamlandırılması zor, kabul edilmesi ise çoğu zaman imkânsız bir gerçeklik haline gelmiştir. Ünlü Alman düşünür Jürgen Habermas "Orada (Auschwitz Kampı) birşey oldu, şimdiye kadar kimsenin olabileceğini düşünmediği birşey..." diyerek bu söze gelmesi zor durumu ifade etmeye çalışır.[3] Bu düşünsel değişim savaş anıtında anıtlaştırılan kavramları söylemi ile birlikte dönüştürmüştür.

 

Karşı-anıt söyleminin adından da anlaşılacağı üzere geleneksel anıtlaştırma söylemi ile organik bir bağı vardır. Çünkü, söylem kendini bu karşı oluş haliyle tarifler, biçimlenişinin temelini bu tarife göre oluşturur. Vietnam Gaziler Anıtı'nın tasarımcısı Maya Lin, bu karşıtlığın temel noktasını izleyici ile anıtın kurduğu ilişkide tanımlar.[4] Ona göre anti (karşı)-anıtlar, geleneksel anıtların tersine izleyiciye deneyim mekânları sunarlar. Benzer bir şekilde soykırım tarihçisi James Edward Young geleneksel anıtların didaktik bir hatırlama süreci ile izleyiciyi pasifleştirdiğini, karşı-anıtların ise izleyiciyi andığı olay hakkında derin düşünceye dalmaya davet ettiğini söyler.[5] Young'a göre "anti-kahramancı, çoğunlukla ironik kavramsal tasarımlar" içeren karşı-anıt söylemi özellikle "geç on dokuzuncu yüzyılın kahramancı, kendi itibarını yükselten figüratif ikonlarına" bir tepki olarak görülebilir.[6] Mimarlık tarihçisi ve yazarı Hélène Lipstadt ise, geleneksel anıtı objeleşen, kahramancı, ölümü öven ve yanıltıcı bir kalıcılık illüzyonu olarak, kaşı-anıtı ise yerleşen, anti-kahramancı, savaşın korkunç yüzünü göstermeyi amaçlayan fakat kendi gelip-geçiciliği konusunda aldatmayan bir oluşum olarak tanımlar.[7]

 

Tüm bu geleneksel ve karşı-anıt söylemlerinin tanımlarından oluşan bir çerçeve ile Çanakkale Savaşı'nın Gelibolu Parkı sınırları içerisinde anıtlaştırılmasına ait örneklere baktığımızda söylemdeki dönüşümün izlerini yıllar içerindeki yaklaşım farklılıklarından izleyebiliriz. Gelibolu'daki savaşı anıtlaştırma faaliyeti hemen savaşın bitimi ile başlamıştır. Savaşa giren müttefik devletlerin çoğunluğu, Fransız, İngiliz ve Anzaklardan (Avustralya ve Yeni Zelanda) oluşan ordusu 25 Nisan 1915'te çıkartma yaptıkları yarımadadan 9 Ocak 1916'da tümüyle çekildikten sonra Türk tarafı hemen mezar ve anıt yapımına başlamıştır.[8] Ancak, 1918 yılında imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması sonrasında Gelibolu'ya geri gelen müttefik devletlerin görevlileri kapsamlı bir anıtlaştırma faaliyetine girmiş ve bu süreçte Türklere ait anıtların çoğu kaybolmuştur. İngiliz Uluslar Topluluğu ve Fransızlara ait olan anıt ve mezarlıkların hemen hemen tümü 1919 ve 1926 yılları arasındaki dönemde inşa edilmiştir. Fransızların 1926 yılında inşa edilen tek bir anıt ve mezarlık kompleksine karşılık olarak, İngilizlerin kumandasındaki Birleşik Uluslar Topluluğu Savaş Mezarları Komisyonu'nun pekçok farklı ulustan askeri içinde barındıran 33 mezarlığı ve 3 anıtı bulunmaktadır.[9] 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Anlaşması'nda ki bazı özel maddeler, hem müttefik devletlere ait anıtların kendi himayeleri altında varlıklarını devam ettirmelerini mümkün kılmış, hem de savaşın coğrafyasının büyük oranda günümüze kadar korunarak gelmesini sağlamıştır.[10] 1926 yılından sonra savaşın anıtlaştırılmasında genç Türkiye Cumhuriyeti'nin girişimleri bulunmuşsa da Türk tarafı için süreç gerçek anlamda 1950'ler den sonra hızlanmış ve günümüze kadar aralıksız olarak devam etmiştir. 1950'li yıllara kadar inşa edilmiş olan tüm Türk anıtları askeriye tarafından finanse edilmiş ve yaptırılmıştır.

 

Ulus farklılıklarından bağımsız olarak savaştan sonraki elli yıllık periyotta inşa edilmiş olan anıt örneklerine bakıldığında, geleneksel anıtlaştırma söyleminin baskın niteliklerini görmek mümkündür. Anıt mimarlığının en arkaik formu olan obelisk yani dikilitaş, tüm ulusların Gelibolu'da ilk seçimidir ve ağırlıklı çoğunluğu oluşturur. Türk anıtlarına bakıldığında da obelisk formunun erken dönemdeki anıtların neredeyse hepsinde tercih edildiği görülür. En belirgin olanları Kireçtepe, Havuzlar ve Sonok anıtlarıdır. (Resim 1) Her ne kadar biçimlenişinde varyasyonlar olsa da İngiliz Helles, Morto Koyu'ndaki Fransız, Avustralya'nın Lone Pine ve Yeni Zelanda Anıtları da obelisk biçimli anıtlardır. (Resim 2-5) Helles, anıtının biçimlenişini, İngiliz mimarı Sir John Burnet "basit, hatta yalın ve süssüz" olarak tanımlar ve boğazın geçişinden kolayca görülmesini arzu ettiğini söyler.[11] Kuşkusuz ki, obelisk biçimli anıtlar içinde bulundukları yerde dominant bir öğe oluştururlar ve çevrelerinde tanımlanan alanın görsel merkezi haline gelirler. Temel yapılış amaçları için algılanmak, farkedilmek ve izlenmek demek çok da yanlış olmayacaktır. Herşeyden önce bünyelerinde mekânlaşma eğilimi taşımayan objelerdir ve zaferin en eski sembollerinden biridir. Monolitik taş dikme fikri neolitik devirden itibaren görülse de, savaşı anıtlaştırma adına bilinen ilk kullanımı antik Mısır'a dayanır. Amaç, savaşta zaferle kazanılan topraklar da gözle görülür bir iz bırakmaktır. Dolayısıyla, obelisklerin dikilişlerinde "kalıcılık" temel niyetlerden birini oluşturur. Bu nitelikler onları doğal olarak geleneksel anıt söyleminin öncül pratiklerinden biri haline getirir.

 

Yarımadadaki Türk anıtları içerisinde kuşkusuz en çarpıcı olanı Çanakkale Şehitleri Anıtı'dır. (Resim 6) 40 metrelik yüksekliği ile Seddülbahir Burnu'nun ucunda konumlandırılmış olan anıt devasa boyutları ile sadece karadan gelen ziyaretçiler için değil, Çanakkale Boğazı'ndan geçen yolcular için de etkileyici bir imge oluşturur. 1944 yılında açılan ulusal bir yarışma ile elde edilen tasarımın mimarları Feridun Kip, İsmail Utkular ve Doğan Erginbaş'tır. Yarımadadaki ilk sivil anıtlaştırma girişimi olan anıtın yapımına 1954 yılında başlanmış ancak 1960 yılında tamamlanıp, ziyarete açılabilmiştir. Yarışmaya ait jüri raporunda projenin birinci seçilme sebebi, "yegane büyük tesir kudretine haiz, yeni bir şekil ve buluş" olarak açıklansa da, aslında tasarımcısının Roma döneminden beri kullanılagelen zafer takı formunun farklı bir yorumunu oluşturmaya çalıştığını anıta dair kendi açıklamalarından anlarız.[12] Cüssesi ile izleyiciyi etkilemeye çalışma isteği yine geleneksel anıtlaştırma söyleminin pratikleri arasında sık rastlanan bir özelliktir. Karşı-anıt söylemini savunanların geleneksel anıtların izleyicileri hatırlama sürecinde pasifize ettiğine dair eleştirilerinden birini de bu fiziksel boyutları ile etkileme amacı oluşturur.
 
20. yüzyılın yaklaşık son otuz yılını kapsayan zaman dilimi, her iki söyleminde örneklerini gözlemlemenin mümkün olduğu bir dönemdir. Geleneksel anıt söyleminin pratiklerinin sıklıkla tekrar edildiği bir dönem olsa da, karşı-anıt söylemine yaklaşan ürünler de bulunur. 1970 yılında düzenlenen Conkbayırı Mehmetçik Parkı Yarışması ile elde edilen ve yaklaşık 15 yıllık bir zaman içerisinde uygulanan, mimar Ahmet Gülgönen tarafından tasarlanmış olan proje için, anıtlaştırma söylemi açısından Gelibolu Parkı için bir dönüm noktası demek mümkündür. (Resim 7) Bu tasarımda hem geleneksel söylemden hem de karşı-anıt söyleminden izler bulunur. Proje anıt mimarisinin en temel biçimlerinden biri olan yazıt formundadır. Ancak tasarımcısı tüm coğrafyada savaşın kaderi için hayati öneme sahip noktaları işaret etmek ve o "yer"leri tanımlamak için yazıtları kullandığını belirtir. Amaç, kahramanlığı övmek ya da yüceltmekten ziyade, tarihî önemdeki yerler ve zamanları arasında ilişki kurmaktır. Mimarın kullandığı eleman, yani tek ayak üzerinde yükselen yazıt formu obje olma niteliği taşısa da çoğu zaman onu, kopyaları ile biraraya getirerek mekân tanımlayan mimari parçalara dönüştürür. Her ne kadar bu proje özelinde bir savaş eleştirisinden bahsetmemiz pek mümkün olmasa da, tasarım nitelikleri açısından karşı-anıt söyleminin pratiklerine yaklaşır.
 
1998 yılında düzenlenen Barış Parkı Yarışması ise şartnamesi, ödül alan projeleri ve akabinde uygulanan Uzun Devreli Gelişim Planı, yani tüm süreci ile bir karşı-anıtlaştırma söylemi pratiğidir. Tüm yarımadanın "barış" fikrini anmaya adanması, girişimin muhalif duruşunun en açık göstergesidir. "Barış" kavramı bir ilişkiler zemini olarak tanımlanmış, üstelik kavramın anlamı sadece uyum, empati, hoşgörü ve baskıya karşı özgürlük olarak değil, doğa ile barış olarak da genişletilmiştir.[13] Şartnamesinde sıklıkla coğrafyanın önemine dikkat çekilen yarışmanın ödül alan projeleri de, alanın belleğinin kendisini sergi öğesi haline getiren önerilerdir. Jüri üyelerinden Doğan Kuban kendisiyle yapılan bir görüşmede, birincilik ödülünü verdikleri projeyi seçme sebeplerinin ilkini araziye "minimum müdahale" olarak tanımlar.[14] Zaten projeye ait jüri raporu da "yarışma alanına, olduğu biçimiyle saygı duyan, bireysel deneyim özgürlüğü sağlayan, düşünceye dalmayı özendiren, doğayı zenginleştiren ve en alt düzeyde tutulmuş müdahaleler içeren bir proje" cümlesi ile başlar.[15] Birincilik alan proje savaş alanlarını savaşın efsanevi coğrafyaları olarak tanımlar ve temel olarak ziyaretçi için bu coğrafyaya bir yolculuk önerir.[16] İkinci olan projenin sloganı ise "bellek peyzajı"dır.[17] Bir obje oluşturmayıp, mekânsal deneyime öncelik tanımak, karşı-anıtlaştırma söylemi pratiklerinin en belirgin özelliklerinden birisidir. Savaşın kendi coğrafyasındaki hatırlama deneyimine öncelik tanınması hem yarışma sürecinin hem de jüri değerlendirmesinde öne çıkan projelerin eş niteliğini oluşturur.
 
Orta Doğu Teknik Üniversitesi bünyesinde Prof. Dr. Raci Bademli yöneticiliğinde kurulan ekip, yarışmada birincilik ödülü alan proje çerçevesinde öne çıkan kriterlere göre ve tasarımcıların fikirlerini alarak Gelibolu Yarımadası Uzun Devreli Gelişim Planı'nı hazırlamıştır. Plan, temel olarak tüm park alanını kontrol altına alacak, girişten çıkışa kadar ziyaretçinin hatırlama deneyimini coğrafyanın tümüne yayacak süreçleri tayin etmeyi amaçlar. Yarışma sonuçlarına ve bu plana uygun olarak geliştirilen ilk proje 2000 yılında törenle açılan Avustralya Anma Alanı'dır. (Resim 8) Bu tasarım Avustralyalıların ulusal bellekleri için önemli bir yeri, Anzak Koyu'nun kendisini ön plana çıkarır. Koyun eğimine paralel şekilde uzanan bir duvar, o duvara denizden dik gelen bir patika ve duvarın üstünde sergilenmekte olan savaş sırasında çekilmiş olan birkaç fotoğraf tasarımın ana elemanlarını oluşturur. Amaç tıpkı Conkbayırı Mehmetçik Parkı Anıtları'nda olduğu gibi izleyiciye bulunduğu mekânın zaman ile bağlantılı önemini aktarmaktır. Gelibolu Yarımadası Uzun Devreli Gelişim Planı, ayrıca sığınakların, hendeklerin ve tabyalarında içinde olduğu tüm savaş kalıntılarını restore etmeyi ve tekrar işlevlendirmeyi öngörür. Bu plana uygun olarak ilk tekrar işlevlendirilen savaş kalıntısı, 2007 yılında ziyarete açılan Kilitbahir yakınındaki Namazgah Tabyalarıdır. (Resim 9) Savaştan bu yana olduğu gibi korunmuş olan tabyaların içi, Çanakkale Savaşı konusunda bilgilendirici sergi ve etkinlikleri kapsayacak şekilde organize edilmiştir.
 
Savaşın çetin, zor ve acı dolu coğrafyasını sergileyerek izleyicinin kendi düşünce sürecinde barış fikrine ulaşmasını sağlamak Barış Parkı Yarışması'nın -gerek şartnamesinin, gerek de ödül alan projelerinin- ve Uzun Devreli Gelişim Planı'nın en çok öne çıkan fikirlerinden birini oluşturur. Bu yaklaşım aynı zamanda karşı-anıtlaştırma söyleminin de bir parçasıdır. Bu söylemde savaş alanlarında belleği anıtlaştırmak savaşın kendisinin eleştirisine dönüşür ve geleneksel anıtlaştırma söyleminde çoğu zaman gözardı edilen pek çok gerçeğe -çekilen acılar ya da yaşanan ıstıraplar gibi- özellikle işaret edilir. İktidarın bellekle kurduğu faydacı ilişki geleneksel anıtlaştırma söyleminde net ve açık iken, karşı anıtlaştırma söyleminde çoğu zaman kapalı hatta muğlaktır. Çanakkale Savaşı'nda hayatını kaybeden yarım milyona yakın insanın ölüm sebebini açıklamaya çalışmak, geleneksel anıtların temel misyonunu oluşturur. Karşı-anıtlaştırma söylemine dayanan Barış Parkı Yarışması ve sonrasındaki yaklaşımlar ise böyle bir kaygıyı taşımaz. Aksine onlar bu açıklanamaz duruma özellikle dikkatleri çekmeye çalışırlar. Gelibolu coğrafyası bu anlamda anıtlaştırmanın aracı haline gelir. Sürekli değişime açık bir planı anıtlaştırma olarak kurgulamak karşı-anıt söyleminin kalıcılık illüzyonu yaratmama vurgusunu da doğal olarak karşılamış olur. Gelibolu Yarımadası Uzun Devreli Gelişim Planı da bu anlamda süreç olarak bağlı olduğu Barış Parkı Yarışması gibi bir karşı anıtlaştırma söylemi pratiği olarak görülebilir.
 
Gelibolu topografyasını özel bir coğrafya haline getiren pek çok sebepten birisi de, anıtlaştırma yaklaşımlarına ait kavramların söylemi ile beraber değişimine eş mekân ve zamanda tanık olduğumuz yerlerden birisi olmasıdır. Farklı anıtlaştırma söylemleri sınırlı bir park alanı içerisinde pratikleri bağlamında gözlenebilir hale gelir. Her ne kadar daha açıklayıcı olmak adına süreç bu makale kapsamında kronolojik olarak aktarılmış olsa da, söylemler sözkonusu olduğunda bir başlangıç ve sondan bahsetmek pek de mümkün değildir. Barış Parkı Yarışması ve Uzun Devreli Gelişim Planı gibi ağırlıklı karşı-anıt söylemine yaslanan pratiklere rağmen, alanda 2006 yılında inşa edilmiş obeliskleri, yani geleneksel anıt söylemine uygun örnekleri görmek de mümkündür.[18] Söylemin güç/iktidar ile olan katıksız ilişkisi ve bu ilişkide bellek üretiminin araç olarak etkin bir şekilde kullanılması gerçekleri düşünüldüğünde, koşullara göre gelişen ve dönüşen farklı anıt söylemlerinin pratiklerini zaman içinde tekrar tekrar görmek çok da şaşırtıcı değildir. Gelibolu Tarihî ve Milli (Barış) Parkı gibi görece küçük bir alanın, ender rastlanan özel "yer"lerden biri olarak, farklı anıtlaştırma söylemlerinin pratiklerini eş zamanlı olarak izlemeye imkân veren bir zenginlik sunması ise şaşırtıcı sayılabilir. Kuşkusuz ki, Çanakkale Savaşı'nın dünya tarihinde savaşan ulus çeşitliliği, sınırlı mekânı, süre ve etkilediği kişi sayısı ilişkisi gibi yönlerden "özel" bir savaş olmasının bu sonuçta payı büyüktür.
 

[1] Gelibolu Yarımadası Tarihî ve Milli (Barış) Parkı, halen İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü'nde Şebnem Yücel Young'ın tez yöneticiliğinde sürdürmekte olduğum doktora tezimin özel inceleme alanını oluşturur. Bu makale tezimin temel yapısı ile doğrudan bağlantılı olmasa da, tez çalışması sırasında yaptığım araştırmalardan beslenmiştir. Bu araştırmalarımı motive eden tez yöneticime teşekkür ederim.
[2] Geleneksel anıtlaştırma söylemine tepki olarak gelişen bu söylem, "demokratik-anıt", "anti-anıt" gibi pekçok isimle de anılmaktadır. Ancak güncel dilde en çok James Edward Young'ın ilk olarak ortaya attığı "karşı-anıt" terimi kullanılmaktadır. Terimin ilk kullanıldığı kaynak için bakınız: Young, J. Edward. 1992, "The Counter-Monument: Memory Against Itself in Germany Today," Critical Inquiry, ss.267-296.
 
[3] Habermas, Jürgen, 1987, Eine Art Schadensabwicklung, Suhrkamp, Frankfurt, s.163. Alıntılanan kaynak için bakınız: Huyssen, Andreas, 1994, "Monument and Memory in a Post-Modern Age," The Art of Memory: Holocaust Memorials in History, yay.haz. James E. Young, Prestel-Verlag, Münih, s.16.
 
[4] Lin, Maya, 1995, Grounds for Remembering: Monuments, Memorials, Texts, Occasional Papers of the Doreen B. Townsend Center for the Humanities, Doreen B. Townsend Beşeri Bilimler Merkezi, Berkeley; 3. alıntılanan kaynak için bakınız: Lipstadt, Hélène, 1999, "Learning from Lutyens: Thiepval in the Age of the Anti-Monument," Harvard Design Magazine, s.68.
[5] Young, J. Edward, 2000, "Memory, Countermemory and the End of the Monument," At Memory's Edge After-Images of the Holocaust in Contemporary Art and Architecture, Yale Üniversitesi Yayınları, New Haven, Londra, s.96.
 
[6] Young, 2000, s.93.
 
[7] Lipstadt, 1999, s.58.
 
[8] Avustralya Savaş Anıtları Müzesi Arşivi'nde bu anıtların bir kısmının fotoğrafı olmakla birlikte, alanda pek azı hariç onlarla ilgili herhangi bir iz bulunmamaktadır. Bu anıtlara dair daha detaylı bilgi için: Bademli, Raci, vd. 1997, Katalog: Gelibolu Yarımadası Barış Parkı Uluslararası Fikir ve Tasarım Yarışması, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yayınları, Ankara; 13.
 
[9] Yarımadanın farklı yerlerine dağılmış bulunan bu anıt ve mezarların biri hariç (Yeni Zelanda anıtı-Samuel Hurst Seager) hepsini komisyonun Gelibolu için seçtiği İngiliz mimar Sir John Burnet tasarlamıştır. Bilgi için bakınız: Annual Report of the Imperial War Graves Commission: 1919-1920, H.M.S.O., Londra, s.7.
[10] Lozan Anlaşması'nın 124. ve 136. arasındaki maddeleri Gelibolu Yarımadası'nın fiziksel gelişme koşullarını belirlemeye ve müttefik devletlerin anıt ve mezarlarının özel statülerini tarif etmeye ayrılmıştır.
 
[11] Longworth, Philip, 1967; 1985, The Unending Vigil: A History of the Commonwealth War Graves Commission, 1917-1984, Camelot Yayınevi, Londra, s.112.
[12] Jüri raporu için bakınız: 1944, "Çanakkale Zafer ve Meçhul Asker Anıtı Müsabakası," Mimarlık, 3/1944, ss.52-65, 72. Tasarımcısının açıklamaları için bakınız: Erginbaş, Doğan. 1950, Anıt-Kabirler ve Zafer-Asker Anıtları, İstanbul Yayınevi, İstanbul, ss.31-35.
[13] Bademli, Raci, vd. 1997, Kitap: Gelibolu Yarımadası Barış Parkı Uluslararası Fikir ve Tasarım Yarışması, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yayınları, Ankara, ss.1-8.
 
[14] Balamir, Aydan, 1998, "Jüri Üyeleriyle Görüşme," Mimarlık, no:283, ss.32-33.
 
[15] Gelibolu Barış Parkı Uluslararası Tasarım ve Fikir Yarışması Birincilik Ödülü Sunum Paftası, Milli Parklar Müdürlüğü Eceabat Ofisi Arşivi.
 
[16] Lasse Brøgger ve Anne-Stine Reine, Gelibolu Barış Parkı Uluslararası Tasarım ve Fikir Yarışması Birincilik Ödülü Sunum Paftası, Milli Parklar Müdürlüğü Eceabat Ofisi Arşivi.
 
[17] John Lonsdale, Nynke Joustra, Volker Ulrich ve Steve Reid, Gelibolu Barış Parkı Uluslararası Tasarım ve Fikir Yarışması, İkincilik Ödülü Sunum Paftası, Milli Parklar Müdürlüğü Eceabat Ofisi Arşivi.
[18] Şahindere ve Soğanlıdere şehitlikleri gibi.
 

Bu icerik 5661 defa görüntülenmiştir.