ETKİNLİK
BAYSAL-BİRSEL RASYONALİZMİ: 20. Yüzyılın İkinci Yarısında Mimarlık Pratiği Sempozyumu Üzerine Notlar
Derin İnan, Yrd. Doç. Dr., TEDÜ, Mimarlık Bölümü, Anma Programı Program Yürütücüsü
2006 yılından bu yana Mimarlar Odası tarafından sürdürülen Anma Programı’nın dördüncüsü 7 Mart 2014 tarihinde Mimarlar Odası İstanbul BK Şubesi’nin ev sahipliğinde düzenlendi. Bundan önceki dönemlerde sırasıyla Mimar Kemalettin, Seyfi Arkan, Zeki Sayar için düzenlenmiş olan Anma Programı, mimarlığımızın çeşitli alanlarında nitelikli çalışmaları ile katkıda bulunmuş isimleri anımsamanın yanı sıra mimarlık alanına yaptıkları katkıları faklı bakış açılarından değerlendirerek, güncel bir tartışma zemini oluşturmayı amaçlıyor. 2012-14 dönemi için seçilen Haluk Baysal ve Melih Birsel hakkındaki çalışmalar ise “Baysal-Birsel Rasyonalizmi: 20. Yüzyılın İkinci Yarısında Mimarlık Pratiği” teması çerçevesinde yürütüldü ve sempozyum programına taşındı.
Yoğun bir katılım ile gerçekleşen sempozyum programı, Baysal-Birsel mimarlığının farklı açılardan değerlendirildiği dört farklı oturumda tartışıldı. Açılış konuşmalarında ilk sözü alan sempozyum yürütücüsü Ali Cengizkan, Anma Programı’nın mimarlığımızı konuşmak için çok önemli bir fırsat yarattığına, mimarlık kültürüne, birikimine yeni değerler ve açılımlar kazandırdığına değindi. Bu kapsamda arşivlerinin çok büyük bir kısmı yok olmuş olan Baysal-Birsel mimari birikiminin ve bu üretimin çeşitlilik yelpazesinin yeni bakış açılarıyla gündeme taşınması ve tartışılmasının, üretimleri hakkında çok da yazmaya hevesli olmamış mimarların mimarlığına dair güncel açılımlar sağlayacağına inandığını belirtti.
Sonrasında söz alan Mimarlar Odası Genel Sekreteri Necip Mutlu, şu anda 43.500 üyesi bulunan Odanın hızla artan üye sayısı da gözönüne alındığında, toplumsal rolünün katlanarak artığını belirtti. Son dönem yasa değişiklikleri ve yasal baskılarla meslek haklarına saldırıldığını ve Oda olarak rant alanı olarak görülen kentlerimize yapılan saldırı ve müdahalelere karşı, hukuksal platformda Gezi eylemlerinin verdiği enerji ile çalışmayı sürdürdüklerinin altını çizdi.
Açılış oturumunun son konuşmacıları ise, kişisel anılarını katılımcılarla paylaşan, Haluk Baysal ve Melih Birsel’in aile bireyleriydi. İlk sözü alan Haluk Baysal’ın yeğeni Ayşe Can Baysal, 1918 İstanbul doğumlu Baysal’ın ailenin en yakışıklısı olduğunu ve ailesinin mühendis olması yönündeki baskılarına rağmen kendi isteği doğrultusunda mimarlık eğitimi almak için Güzel Sanatlar Akademisi sınavlarına girdiğini söyledi. Baysal-Birsel’in imzasını taşıyan Saatçioğlu Villası yanında, Baysal’ın aile yakınları için kısıtlı imkânlarla inşa ettiği küçük villada geçirdiği günlerden bahseden Ayşe Baysal, doğayla iç içe olan bu villada, gerek kullanılan doğal ışığın gerekse de teraslarının konumu ile çevreyle kurduğu ilişkinin kendisinde yarattığı derin etkiyi hâlâ unutamadığını belirtti. Melih Birsel’in yeğeni Zeynep Oral ise Birsel’in akrabası olmasından öte arkadaşı olduğunu ve gençlik yıllarında, özellikle de Paris’te eğitim gördüğü zamanlarda pek çok anlamda kendine destek ve yol gösterici olduğunu söyledi. Birsel ile kurdukları arkadaşlığın kendine sunduğu kazanımlara değinirken, eleştirel bakmayı, bakılanı hem görebilmeyi hem de sorgulayabilmeyi ve mimarlığın engin dünyasına dair değerleri anlamakta amcasıyla arkadaşlığının payının büyük olduğunun altını çizdi.
Birinci oturumun gün içindeki tartışmalara genel bir çerçeve oluşturacak açılışını İlhan Tekeli “Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Yaşadığı Dönüşüm İçinde Baysal-Birsel Mimarlığının Yeri” başlıklı konuşması ile yaptı. Baysal-Birsel mimarlığını II. Dünya Savaşı sonrasında Cumhuriyetin radikal modernite projesinden popülist moderniteye geçişte yaşadığı değişim içinde kavramaya yönelik çok katmanlı bir dönem okuması içinde anlamaya çalışan Tekeli, Baysal-Birsel ortaklığının bu ortam içindeki konumunu belirleyen örnekler üzerinde durdu. Baysal-Birsel bürosunun dönemin az sayıda mimarlık bürosu ile birlikte yarattığı etkileşme mekanizmasının uluslararası stilin öne çıkmasında öncü işlevi olduğuna ve mimarlık büroları çevresinde başlatılan bu açılımın, hem devlet hem de üniversite ortamlarında mimarlık paradigmasının değişimine yol gösterici nitelikte olduğuna değindi. Dönemin mimarlık bürolarının aksine Baysal-Birsel’in büronun devamlılığını sağlamak amacıyla fazla yarışmaya girmediklerine dikkat çeken Tekeli, mimarların bu anlamda dış bağlantıları ve kurdukları ilişkilerin önem kazandığına değinirken, büronun esnek yapısının, gerektiğinde çözülüp uzun süreler ayrı kalabilen bir yapıda olmasının da bu sürekliliği desteklediğini vurguladı.
Sonrasında sözü alan Doğan Hasol ve Ersen Gürsel ise 20. yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’de mimarlık pratiğinin iç dinamiklerini ortaya koydukları sunuşlarını, kişisel deneyimlerinin çeşitliliği içinde sundular. Doğan Hasol, Baysal-Birsel ortaklığının kuruluş yıllarından, yani 1950’lerden günümüze, Türkiye’nin geçirdiği sosyal, ekonomik, politik süreçleri ve bunların mimarlık pratiği ve mimarlık büroları üzerindeki etkilerini, sunduğu kapsamlı tablo üzerinden anlattı. 1950’lerde genelde işhanlarında en fazla 2-3 oda kiralanarak yürütülen küçük mimarlık bürolarının, politik ve ekonomik kısıtlar karşısında konumlanmaları, yeni kurulan Mimarlar Odası’nın değişimler ışığında örgütlenme çabaları, bu alanda Baysal ile birlikte yürüttükleri çalışmalar ve İstanbul için YEM’in çatısı altında Baysal ve Birsel’in de katılımı ile yaptıkları tartışmalar çevresinde, mimarlık ortamının yüzleştiği değişimlere değindi.
Mimarlık pratiğine ilk adım attığı dönemlerde, gerek devlet gerekse de diğer işveren ve yükleniciler karşısında yaşanan sıkıntılara değinen Ersen Gürsel, bu ilişkiler kıskacında mimarın düşünmesinin, tartışabilmesinin ve farklı yorumlar geliştirmesinin önünün kapandığının ve mimarın işlevsellik alanının çok sınırlı kaldığının altını çizdi. Baysal ve Birsel’i kişisel olarak fazla tanımamasına rağmen, kendi dönemlerinin mimarlık ortamında rasyonelliğe istisna oluşturan projelerinin ve örneğin Şişli’deki Hukukçular Sitesi’nin olması gerekenin dışına nasıl çıkılabileceğinin önemli bir örneği olduğunu belirtti. Günümüzde yeniden edilgen konumda bırakılmak istenilen mimarlar ve mimarlık mesleği karşısında Baysal-Birsel örneğinde olduğu gibi özgün tasarım üretebilme özgürlüğü kazanmak adına ne yapılabileceği sorusunun sürekli tartışılması gerektiğini savundu.
Oturumda son sözü, izleyiciler arasında yer alan ve Baysal-Birsel ile pek çok projede beraber çalışmış Eldem Talu aldı ve mimarlar ile birlikte çalıştığı projelerin arkaplan hikayelerinden kesitler sundu. Ankara Karayolları Genel Müdürlüğü Yarışması'nı kazandıktan sonra proje yöneticisi olarak çalışmaya başlayan Talu, Türkiye için bir ilk olacak çelik karkas sistemde tasarlanan yapının uygulamasının Karayolları Müdürlüğü’ndeki kadro değişimi sonucunda nasıl baltalandığına ve uygulanamadığına değindi.
"Baysal-Birsel ve Mimarlık Pratiği" başlıklı ikinci oturumda ilk sözü alan oturum başkanı Doğan Tekeli, yaklaşık aynı dönemlerde mimarlık pratiği içinde oldukları Baysal-Birsel ile yaşadıkları renkli anılara ve Türkiye mimarlık ortamının kurumsallaşma sürecinde öne çıkan ve bütün mimarları etkileyen bazı olaylara dikkat çekti. Ankara Karayolları Genel Müdürlüğü Yarışması'na kalabalık bir ekiple katılarak başarılı olmanın, mimaride çok da kolay sağlanamayan kolektif bir düşünme ortamı yaratabilmenin erdemine değinirken, tanıyabildiği kadarıyla oldukça farklı kişilikleri olan Baysal ve Birsel’in, birlikte oldukları sürede verimli ve bir o kadar da farklı bir ortaklık yaratmayı başardıklarının altını çizdi. Kolektif çalışmaya dayalı bu birlikteliğin ayrıca beraber katıldıkları ve ülkedeki mimarlık ortamının ve toplum meselelerinin tartışıldığı Salı Toplantıları’na katkılarıyla da kendini gösterdiğini belirtti. Kendi pratikleri ile karşılaştırıldığında çok daha az sayıda yarışmaya katılmış bir büro olduklarına dikkat çeken Tekeli, bunda farklı bir işveren çevresi ve büro disiplininin rolü olduğunu söyledi.
Sonrasında sözü alan Ela Kaçel, Haluk Baysal ve Melih Birsel mimarlığının 1950’lerden itibaren Türkiye’de pratik ve söylem arasındaki dinamikleri incelemek ve modernizmin yerel yansımalarını okumak adına önemine dikkat çekerek başladığı sunumuna, “Fidüsyer” kavramından yola çıkarak kolektif düşünmeye dayanan Baysal-Birsel mimarlık pratiğinin kendine özgü özelliklerini inceleyerek devam etti. 1952-78 yılları arasında kurmayı başardıkları kimi zaman bireysel kimi zaman ise kolektif üretim yapabilmelerine olanak veren büro yapısının, mimari üretimin geneline bir süreksizlik ve tutarsızlık olarak yansıması beklenirken, tam da aksine mimari üretimlerine farklılaşma ve esneklik kazandıran bir sistem olarak ortaya çıktığını belirtti. Bu zengin ve çeşitlilik gösteren üretim tablosunda, modernizm ideolojisine bağlılıklarından, yeni teknoloji kullanımından ve mekân tipolojilerine geliştirdikleri arayıştan ödün vermeyen ikilinin özelikle konut mimarisinde yeniyi üretmek için önemli bir alan yarattıklarını söyledi.
Oturumun son konuşmacısı olan Zafer Akay, Baysal-Birsel ortaklığının mimari yarışmalara olan katkısını incelediği sunumunda, Arkitekt ve Mimarlık dergilerinde yayımlanan belgelerden hareketle, büronun 1945-1973 yılları arasında mimarlık yarışmalarındaki etkinliğine odaklanarak, dönemin diğer bürolarıyla karşılaştırmalı bir okuma yaptı. Toplamda hem bireysel hem de ortak olarak 20 yarışmaya katıldıklarını ve bunların sonucunda 3 birincilik ödülü aldıklarını belirten Akay, özellikle Baysal-Birsel’in ortak olarak katıldığı ve birincilik ödülü aldıkları ve sonradan uygulanmasından vazgeçilen Karayolları Genel Müdürlüğü projesine odaklanarak bu projede yakalanan plan esnekliğine, kentin mevcut değerleri ile kurulan ilişkiye ve teknoloji kullanımına değindi. Baysal’ın farklı bir ekiple katıldığı ve üçüncülük ödülü aldığı Maliye Sitesi Yarışması'nın ise zor ve kapsamlı bir yarışma olduğuna değinirken, jürinin projeye verdiği olumlu raporda yer alan değerlerden kısaca bahsetti.
Baysal-Birsel’in modern mimarlığının tartışıldığı üçüncü oturumun başkanı ve ilk konuşmacısı olan Funda Uz, Hukukçular Sitesi projesi üzerinden geliştirdiği yapısal okumada, bu yapının uluslararası örneklerle kurduğu kavramsal bağlara odaklandı. 1928 tarihli Moisei Ginzburg’un Narkomfin Apartman projesinin Le Corbusier’nin 1950 tarihli Unité d’Habitation projesi için nasıl ilham verici olduğuna değinen Uz, aynı ilişkinin Unité d’Habitation ve Hukukçular Sitesi arasında da gözlemlenebileceğini öne sürdü. Bu üç yapının sadece biçimsel ve kurgusal değil, konutun mekânsallığına ve kullanımına yönelik kavramsal ve yenilikçi düşünceler barındırdığına ve Hukukçular Sitesi örneğinde bu yeniliklerin farklı konut tipolojilerinin sunduğu çeşitliliğin yanı sıra sitenin işletim modellerine kadar pek çok ölçekte görünebilir olduğuna dikkat çekti.
Baysal-Birsel uygulamaları üzerine Anma Programı Komitesi içinde kolektif olarak yürütülen araştırmanın bir dökümünü sunan İrem Küreğibüyük, yaklaşık 30 yıl boyunca süren mimarlık bürosu ortaklığı sonucunda ortak imzaları bulunan ve aralarında; Hami Çon, Oma, Şevket Saatçioğlu Villaları; Natuk Birkan, Atıf İlmen, Helvacıoğlu Apartmanları; Egehan, Beytem Han, Soytaş İş Merkezi ve Hukukçular Sitesi’nin olduğu 20 yapı üzerine odaklanan bir sunuş gerçekleştirdi. Ağırlıklı olarak konut ve iş merkezinden oluşan bu yapı stokunun döneminin mimarlık ortamı içerisindeki öncü rolleri ve özgün yapısal kimlikleri üzerinden kısa okumalar sunan araştırma ayrıca yapıların künyelerine ve güncel durumlarına dair görsel belgelerle desteklenerek sunuldu.
Elvan Altan Ergut, 2008 yılında yerine bir alışveriş merkezi inşa edilmek üzere yıkıldığı için günümüze ulaşamayan 1969 tarihli Vakko Turistik Elişi, Eşarp ve Konfeksiyon Fabrikası üzerine odaklanan sunuşunda, yapının dönem mimarlık üretimi içindeki yerinin yanı sıra Baysal-Birsel mimarlığındaki önemine de değindi. 1950’li yıllardan itibaren hızla büyüyen İstanbul’un önemli ana arterlerinden birini oluşturan Londra Asfaltı üzerinde konumlanan ve dört ana bölümün tek katta yayılması ile oluşan yapının gelişmekte olan endüstri mimarisi alanında teknoloji kullanımı, mimarlık ve sanat ilişkisini öne çıkaran tavrı ve dönemin modernist dilini kullanışı açısından öncü bir örnek olduğunun altını çizdi.
Oturumun son konuşmasını, Melih Birsel’in imzasını taşıyan Kamhi Apartmanı’na ve apartmanın öne çıkan çelik taşıyıcı strüktürüne odaklanan sunumu ile Yeşim Altuğlu gerçekleştirdi. Yapıyı Melih Birsel’in eşliğinde gezme fırsatını yakalayan Aktuğlu, apartmanın çelik kullanımı ile sağlanan şeffaf dolu çıkmalarına ve genelinde yarattığı hafiflik etkisine vurgu yaptı.
Sempozyumun kapanış oturumu olan dördüncü bölümü, Uğur Tanyeli’nin 1950’lerden 1960’lara muhafazakârlık-değişim ikileminde Türkiye’deki kültürel üretim ve Baysal-Birsel ortaklığını irdelediği sunuşu ile başladı. Bu dönemin kültürel üretiminin muhafazakârlık-değişim kutupsallığı içinde değerlendirilmesinin anlamlı olacağını savunan Tanyeli, bu kutupsallığın ülkenin kendi üretimiyle gerilimli bir ilişki doğurduğunun altını çizdi. Bu çelişkili durumun, Baysal-Birsel gibi değişimi merkezine alan bir büronun ve kökü dışarıda olan mimarlık pratiğinin, dönemi içinde önemsenmemesinin doğal nedeni olduğu vurgularken, bir yandan da bu muhafazakâr ortam ile olan problemli ilişkinin Baysal-Birsel mimarlık üretimini var eden önemli bir etken olduğunu vurguladı.
Programın kapanış konuşması ve gün içindeki tartışmaları toparlamak adına son sözü sempozyum sorumlusu Ali Cengizkan aldı. Kendi sunuşundan önce seyircilerden Baysal ve Birsel ile çeşitli projelerde birlikte çalışmış ve kendilerini yakından tanıma fırsatı bulmuş Levent Aksüt ve Enis Kortan, Baysal-Birsel ile ilgili anılarından ve farklı proje süreçlerinden bahsetmek için kısaca söz aldılar. Sonra yeniden sözü alarak mimarlık eleştirisinin sabit tanımlar ve katı çerçeveler nedeniyle özgür bir alanda tartışılmasında sıkıntı yaşadığına değinen Cengizkan, mimarlık kültürümüze dair düşünce geliştirme biçimlerimizin de bundan payını aldığını belirtti. Bu bakış açısından hareketle örneğin sempozyumun başlığında yer alan “rasyonalizm” kavramının yerleşik tanımlara referans vermesinin bu kavramın tartışılamayacağı anlamına gelmemesi gerektiğini vurguladı. Çoğu zaman konuşmaktan kaçındığımız "rasyonalizm", "gelenek", "yenilik" ve benzeri kavramların alt dinamiklerinin ortaya çıkmasının önemli olduğunu ve Anma Programı’nın da bu tartışmalara olanak tanıdığı oranda önem kazandığını belirtti. İki senelik süreç boyunca önemli bir emek ve araştırma birikimi üreten Anma Programı’nın gerçek amacının seçilen mimarların anılarını yaşatmaktan öte, belirli bir dönemin kültürünü inceleyerek onun ortaya çıkarttığı mimari birikime ve durumlara tekrardan bakabileceğimiz bir program olması gerektiğini vurguladı.
Bu icerik 7544 defa görüntülenmiştir.