326
KASIM-ARALIK 2005
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
UIA 2005 İSTANBUL YANSIMALARI

Suha Özkan’la Kongre Üzerine

Kamuoyunda, basında ve mimarlık topluluğunda yoğun ilgiyle karşılanan Kongre’ye ilişkin en doğru ve kapsamlı değerlendirmenin, zamanın getirdiği eleştirel mesafeyle mümkün olacağını düşünüyoruz. Bu zaman dilimi içinde ise, hazırlık süreci, Kongre haftası boyunca yaşananlar ve ardından tartışılanlarla doğru bir perspektif çizilmesi için yayınlarımız devam edecek. Değerlendirmeye Kongre’nin en yetkili ağzı, Kongre Başkanı Suha Özkan ile görüşerek başladık. Söyleşiyi MİMARLIK adına Ayşen Ciravoğlu gerçekleştirdi.

Kongreyi, başta düşlenenler ve gerçekleşenler açısından karşılaştırmanızı istesek, katılım ve daha önemlisi içerik size göre nasıldı?

Kongre’nin değerlendirmesi, herhangi bir olayın başarısı ya da başarısızlığı gibi, çok yönlü yapılabilir. Bir izlenimsel başarı var. O da olayı yaşayan insanların süreç içinde edindikleri yarar, keyif, öğrenim ya da katkıların bileşimi olan izlenim. Çalışan kişiler olarak bizler daha farklı değerlendirmeler yapabiliriz. Mimarlar Odası olarak bizler genellikle yorucu, hatta bir anlamda bunaltıcı günler, aylar, hatta dönemler yaşadık; çünkü işimiz sorunları çözmekti. Ama, her günün sonunda ya da işin sonunda aldığınız izlenimlerle bunlar da eriyip gidince, geriye başarının tadını kalıyor.

Böyle bir olayın nesnel başarısı, ancak üzerinden çok zaman geçtikten sonra ve karşılaştırmalı olarak bakıldığında anlamlı olabilir. Bu karşılaştırmalı bakışta da birçok konuyu süreç içinde dillendirdik. Başarı ile sonuçlandırdığımız Kongre ve Genel Kurul, Uluslararası Mimarlar Birliği UIA’nın 50 küsur yıllık örgütsel yaşamı süresinde her açıdan “en iyisi” oldu. En çok katılım, en çok kayıt, en çok bildiri, en çok öğrenci yarışması katılımı, en çok sayıda ve en üst düzeyde konuşmacılar. Bunların hepsi nesnel ölçütler.

Bir tek Öğrenci Yarışması’ndaki ödül sayısının Barselona’dan az olduğunu saptadık. Bu saptamaya da şu açıdan katılmak olası değil; çünkü Barcelona’da ödül olarak kitaplar ve anlamlı nesneler verdiler. Kısacası, biz ödülü 1000 doların altına indirseydik, yüzlerce ödül verirdik. Biz 1000 dolarlık bir mansiyon ödülü seviyesinin altına düşmedik. Ya da onun karşıtı olan uluslararası seyahat gibi ödüller verdik. O nedenle öğrenci ödüllerinde de geriye düştüğümüzü sanmıyorum.

Kongre öncesi, sonrası ve süresince en konuşulanlar ana konuşmacılardı. Kongre’de yer alan çok sayıda değerli ana konuşmacının Kongre’ye katılımı nasıl gerçekleşti?

Uluslararası Mimarlar Birliği’nin mimarlık mesleği tarafından benimsenemeyen bir konumu vardı. Bu gerçekten de bir bakıma kronik bir algılamaya dönüşmüştü. Örneğin, bir takım şöhretler UIA Kongreleri’ne sürekli giderler; gitmelerinin nedeni de oraya olan saygılarıdır. Mesela, Peter Eisenman son üç kongreye de gelmiştir; Charles Correa hepsine gider; Fumihiko Maki gidebildiğince gider; çünkü Maki ve Correa UIA’nın “Altın Madalyalı” mimarlarıdır. Hiçbir zaman “Hayır” demezler, çünkü bu kuruma bağlantıları taçlanmıştır. Biz Kongre’de değişik mimarlık kutuplarından 27 uluslararası şöhreti buraya çektik. Hatta bir kısmı gönüllü olarak hem de dört ay öncesinden bildirilerini yollayıp, sonra geldiler. En güzel tarafı da bu gönüllü katılım. Süreç hızlanınca kimi şöhretli mimarlar bizi arayıp, “Siz mi çağırmadınız, yoksa biz mi atladık?” diye sordular; bu çok yüeklendirici idi. Geldiler. Çok üst düzeyde bir katılım oldu.

Bir de biz çok düzgün bir şey yaptık; bunu kamuoyu bilmiyor, ama aramızda tartıştığımız bir olay. İstanbul’la “iş” ilişkisine giren ya da girmiş mimarlar çağrılmadı. İsim vermem doğru olmaz; ama bu kişiler hem benim şahsi dostlarım, hem de cezbedici karizmaları, şöhretleri olan insanlar. Ama biz Mimarlar Odası’nı ve Kongre’yi kollayıp başka bir “iş”e görüntüde bile araç olmasını istemedik. Bu çok titiz bir tavırdı. Bu elbette kırgınlıklara da neden oldu. Ama ben temelinde etik sağlamlık olan tutumumuzun sorumluluğunu daima göğüsleyebilirim. Çünkü tutumumuz içten ve dürüsttü.

En güzel tarafı ülke katılımının çok iyi olmasıydı; kim ne derse desin % 30’u Türk’tü. Toplam katılımın içinde de yine % 40’a yakın öğrenci vardı.

Katılımın, Mimarlar Odası ve Uluslararası Mimarlar Birliği açısından kazanımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Düşlediğiniz kongre / kongre formatı ile katılım paralel ilerledi mi?

Mimarlar Odası ve Uluslararası Mimarlar Birliği, bana sorarsanız 20-30 yıl sonrasına yatırım yaptı. O kadar çok öğrenci ve genç mimar vardı ki. Heyecan verici idi. Özellikle İran’dan, Yunanistan’dan, Suriye’den ve Balkan ülkelerinden otobüslerle gelenler çoktu. Aralarında hiç yabancı dil bilmeyenler bile vardı. Onlar için, olay daha çok orada olmak, yaşamak, ortamı yaşamak, oluşumu solumak ve mimarlık heyecanı ile ilgiliydi.

Bu toplantılarda, tabii ne denli ilgili olursanız olun, baştan sona en fazla 13 ana konuşmacıyı izleyebiliyorsunuz. Benim izlediğim kadarıyla mesela, Tadao Ando’nun, Zaha Hadid’in, Mario Botta’nın konuşmaları neredeyse böyle “talk-show” bir gösteri havasındaydı. Olay, mimarlığın ötesinde, çığlıklar, flaşlar, ıslıklar ile bir hayranlık gösterisine, neredeyse bir eğlenceye dönüştü. O da güzel bir olay; çünkü mimarlık mesleği aslında çok neşesiz bir meslek olmaya başladı. Dedikodusu yoğun, acısı çok, sıkıntısı büyük; üstelik bir de birçok çıkar gurubu tarafından ezilmişliği de var.

İstanbul’da birdenbire bunlar atıldı. Bunu biraz İstanbul havasına, biraz da bizim bu olayı ele alışımızdaki enformel davranışa veriyorum. Biz “Pazaryerine gelin, ne derseniz deyin” dedik. Herkes bir yığın eleştiri yaptı: “Vay! Mimarlık mal mıdır ki pazarlıyorsunuz? Pazar nedir? Neyi pazarlıyorsunuz? Kim pazara çıktı? Ne diye Pazar?” dediler. “Biz onu demiyoruz. Biz diyoruz ki, isterseniz limon satın, isterseniz otomobil satın” dedik. “Biz sansür koymuyoruz, sınır koymuyoruz, kapsamı etkilemiyoruz, mesajı etkilemiyoruz.” Bizim pazardan anladığımız bu, tümüyle bir özgürlük ortamı yaratmayı amaçladık. Bu tutumun da verdiği bir rahatlık, bir ruhsal yükselme vardı. Baştan sona bu duyumsamayı hissettik.

Sonuç olarak, eğer katı ve çok formel bir kongre düşünseydik, tatsız olurdu. Üstelik, çok rahatlıkla örgütleyemezdik. Bizim böyle İsviçreli gibi, Alman ya da Amerikalı, Kanadalı gibi a’dan b’ye şundan sonra bu yapılacak, bundan sonra bu yapılacak gibi bir kongre düzenleme kapasitemiz yok değil ama kısıtlı. Çünkü olay sadece örgütleme ve yönetme değil; Türkiye ortamından kaynaklanan bir sürü değişken var. Çok hassas ayarlı bir kongre yapmamız da anlamsız; yani bizim kendi ortamımızı sunmamız lazım; kendi doğamızla uyumlu örgütlenme yeteneğimizi sunmamız gerekmekte idi.

Bu konuda Mimarlar Odası’ndan aldığımız yüreklendirme, hem Organizasyon Kurulu’ndaki arkadaşların birlikte çalışma biçimi ve çalışkanlıkları, hem Berlin Genel Kurulu’ndan aldığımız destekle sürdürdük.

“Pazaryeri” yapılanmasını oluşturmamızın bir nedeni de, katılanları çok katı çerçevelere sokmamak idi. Doğrusu onlar da girmezdi. Çok az bildiri başvurusunu da geri çevirdik. Mimarlık üzerine ve ahlâk sınırları içinde sunulacak her katkıyı kabul ettik. Bu tutumumuz genç akademisyenlere araştırmalarını başkaları ile paylaşma şansı getirdi. Çünkü, Uluslararası Mimarlık Kongresi’nde bildiri sunmak, meslek açısından önemli bir aşama. Yararlandılar da. Artık gelecek yıllarda meyvelerini toplayacağız. Yayınları izleyeceksiniz. Kongre boyunca genç akademisyenlerin, katılımcıları kendi savlarını, araşatırmalarını dinlemeye, izlemeye çağırmaları çok hoştu. Yayınlar da çıkacak. Verdiğimiz şansın sonuçlarını göreceğiz.

Bahsettiğiniz, Kongre’nin kimseyi reddetmemesi, aslında bir pazaryeri gibi, söylemek istediği bir şey olan herkesi davet etmesi, Kongre’nin sonunda aynı dili konuşan bir metin çıkmasını engellemiş olabilir diye düşünüyorum. Daha çok sesli, daha içinde pek çok öğe barındıran bir metin sizce oluşabildi mi?

Oluşmadı, çünkü böyle bir ortamdan bir senteze gitmek, bir söz birliğine varmak olası değil. Dolayısıyla, her kongrede olduğu gibi biz, Mimarlar Odası Başkanı, Kongre Başkanı, Bilim Kurulu Başkanı ve emek vermiş kişilerle konuyu kalıcı bir metin oluşturmak amacı ile varılan sonucu toparlamaya çalıştık. Sonuçta, bir biçimde Kongre’nin ruhunu yansıtmaya çalışan bir belge oldu. Genelde Kongre’nin sonunda çıkan, oldum olası bir topluca (kolektif) bir izlenim belgesi değil midir?

Ben Kongre’den sonra 9 ülke gezdim. Kongre’ye katılmış kişilerden aldığım izlenimler olağanüstü güzel, yüreklendirici. Toplantılarda İstanbul 2005’e gidenlerle gitmeyenlerin arasındaki farkı, gidenlerle gitmeyenler arasındaki diyalogu izliyorum. O kadar hoş ki... Giden biri “Neler kaybettin? İstanbul’da olanları kendin izlemeye kalsan 100 bin dolar yetmez” diyor. İzleyemeyenler, her zaman olduğu gibi bir bahane buluyor; ama güzel olan taraf kimse “Haberim olmadı da gitmedim” demiyor. Bence bizim başarımız bu. Duyuramamış olsaydık, acıklı olurdu.

Bir de en hoş olan sanki bir “mucizevi” başarı gerçekleşmiş mesajı veriyorlar. Burada bizim düzenlemelerimiz kadar, İstanbul’un verdikleri de çok önemli.

Katılımla ilgili bazı eleştiriler, yapılan çağrılara yöneltiliyor?

Dünyadaki 1.3 milyon mimara hangi mesafede durduysak, Türk mimarlarına da o mesafede durduk. Kimse “Bizi çağırmadılar, davet etmediler” dememeli, hiç kimse küsmemeli, kesinlikle alınmamalı. Çünkü biz kimseyi özel olarak çağırmadık. Sadece, Bilim Kurulu Türkiye adına profil verecek bir kişiyi seçti; Mimarlar Odası’nın politikalarına yakın, Türkiye'yi içselleştirmiş, enformel mimarlığa yakın, formel mimarlıkta etkin, moderniteye sevgiyle yaklaşan, yöreselliği özümsemiş, Mimarlar Odası’na emek vermiş, sanatta kendini kanıtlamış ve benzeri birçok ölçüt koyup değerlendirdiklerini sanıyorum. Sonunda, Cengiz Bektaş’ı seçtiler. Ben kimsenin de itiraz ettiğini dumadım. Edeceğini de sanmıyorum. Ama, onun dışında herhangi bir Türk mimarına özel ayrıcalıklı bir çağrı yapılmadı. Bu bence çok önemli, çünkü bu uluslararası kongreydi. Uluslararası kongre düzeninde örgütlenmeliydi.

Kongre Yönetimi olabildiğince yerel sorunları gündeme getirmemeye özen gösterdi. Ama doğal olarak bu konular gündeme geldi. Getirildi. İstemeseniz de kaşınan bir yara varsa, kaşınıyor. Sonunda yerel sorunlar uluslararası ortama mal ediliyor.

Biz Kongre politikası olarak yerellik yapmayalım dedik. Çünkü, Almanya'da bürokratlar konuştu ve kendi bürokrasilerinin sorunlarını kongreye taşıdılar. Sonucunda kongrede kimse o konularla ilgilenmedi. Biz büyük bir ölçekte de bu duruma düşmedik. En azından uluslararası ortamda olmadı. Ama ortam İstanbul olduğu için yerel iletişim ortamı bu konularla ilgilendi. Bence çok fena olmadı. Yapılan yerler de aslında Türk mimarlığı, Türk mimarlık yönetimi ve Türk basını arasında bir diyalog şeklinde oldu.

Bir şekilde, basın Kongre içinde oldukça aktif yer aldı, gündemi yönlendirdi. Destek kimlerden, ne şekilde geldi?

Önemli bir unsur burada muhakkak sözünü etmek lazım, CNN’den Sayın Şirin Payzın, Doğan Hızlan, NTV’den Oğuz Haksever’den isim olarak bahsetmek ve kendilerine teşekkür etmek gerek. Olağanüstü iyi çalışmalar yaptılar. Yani, teker teker her katılımcıyı tanıdılar, öğrendiler, onlarla sohbet ettiler, birbirleriyle karşılıklı konuşturdular, Sayın Belediye Başkanı’ı Kadir Topbaş’ı uluslararası orrtamın temsilcileri ile tartıştırdılar. Birçok yabancı mimarla belediye başkanını, belediye başkanıyla genç Türk mimarlarını biraraya getiren platformlar kurdular. Kısacası Türk iletişim ortamının (medya) bu etkinliği üstlenmesi de çok olumlu oldu. Özellikle, Mimarlar Odası’nın içeriğini hazırladığı, Hürriyet Gazetesi’nin yayımladığı İngilizce günlük gazete çok önemliydi. Ajans Press’e göre Cumhuriyet tarihinin bir gün içinde en çok söz edilen olayı UIA 2005 İstanbul Kongresi olmuş. Belki, Kongre’den sonra evsahipliği yaptığımız Formula-1’den sonra da en çok söz edilen kültürel olaydır. Mimarlık gibi kültürel ve teknik bir konuyu, ülke gündemine bu kadar iyi taşımanın da verdiği bir güzellik ve meslek adına bir doyum var. Umarım sürecek.

Bahsettiklerinizin yanısıra, yapılmak istenip de yapılamayanlar?

Her şey çok mu iyiydi? Hayır, çok büyük özlemlerimiz vardı, çoğunu yapamadık. İstiyorduk ki, bu UIA Kongrelerinde -“başsız tavuk sendromu” derim ben- herkes birini arar, bir türlü bulamaz. Onu önlemek üzere, bütün alanda kordonsuz web sitesi kurmak istiyorduk. Herkesin kendi dizüstü bilgisayarından girebileceği, kendi gündemini başkalarıyla paylaşabileceği, başkalarını çağırabileceği, yani normal kongre iletişim mekanizmaları dışında, kişilerin kendi arasında demokratik, parçacı, özgürce bölüşülen bir ortam olsun istedik; bunu yapamadık. Neden yapamadık? Finansal olarak, yani biz hiçbir bilgisayar şirketini bunu kuracak altyapıya razı edemedik. O da bizim eksiğimiz. Umarım benim bu özlemim bizden sonraki kongrelerde gerçekleşir.

İkincisi, bu epidemik ölçekte yaygın cep telefonu döneminde, kaydolan herkese bir SIM kartı çipi vermek istedik. Onu da hiçbir telefon şirketi kabul etmedi. Bence bu tümüyle bizi desteklemeyen şirketlerin ayıbı. Tek tek gittik; çünkü bu onlara hem kâr getirecek, hem saygınlık kazandıracaktı. Külfetine katlanmak istemediler. Oysa belki dünyada ilk defa, bir kongrenin delegelerinin dakika dakika birbirleriyle irtibat halinde olmasını sağlayacaktık. Üstelik bu bedeli delegeler ödeyecekti. Bunlar özlemlerimizdi. Olmadı.

Üçüncüsü, Kongre alanının projesini demokratize edelim, herkes katılsın, yarışmayla elde edelim derken açmaza soktuk. Değişik nedenlerle olmadı: Teknik nedenlerle olmadı, yönetsel nedenlerle olmadı, parasal nedenlerle olmadı. Orada bizim kendi olanaklarımızla ürettiğimiz projeyi uyguladığı için, belediyeye teşekkür borçluyuz. En azından utanmadık. Sözümüz yerine geldi. Güzel şeyler yapıldı. Zaman ve kaynak olsa belki daha üst düzeyde, çok daha kalıcı bir mimari tasarım ürünü olabilirdi. O fırsatı da kaçırdık. İyi bir şey yapıldı, ama o iyi bir şey yapılan süreçlerden geçip, seçilmiş proje olamadı. Süreç bir açmaza girdi. Çıkamadı.

Gerçekleştirilemeyenler arasında, ana konuşmacılardan gelmeyen / gelemeyenler de sayılabilir mi?

Söz verip gelmeyenler var; bazen onlara reaksiyonda bulunuyorum. Biri Rem Koolhaas. Koolhaas’ın Çin'de çok ciddi bir projesi var; birdenbire o yeniden gündeme geldi ve “Ayrılamıyorum” dedi. Özel olarak özür diledi, “Bir hafta daha kalmam gerekiyor, ortağımı yollayayım” dedi. Biz de “Bizim kongrelerimize vekaletle katılmak olası değil. Kusura bakma” dedik. Fakat, Dominique Perrault birçok yerde yaptığı gibi, ki kendi talip oldu açıkçası, büyük heveslerle gelmek istedi, gelmeyeceğini kişiler salonda toplandıktan sonra bildirdi. O da sanırım onun ayıp hanesine yazıldı. Sonra Paris’te karşılaştık çok özür diledi ama tahribat gerçekleşmişti. Katılamayanları eleştiren bir yazı, bu ay RIBA Dergisi’nde yer aldı. Biz 30 kişi çağırmıştık, 3’ü gelmedi; dergide 27’sinin gelişinden bahsedilmiyor da, 3’ünün gelmeyişinden bahsediliyor. Gelenlerden bahsetmemeleri biraz acıklı. Tabii bu bir tavır. İyi ki destek bulamıyor.

Gerçekten önce söylediğimin altını çiziyorum. UIA mimarlık camiasıyla pek içi içe değil. Bizi önce eleştirdiler, “Hiç yıldız mimar yok ki, niye gelsin insanlar buraya” diye. Bir süre sonra “Bunlar çok oldu, ne yapacaksınız” diye neyi eleştireceklerini şaşırdılar. Oysa, insanların hepsiyle temasımız vardı. Ama bütçemizde bu iş için ayrılmış para yoktu. Önce o parayı ya da destekcileri bulduk, sonra insanları getirdik.

Burada özellikle söylemek istiyorum: Başka sponsorların ürünlerinin promosyonal aktivitelerine katılanların dışında ana konuşmacıların hiçbiri bizden para istemedi ve almadı. Bu da katılanların özverisinin bir göstergesi. Onlar da teşekkürlerimiz sonsuz. Yıllar boyu anımsanacaklar.

Medyanın ilgisinden söz ettiniz, hakikaten öyleydi. Çeşitli iletişim kanallarında, günlerce mimarlık konuşuldu. Bu tabii ki çok çok olumlu bir şey. Ancak bunun Kongre sonrasına yansıması nasıl olabilir? Kazanım, büyük oranda medyanın ilgisi ile toplumun kısa bir süre de olsa mimarlığı konuşması mıdır? Çünkü, o kongreyle biraz sınırlı mı kaldı acaba? Devamı nasıl getirilmeli?

Evet, sınırlı kaldı; onda çok haklısınız. İki neden var: Birincisi, medya zaten sıcak olaylarla ilgili. Marshall McLuhan dediği gibi “Hot media”, “Cold media” var. Cold media genellikle dedikodu oluyor; hot media da olayları sıcak ortamda işin olduğu sürece var. Onlar o süreçle daha ilgililer. Çünkü insanlar bir yerde bir şey izleyecekler. Televizyonlardan “Gidin, mimarlar şunu yapıyor, bunu yapıyor” diye yayın yapılıyor, ama ertesi günü bir şey yok. Dolayısıyla, onun izlenimi belki kurumsal olarak yapılabilirdi. Ama, biz de üç yıl sonunda çok yorulduk, üç yıl sonunda yoğun bir çalışma sonucu herkes bir nefes alıp, bir yerlere kaçtı. Bizde de bir anti climatic syndrom diyeceğimiz bir olay oldu. Olaylar şimdi daha derinine, soğukkanlılıkla izleniyor. Eminim Kongre belgeleri yayınlandıkça, basınla ilişki içinde yeniden canlı bir ortama getirilebilir. Konuşmalar, video kayıtları, değişik ortamlarda Mimarlar Odası tarafından üretiliyor.

Gerçekten bizim talip olup da konuşmak istediğimiz köşe yazarı, yorumcu, gazeteci, medya adamından talebi reddeden olmadı. Hem bizi dinlemeyi kabul ettiler. Dinlediler. Hem de yer ve zaman verdiler. Bizim unuttuğumuz ya da ilgilenmediğimiz kişilerin çıkıntı mesajları oldu. O da kuşkusuz bizim kabahatimiz. Keşke hepsiyle teker teker konuşabilseydik. Ama o kadar çok ki, yani bir gazetede 30 haber var, 20 yorumcu var. Yine de mizah basının bile kapağında yer almamız ortalığı nasıl bilgilendirdiğimizin önemli bir göstergesi.

Mimarlık dergileri çok, ama günlük basında mimarlık üzerine değerlendirmeler yapılıyor; basında mimarlıkla ilgili haberi takip edecek insan sayısı çok az, yok gibi. Dolayısıyla, böyle bir kongreyi bugüne kadar mimarlığı genel olarak düşünmüş, özsel olarak hiçbir sorununu incelememiş insanlar tartışmaya çalıştı. Bunun acemiliği de yaşandı. Biz de belki onları daha fazla bilgilendirmeliydik. Mimarlık eleştirileri, kent sorunlarının daha detaylı irdelenmesi konusunda, bundan sonra da aynı sorun devam ediyor, değil mi?

Çok haklısınız, üstelik gündelik basından bahsediyorsunuz, orada olmadığı gibi sanat basınında da yok. Yani, sinema eleştirisi var, roman, kitap eleştirisi var; hâlâ bir mimarlık eleştirisi söz konusu değil. Mimarlık politikası eleştiriliyor. Mimarlar hep bir şeyi protesto eden insanlar olarak görülüyorlar. Mimarlar ya yapımı, ya da yıkımı protesto eden insanlar olarak görülüyorlar. Hâlâ biz bir binayı karşımıza koyup, onun iyi ve kötü yanlarını izlenimsel olarak mimarlık değerleri olarak yaşama ve eleştirme alışkanlığını edinemedik.

Tülin Hadi’nin programı var, en yakın olanı uluslararası ortamla bağlıyor, hem Türkiye'deki tasarım ortamıyla bağlıyor. Yıllardır biz gönüllü de olduk; birtakım sanat dergilerine “Mimarlık eleştirisi yapın; eğer kaynak sorununuz varsa biz yazalım” dedik, hep “tamam tamam” denildi. Mimarlık dergilerinde de az da olsa artan bir biçimde ciddi mimarlık eleştirisi yapılıyor. Mimarlık tarihi ise güç kazanmış bir alan.

Bu kongre, günlük hayatında mimarlığı yaşamamış insanları çok ilgilendirir hale geldi. Mizah dergilerinde yer alması çok önemli bir gösterge. Dediğiniz gibi daha ileriye dönük bir yatırım bu. Halkın mimarlığa olan ilgisinin daha fazla uyandırılması gerekir.

Beni zaten en çok heyecanlandıran olay oydu. Yani, mizah dergileri, haftalık ya da günlük köşe karikatürlerinde yer aldığı anda, bence biz umduğumuz aşamaya erişmişiz derim. Çünkü, bir karikatürist ya da bir fıkra yazarı bunu gündemine alıyorsa, belli ki mimarlık artık halkla ilişki kurabileceği bir enstrüman artık. Herkes biliyor, mimarlar geldi, konuşuyorlar, hoş bir saptama oldu, güzel bir saptama.

Hem UIA’nın kendi iç yapısına, hem de kongrelere ilişkin yeni sistem önerilerinin bir süredir UIA çevresinin gündeminde olduğunu ve Kongre sonrası yapılan Genel Kurul’da buna ilişkin görüşlerinizi dile getirdiğinizi biliyoruz. Özellikle Kongre yapısına ilişkin önerilerinizi paylaşır mısınız?

Genel Kurul’da “Bakın, gördünüz, 27 konferans verdik” dedim. Bunların 25-26 tanesi tamamen dolu oditoryumlarda gerçeklerşti. Uluslararası Mimarlar Birliği’nin böyle çekici bir gücü varsa, (ki bunu İstanbul’da biz kanıtladık) bunun için 3 yıl bekleyip, 20 kişiyi konuşturmak gerekmeyebilir. Her ay, her hafta, her ülkede bu tür etkinlikler olabilir. Biz, “Türkiye'deki modeli uygularsanız, bunların her birine sponsor bulmak, kaynak yaratmak sorun olmaz” dedik. Açıkçası ortada madem ki böyle bir ilgi var, Uluslararası Mimarlar Birliği mimarlık mesleğini bu örnekler çerçevesinde sahiplenebilir.

Mimarlık mesleğinde özelikle kritik birtakım projeler var, hâlâ tartışılıyor. 11 Eylül’ün yıkıntısının yerine ne yapılacak, ne gelecek? O konuda söylenilen her şey bir ilgi odağı. Herkes öğrenmek istiyor, görmek istiyor, herkesin düşüncesi var. Mesela bu olaylar uluslararası gündemde olan konular. Daima tartışılabilir, her yere götürülebilir. Bir de şöhretli mimarların ne yaptıklarını bilmek, yani diğer mimarlar açısından bir esin kaynağı. En azından kendilerini ona göre ölçümlendiriyorlar; öğrenciler de ona göre bir biçimde tasarım yeteneklerini geliştiriyorlar. Öykünmek ayıp değil. Yeter ki öykünülme aşılabilsin.

Her durumda mimarlar arası etkileşim, en önemli düşünce kaynağı. Genel Kurul’da “Bunu örgütleyelim, daha kısa süreli ilgi dönüşümü olsun, kaynak aktarımı olsun” dedim. En önemlisi Uluslararası Mimarlar Birliği mimarlık mesleğinin içinde olsun. Bu gelecek kongrede nasıl olacak, bilmiyorum. Çünkü bana sorarsanız, temaya bakılınca “Mimarlığı Aktarmak” (Transmitting Architecture); Toriono Kongresi’ne kimsenin gitmesine gerek olmayabilir. Çünkü, mimarlığın bir iletişimi için Torino’da televizyon istasyonu da kurdular, uydu aracılığı ile tüm dünyaya yayın yapıyorlar. Onlarla konuşup, bu yaptıkları hakikaten bu mu, bunu mu istiyorlar? Sormak gerekir. Olabilir, çünkü Torino’da sanırım iyi bir sponsorluk da buldular. İnsanları fiziksel olarak orada ağırlamak da istemiyor da olabilirler.

Bizimle ilgili net eleştirileri Torino Bilim Kurulu Başkanı yaptı, Yapı dergisinde. Sizin önemsediğiniz her şeyi, o olmaması gereken bir şey olarak yazdı. Farklı bir kongre yapmak istiyorlar, yani İstanbul’daki gibi.

İstanbul’dakini yapamazlar, çünkü Avrupa’da Torino’ya mecbur olmadıkça kimse gitmez ki.

Görüşleriniz Kurul’da nasıl karşılandı, gerçekleştirilebilecek mi?

Genel Kurul’da konuştuğumuzu Konsey’e getireceğiz. Benim bir de “Konsey Üyeliği” şapkam var. Konsey’de konuşup, projelendirmemiz gerekiyor. Yapılacak olay söylediğim. Biz bunu kolayca gerçekleştirebiliriz. Biz rahatlıkla Mimarlar Odası olarak, yılda dört, beş tane böyle ses getiren konferans düzenleyebiliriz. Bunun parası sorun olmaz. Konuşmacıları de rahatlıkla getirebiliriz. Uluslararası Mimarlar Birliği’ne de hem isim hakkı olarak katkı sağlarız, hem de örgütün “şöhretini” saygınca sürdürebiliriz. Türkiye dünyanın en zengin ülkesi değil ki; bunu Türkiye yapıyorsa, Birliğe üye ülkelerin de aynı şekilde hareketlenip, bir şeyler yapmaları lazım. Bunu isteyeceğiz.

Bana sorarsanız, Birlik çok etkin bir kuruluş değil. Bunu Genel Kurul’da da söyledim, “Bir kurumun düşebileceği en kötü durum, kendi bürokrasisini sürdürmek olur. Siz şu anda bunu yapıyorsunuz” dedim. Yani bütün kaynaklar, Birliğin sekreteryasını üç yıllık sürdürülebilirliğine göre kurulmuş. “Bu bence ölümle aynı şey” dedim. Bu ne saygınlık getirir, ne de bir derinlik sağlar. Çünkü, sadece kendi kendinin sürdürülebilirliği temelinde çalışan bir kurum nasıl hizmet verecek? Değil mi? Daha farklı idealleri olmalı diye düşünüyorum. Bu konuyu da UIA Konseyi’ne getirip çözümler üreteceğiz. Orada da benim bu deneyim içinde birtakım projelerim, en azından düşüncelerim var. Çok fazla kaynak oluşturmak gerek. O kaynakları oluştururken, kendi isminin değerini alan bir kuruluş değil. Eğer isminin değerini alamıyorsa iki şey vardır: İsmi değersizdir, alamıyordur. Ya da iyi pazarlanamıyordur. Bana sanki daha iyi pazarlanabilir gibi geliyor.

Gelişen küresel mimarlık hizmeti alışverişinin çok artığını görüyoruz. Dünyada başka ülkelerle değişik ortaklıklar oluyor. Bu hizmet alanının düzenlenmesi konusunda birtakım yönetmelikler, birtakım bilgi alışverişleri, mimarı kültür alışverişinin de sağlanacağı ayrı ortamlarla beraber yürümesi gerekir. Sadece UIA Kongreleri’nde değil, İkinci Bölge Toplantısı’nın öncesinde bile niye böyle mini kongreler olmasın? Bunlar hem UIA’ya değer katacaktır, hem UIA’nın örgütleyici rolünün olumlu alanda kullanılması anlamına gelecektir. Sizin söylediğinizi ben böyle anlıyorum.

O toplantılara paralel de olabilir, bağımsız da olabilir. Mesela, gelecek sene UIA adına konferanslar verilebilir. Bu konferanslara da buraya çağırmadığımız Santiago Calatrava, Frank Gehry’i, Richard Rogers, Norman Foster’ı, İstanbul’a gelemeyen Rem Koolhaas’ı çağırabiliriz. Her konferans başına da, isim hakkı olarak UIA’ya bir miktar ödenir. Böyle bir etkinlikler dizisi Birliğe konferans başına en azından 10.000 dolar kazandırrır. Çünkü, yapı endüstrisi bu Kongre’den sonra devindi....

Ana konuşmacılardan beklentimiz nasıl kurgulanmıştı? Ana konuşmacı sunuşlarının tema ile ilişkilendirilememesi, kente ve İstanbul’a sunuşlarında fazlaca değinmemeleri konusunda ne düşünüyorsunuz? Sizce bu bir eksiklik mi, yoksa bu büyük kongrelerde aslında süreç böyle mi işliyor?

Ana konuşmacıları getirebilmek için birtakım kısıtlamalar koyuyorsunuz, mesela tarih olarak kısıtlıyorsunuz, “Şu günlerde, şu saatte, şurada olacak, şu şekilde seyahat edeceksiniz, şurada kalacaksınız” diyorsunuz. Örgütleyebilmek için şunu yaparsın, bunu yapamazsın demek zorundasın. Ama eğer uzmanlığı değilse, ille şu konuda konuş diyemiyorsun. Dolayısıyla, seçerken tüm alanı kapsamasına dikkat ettik. Hatta dikkat ederseniz, paralel konuşmacılarda, mesela bir modernist konuşurken, onun karşısında başka bir modernist koymadık, bir postmodernisti, kuramcıyı ya da bir gelenekselciyi koyduk ki, insanlar nereye gideceklerini şaşırmasınlar. Nasılsa herkes kendi ilgilendiği konuyu ya da kişiyi bilir. Kimi istiyorlarsa oraya gitsinler. Biz çakışmayı önlemeye çalıştık.

Kongre öncesi dile getirilen, Türkiye kentleri, mimarlığı, sorunları ve de İstanbul kenti bu kapsamda tartışılabildi mi?

İstanbul’a değinmediler. İstanbul’un sorunlarının çoğu teknik, çoğu bize özgü. Açıkçası dışarıdan gelen birinin yapay izlenimlerini çözümler olarak sunacak halimiz yoktu. Ama basın Kongre’den bunu bekledi. “Dünya İstanbul’u tartışacak” diye başlıklar attılar, doğru değildi. Kongrenin amacı, İstanbul’un sorunlarına çözüm bulma kongresi değildi. Olamazdı da. Basın kendi ortamı gereği en büyük sorunun İstanbul olduğunu sanıyor. Nasıl kanser doktorları kendi kongrelerinde biraraya gelip, o hastalık üzerine kendi çözüm ve bulgularını anlatıyorlarsa, mimarların da gelip, kendi çözümlerini anlatacakları sanıldı. Ama, medyatik olaylarda UIA Başkanı Jaime Lerner’ı, Michael Sorkin’i, eski RIBA Başkanı George Ferguson’u getirip, bu konularda en azından görüşlerini almaya çalıştık.

Kongre Vadisi’ndeki mekânsal düzenlemeler, Kongre’nin kentle bütünleşmesi ve katılımcıları yönlendirmesi anlamında yeterli oldu mu?

Olmadı, ama nedeni var. Birincisi, biz onu açıkçası örgütleyemedik. Oradaki gerekli olan pazaryerinin yaşaması için gerekli olan altyapıyı, yani bu özellikle yemek içmek, eğlenmek vesaire gibi altyapıyı kuramadık. Kuramamamızın nedeni de birtakım yönetmelikler ve yerleşik düzen. İkincisi ise, yağan yağmur oldu. O üç gün bizi kurtaran yine Ulusal Mimarlık Ödülleri Sergisi oldu. O iyi düzenlenmiş bir sunuydu. Aynı ortamda yer alan Mimarla Odası Şubeleri ise ne yazık ki sahipsizdi.

Umduğumuz gibi olmadı. Ama pazaryeri kavramını da bir benzetme bir metafor olarak almak daha doğru olur. Kısacası o bir model, bir özlemdi. Sivil toplum kuruluşlarının standları iyiydi, ama mimarlıkla ilgili değil, kendi alanlarıyla ilgiliydi. Ben gittim bir eylem olarak ilgiyle izledim, ama içerik olarak doğrudan ilgilendiğim konular değildi. Orada vardılar. Mesajlarını ilettiler. Sorunlarını paylaştılar. Bizim mimarlarımızın kurdukları altyapı yerindeydi. O kadarını yapabildik.

Kongre’de görev alan bütün arkadaşlarımız, başta sizin olmanızla da çok tecrübe kazandığımızı düşünüyorum. Yeni kongrelere talip olalım diyorum.

Çok kaliteli insanlarla çalıştık, gerçekten bilmediğimiz, tanımadığımız genç insanlarla. Özellikle Oda’dan Bilim Kurulu’na katılan arkadaşlarımız, sekreterliğini yapanlar, yöneticiler, diğer faaliyetleri düzenleyen tüm arkadaşlarımız... Bu insanları Türkiye kazandı, hepsi hemen kongreden sonra kendilerine kolaylıkla yeni işler buldular.

Biz daha tecrübeli olarak başka şeylere talip olabiliriz. Mimarlar Odası’nda bunun için bir altyapı var. Bakın, yıllarca başımın etini yediler, “Siz zaten demokratik bir ülke değilsiniz, vize veremezsiniz” dediler. Bu Kongre’yi başka bir yere alma tehditine vardı. En sonunda Dışişleri Bakanlığı’nın çağrı mektubunu götürüp, herkesin Türkiye’ye girebileceğini belgelemek zorunda kaldık. Çünkü, tek bir ülkeye bile vize vermeseniz, elinizden kongreyi alabiliyorlar. Ben her seferinde “Bizim ülkemiz turizmle para kazanır” dedim. Onları da çözdük. Özellikle Birinci Bölge’den gelen çok negatif eleştiriler vardı; Konsey’de çok sert konuşmalar oldu. UIA, Berlin sonrası ciddi bir depresyona girmişti. Çünkü, Birlik Berlin’de çok para ve saygınlık kaybetmişti. İstanbul’da bence en azından ileri bir aşamaya girildi. Sonrası UIA’ya kalmış.

Son soru, sizce Kongre’nin söylediği söz ne oldu?

Kongre’nin söylediği sözü bilemiyorum, ama ben kendi açılış konuşmamada neler söylenmesi gerektiğini özetlemeye çalıştım. Birincisi, artık çoğulcu dünyada kutuplar yok, düşmanlar yok; etkileşim var, bir yerde çalışma var. “Pazaryeri onun metaforu” dedik. Esas önemlisi, Kongre, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Belediye Başkanı’ndan mimarlara görev ve sorumluluk vermelerini istedi. Bence bu önemliydi. Yani, “Bugün kentlerdeki ‘çarpıklaşma, deformasyon’ dediğimiz olayın sorumlusu mimarlar değil. Mimarlık mesleğini by-pass edilmesi idi. Onu anlattık. Sorumluluk istiyoruz.” Sanırım bu mesaj yerine gitti. Ama, ne kadarı yapılır, onu bilemiyoruz. Hâlâ başka projelendirme mekanizmaları devrede.

Kongre bence bir bakıma bunu istedi, yani “Türkiye'de sizin çevrenizden sorumlu olan bir meslek grubu var. Mimarlar size bu hizmeti verir. Bu sizin sorumluluğunuz.” Eğer yanlış anlamıyorsam bunu demeye çalıştılar. Önünde sonunda biz meslek örgütüyüz ve mesleğimizi icra etme durumundayız diye düşündüm. Kongre’den ne kadarı süzüldü geldi. Bilemiyorum.

Bunları zaman gösterecek.

Bizim için önemli olan İstanbul’da varılan saptmaların tüm mimarlık topluluğuna mal edilmesi ki bu da yapılıyor.

Çok teşekkür ederiz.

3 Ekim 2005

Mimarlar Odası İstanbul Şubesi, Yıldız Dış Karakol Binası

Bu icerik 4146 defa görüntülenmiştir.