365
MAYIS-HAZİRAN 2012
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA

2012 / XIII. Ulusal Mimarlık Ödülleri

YAYINLAR



KÜNYE
KORUMA YAŞATMA

Doğal Afetlere Yatkın Bölgelerde Geleneksel Dokuyu ve Mekânın Ruhunu Korumak

Zeynep Gül Ünal, Yrd. Doç. Dr., YTÜ Mimarlık Bölümü
Meltem Vatan, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Aydın Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

1999 Marmara ve Düzce, 2009 L’Aquila, 2010 Haiti, 2011 Japonya depremleri, 2010 Pakistan sel felaketi ve önce 23 Ekim hemen ardından 9 Kasım 2011’de Van’da meydana gelen depremler, son bir iki yılda geniş yerleşim alanlarını ve sakinlerini etkileyen büyük afetler olarak tarihe geçti. Yakın zamana kadar miras alanlarında afet sonrası iyileştirmeye yönelik çalışmaları içeren “afet yönetimi” yaklaşımı, yerini, afet öncesinde risklerin analizi ile başlayan ve afet sonrasında kısa ve uzun vadeli iyileştirme çalışmalarını kapsayan “afet risk yönetimi” yaklaşımına zorunlu olarak bırakıyor. Yazarlar, tarihî yapıların afetlerle olan ilişkisinin farklı bir bakış açısıyla yeniden değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyorlar.

Yapılan araştırmalar, son yıllarda dünya üzerinde meydana gelen şiddetli doğa olaylarının büyük çoğunluğunun birer afete dönüşmeye başladığını göstermekte. Etkilenen bölgelerin sorunları incelendiğinde, yerleşmelerin topografyaya uygun olmayan konumu, yanlış arazi kullanımı ve yapı üretiminde özellikle afete yatkınlığa neden olan ekonomik ve teknik sorunlar başlıca etkenler olarak görülmekte. Genelde gözardı edilen önemli bir faktör ise, “insan”ın eski zamanlarda geleneklerinin önemli bir parçası olan bölgesel doğa olaylarını, sınırlarını, yerleşim ve yapılar üzerindeki etkilerini tanıma / öğrenme ve onlarla birlikte yaşamayı “bilme”sininyerini “hafıza kaybı”na bırakması.

UNESCO’nun 2003 yılı kurultayında (Convention for the Safeguarding of the Intangible Cultural Heritage) önceleri sadece yapı ve koleksiyon nesnesi ile sınırlandırılan “kültür mirası” tanımı değişmiş ve geçmişten bugüne kadar gelen gelenekler, yaşam alışkanlıkları, ritüeller gibi yaşayan tarih ve kültür de tarihî mirasın korunması gereken bir parçası olarak kabul görmeye başlamıştır. Bunun bir sonucu olarak, miras alanlarında afet risklerine karşı hazırlık çalışmalarında sadece somut değil soyut miras öğelerinin de korunmasına ilişkin stratejilerin belirlenmesi yeni bir yaklaşım olarak benimsenmeye başlamıştır.

Afete dönüşen doğa olaylarının, dünyadaki önemli mimari ve doğal miras alanlarını tehdit etmesi, konu üzerinde çalışan birçok kuruluşun miras alanlarında afet risklerinin azaltılmasına yönelik çalışmalar başlatmasına neden olmuştur. (1) Birleşmiş Milletler 2005 yılında afet azaltma üzerine uluslararası bir konferans (World Conference on Disaster Reduction) düzenleyerek uzmanları biraraya getirmiş ve konuya dikkat çekmiştir. Sonuç bildirgesinde de kültür mirası öğesi olarak anıtların da korunması gerektiğine ilişkin bir maddeye yer vermiştir.

Afete maruz kalan miras alanlarının korunmasında soyut-somut ilişkisinin yitirilmesine bağlı olarak meydana gelen kayıplar irdelenerek yapılan çalışmalar anlatılmış, soyut-somut mirasın korunmasının, olası afetlerin risklerinin azaltılması üzerindeki etkisi vurgulanmaya çalışılmıştır. Resim 1’deki haritada görüldüğü gibi Türkiye’deki 9 Dünya Miras Alanı’nın 7’si 1. derece deprem bölgesinde yer almaktadır.

KÜLTÜR MİRASI İLE AFET İLİŞKİSİ: Mirası ve Ruhunu Korumak

Bir yerleşim alanında büyük bir afet meydana geldiğinde önce insan yaşamı korunmaya, daha sonra normal yaşama dönülmesi için gerekli temel ihtiyaçlar karşılanmaya ve son olarak da tarihi-kültürel miras değerleri korunmaya / kurtarılmaya çalışılmaktadır. Bu önem sıralaması olayın doğası gereği kendiliğinden oluşmaktadır.

Geleneksel dokusu korunmuş yerleşimlerin sayısının kayda değer bir alan kapladığı Türkiye gibi ülkelerde mimari miras olarak kabul edilen alanlarda / yapılarda yaşayan insan sayısının fazlalığı afete karşı hassas olan bu bölgelerde insan hayatını korumak ve mimari mirası korumak arasında sıkı bir bağ ortaya çıkarmaktadır. Özellikle, tarih içinde doğal afetlere maruz kalmasına rağmen bu afetlerde varlığını yüzyıllarca devam ettirebilen geleneksel yerleşimlerde bu mirasın korunmasına ilişkin çalışmaların yapılması varlıklarını devam ettirebilmelerinin nedenlerini öğrenebilmek açısından da hayati önem kazanmaktadır.

Somut miras öğelerinin korunması için başlatılan süreçte ilk yapılması gereken, bu alanların “tescillenerek” yasal açıdan da koruma altına alınmasının sağlanmasıdır. Bu aşamadan sonra yapılarda gerçekleştirilecek her türlü çalışma belli izinlere tabidir. Genelde bu alanlar / yapılar zaman içinde kullanıcılarının daha konforlu yaşam arayışı, miras ile bölünmeler, bakım ve onarım yapılamaması dolayısıyla yapılarını terk etmeleri gibi nedenlere bağlı olarak yerleşimlerin çöküntü bölgeleri haline gelmektedir. Özellikle korumanın, belgeleme ve projelendirme ile başlayan sürecinde kaynak yetersizliği daha ilk aşamada koruma eylemini darboğaza sokmaktadır. Sorun hem yapılar hem kullanıcıları açısından bıçak sırtı gibidir, bir yanda afete karşı hassasiyeti ve riski yüksek yapılar/alanlar öte yanda burada yaşamak zorunda olan fakat onarımı için gerekli ekonomik güce sahip olmayan insanlar.

Bu gerçekler gözönünde bulundurulduğunda bir miras alanında yapıların afet etkilerine karşı korunması kadar bu yapıları kullanan insanların ve özellikle belli alanlarda yapılar ile birleşen yaşam geleneği, ritüeller, üretimler gibi özgün eylemlerin ve anlatımların korunması “mekânın ruhunun” kültür mirasının bütün olarak yitirilmemesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Antik çağlardan beri yerleşim alanı olan, günümüzde de varlığını sürdüren alanlarda insan-mekân-doğa olayları arasındaki ilişkinin kavranması, afet risklerinin azaltılması çalışmalarında büyük önem taşıdığını göstermektedir. Bu olaylardan ders alarak “doğa olayları ile savaş değil doğa ile uyum” ilkesinin benimsenmesi koruma çalışmalarının ve bundan sonraki nesillere kültür mirasının aktarılmasının temelini oluşturacaktır.

GELENEKSEL YERLEŞİMLERDE DOĞA İLE UYUM OLGUSU

Anadolu’da antik çağlardan beri doğa ile uyum, yaşamın ve evrenin dengesi için gerekli görülmüş, dört ana madde olan ve oluşumun temeli olarak kabul edilen su, toprak, ateş ve havayı barındıran doğa ile uyum çabası nesillerin devamı için daima büyük önem taşımıştır.

Geleneksel yerleşimlerin mimari yapısı incelendiğinde insanların yerleşim alanlarını seçerken doğa olaylarının döngüsünü dikkate aldıkları ve bu döngü içinde güvenli olduğunu düşündükleri bölgelerde konumlanmaya çalıştıkları görülmüştür. Konumlanma ve yapımda da olabildiğince doğaya müdahale etmeme çabası dikkat çekmektedir. Bunun için geleneksel yapım tekniklerinde kullanılan malzemeler de doğadan ve yakın çevreden elde edilmiş, ayrıca yüzyıllarca doğa hareketlerine karşı davranışları incelenerek en dayanımlı yapım tekniğine ulaşılmaya çalışılmıştır.

Örneğin Anadolu'da çok sıcak ve kurak olan bölgelerde kerpiç, hımış ve kagir yapılar inşa edilerek yaz mevsiminde sıcağın iç mekânlara girmesi engellenirken, kış mevsiminde de ısının iç mekânlarda muhafaza edilmesi sağlanmıştır. Deprem bölgelerinde inşa edilen konut yapılarında ahşap karkas ve kagir dolgu kullanımında, temel sistemlerinde deprem kuvvetlerine karşı tedbir alınmış, zemin hareketlerine uygun hareket eden temel sistemleri geliştirilmiş yani, doğaya ve hareketlerine uyumlu malzeme ve sistem seçilmiştir. Dağlık alanlarda ise topoğrafyaya uygun bir biçimde mağaralar ya da yamaca yaslanan yapılar inşa edilme yoluna gidilmiştir. Doğal su kaynaklarına yakınlaşma durumunda, temkinli davranılmış, suyun mevsimsel hareketleri ve taşkın sınırları uzun süre gözlemlenerek yerleşim bu verilere göre güvenli bir noktada konumlanmıştır. Bunun dışında su öğesinde kontrolü sağlamak için su, daha çok mekân tasarımının bir parçası olarak görülmüştür. Örneğin iç avlulu evlerde avluda bulunan su öğeleri suyu kontrollü kullanma isteğinin doğal bir sonucudur.

Günümüzde, modern bilimin olanakları ile doğa hareketleri incelenmekte ve olası sorunlar ortaya konulmaktadır. Örneğin, bilimsel araştırmalara göre su havzalarındaki yapılaşma faaliyetleri için sel “tehlike sınırı” 500 yıllık duruma göre; deprem bölgelerindeki yapılaşma faaliyetleri için yapı fonksiyonuna bağlı olarak, deprem olma olasılığı 50 yıl, 100 yıl gibi duruma göre hesaplanmaktadır. Ya da ideal olarak bu çalışmaların sonucuna göre yerleşim ve yapıların oluşturulması gerektiği bilinmektedir. Buna benzer tehlike sınırları antik yapılar ve çevredeki doğal oluşumların üzerinde okunabilmekte ayrıca çeşitli efsanelerde de anlatılmaktadır. Ancak çeşitli nedenlerle, tarih içinde doğa olaylarının yoğun olduğu bilinen alanlarda yapılaşma devam etmektedir. Yakın zamanda büyük sel felaketine uğrayan alanlara ya da deprem meydana gelen alanlara bakıldığında tanımlı tehlike sınırının içinde yapılaşma olduğu görülmektedir.

AFETLERDE, SOYUT - SOMUT MİRAS İLİŞKİSİNİN KORUNMASININ ÖNEMİ

Kültür, maddi ve manevi değerler bütünü olarak tanımlanabilir, buna göre “kültür mirası” tanımının sadece somut değil soyut öğeleri de kapsaması tartışılmaz. Somut olay ve olgular ancak biçimsel ve dış gerçeği verebilir, özsel bilgi ise soyutlama ile elde edilir. (2) Bu nedenle, toplumun ortak belleğini ve değerlerini geleceğe aktarma süreci olan korumada ve koruma faaliyetlerinin sürekliliğinin sağlanmasında, soyut miras somut mirasın ayrılmaz bir parçası, anlamlandırılışı olarak düşünülmelidir. Bu gerçekler dikkate alındığında kültür mirasının yok olmasının sadece fiziksel bir kayıp değil, aynı zamanda belleğin kaybı da olduğu açıktır.

Yukarıda tanımlanan nedenlerden dolayı soyut ve somutun (3) tanımı ve korunmasının gerekliliği açık olmakla birlikte somut mirasın soyut parçası ile bağı her zaman kesin olarak tanımlanamamaktadır. Risk bölgelerinde yapılan afete hazırlık ve risk azaltma çalışmalarında, yapılarda fiziksel koruma sağlanırken, soyut-somut arasında ilişki kurma sorunu nedeniyle soyut miras öğelerinin korunmasına ilişkin tanım ve teknikler net olarak belirlenemediğinden bu öğelerin yitirilme tehlikesi ortaya çıkmaktadır. Bu durum, korunan alanlarda mekânların fiziksel olarak korunması mekân ruhunun ise yitmesiyle sonuçlanmaktadır.

Mekân ile yerin organik bağından ve aralarındaki etkileşiminden ortaya çıkan “yerin ruhu”, geleneksel nitelik taşıyan eylemler ve bu eylemleri gerçekleştiren insanlar tarafından zaman içinde şekillenir. Tüm bu öğe ve ilişkiler birlikte ele alınmadığı sürece, yer-mekân-eylem döngüsü kırılacak ve anlamını yitirecektir. Miras alanlarında başarılı bir risk yönetimi ancak bu üçlü yapının korunması ile mümkün olacaktır.

AFET SONRASI MİRAS ALANLARINDA SOSYAL YAPI DEĞİŞİMİ SORUNU

Afet geçiren bölgelerde çoğu zaman sosyal ve demografik yapı değişme eğilimindedir. Değişimin en önemli nedenleri can kaybı ve yer değişimidir. Yer değişimi, bölge halkının başka bir bölgeye büyük kitleler olarak göç etmesi veya ettirilmesi gibi tek yönlü, ya da bölgeyi terk eden halkın yerine başka bölgelerden insan göçü olması gibi iki yönlü olabilir.

Afet sonrası, bölge halkının dışa göç etme eğiliminde olmasının temel nedenleri, yapıların yıkılması ve bölge ekonomisinin zayıflaması, aile yakınlarını kaybeden insanların duygulara bağlı hareketi ile olayı hatırlatan yerden uzaklaşma ve yeni bir düzen kurma isteği olarak sıralanabilir. Ayrıca 1970 Gediz Depremi’nde olduğu gibi afetin büyüklüğüne bağlı olarak, yerel halkın daha güvenli bir bölgeye taşınması için afet bölgesini terk etmesi, bölge halkının iradesi dışında hükümet kararı ile sağlanabilmektedir.

Afet bölgesine dışarıdan göç nedenleri ise, talep görmediği için ekonomik açıdan elverişli hale gelen yapılardan yararlanma isteği ile daha alt gelir grubundan olan kişilerin bölgeye gelmesi ve yerleşmesi, bölgenin fırsat alanı olarak değerlendirilmesi, özellikle inşaat alanında yatırım yapmak ya da yeni inşaatlarda çalışmak üzere iş bulmak, oluşacak yeni ranttan pay almak, ayrıca yeniden bir afetin olma olasılığının düşük olduğunu düşünmek olarak sıralanabilir. Afet bölgesinde kurulan yeni sosyal düzen, bazı durumlarda suç oranının artması olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Afet bölgesinde sosyal yapının değişmesi geleneksel dokularda fizik mekân ve eylemleri ile bütünleşen kültür mirasının korunması için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu tehlikeler, halkının uzun zamandır yaşadığı çevreyi terk etmesiyle özgün kullanıcılarının dağılması sonucunda ortak hafıza ile oluşan geleneksel yapının bozulması, yeni gidilen yerde yerleşim koşulları farklı olması durumunda yeni yere uyum, gereklilikler gibi nedenlerle yaşam alışkanlıklarının değişmesi, özellikle kırsal alanlar için bölgeye özgü olan ve çevreyle bütünleşen üretimlerin sona ermesi, mekânlarla bütünleşen ritüellerin ortadan kalkması soyut kültürün de zaman içinde kaybolmasına zemin hazırlamaktadır. Öte yandan bölgenin yeni kullanıcıları kendi yaşam biçimini ve geleneklerini getirmekte ve genelde mevcut kültürel mirası kendine ait bulmayarak sahiplenmemekte, koruma yerine yok etme ya da kendi kültürünü baskın hale getirerek benimsetip yerleştirme eğilimi ortaya çıkmaktadır.

Bu gerçekler göz önüne alındığında kültür mirasının korunmasında yerel halkın katkısı ve mirasın korunması gereğine ilişkin bilincin oluşturulmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle bütünleşik ve sürdürülebilir bir koruma için özellikle afetin hemen sonrasında hızlı ve etkin bir müdahale ile yerel halkın bölgeyi terk etmeden en kısa zamanda yaşamına devam etmesinin sağlanması miras alanlarında sosyal dokunun da korunmasını olanaklı kılacaktır.

SONUÇ VE ÖNERİLER

Afete yatkın olan miras alanlarında geleneksel fiziki dokuyu, bu dokunun ruhunu oluşturan soyut miras değerlerini ve her ikisini de var eden insanı birlikte koruyabilmek başarılı bir bütünleşik ve sürdürülebilir koruma ve afet yönetimi planının vazgeçilmez öğeleridir. Afetlerde kültür mirasının korunmasında afet sonrasına odaklanan “kriz yönetimi” yerine afet öncesindeki hazırlıklara odaklanan “risk yönetimi” çalışmaları başarılı bir “afet yönetimi”nin hareket noktası olmalıdır. Afete yatkın alanlarda kültür mirasının korunmasına ilişkin çalışmalarda öncelikli konular şöyle özetlenebilir:

Afet Öncesinde Yapılması Gerekenler

  • Afet yönetimi sisteminin bir bileşeni olarak "miras alanlarında risk yönetimi":Afete yatkın miras alanlarında, meydana gelme zamanı belirsiz ama gerçekleşme olasılığı yüksek afetlere karşı her zaman hazırlıklı olunmalı, bunun için Ulusal Afet Yönetim Sistemi’nde, koordineli çalışacak bir alt bileşen olarak Miras Alanlarında Afet Risk Yönetimi Sistemi oluşturulmalıdır.

  • Kültür envanteri: Varlığı bilinmeyenin korunması olanaklı değildir:Kültürel miras olarak kabul edilen yerleşim alanı, arkeolojik alan, tarihî bahçe, yapı, obje ve geleneklerin belgelenmesi, koruma için yapılacak çalışmaların temelini oluşturmaktadır. Bir afet sırasında yok olan somut miras öğeleri belirlenebilmekle birlikte tehlike altına giren ya da yok olan soyut miras öğelerini belirlemek güçtür. Bu nedenle soyut mirasın belgelenmesi için gerekli envanter sisteminin hızla oluşturulması ve sistemin soyut miras envanteri ile ilişkilendirilmesi gereği açıktır.

  • Afette soyut-somut ilişkisinin korunması: Afete maruz kalan miras alanlarında, miras değerlerini koruma ve kurtarma yaklaşımında soyut ve somut miras ilişkisinin bir bütün olarak kurulması ve yapı/obje korumasının ötesinde yerel geleneklerin korunması için çalışmaların yürütülmesi ve yöntemlerin geliştirilmesi yaklaşımı benimsenmelidir.

  • Kültür mirasının afet etkilenebilirliğinin azaltılması için bilgi sistemi: Tarihî çevre, arkeolojik alan, yapı ve kültür değerlerine ilişkin tüm miras öğesi verileri, afet durumunda, farklı fizik mekânlardan ulaşılabilecek ve hızla devreye girebilecek, özgün bir bilgi sistemi oluşturulmalıdır. Bu bilgiler miras alanlarında gerek afet öncesi çalışmalarda gerekse afet sonrasında hasar tespitinde anahtar rol oynayacaktır.

  • Uzaktan izleme:Afet sırasında afet bölgesine ulaşmak konusunda sorunlar yaşanması kaçınılmazdır. Özellikle geleneksel ulaşım dokusunu koruyan tarihî yerleşimler ile gündelik hayatta dahi ulaşımı zor bölgelerde konumlanan manastır, konaklama hanı gibi miras yapılarına afet durumunda ulaşım ve müdahale daha da güçtür. Bu durum acil müdahalelerde gecikmelere neden olabilmektedir. Bunun için afet öncesinde bu tür alanların uydu görüntülerinin hazırlanarak bilgi sisteminde tutulması, afetin hemen sonrasında güncel durumun uydu görüntülerinin zaman kaybetmeden elde edilebilmesi, uygun bilimsel yöntemlerle (uzaktan algılama vb.) hasar durumunun belirlenmesi çok önemlidir (Birleşmiş Milletler - UNITAR tarafından desteklenen UNISAT sistemi gibi). Bu şekilde veri toplama, karar verme, ilgili kurumlar arasında yapılacak protokoller ve “acil durum müdahale – operasyon” kararları ile işler hale gelebilir.  

  • Sit alanı acil durum kullanım protokolleri: Özellikle sit alanlarının ve anıtsal yapıların geniş açık çevrelerde yer alması, afetlerde bu alanların insani yardım amaçlı kullanımına olanak sağlamaktadır. Ancak süregelen uygulama, acil durum yönetim birimlerinin alana el koyması biçiminde olup kullanım sırasında anıt ile yakın çevresine zarar verebilmektedir. Acil durumlarda insani yardım öncelikli olmakla birlikte bu aşamada sit alanı ve miras yapılarına zarar vermeden sağlıklı bir biçimde insani yardım hizmetlerinin devamına olanak sağlayacak etkin koruma-kullanım programı oluşturmak gereklidir. Afet öncesi hazırlık çalışmalarında bu alanların acil durum kullanım potansiyeli belirlenip, acil durum sırasında görev alacak yetkililer arasında alan kullanım protokolü hazırlanmalıdır. Bu protokolde kullanım biçimi, kullanıcılar ve aralarındaki ilişkiler net bir biçimde tanımlanıp "acil durum eylem planı" uygulamaya konulmalıdır.

  • Yerel sivil toplum örgütleri: Afet bölgesinde afet sırasında ilk çalışmalar yerel halk tarafından yapılmakta, ardından da gelen yardımlardan destek alınmaktadır. Özellikle geleneksel dokuların niteliği bu bölgelere araçla ulaşımı daha da zorlaştırmaktadır. Geleneksel dokularda afete hazırlık, afet sırasında müdahale, afet sonrasında iyileştirme ve korumanın sürdürülebilirliğinin sağlanması için yerel örgütlenme planlanmalı, uygulamaya geçirilmeli ve periyodik tatbikatlarla yapılmalıdır. Böylece yerel acil durum örgütlenme şemasında kendi rolünü ve yapabileceklerini çok iyi bilen bireyler ile afet sırasında doğru, hızlı ve etkili bir müdahale yapılması sağlanır.

  • Mevcut durum tespiti ve izleme: Özellikle tarihî yapılarda deprem öncesi yapısal durumun tespiti ve risk potansiyelinin değerlendirilmesi çalışmaları yapılmalı ve miras yapılarına gerekli ise, müdahale türü ve öncelikleri belirlenmeli, düzenli bir biçimde izlenmelidir.

Afet Sırasında Yapılması Gerekenler

  • Hasar tespiti ve yapısal değerlendirme: Miras yapıları için, afet sonrası çalışmaların başında hasar tespiti ve yapının kullanılabilirliğinin belirlenmesi ve yapının güvenliğinin sağlanması gelmektedir. Bu çalışmalar acil durum değerlendirmesi yapabilecek donanıma sahip ilgili yapıyı yapısal olarak değerlendirebilecek ekipler tarafından yapılmalıdır. Ekipler, en az bir koruma uzmanı olmak üzere iki, üç kişilik olabilir ve gerekirse uluslararası uzmanlar da yer alabilir.

  • Geleneksel yapım sistemi el kitabı ve yapım sistemlerine göre sınıflandırılmış bölgeler haritası: Özellikle afet bölgesine yardıma gelen ve bölgenin geleneksel yapım sistemine yabancı ulusal / uluslararası arama kurtarma ekiplerinin enkaz müdahale çalışmalarına yardımcı olacak ve tarihî yapıya müdahale sırasında hasarı en aza indirecek geleneksel yapım sistemi el kitabı ve yapım sistemlerine göre sınıflandırılmış bölgeler haritası hazırlanmalıdır.

Afet Sonrasında Yapılması Gerekenler

  • Rehabilitasyon stratejileri:Geleneksel dokularda rehabilitasyon çalışmalarının başarılı olması için yapı-gelenek-insan-çevre arasında bütünleşik bir yaklaşım benimsenmelidir. Bu nedenle salt yapı onarımına yönelik bir program yerine, bölge halkının en kısa zamanda eski durumuna dönmesini sağlayacak planlama stratejileri ile geleneksel dokunun geleneksel fiziki mekân ve geleneksel eylem bütününü koruyacak bir program oluşturulmalıdır.

  • Geleneksel dokuda göç hareketinin kontrolü: Afet sonrasında, bölge dışına olası göç ya da afet bölgesine gelen göç ile ortaya çıkacak sosyal yapı değişimi miras alanlarında geleneksel dokunun özgünlüğüne zarar veren etmenlerin başında gelmektedir. Bu nedenle göç hareketinin kontrollü ve minimum düzeyde gerçekleştirilmesine yönelik gerekli önlemlerin alınması sağlanmalıdır.

  • Tarihî yapılarda hasar tespiti ve yapısal değerlendirme:Afet sonrasında, tarihî yapıların hasar tespiti ve yapısal değerlendirilmesi birinci öncelik taşır. Yapılan değerlendirmeye göre teşhis ve müdahale kararları alınır. Bu kararlar, afet sonrasında insani kurtarma çalışmalarının hemen ardından, disiplinler arası uzmanlar ekibi tarafından koordineli olarak alınmalıdır. Bunun için özellikle arama kurtarma ve insani yardım organizasyonları ile yapılacak protokollerle müdahale aşamasında bölgeye en kısa zamanda ulaşarak çalışmaya başlanması sağlanmalıdır.

  • Tarihî yapılarda onarım kararları:Hasar tespiti ve yapısal değerlendirme sonucunda, disiplinler arası ekip tarafından yapılan teşhis ve buna göre verilen müdahale kararının (sağlamlaştırma, kapsamlı onarım, yıkım-yeniden yapım, taşıma vb.) uygulama ilkeleri ve uygulamanın kendisi de bu ekip denetiminde gerçekleştirilmelidir.

  • Yeniden değerlendirme:Afet sonrasında, miras alanları ve burada gerçekleştirilen her tür çalışma, ayrıntılı bir biçimde incelenerek afetin ardından miras alanının yeni durumu kapsamlı bir biçimde değerlendirilmeli ve değerlendirme sonucunda elde edilen veriler gelecekteki olası afetler için yeni koruma stratejilerinin belirlenmesine temel oluşturmalıdır.

NOTLAR

1. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1987 yılında gerçekleştirdiği 96. genel toplantısında 1990-2000 yıllarını içine alan 10 yılı “Doğal Afet Zararlarının Azaltılması Uluslararası On Yılı” olarak ilan etmesi bu konuda uluslararası boyuttaki en etkin gelişmelerden biri olmuştur. Toplantıda 20 yıl içinde dünya üzerinde meydana gelen, deprem, sel, tayfun, kuraklık vb. gibi doğa olaylarından 800 milyon kişinin etkilendiği ve 32 milyar Dolar ekonomik kayıp oluştuğu vurgulanmıştır. Bu durumdan özellikle kırılgan ekonomilere sahip olan, gelişmemiş, az gelişmiş ve gelişmekte olan bölgelerin etkilenmesi nedeniyle uluslararası işbirliğinin önemi dile getirilmiş ve tanımlanan on yıl içinde afet riski yüksek ülkelerde milli komiteler kurularak afet zararlarının azaltılması için çalışmalar yapılması önerilmiştir. (United Nations A/Res/42/169)

2. Hançerlioğlu, 1979.

3. Soyut Kültür Mirasının Korunması Kurultayı (Convention of the Safeguarding of the Intangible Cultural Heritage):

Madde 2 – Tanımlar:

Bu kurultayın amaçlarına göre:

1. “Soyut kültür mirası”; uygulama, temsil, ifade, bilgi, beceri ve araçlar, nesneler, eserler ayrıca bunlarla ilişkili kültür alanları, topluluklar, gruplar ve bazı durumlarda bireylerin kültür mirasının bir parçası olarak görülmesi anlamındadır. Nesilden nesillere aktarılan bu soyut miras, her zaman toplulukların ve grupların, doğa ve tarih ile ilişkileri ile çevrelerine verdikleri cevap biçiminde ortaya çıkmış ve kimlik ile devamlılık duygusu yaratmıştır. Böylece kültürel çeşitliliğe saygıyı ve insanın yaratıcılığını teşvik etmiştir. Bu kurultayın amacına göre, mevcut insan hakları, araçlar, aynı zamanda topluluk, grup ve bireyler arasında karşılıklı saygı gerekleri ve sürdürülebilir gelişim olarak sadece soyut miras dikkate alınacaktır.

2. “Soyut kültür mirası”; yukarıda paragraf 1’de tanımlandığı şekilde, aşağıda sıralanan değerler arasında ortaya konmuştur:

(a) dili soyut kültür mirasının aracı olarak içeren sözlü gelenekler ve ifadeler

(b) uygulama sanatları

(c) sosyal uygulamalar, ritüeller ve şenlikler/bayramlar

(d) doğa ve kainatı kapsayan bilgi ve uygulamalar

(e) geleneksel zanaatlar.

 

* Fotoğraflar Zeynep G. Ünal'a aittir.

KAYNAKLAR

Aidoni, Sophia vd. 1997, Journeys on the Seas of Byzantium, Helenic Ministry of Culture Publication, Atina.

Burçak, E. 2003, Surların Öte Yanı Zeytinburnu, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları 1, İstanbul.

Hançerlioğlu, O. 1979, Felsefe Ansiklopedisi “Kavramlar ve Akımlar”, cilt: 6, Remzi Kitabevi, İstanbul.

İncedayı, D. 2006,Kavram Olarak Kamusal Alan”, Mimar-ist, sayı:22, ss.57-58.

Karagöz, Ş. 2005, Eskiçağ’da Depremler, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları, İstanbul.

Kocabaş, U. (ed.) 2008, Old Ships of Newgate (Yenikapı’nın Eski Gemileri), Ege Yayınları, İstanbul.

Meriç, E. 2010, "İstanbul ve Yakın Çevresinin 8500 Yıllık Geçmişinden Kesitler", Jeoloji ve Arkeoloji, TMMOB Yayınları, İstanbul.

Bu icerik 8982 defa görüntülenmiştir.