OKURLARDAN
Tafuri’den Nasıl Haberdar Olduk?
Güven Birkan, Mimar
Nelerin, ne kadar tesadüfî olabildiği konusunda bilimsel bir çalışma yapılabilir mi?
Yanıt için felsefi yorumlara girmeksizin itiraf etmeliyim ki, bu soruyu aslında Mimarlık dergisi okurlarının Tafuri’den haberdar olmalarını ne tür tesadüfler dizisine bağlı olduğunu anlatmak için sordum.
- Eğer 1980’lerin başında maddi olanaksızlıklar nedeniyle Mimarlık dergisi yayınına bir yıl kadar ara vermeseydi;
- Maddi olanaksızlığın kısa sürede giderilemeyeceği kanısına varılarak, derginin geleneksel boyutu küçültülüp alışılmış mimarlık dergisi niteliğinin dışına çıkılmasaydı;
- Boyutun yanı sıra hacminin de küçültülmesi yetmezmiş gibi, Mimarlık dergisi yıllardır yayımlanan Mimarlık Haberler Bülteni’nin işlevini de üstlenmek zorunda kalmasaydı;
- Oda yönetimi, yayın yoluyla üyelere ulaşma konusunda bu denli kararlı olmasaydı;
- Dergiye yazı sağlayan kanallarda tıkanmalar ve kopukluklar nedeniyle yeni yazarlar arama gereksinimi doğmuş olmasaydı;
- Dergi sayfalarını yarışma sonuçlarıyla doldurmaya, derginin boyutu ve hacmi izin verebilseydi;
- Dergi yönetimi, 1970’lerin başlarında İstanbul’dan Ankara’ya taşınmış olmasaydı;
- Ankara’da Odaya destek veren ve Oda yönetiminde de görev alan genç kadro, büyük ölçüde yabancı dil ile eğitim görmüş, yabancı kaynakları okuyup tartışan bir çevrenin üyeleri olmasaydı;
- Yayın Komitesi’nin tamamı bu gençlerden oluşmuş olmasaydı;
- Yeterli yazı sağlanamayınca komite üyeleri kolları sıvayıp doğrudan yazarlığa soyunmak zorunda kalmasalardı;
- Dergiye yeniden yaşam vermeye çalışan Yayın Yönetmeni, o gençlerle aynı çevreden ve bir ölçüde aynı kuşaktan gelmediği halde ve Oda üyelerinin çok büyük bir kesiminin Tafuri ile başlarının hoş olmayacağını bildiği halde bu genç kadronun hevesini kırmanın yanlış olacağını düşünmeseydi;
Sevgili dostumuz Haldun Ertekin’in “Mimarlık ve Ütopya” yazı dizisi Mimarlık dergisinde yayımlanmamış olacaktı ve okurlar da Tafuri’den haberdar olamayacaktı.
Mimarlık dergisinin 376. sayısında yayımlanan Sabiha Göloğlu’nun “Mimarlık’ta Postmodern Kuram ve Uygulama” başlıklı yazısını okurken kafamdan bu tesadüfler dizisi geçti. Bunların hiçbirinin tesadüf olmadığını da aynı sıra ile uzun uzun anlatabilirim. Önemli olan, özellikle 1981’de dergi yeniden yayın hayatına başlarken, postmodernizm ya da başka bir konunun dergide yer alma kararının öyle çok da seçmeci davranarak ve enine boyuna tartarak verilme lüksü olmadığının bilinmesidir. Ancak, konu ne olursa olsun, Yayın Komitesi, içeriğin denetimini, yazı ısmarlanacak kişiyi seçerken yapıyordu. Küçük hacmin ve projeye yer veremeyişin olumsuzluğunu gidermede yazı dizileri bir anlamda araç olarak kullanılıyordu.
Örneğin Sayın Bektaş’ın röportaj, çizim ve fotoğraflarla desteklediği “Halkın Elinden Dilinden” konulu yazı dizisi, okuma özürlü mimarlık topluluğu ile canlı bir iletişim aracı olacaktı. “İslam Mimarisi” ile ilgili yazı dizisi, konunun güncelliği nedeniyle mimarların ilgisini çekebilirdi.
Bir anlamda görece “popüler” yazıların hafiflettiği dergi, komite üyelerinin seçtiği ya da kaleme aldığı teori/felsefe bazlı yazılarla başka bir okuyucu kitlesine de ulaşmaya çalışıyordu.
Göloğlu’nun çalışması, Mimarlık dergisini, bir meslek kuruluşunun yayın organı olma özelliğini de dikkate alarak yeni bir değerlendirmeyle geliştirildiğinde, dergide ele alınan konuların ve bunların içeriklerinin daha sağlıklı yorumlanması fırsatı doğacağını düşünebiliriz. Ele alınan dönemdeki toplumsal ve mesleki koşulların Oda yönetimine nasıl yansıdığı, Oda yönetimlerinin Yayın Komitesi üzerindeki etkileri ve bu etkilerin dönemsel değişimleri, Mimarlık dergisinin yayın politikasının oluşmasında belirleyici görülebilir. Çalışmada bu noktaya kısaca değinildiğini görüyoruz.
Ayrıca Odanın ve Yayın Komitesinin örgütsel yapısını ve işleyişini bilmek de, yorum yaparken yararlı olabilir. Örneğin, derginin “yazı işleri müdürlüğü”, 1980’li yılların başlarına kadar bir anlamda onursal, bir anlamda da yasal bir pozisyon olagelmiştir. O kişi yayını yönetmez, ama yayında herhangi bir suç unsuru bulunduğunda okkanın altına gider; böylece dergi, “yayın yönetmeni” tarafından aksatılmadan çıkarılmayı sürdürür. Bu bağlamda, örneğin Merih Karaaslan, sadece yazı işleri müdürü sıfatını taşımış ama aynı dönemde yayını Yasemin Erk yönetmiştir. (Artık aramızda olmayan bu iki meslektaşımızı da bu vesile ile anmış olduk.)
Bir de belki daha genel bir bakış olarak, Odanın bu dergiyi hangi amaçla yayımladığı sorusuna, Oda yönetimlerinin farklı dönemlerde verdiği yanıtlar da, Göloğlu’nun değerlendirmelerine ışık tutacak önemli bir etken olabilir.
Bu çalışmasıyla, bütün bunları düşünmeme vesile olduğu için Göloğlu’na teşekkür ederim.
Bu icerik 5950 defa görüntülenmiştir.