362
KASIM-ARALIK 2011
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Yerin Deneyimlenmesi: KAYAKÖY
    Dilay Güney, Yrd. Doç. Dr., Beykent Üniversitesi, Mimarlık Bölümü
    Levent Arıdağ, Yrd. Doç. Dr., Beykent Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
KIRSAL YERLEŞİMLER

KOÇERLER (1) / GÖÇERLER: Lâmekân (2) ve Bir Yaşam Şekline Karşı Zamanın Dayanılmaz Arsızlığı

Kamuran Sami , Yrd. Doç. Dr, Dicle Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşayan göçerler, 1980 sonrasında, konar-göçer yerleşim alanlarından kopartılarak, yerleşik hayatın ayrıksı bir figürü olmaya zorlandılar. Göçerler, mevsimsel döngülere bağlı yaşamları, üretim-tüketim biçimleri, sözlü tarihleri, mekânsal yerleşimlerinin temsiliyetini sağlayan çadırları ile pastoral bir kültürün ortak değerlerini / bilgilerini taşıyorlar. Doğal çevrede yerleşik sınırlar çizmeden ortak bellekle paylaşılan deneyimde yaşamayı benimseyen göçerler, bugün yaşadıkları bölgelerde ‘yurtsuz’ olmakla yüz yüzeler.

“Vahşi siyah adamlar sizin kanunlarınızı anlamıyor! Ülkede yaşayan her hayvan ve toprakta yetişen her işe yarayan kök, kamu malıdır. Bir siyah adamın malı, ancak üzerindeki örtü, silahları ve adıdır. Bu adam, hayvanların ve bitkilerin, bir adama daha çok, diğerine daha az ait olmasını anlayamaz.”

Yagan: Aborjin Nungar Kabilesi Şefi, 1840 (3)

“Dünyanın üstünde konduk kalktık, özgür, tutsak, yenilmiş, yenmiş... Yüzyıllar geçti, parça parça bölündük, küçüldük, kara çadırlar soldu. Ulu dağlara, sulara, topraklara, ovalara, ülkelere ad verip damgamızı bastık. Anadolu’da karşımıza çıktı Kayseri dağı, Ağrı, Süphan, Nemrut, Binboğa, Cilo dağı… Ve adlarımızı verdik sulara, ovalara, dağlara. Anadolu’nun her karış toprağına bir ad bulduk, obamızın adını koyduk. Unutulmasın, bir ulu toprakta, soyumuz boy versin diye… Düşürdüler bizi tozlu yollara, aşırdılar bizi karlı dağlardan. Düşürdüler bizi halden hallere”.

Y. Kemal, Binboğalar Efsanesi. (4)

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin toplumsal, sosyo-kültürel ve yerleşimler düzeni üzerine fikir ve görüşlerini ortaya koyan bir kesim, bölgenin sosyo-politik yapısına egemen olan aşiret olgusunu tarihsel referanslarından soyutlayarak, sonuçlara kendi politik düzleminde bakmayı yeğlemiştir. (5) Bölgede toplumsal örgütlenmenin en belirgin şekillerinden biri olan aşiretler, “göçebe”, “yarı göçebe” ve “yerleşik” olarak kendi içlerinde sınıflara ayrılmaktadır. (6) Göçer aşiretler, geniş bir coğrafyada hızla hareket edebilme kabiliyetine sahip olmaları nedeniyle, yazları yüksek rakımlı yaylalara çıkar, kışları ise sıcak ve ovalık alanlara geri dönerek, hayvancılıkla (Resim 1-2) yaşamlarını idame ederler. (7) Göçebeliği bir hayat tarzı olarak seçen topluluklar, mevsimlere bağlı mekânsal yaşam alanlarını belirleyen çadırlarda, tinsel, toplumsal ve fizyolojik düzeylerde beliren insani ihtiyaçlarını sorunsuz biçimde karşılayabilmişlerdir.

Göçebeliğin kışlak ve yaylak (koyak) arasında yerleşik olmayan mekânsal bir düzen oluşturması, hayvancılığa dayalı sosyo-ekonomik bir yapıyı belirlemiştir. (8) Bu bağlamdaki göçebelik, toplumsal gelişimin ilk aşamalarında görülen ekonomik, politik ve kendine özgü bir yaşam düzeninin tezahürüdür. (9) Göçebe toplulukların mekân ve kültürel ritüellerini belirleyen, mevsimden mevsime hayvanlarla (sürülerle) birlikte yapılan göç döngüsü, sürdürülebilir hareketli bir yaşamın naif suretini yansıtmaktadır. (10)

Göçerlik (nomads) ile hayvan göçerliği (transhumance) arasındaki farklılık, geleneksel bir ayrımın ötesinde, mantıksal bir ayrımda ifadesini bulmaktadır. İlk ayrımda çiftlik hayvan yetiştiriciliği sınırlı bir alanda tanımlanırken, göçerlik tüm maddi gereçleriyle birlikte sürülerini yanına alarak, döngüsel bir mekân değişimini işaret etmektedir. (11) Göçer topluluklar, yaşam biçimlerini ve mekânsal algılarını özgün kodlarla dışavururlar. Doğal çevrede yaşamayı yerleşik bir hayata tercih etmişlerdir. (Resim 3-4)

Toplumsal bir farklılığın renkleri olan göçerlerin yerleşim alanları, sosyo-politik değişimlerin gücüyle daralırken, yerel kimlikleri ve hayata tutunabilme nedenleri, egemen yerleşik nüfusun etkisiyle eriyip gitmektedir. Toprağa ve sabit bir konuta bağlı olmadan sürekli çadır hayatı yaşayan, üyeleri arasında güçlü bağları olan ve hayvancılıkla geçen yaşamlarıyla varlık nedenlerini ortaya koyan göçerler (12), toplumsal değişimin varabildiği noktada yoksulluğun ve tükenmişliğin figürü olmuşlardır. (13)

Ülkemizde aşiret düzeni içinde göçer olarak yaşamlarını sürdüren topluluklar, yüksek rakımlı dağların eteklerinde, otlakları ve suyu bol olan vadilerde, yerleşik düzenden farklı bir kültürün izlerine sahipler. Bu insanlar yaz mevsiminde yüksek dağların yamaçlarını yerleşim alanı olarak seçerken, kış mevsimlerinde ise düşük rakımlı yerleri kendilerine kışlak alan olarak belirlerler. Eskiden kışlak ve yaylaklar arasındaki gidiş gelişlerde yol boyu veya uygun gördükleri alanlarda geçici olarak hedeflerine varıncaya kadar birçok yerde konan göçerler, bugün artık bu tür sorunları gelişen ulaşım araçları sayesinde aşmış durumdalar.

Değişik yerlerdeki göçer çadır yaşamında kadın ve erkeğin iş gücü dikkate alınarak, cinsiyete dayalı bir mekânsal ayrımı görmek her zaman mümkündür. Erkeklerin kendilerine ayrılmış alanda biraraya gelmeleri ve ziyaretçilerle birlikte hoş vakitler geçirmeleri (Resim 5-6) egemen erkek kültürü açısından büyük bir önem taşımaktadır. (14)

GÖÇERLİK: Bir Yaşam Kültürü ve Toplumsal Bellek

Göçerler, ayrıksı bir toplumsal yapıda kimlik bulan kültürleri ve doğayla örtüşen hareketli yaşamları, Mezopotamya ile Anadolu coğrafyasında, yerleşik algılarımızın dışında doğaya atfettikleri kutsiyet, kültürel arkeolojinin örüntülerini temsil etmektedirler. (15) Ülkemizdeki yerleşimlerin tarihsel döngülerini belirleyen olguları, prehistorya, antropoloji, etnoloji, etnografya veya folklorik disiplinler bağlamında romantik bir çalışma alanı olarak görmek (16) ve de yerleşik hayatın dışında farklı bir toplumsal desene sahip olan “göçerler”i salt sosyoloji penceresinde okuma istemi, tarihsel gerçeklerin ortaya çıkmasına ket vurmaktadır.

Göçebeliğin doğal çevrede mekânsal manzumesini yaratan alışkanlıklar ile aşiret ve akrabalık ilişkilerinin belirlediği ortak kabuller, hayvan sürüleri ve kendi kültürel bellekleri için iklim / coğrafik koşullarının her zaman göz önüne alınmasını zorunlu kılmaktadır. (17) (Şekil 1-2) Göçer aşiretlerin geniş bir coğrafi alanda hareketli olmalarına karşın, sosyal ve çevresel iletişim ağları dış çevreyle hep sınırlı bir düzeyde kalmıştır. Bu da ortak yaşamda bir süreklilik, kültürel dışavurumda ise benimsenen değerlerin özgün kalmasını sağlamıştır. (18)

Göçerlik olgusunun, sosyal, ekonomik ve kültürel bağlamda topografya, iklim ve özellikle bitki örtüsü ile çok yakın bir ilişki içinde olduğu bilinmektedir. Sınırları genellikle belli bir coğrafi bölgeyle tanımlanan göçerler, hayvan sürülerini beslemek için yasal anlamda gerekli arazi ve mera mülkiyetine sahip değildirler. Göçerlerin mesken olarak barınmalarını sağlayan kıldan örülmüş çadırlar, bu yaşam kültürünün mekânsal boyuttaki temsiliyetini sağlar. Çadırların boyutları, mevsimlerin durumuna, aile ve hanenin genişliğine, yetiştirilen hayvan sayısına bağlı olarak değişebilmektedir. Kara kıl çadırların, asırlar öncesi Hz. İbrahim Peygamber’in tebaası için kullandığı çadırlarla benzer olması, bölgenin tarihsel gerçekleriyle örtüşen bir durumdur. (19) Aşiret reisinin gücü altında çadırlarda idame edilen yaşam, onları dış baskılardan uzak tutarak, özgür bir yaşam sürmelerine fırsat vermiştir.

Göçer aşiretlerin kullandıkları çadırların büyüklüğü, ailenin statüsüne ve gelir düzeyine göre değişebilmektedir. Bazı çadırlar 3-5 insan barındırırken, bazı çadırlar 40-50 insan barındırabilmektedir. Örneğin, İran Qashqai göçerlerinin çadır ölçüsünü belirleyen direk sayısının azlığı veya çokluğu, ailenin gelir düzeyini ifade etmekte ve toplumsal statü buna göre değişmektedir. (20) Göçer çadırların mekânsal yerleşim düzeninde hem doğal hem toplumsal etmenler belirleyici olmaktadır. Yaylaktaki çadırlar, güneş koşullarından ötürü “kuzey” yönüne, kışlakta ise daha fazla ışık almak için “güney”e yönlendirilmektedir. Çadırların doğal mekân ortamındaki dizilişleri, topluluk içinde her ailenin toplumsal olarak “ayrı” ve “eşit” önemini vurgulamaktadır. (Şekil 7)

Doğu bölgelerindeki göçer durumundaki topluluklar 30-100 çadırdan oluşan ekonomik bireylerdir, kabilenin adı değişkendir ve o günkü ağanın (reisin) adıyla anılmaktadır. Bu kabilelerde çok kez çadır birimlerini oluşturan parçalara ayrılırlar ve zaman içinde bağımsız kabileler durumuna gelebilmektedirler. (21) Doğu ve güneydoğuda toplumsal dokunun belirleyici yapısını oluşturan ve içe kapanık göçer Kürtlerin kendilerine özgü bir yerleşim düzenleri vardır. Bu düzen kendi dışındaki başka bir düzenle karşı karşıya geldiği zaman içten içe çürümekte, toplum dengesini yitirmekte ve karışıklıklar ortaya çıkmaktadır. (22) Yaşar Kemal, Ağrı Dağı Efsanesi adlı destansı romanında, Kürt aşiret düzenlerinin kendine özgülükleri olduğunu, bu düzenlerin başka düzenlerle karşı karşıya geldiği zaman nasıl yozlaştığını, yozlaşan düzenin de halkın büyük tepkisi ile nasıl karşılaştığını hüzünlü ve lirik bir dille ifade etmektedir. (23)

GÖÇERLER VE DOĞAYA ATFEDİLEN KUTSALLIK

Tarihsel süreçte dışa kapalı bir yaşam dizgesi içerisinde yer alan göçer yerleşimlere yolculuk, her yıl bahar mevsimiyle birlikte tekrarlanan yeni bir hayatın başlangıcı olarak mistik şölenlere dönüşür. (Resim 7-8) Göçerlerin dünyasında önemli bir simge olan dağlar ve yaylalar, temiz hava, tazelik, serinlik, akarsu ve bol otlak kavramlarıyla “cennet”e (24) göndermeler yaparak, bu toplumsal hayatın doğaya atfedilen farklılığını ortaya koyar. Göçer Yörük Türkmenleri’nin Tanrıya olan yakarışları (25) ve yok edilen kültürlerinin serüveni, doğu bölgelerindeki göçerlerin suretinde farklı bir yansımayla ortaya çıkmıştır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ortaya çıkan şiddet, terör ve toplumsal ayrışmayla birlikte devletin uygulamada sakınca görmediği yayla ve mera yasağı, son yıllarda göçer yaşam alanlarını ve onları birbirine kenetleyen kültürel belleklerini yok olmayla karşı karşıya bırakmıştır. Bölgede göçerlik yaşamının derin kültürel izlerini taşıyan Alikan, Beritan, Şavak vb. göçer toplulukların mevsimsel yerleşim alanları böylece yasaklı bölgelere dönüştürülmüştür.

Göçebe aşiretler (topluluklar), ekonomik faaliyetlerini küçükbaş hayvancılıkla sürdürür; mevsim ve bitki örtüsü durumuna göre de yaylalardan steplere, steplerden yaylalara göç ederler. Bu göçerler daima çadır hayatı yaşayan, birlik duygusu gibi bağlarla birbirine kenetlenen ve de bir lidere bağlanmayı tercih eden geleneksel gruplardan oluşmaktadır. (26) Göçerlerin özgül dünyasında önemli bir yeri olan Beritan ve Alikan göçer ailelerin egemenliğini temsil eden çadırlarda misafirlerin karşılanacağı ve yatabileceği bölümler olduğu gibi, yalnızca misafirlere ait özel çadırlarda olabilmektedir. Bu misafir çadırlarının varlığı zenginliğin bir ifadesi olmaktan ziyade, göçer kültüründe misafirlere gösterilen saygının bir ifadesi olarak kabul görmektedir. (27)

Biçimi ve türü ne olursa olsun, kısa sürede kurulup sökülebilir oluşu, ham maddesinin kolay sağlanıp dokunabilirliği, iklim şartlarına uygunluğu ve çok yönlü yararlanma biçimleri açısından çadır önemli unsurlardan birisidir. (28) Çadır, coğrafi koşullara uyum sağlayan, göçebe yaşamın döngüsüne en iyi uyan ve çevre koşullarının etkisini gideren ve hayvanlarla birlikte barınmayı sağlayan bir konut şeklidir. (Şekil 3-6) Dolayısıyla konutların meydana getirilmesinde coğrafi etkenler kadar, alışkanlıklar, gelenek ve görenekler, istekler ve eğilimler de büyük rol oynamaktadır. (29)

Kıl çadırın içinde mekânsal birimlerin tanziminde hane reisi, misafirler, gıda maddeleri, ürün, kadınlar ile erkeklerin barınma yerleri belirgin biçimde ayrışmıştır. Göçebe toplumunda iki direk üzerine konmuş çadırlar, çobanlara ve yoksullara aittir. Normal çadırlar 4-5 direkli, 6-7 direkli çadırlar ise reis çadırları veya ulu kimselere ait olanları temsil etmektedir. Ayrıca çadırların kuruluşunda gözetilen sıralama düzeninde reis çadırına göre konumlanan uzaklık veya yakınlık (Şekil 7), o kişinin topluluk içindeki statüsünü tayin edebilmektedir. (30) Güney Anadolu göçerleri olan Yörüklerin çadırları genellikle üç direkli (three-poled tent) çadırlardan kurulurken, Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki göçer Kürt aşiretleri ile güneybatı İran’daki Qashqailer’in çadırları ise 10-12 direkli düzenle kurulurlar. (31)

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde toplumsal desenin kırsalda baskın olan görünümü ve modernleşmeden çok fazla etkilenmeyen sosyal tutumları, bu halkın kültürel döngülerini belirler; sömürüyü bir araç olarak kullanan “ağa-tarikat” erkinin varolmasına fırsat verir. Toplumsal cinsiyet olgusunda ezilenleri temsil eden kadın (32), erkek egemenliğinin dinsel imgelerle şekillenen erkine kurban edilmiştir. (33) Aşiret dizgesini oluşturan toplumsal katmanlar kümesinde sosyal ilişkileri düzenleyen kurallar, yüzyılların ortak kabulleriyle benimsenen geleneklerin yarattığı alışkanlıkların tümünü kapsar. Kürt aşiretlerin toplumsal dokusunda belirleyici olan “itaat”, aslında önderden çok, onun da bağlı olduğu geçmişin miras bıraktığı ortak değerlerin sözlü kabulüne dayanır. (34)

Türkiye’de Toplumsal ve Politik Dönüşüm:

GÖÇER YERLEŞİMLERİN SONU MU?

Osmanlı İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü zaman aralığı ile yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın tarihine kadar, Anadolu coğrafyasında göçer olarak yaşamlarını büyük gruplar halinde sürdüren Kürt ve Türk (Yörük) aşiretleri hep olagelmiştir. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde ise, özgün nitelikleri neredeyse tümden yok olmuş göçer aşiretlerden geriye kalan, küçük grupların toplumsal bellekte bıraktığı “yoksulluğun” ve “yurtsuzluğun” derin izdüşümleridir. (Resim 9-12)

Osmanlı devlet anlayışının göçerlere yönelik politikalarında temel yaklaşım, konar-göçer toplulukları yerleşik düzen içinde eritebilmek ya da aşiret liderlerine verilen payeler ile düzenli bir gelir sağlamak olmuştur. (35) 19. yüzyılın sonlarına kadar Kürt kökenli aşiret ve kabilelerin ekonomik yapısı ve toplumsal düzenleri göçer karakterli koyun yetiştiriciliğine dayanmaktaydı. Bu dönemlerden itibaren Kürt feodal ve kabile örgütlenme sisteminin çözülmeye başladığı, değişik örgütlenmeler boyutunda küçük tarımsal faaliyetlerin ortaya çıktığı görülmektedir. (36) Göçer toplulukların yaşamlarını idame edebilmeleri, hayvancılık ile ürettiklerini tüketmeleri, satmaları ve takas edebilmeleriyle gerçekleşmektedir. Yaşam alanları sınırlı olan göçer topluluklar (aşiretler) barınma ihtiyaçlarını mobil evlerle (çadır, yurt) karşılamak zorundalar. Süregelen devlet politikalarında ortaya çıkan değişimler, bölgesel sorunlar, kentleşme hareketleri ve nüfusun artması, göçerlerin yaşam alanlarını ortadan kaldırdığı gibi, önlerine konulan “yerleşik hayat seçeneği” de bilinmezlik mecrası içinde aşina olmadıkları yeni bir yaşam şeklidir.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin toplumsal düzenini belirleyen toprak mülkiyetindeki dengesizlikler, ağalar, beyler ve şeyhler lehine olan yapısını hâlâ koruyabilmektedir. Hayvancılığın bölge için belirleyici olan sosyal ve ekonomik öneminin örselenmesi, kırsal nüfusun yoksullaşarak kentsel nüfusa dönüşmesi ve bölgesel sorunların yarattığı zorunlu göç ve yayla yasakları, bölgenin suretinde beliren temel sorunlar olarak güncelliğini korumaktadır. (37) Türkiye’de son yıllarda küreselleşmeyle birlikte yaşanan toplumsal dönüşümler, iradi olmayan bölgesel göç, şiddet ve terör olayları, göçerlerin toplumsal dokularını ve yaşam alanlarını yok etmektedir. Büyük kentlere göç ederek şehir hayatına katılan aşiret mensuplarının sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Bu insanların ekonomik yetersizlikleri, çevresel uyum ve kültürel farklılıkları, onları kent yaşamı içinde aşiret örgüsü etrafında birleştirmiş, yeni bir hayatın çok da kolay olmadığını göstermiştir. Bu ayrıksı yaşam için, “uzakta cesur olmak kolaydır ve güvenlidir”. (38)

SONUÇ

Toplumsal bir düzenin ayrıksı desenini temsil eden göçerlerin bir kesimi, bugün içinde yaşamaya zorlandıkları dört duvarın gerçek sorumluluğunu idrak edemeden, yerleşik hayatın sosyal ve kültürel sorunlarıyla yüzleşmek zorunda bırakılmışlardır. Yaylak ve kışlak yerlerinin daralması, mera yerlerinin yasaklanması ya da toplumsal ilişkiler bağlamında yaşadıkları yalnızlık duygusu onları toplumsal düzende dışladığı gibi, çözülmesi zor olan sorunlarla da baş başa bırakmıştır.

Cumhuriyetin kuruluşu sonrasında, yaylalarının en yakın köyün malı haline getirilmesini öngören kanun ve kararların yapılması, bu yaşam şeklinin rengini değiştirmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde 1985’lerde ortaya çıkan sosyal ve politik sorunlar sarmalıyla birlikte, İran ve diğer ülkelerle olan sınır ilişkilerinin kapanması, Körfez kriziyle de Irak pazarının düşmesi ve en önemlisi de yayla yasağının getirilmesi, göçebe toplulukların hayvanlarını kaybederek daha da fakir hale gelmelerine neden olmuştur. Bu sürece paralel olarak, meraların hızla küçülmesi, köyün ortak malına dönüştürülmesi, ağa veya beylerin denetimine geçmesi, beraberinde mera kiralarında oldukça fazla artışı getirmiştir. Hayvanlarını büyük bir oranda kaybeden binlerce göçebe aile ortaya çıkan yoksullukla birlikte kentlerin çeperlerine sığınmak zorunda kalmışlardır.

 


NOTLAR

1. Koçer (Göçer), bir yerde yerleşmiş olmayı mevsime ya da başka koşullara bağlı olarak yurt değiştiren kimseye veya topluluğa yerel dilde (Kürtçe) verilen bir isimdir. Her yıl bahar mevsiminde havaların ısınmasıyla Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden yüzlerce aile binlerce koyunla birlikte Doğu Anadolu Bölgesi’nin değişik yerlerinde yaylalara çıkarlar. Yüzyıllardır hareketli bir hayatı benimseyen Göçerlerin bir ay süren yolculukları çoğunlukla Erzurum, Bingöl, Muş, Van, Elazığ ve Tunceli vb. illerin yüksek rakımlı yaylalarında son bulmaktadır.

2.Lâmekân” tasavvufta mekândan münezzeh olma, arınma, ezeli ve ebedi olma anlamına gelirken, sözlük anlamı olarak da mekânsızlığı ve yurtsuzluğu ifade eder.

3. Coşkun, E. 2003, İnsanın Yaşayan Geçmişi: Avusturalya Yerlileri, Dharma Yayınları, İstanbul, s. 28.

4. Kemal, 2007, ss.263-264.

5. Özge, 2007.

6. Özer, 1998, ss.113-114.

7. Köroğlu, 1982c, s.14.

8. Kutlu, 1992, s.60.

9. Beşikçi, 1992b, s.224; Uluç, 2010, s.37.

10. Taşdelen, 1997, s.17; Şahin, 2006, s.257.

11. Cribb, 1991, ss.19-20; Millingen, 1998, s.26.

12. Köroğlu, 1982d, s.19.

13. Eberhard, 1953, s.38; Kutlu, 1992, s.59; Bruinessen, 2002, s.115.

14. Faegre, 1979, ss.7-8.

15. Köroğlu, 1982a, s.11; Salmış, 2009, s.7.

16. Oğuz, 2007, s.5.

17. Beşikçi, 1992a, s.75; Zhang, vd. 2007, s.21.

18. Taşdelen, 1997, s.22.

19. Huntington, 1902, s.386

20. Marsden, 1976, ss.25-26.

21. Köroğlu, 1982b, s.10; Tekeli, 2008, s.115.

22. Beşikçi, 1992c, ss.424-425.

23. Kemal, Y. 2009, Ağrı Dağı Efsanesi, YKY, 24. Baskı, İstanbul.

24. Kur’an-ı Kerim’in pek çok suresinde cennet tanımı ve tasvirleri yer almaktadır. Sonsuzluk boyutunda ifadesini bulan cennet mekânının altlarından ve içlerinden ırmaklar akan; akan kaynakların, pınarların, temiz su ırmakları ve tadı bozulmayan süt ırmaklarının, güzel kokulu otların bulunduğu dile getirilir. Genişliği yerle göğün genişliği kadar olan; yakıcı sıcağın ve soğuğun görülmediği; rızıklanılan yağ ve katık veren; ferahlık ve aydınlık içinde; dinlenilecek yer şeklinde bir mekân olarak tasvir edilmektedir. Günümüzde yaylaların ifade ettiği anlamlar ile benzer imgeler taşıması dikkat çekicidir. Bkz. Kur’an-ı Kerim, Türkçe Meali, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1985, Ankara.

25. Yüzyıllar boyu yerleşik düzene geçmemek için direnen ve Toroslar’ın koyaklarında yaşam mücadelesi vermiş olan Yörük Türkmenleri’nin demirci Haydar Ustası (pir olan roman kahramanı), Çukurova’nın yaylaklarında daralan yaşam alanları ve doğadan koparılışları için, Tanrıya olan yakarışlarını şöyle dile getiriyor: “Ben seni bilmez miyim, sen bizi bıraktın. Sen gökleri, yıldızları, ormanları suları bıraktın, sen camilerden çıkmaz oldun. Sen kendine ışıklı, büyük kentler kurdun. Sen kendine gökten uçan demir kuşlar yaptın. Sen kendine toprağı yiyen, yerken uluyan canavarlar yaptın. Sen, üst üste evler, yedi denizler yaptın. Bize çukurda bir kışlak, Aladağda bir yaylak ver desem, vermezsin ki… Ben de bu gece sana kışlak için yalvarmam, mümkünatı çaresi yok yalvarmam. Bu oba da sürünsün senin sayende. Varsın ölsünler, kırım kırım kırılsınlar. Senin yüzünden”.(Kemal, 2007, ss.10-11.)

26. Beşikçi, 1992a, s.46.

27. Cribb, 1991, s.101.

28. Kutlu, 1992, s.63.

29. Beşikçi, 1992a, s.107.

30. Köroğlu, 1982c, s.14; Beşikçi, 1992a, s.111.

31. Cribb, 1991, ss.86-88.

32. “Sürü” filmi, Türkiye’de “göçer bir yaşam”ın, kültürel, toplumsal ve eleştirel bir biçimde kolayca kavranabilen bir görüntüsünü sunuyor. Bir yanda, kadınların sadece bir nesne gibi kullanıldığı, geleneklerine bağlı pederşahi bir toplumu, diğer yandan genç bir çiftin, bu baskıcı modeli kırmaya çalışmasını görmekteyiz. Oğul Şiwan, onu sınırlayan ve ailesine bağımlı olmasına neden olan geleneğe isyan etmektedir. (Bkz. Yılmaz Güney, Sürü Filmi 1978)

33. Houston, 2009, s.22.

34. Uluç, 2010, s.39.

35. Eberhard, 1953, s.38.

36. White, 1998, s.139.

37. Tomanbay, 1995, s.96.

38. Yves Simonneau (yönetmen), Bury My Heart at Wounded Knee (Kalbimi Oraya Gömün), 2007. Bu film, Amerikan yerlilerinin (Siox Nation-Siu Kabilesi) dramını, yok oluşlarını, topraklarından koparışlarını ve yiten bir yaşamın hüznünü lirik bir dille anlatır. Yukarıda alıntılanılan söz, filmin ilk sahnelerinde bir Kızılderili tarafından söylenilmektedir.


KAYNAKLAR

Beşikçi, İ. 1992a, Doğu’da Değişim ve Yapısal Sorunlar: Göçebe Alikan Aşireti, Yurt Yayınları, Ankara.

Beşikçi, İ. 1992b, Doğu Anadolu’nun Düzeni: Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller I, Yurt Yayınları, Ankara.

Beşikçi, İ. 1992c, Doğu Anadolu’nun Düzeni: Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller II, Yurt Yayınları, Ankara.

Bruinessen, M.V. 2002, “Kurds, States and Tribes”, Tribes and Power: Nationalism and Ethicity in the Middle East, (ed.) Faleh A Jabar ve Hosham Dawod, Saqi, Londra, ss. 165-187.

Cribb, R. 1991, Nomads in Archaeology, Cambridge University Press, New York-Port Chester-Melbourne-Sydney.

Eberhard, W. 1953, “Nomads and Farmers in Southeastern Turkey”, Oriens, cilt:6, sayı:1, ss.32-49.

Faegre, T. 1979, Tents: Architecture of the Nomads, John Murry, Londra.

Houston, C. 2009, “An Anti-History of a Non-People: Kurds, Colonialism, and Nationalism in the History of Antropology”, Journal of the Royal Antropological Institute (N.S.) 15, ss. 19-35.

Huntington, E. 1902, “The Valley of The Upper Euphrates River and Its People”, Bulletin of the American Geographical Society, cilt:34, sayı:5, ss.384-393.

Kemal, Y. 2007, Binboğalar Efsanesi, YKY, 10. Baskı, İstanbul.

Köroğlu, M. 1982a, “Beritanlı Aşireti-Mekânsal Örgütlenme I”, Mimarlık, sayı:177, ss. 11-17.

Köroğlu, M. 1982b, “Beritanlı Aşireti-Mekânsal Örgütlenme II”, Mimarlık, sayı:178, ss. 9-11.

Köroğlu, M. 1982c, “Beritanlı Aşireti-Mekânsal Örgütlenme III”, Mimarlık, sayı:179-180, ss.10-15.

Köroğlu, M. 1982d, “Beritanlı Aşireti-Mekânsal Örgütlenme IV”, Mimarlık, sayı:181, ss. 19-22.

Kutlu, M. M. 1992, “Yaşayan Bir Alt-Kültür Geleneği: Anadolu Göçer Kültürü”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri, I. Cilt Genel Konular, Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Yayınları:64, Seminer, Kongre Bildiriler Dizisi:34, ss. 59-64.

Marsden, D. J. 1976, “The Qashqa’i Nomadic Pastoralists of Fars Province, In the Qashqa’i of Iran”, World Festival of Islam, Whitworth Art Gallery, Manchester University Press, Manchester, ss.9-28.

Millingen, M. F. 1998, Kürtler Arasında Doğal Yaşam, (çev.) Nuray Mestci, Doz Yayınları, İstanbul.

Oğuz, M. Ö. 2007, “Folklor: Ortak Bellek veya Paylaşılan Deneyim”, Milli Folklor, cilt:19, sayı:74, ss.5-8.

Özer, A. 1998, Modernleşme ve Güneydoğu, İmge Kitabevi, Ankara.

Özgen, N. 2007, “State, Border, Aşiret: Re-Consruction of Aşiret as an Ethnic Identity”, Türkçe basım, Toplum ve Bilim, sayı:108, ss.239-261.

Salmış, F. 2009, Yorgun Ezgiler ─ Koçerler, Malatya.

Şahin, İ. 2006, Osmanlı Döneminde Konar-Göçerler (Nomads in the Ottoman Empire), Eren Yayınları, İstanbul.

Taşdelen, H. M. 1997, Göçerlerin Şehirleşmesi (Beritanlı Aşireti Örneği), Turan Yayıncılık, İstanbul.

Tekeli, İ. 2008, Türkiye’de Bölgesel Eşitsizlik ve Planlama Yazıları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.

Tomanbay, M. 1995, “GAP: Güneydoğu’nun Makus Talihine Çare (mi)?, Ekonomik Yaklaşım, Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü, sayı:17-18, Ankara, ss.89-99.

Uluç, A. V. 2010, “Kürtler’de Sosyal ve Siyasal Örgütlenme: Aşiret”, Mukaddime, sayı:2, ss.35-52.

White, P. J. 1998, “Economic Marginalization of Turkey’s Kurds: The Failed Promise of Modernization and Reform”, Journal of Muslim Minority Affairs, cilt:18, ss.139-158.

Zhang, M. A., E. Borjigin ve H. Zhang, 2007, “Mongolian Nomadic Culture and Ecological Culture: On the Ecological Reconstruction in the Agro-Pastoral Mosaic Zone in Northern China”, Ecological Economics, sayı:62, ss.19-26.

URL1: http://www.saradistribution.com/galeri.htm (Erişim tarihi: 13 Nisan 2011)

Bu icerik 13191 defa görüntülenmiştir.