CUMHURİYET DÖNEMİ MİMARLIĞI
Bir Yapım ve Yıkılma Hikâyesi: Ankara Spor ve Sergi Sarayı (1957-1958)
Hilal Tuğba Örmecioğlu, Yrd. Doç. Dr., Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Bölümü
Yıl 1947. Ankara’ya yeni bir kapalı stadyum yapma fikriyle açılan yarışmayı kazanan ekibin tonoz önerisi, dönemin ekonomik şartlarının gereği olarak betonarme yapılmaya karar verilir. Ancak o döneme kadar Türkiye’de denenmemiş “yeni” bir fikir olan bu betonarme kabuk yapı, sadece dokuz ay gibi kısa bir süre kendini ve teknolojisini sergileme fırsatı bulabilir. Yapının hayat döngüsünü ele alan yazar, yıkılmasının ardından akılda kalan sorulara ve oluşan önyargılara dikkat çekiyor.
Mimarlık, mimarın ve binanın tekil varlıklarının ötesinde ülke, kent, devlet, bürokrasi, teknoloji, toplum, ekonomi ve benzeri birçok alanın iç içe geçtiği bir etkileşim alanı. Bu nedenle kendileri yok olsa bile bazı binaların tarihi sadece mimarı, banisi, tasarımı, yapım hikâyesi ile bitmiyor; arkalarında bıraktıkları etkiler birçok farklı alanda sürmeye devam ediyor. Bazı binalar yapımları kadar yıkımlarıyla da toplumsal ve mesleki bellekte derin izler bırakabiliyorlar, özellikle de dramatik bir yıkımları varsa…
***
Löcher planında hakkında bir öneri geliştirilmemiş olan bugünkü hipodrom ve spor kompleksi alanı “gerek vesati nakliye ve gerekse yaya gidenler için turuk-u münakalanın kolayca tesisi mümkün olması yüzünden” Jansen tarafından sportif aktiviteler için ayrılmıştı.(1) 1932 yılında kabul edilen Jansen Planı ile sınırları ve içinde yer alan işlevleri belirlenen alanda aynı yıl içinde uluslararası bir hipodrom ve stadyum yarışması açılmış ve yarışmayı İtalyan mimar
Paolo Vietti-Violi kazanmıştı. Proje kapsamında öncelikle Balkan olimpiyatları için düşünülen 3.000’i kapalı olmak üzere 25.000 kişilik stadyum inşa edilmeye başlandı. 1938 yılına kadar ise aralarında hipodrom, velodrom, jimnastik salonu, atış poligonu, spor kulüpleri ve antrenman salonlarının bulunduğu diğer parçalar tamamlanmış, böylece Ankara ülkenin en büyük açık spor merkezi olmuştu.(2)
Kısa süre sonra İstanbul’da da yeni spor sahaları yapılmaya ve eskiler genişletilmeye başlandı. Yenilenen Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin stadyumlarını 1947 yılında Beşiktaş İnönü Stadyumu ve 1948 yılında İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nın inşası izledi. Özellikle 7.000 kişilik kapalı salon kapasitesiyle açıldığı tarihte Türkiye’de uluslararası etkinliklere evsahipliği yapabilecek tek mekân haline gelen İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nın (bugünkü adıyla İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı) inşasıyla Ankara spor altyapısı konusundaki üstünlüğünü kaybetmeye başladı. Nitekim kısa süre sonra Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası (1949) gibi önemli uluslararası etkinlikler İstanbul’da yapılmaya başlanacaktı.
1947 ANKARA SPOR VE SERGİ SARAYI YARIŞMASI
Bu gelişmeler üzerine Ankara’da ise hem hızla artan nüfus sebebiyle artık yeterli olmayan mevcut stadyumun kapasitesinin artırılması, hem de İstanbul’la rekabet edebilecek bir kapalı spor salonu inşa edilmesi için ilk yarışmanın üzerinden on beş yıl geçmeden aynı alanda yeni bir yarışmanın açılması gündeme geldi. 1947 yılında düzenlenen Ankara Spor ve Sergi Sarayı Yarışması’nı İTÜ Mimarlık Bölümü’nün yeni mezunlarından Mesut Evren ve Ali Nihat Hasekioğlu kazandı. Bu ikili daha sonra Bursa Santral Garaj yarışmasını da kazanacaktı.
(Resim 1)
Önerilen proje 57x80 metre gibi iddialı bir açıklığı geçen 24 metre yüksekliğinde tonoz bir yapıydı. Yapının mimarlarından Evren’in 1954 yılında yaptığı “Kapalı Spor Salonları ve Diğer Spor Tesislerine Umumi Bir Bakış” başlıklı yeterlilik çalışmasında anlattığına göre örtü sistemi önce “3.00 ve 6.00 metre aralıklarla sıralanmış 57 metre serbest açıklıklı, 24 metre irtifalı, üç mafsallı ve alttan gergili” çelik konstrüksiyon olarak düşünülmüş ve aralarının hafif plaklarla kapatılması öngörülmüştü. Ancak çeliğin yurtdışından getirilen bir malzeme olması, yeni biten dünya savaşı sonrası temin edilmesinin zorluğu ve uzun sürmesi nedeniyle projede bazı revizyonlar yapılması gerekti. Yeni projede salon kapasitesi 5.500 kişiye, açıklık 40, yükseklik ise 20 metreye düşürüldü. Çelik konstrüksiyon ise çimentonun Türkiye’de üretilmesi nedeniyle daha ekonomik bulunan betonarmeye dönüştürülmüştü.(3)
Üst örtü betonarmeye dönüştürülürken dıştan kemerlerle güçlendirilmiş, tek eğrilikli, süreksiz tonoz biçimli, ince betonarme kabuk sistem tercih edilmişti. Betonarme kabuğun hesapları Teknik Üniversite hocalarından Prof. Dr. İhsan İnan tarafından yapılmıştı. 40 metrelik açıklığı geçen kabuğun kalınlığı en ince yerinde 10 cm; mesnete yaklaşık 1.00 metre yakınlıktaki bölümde ise 15 cm idi.(4) (Resim 2)
“Daire ve parabol yaylarının birleşmesiyle elde edilen bir form içinde hesaplanan çatı, kabuk inşaatın Türkiye’de ilk büyük tatbikatı”(5) olsa da aslında kemerle güçlendirilmiş betonarme ince kabuklar Freyssinet’in ilk projelerini gerçekleştirdiği 1920’lerden itibaren dünyada ilgiyle takip edilen bir sistemdi. Özellikle dünya savaşlarının yarattığı çelik sıkıntısı İtalya, İspanya gibi ülkelerde betonarme kabuk sistemler mühendislerce daha az malzemeyle daha geniş açıklık geçmek için tercih edilirken benzer ekonomik sıkıntıları yaşayan, ancak inşaat sektörünün yetenekleri daha sınırlı olan Türkiye’de henüz denenmişti. (Resim 3)
“Bilhassa şehir rekabeti sebebiyle İstanbul’daki kapalı spor salonundan daha güzel ve daha itinalı olarak yapılmasına gayret gösteril[en]”(6) kapalı spor salonunun inşaatı üç yıl sürdü. 1954 yılında yapımına başlanan projeyi Haydar Emre ve Cemil Arıduru tarafından kurulan dönemin deneyimli inşaat şirketlerinden Haymil Şirketi yüklenmişti. Haymil Gazi Terbiye Enstitüsü, Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ankara İş Bankası İkramiye Evleri gibi önemli projeleri başarıyla tamamlamış bir şirketti. Ancak diğer çağdaşları gibi ülkenin dalgalanan ekonomik koşulları nedeniyle 1970’lerin başında iflas etti. İnşaatın şantiye şefliğini yapan mühendis Ayduk Koray ise daha sonra Koray İnşaat’ı kuracaktı.(7)
İnşaatın 2,5 milyon liralık finansmanı, bizzat yapımını da üstlendiği toplu konut projelerine ek olarak Türk Ocağı, Merkez Bankası Binası, Ankara Devlet Opera ve Balesi gibi prestij projelerine de kaynak sağlayan, Emlak Bankası tarafından sağlandı.(8) 23 Nisan 1954 tarihinde temeli atılan Ankara Spor ve Sergi Sarayı, uluslararası bir güreş turnuvasıyla birlikte 19 Ekim 1957 günü açıldı. 1956 yılında tadilatına başlanarak kapasitesi 60.000 kişiye çıkarılan 19 Mayıs Stadyumu’nun da on gün sonra Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında açılmasıyla Ankara yeniden Türkiye’nin en modern açık ve kapalı spor tesislerine sahip olmuştu.
“ANKARA SPOR SERGİ SARAYI ÇÖKTÜ”
Ne var ki, Ankara Spor ve Sergi Sarayı açılışından yaklaşık dokuz ay sonra, 2 Haziran 1958 gecesinde, hiç de beklenmedik bir şekilde aniden yıkıldı.
(Resim 4) Ertesi günkü gazetelere demeç veren yetkililerden bazıları olayın o gece yağan yoğun yağmur ve fırtınadan, diğerleri ise yapısal sistemin bozukluğundan ya da zemin problemlerinden olabileceğini öne sürdüler.(9) Olayın hemen ardından Nafia Vekâleti’nce İnşaat Mühendisleri Odası’ndan Nurettin Evin, Muhittin Toköz, bakanlıktan Ali Terzibaşıoğlu, Mehmet Ali Terim, Fehiman Tokluoğlu, Mahmut Nefesoğlu ve İTÜ’den Prof. Dr. Mustafa İnan’ın katılımıyla yedi kişilik bir inceleme heyeti oluşturuldu.(10)
İlk tahminlerin aksine heyet ne temellerde, ne projede ve hesaplarda elle tutulur bir hata bulamadı. O dönemde Türkiye’de hazır betonun olmayışı ve vibrasyonun etkin yapılamayışı beton kalitesiyle ilgili kuşkular yaratmasına rağmen testler için alınan numuneler de olması gereken dayanımda çıkmıştı. Bilirkişi raporunda belirtilen yegâne eksiklikler işçilik ve donatıların yerleştirilmesiyle ilgiliydi. Kalıpta ortaya çıkan bozukluklar nedeniyle sonradan tonoza 5 cm kalınlığında düzeltme şapı dökülmesi gerekmişti ve bu hesapta olmayan bir yük yaratmıştı. Ayrıca raporda, projede olmadığı halde sonradan eklenen havalandırma fanlarının yarattığı dinamik yükler ve yıkılma anındaki fırtınanın da etkisi olabileceği ima ediliyordu. Ancak bunların hiçbiri tek başına tonozun yıkılmasına sebep olamayacağı için heyetin çalışmaları sonucunda kabuğun çökmesine neyin neden olduğuyla ilgili kesin bir yargıya varılamadı.(11) Ancak, o dönemde henüz bilinmeyen ve Ankara gibi karasal iklimi olan şehirlerde etkisi daha kuvvetle gözlenen betonun sünme ve büzülme özellikleri hesaba katılmamıştı. Betonun bu özellikleri Türkiye’de ancak 1980’lerde çalışılmaya başlanacaktı.(12)
DEĞERLENDİRME
Ankara Spor ve Sergi Sarayı, Şişli Cami Kubbesi (1949) gibi bazı küçük örneklerden sonra Türkiye’nin inşa edilen ilk büyük açıklıklı betonarme kabuk yapısıydı.(13) Üstelik gerek strüktürel özellikleri, gerek fonksiyonuyla ülkenin 1950’li yıllarda dikkat çeken prestij yapılarından biriydi. Yıkılması kamuoyunda büyük şaşkınlık yarattı. Birkaç gün önce salonda yapılan boks maçları sırasında çok sayıda kişi bulunmasına rağmen, olayın olduğu akşam bir etkinlik olmaması can kaybını önlemişti. Ancak altı ay sonra gerçekleşen Neşe Sineması olayında bu kadar şanslı olunamadı. Ankara Spor Sarayı’nın aniden yıkılmasının hafızalardaki izi henüz silinmemişken Küçükyalı’daki betonarme sinema salonu bu kez gösterim sırasında çöktü. Olay yerinde 35 kişinin cesedine ulaşılırken ağır yaralılardan bazılarının da ölmesiyle bu sayı 38’e kadar yükseldi.(14)
(Resim 5)
Ardı ardına gelen bu olaylar Türk inşaat sektörünü derinden etkiledi. Ankara Spor Sergi Sarayı’nın yıkılmasını takip eden yıl içinde “Küçükyalı’da bir sinema binası, İstanbul Üniversitesi inşaatındaki istinat duvarı, Çorum Çimento Fabrikası’nda bir silo, Şişli Sineması, Ataköy Plaj Gazinosu’nun çatısı, Kabataş’ta set üzerindeki istinat duvarı ve birkaç apartman” yapısının yıkılması “memleketimizde yapı işlerinin normal gitmediği” hakkında bir algı oluşturdu.(15) Özellikle 1959 yılında Küçükyalı Neşe Sineması’nın çökmesi ve beraberinde gelen dava sürecinde çimento kalitesi, inşaat kalitesi, yapım denetim sistemi ve benzeri konular tartışılmaya başlandı.(16) Aynı yıl yapılan TMMOB kongresinde çöken binalar ve “yurdun muhtelif yerlerinde inşa edilen yeni binaların yıkılmasının, Türk mühendislerinin itibar ve bilgisi üzerine [yarattığı] menfi tesirler” ele alındı.(17)
Bu durum betonarmenin küçük ölçekteki yapılarda kullanımını etkilemese de, uzun vadede büyük açıklıklı betonarme kabuk yapıları yapabilecek teknik ve teknolojik altyapının henüz ülkede oluşmadığı algısını yarattı. Oysaki 20. yüzyılın başında Freyssinet ile başlayan Torroja ve Candela ile devam eden ince betonarme kabuklar 1950’lerin sonlarında en popüler dönemini yaşıyordu. Roma Olimpiyatları için Nervi tarafından tasarlanan ve Ankara Spor Sarayı ile aynı yıl tamamlanan Palazzetto dello Sport (1957) mimarlık dergilerinin kapaklarını süslerken, betonarme kabuklar artan bir şekilde ülkemizde ve yurtdışında mimarlara ilham oluyordu.
1957 yılında yapılan Sidney Opera Binası ve Kocatepe Cami yarışmalarını da iki kabuk proje önerisi kazanmıştı. Her iki projede de önerilen cesur kabukların yapımı konusunda yarışma sonrasında uzun süren tartışmalar olmuştu. Utzon’un tasarımının yapılmasının imkânsızlığı yönündeki tüm eleştirilere rağmen o dönemde yeni kullanılmaya başlayan bilgisayarlı analiz de dâhil tüm imkânlar kullanılarak küre parçalarından oluşan kabuğun inşası başarılır iken, Dalokay ve Tekelioğlu’nun önerisi temellerin atılmış olmasına rağmen iptal edildi. Başka tartışmaların yanı sıra Dalokay’ın 50 metre açıklıklı çift eğrilikli ince betonarme kabuk önerisinin yapılabilirliğiyle ilgili de itirazlar vardı. Kubbe konusunda uzman görüşünü almak üzere Türkiye’ye davet edilen Alman Prof. Wolfgang Zerna’nın kabuğun dökülmesi sırasında kalıp işçiliğinin hayati önem taşıdığını belirten bir rapor vermesinin hemen ardından gerçekleşen bu yıkılma Kocatepe Camisi projesinin de kaderini etkiledi. Nitekim Devrim Diyanet Sitesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği Komitesi’nin 31.10.1966’da Dalokay’ın kontratının iptalini tartıştıkları toplantı da Ankara Spor Sarayı’nın çöküşü gündeme gelmişti.(18) (Resim 6)
Ankara Kapalı Spor Sarayı ise on yıl içinde yeniden inşa edildi. Bununla birlikte yine de bu kötü deneyimin etkisi henüz hafızalardan silinememişti ki yeni yapılan salonun çatısında konvansiyonel bir çözümle çelik makaslı kırma çatı tercih edildi.(19) Bu tarihten sonra Türk mimar ve mühendisleri uzun yıllar sadece betonarme kabuklara değil, geniş açıklıklı, cesur strüktür önerilerine de mesafeli davranacaktı.(20)
KAYNAKLAR
Billington, David, 1983, The Tower and the Bridge, Princeton University Press, Princeton, ss.180-188.
Babüroğlu, Selahattin, 1959, “Ankara Spor Sarayının Enkazının Kaldırılması Münasebetiyle”, Türkiye Mühendislik Haberleri, Mart 1959, s.17.
Güvenç, Murat; Işık, Oğuz, 1999, Emlak Bankası: 1926-1998, Tarih Vakfı, İstanbul.
İnan, İhsan, 1959,“Ankara Kapalı Spor Salonunun Yıkılma Sebepleri Raporuna Cevap”, Yapı Teknik Dergisi, sayı:19, ss.19-20.
Milliyet, 06.06.1958, “Anlaşmalar Enkaz Altında”.
NOTLAR
1. Çevirisi: “hem araçla hem yaya gidenler için ulaşımın kolay olması nedeniyle”. 09.03.1929 tarihli Jansen Planı Raporu için bkz: Korkmaz, Zahide, 2007, “Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nu Okumak: Erken Cumhuriyet Döneminde Mekân, Toplumsal Yaşantı ve İdeoloji İlişkisi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Ek-3 ve s.32.
2. Örmecioğlu, Hilal Tuğba; Selçuk Arslan, Semra, 2005, “Erken Cumhuriyet Döneminde Betonarme Teknolojisi: Ankara Stadyum ve Hipodrom Yapıları”, Docomomo-tr/Türkiye’de Modernizmin Yerel Açılımları Poster Sunuşları II, 11-12 Kasım 2005, İzmir.
3. Evren, Mesut, 1954, Kapalı Spor Salonları ve Diğer Spor Tesislerine Umumi Bir Bakış, İTÜ Mimarlık Fakültesi, Yeterlilik Çalışması, Pulhan Matbaası, İstanbul.
4. Bayülke, Nejat, 2009, “Ankara Spor Sarayı Neden Çöktü?”, Türkiye Mühendislik Haberleri, sayı: 453, ss.47-57.
5. Evren, 1954, s.80.
6. Milliyet, 23.07.1957, “Ankara İki Modern Spor Tesisine Kavuşuyor”.
7. Örmecioğlu, Hilal Tuğba, 2010, Technology, Engineering, and Modernity in Turkey: The Case of Road Bridges between 1850 and 1960, Yayınlanmamış Doktora Tezi, ODTÜ FBE, Ankara, s.86.
8. Evren, 1954, s.80.
9. Milliyet, 03.06.1958, “Ankara Spor Sergi Sarayı Çöktü”.
10. Türkiye Mühendislik Haberleri, Temmuz 1958, sayı: 40, s.2.
11. İnan, Mustafa ve diğerleri, 1958, “Ankara Kapalı Spor Salonu Yıkılması Sebepleri (Bilirkişi Heyeti Raporunun Tam Metni)”, Yapı Teknik Dergisi, sayı:14, ss.13-14.
12. Bayülke, 2009, ss.53-56.
13. Yapımına Haziran 1945’te başlanan Şişli Cami, 1949’da ibadete açılmıştır. Mimarı Vasfi Egeli’dir. O dönemde Vakıflar Başmimarı olan Egeli’ye statikte Prof. Dr. Fikri Santur, detaylarda Yüksek Mimar Nazimî Yanal ile Mimar Vahan Kantarcı yardımcı olmuşlardır. Bkz: www.istanbul.net.tr/istanbul-Rehberi/dini-mekanlar/sisli-cami/112/5 [Erişim: 20.12.2014]
14. Milliyet, 20.01.1959, “Yeni Bir Facia Daha”.
15. Sabis, Turgan, 1959, “Yapılarımız Neden Yıkılıyor”, Arkitekt, sayı: 295, ss.69-70.
16. Milliyet, 10.09.1958, “Eskişehir Opera Binasında Bozuk Çimento Kullanıldı”; Milliyet, 27.01.1959, “Facianın Üç Sanığı Dün Tevkif Edildi”; Milliyet, 30.01.1959, “Dört Okul Binasının Çökmesi Muhtemel”; Milliyet, 17.10.1959, “Ankara Yolunda İnşa Edilen Bir Köprü Dün Yıkıldı”; Milliyet, 17.12.1959, “22 işçi Enkaz Altında Kaldı”; Milliyet, 15.07.1959, “Çöken Hastane İnşaatı İzinsiz Devam Etmiş”.
17. Milliyet, 17.04.1959, “Mühendisler Kongresinde Çöken Binalar Ele Alındı”.
18. Türkiye Devrim Diyanet Sitesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nin 31.10.1966 tarihli komite toplantısı raporunda Ankara Spor Sarayı’nın yıkılmasına değinilmiştir (TDDS Komite Raporu, 31.10.1966, Karar no:45). Raporla ilgili bilgiler için bkz. Çakıcı, Zehra, 2006, “Kocatepe Cami: 1944-1987”, AH 544 Dersi Raporu, ODTU.
19. Bayülke, 2009, s.56 ve Hürriyet, 3.06.1968, “Başkentin 7.500 Kişilik Talihsiz Kapalı Salonu 20 Haziran’da Kapılarını Açıyor”.
20. Dr. Erhan Karaesmen ile olayın Türk inşaat sektörü üzerindeki etkileri konusunda kişisel görüşme, 2007.
Bu icerik 6848 defa görüntülenmiştir.