393
OCAK-ŞUBAT 2017
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Habitat III’ün Ardından
    Ayşe Ege Yıldırım, Dr., Şehir Plancısı-Koruma Uzmanı, ICOMOS BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Temsilcisi

  • Bir Mülteci Kampı ‘Ethos’u Üzerine
    Ömer Faruk Günenç, Arş. Gör., Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Bölümü
    Sıtkı Karadeniz, Yrd. Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: Bir Palimpsest Kent Olarak İstanbul’da Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil

Kentin Yürüyerek Deneyimlenmesi: İletişim Elemanları

Duygu Yarımbaş, Arş. Gör., MSGSÜ Mimarlık Bölümü

KENTİN DENEYİMLENMESİ

“Kent sisteminde, yürüme edimi, dilde ya da dile getirilen sözcelerde, sözceleme (speech act) neyi ifade ediyorsa odur.”

Michel De Certeau, Gündelik Hayatın Keşfi, 2009

Kent yaya olarak, araba vasıtasıyla, sanal olarak ve benzeri birçok yöntemle deneyimlenebilmektedir ve her deneyim pratiği kentin algılanmasında ortak ve farklılaşan bir takım veriler sağlamaktadır. İstanbul fiziksel ve kültürel olarak farklı dönemlerde, farklı işlevlerle, farklı eğilimlerle çeşitli biçimlerde katmanlaşmış (Resim 1) bir kent olarak, kullanılan yöntemin yapısına göre aşikar ya da müphem biçimlerde, palimpsest izler sunmaktadır.


“Yürüme” ve Sokağın Önemi

“Sokakta bir dolaşım manzarası vardır, bu bir hacının yolculuğu, bir ilerleme ve bir resmî geçittir, hem yolculuk, hem yetkinleşmedir; daha iyiye doğru ilerlemeye hizmet eden yürüyüştür.”

Lewis Mumford, The Natural History of Urbanization, 1956

Amacına ve biçimine göre “yürüme” eylemi yavaş ya da hızlı, bireysel, grup veya kolektif biçimde gerçekleşebilmektedir. Kenti temaşa etmek (İng. contemplate) için yavaş bir yürüyüş öngörülse de, hızlı bir yürüyüşün de kenti etkileyecek potansiyeller barındırdığından söz edilebilir. Kitle ve onun kent içindeki hızının devrimci açıdan önemini vurgulayan çalışmalar mevcuttur. Paul Virilio şöyle açıklamaktadır: “Kitle bir halk, bir toplum değil, yoldan gelip geçenler yığınıdır; devrimci topluluk ideal biçimine üretimin yapıldığı yerlerde değil, makinenin teknik aracısı olmaktan bir an için çıkarak bizzat kendisinin bir motor (hücum makinesi), yani hız üreticisi haline gelmesiyle sokaklarda ulaşır.”(1) İşçi sınıfının sokakta yaptığı yürüyüşleri ileriki zamanlardaki güç mücadelelerinin kazanılmasında antrenman olarak gören açıklamalar(2) hız ve kitlenin potansiyellerinden faydalanılmasını önermektedir.

Hızın politik önemine karşılık yavaşlık algısal bazı avantajlar sağlamaktadır. Kentin fiziksel unsurlarının, dolaşım ağlarının, artifaktlarının, göstergelerinin ve imgelerinin layıkıyla fark edilip analiz edilmesi görece düşük bir hızla, bireysel bir “yürüyüş” gerektirmektedir. Güzergahlı-amaçsız olarak nitelendirilebilecek yürüyüş pratikleri ilk olarak Osmanlı Dönemi’nde yaygınlaşan mesire veya sayfiye yerlerinde (kent merkezi yerine) yapılan toplanmalar olarak kendini göstermiştir.(3) Doğa yürüyüşleri yerini zamanla kent içinde yapılan aktivitelere bırakırken, bu durumun İstanbul şehri için öncülü ise Direklerarası’nda yapılan gezintilerdir. “Yüzyıllarca kamusal alanda dışa vurulması mümkün olmamış bir cinsler arası diyalog beklentisi ilk olarak burada dile getirilmiştir”(4). Ancak bahsi geçen kentliler grup halinde gezmeleri ve şehri deneyimlemek yerine sosyal iletişimi amaçlamaları sebebiyle Baudelaire’in “flâneur” olarak nitelendirdiği şehir aylağı tanımına uymamaktadırlar. Direklerarası (1910 yılında elektrikli tramvay yapılması sırasında) kısmen yıkıldıktan sonra bu aks eski popülerliğini yitirirken, yakın zamanlı olarak erken Cumhuriyet döneminin yeni kamusal alanları kitlelerin zaman geçirdiği yeni alanlar olmuşlardır.(5)

Bir dolaşım aksı olarak sokak ve cadde yürüme edimi için çoklukla kesintisiz bir doğrultu sunmaktadır. Sokak caddeye göre daha dar ve algısal açıdan daha okunabilir niteliktedir. Trafik taraflar arasında geçişi zorlaştırıp tehlikeli bir hale getirdikçe, hız artıp kenarları birbirinden ayırdıkça çevre ile olan yaya iletişimi zayıflamaktadır. Kamusal alanların yapılı çevreye dönüştürülmesi sonucu sürekli azalıp tükendiği günümüzde sokakların kamusal alan gibi işledikleri iddia edilebilir, trafiğin kontrollü-kısıtlı, tek yönlü veya hafif olduğu sokaklar birer toplanma ve sosyalleşme alanına dönüşmektedir. Richard Sennett trafiğin kent deneyimine etkilerini “sokaklar hareketli trafik arterlerinin tersine, yaşam doludurlar. ‘Sokak yaşamı’ kentsel uyarının ve duygulanımın, büyük kısmı beklenmedik deneyimlerden gelen uyarının bir simgesidir.” sözleri ile açıklamaktadır.(6)

Sokak üzerindeki yoğun trafiğin olumsuz etkilerine rağmen, sokağın kentin diğer parçalarıyla ilişkilerini sağlaması sebebiyle ulaşım (yaya ve araç ulaşımı) önemli bir faktör olarak algılanmaktadır. Şehir sabit “yer”lerden oluşurken ona hayat veren, dirimselliğini sağlayan sokak, onun dolaşımsal özüdür. Böylece şehrin bir sokağında tezahür etmeye başlayan dönüşüm zamanla sokağın bulunduğu çevreye yayılmaktadır. Sokak, orada bulunan insanların kıpırdanmasından itibaren hareket halindeki bir mekân olarak görülmektedir.(7) Sokak aşikâr kamusallığı ile yarı-kamusal, kamusal ve özel alanlar arasındaki iletişim rolünü üstlenmektedir.

Flâneur ve Dérive Kavramları

“Kendiliğinden gelen uyakları koklayarak

Sözcüklerde, kaldırımlarda yalpalayarak,

Nicedir düşlenen dizelere çarpa çarpa,

Gidiyorum kılıç oyunu çalışmasına”

Baudelaire, “Güneş” Şiiri, 2002

Flâneur kelimesinin kökeni için açıklamalar tartışmalı ve muğlak olsa da, kalabalık içinde dolaşan ama onunla iletişime girmeyen-girmeye çalışmayan, yalnız dolaşan bir birey olarak metropol / kent aylağı, gerçek ifadesini Baudelaire’in tasvirlerinde bulmuştur. Walter Benjamin’in geliştirerek kavramsallaştırdığı flâneur, kentin kamusal alanlarında kendini evinde hisseden, pasajlarda vitrinlerde dolaşırken kapitalizmin gasp ettiği, yürürlükten kaldırdığı her şeyi belirlemeye, yeni yaşam biçiminin anlamını deşifre etmeye çalışan, kente dair anlamları analiz eden bir kent sakini olarak karşımıza çıkmaktadır.(8) Ünsal Oskay flâneur’ü “düşünür gezer” olarak tercüme etmektedir:(9) “Flâneur ancak büyük şehirlerde, metropollerde var olabilir; çünkü küçük taşra şehirleri onun hareketlerini kısıtlayabilir ve gözlemleri için yeterince geniş bir alan sunmaz.” (10)

Şehir Aylağı ya da flâneur, zamanla Türk edebiyatında da yer edinmeye başlamıştır. Yusuf Atılgan’ın yazdığı Aylak Adam isimli romandaki karakter, kabalıklar içinde yalnız, aylak bir biçimde dolaşır, kenti gözlemler, ilginç bulduğu sokak isimlerini yazdığı bir defter tutar; sokakların isimlerinin nasıl oluştuğunu tahmin etmeye çalışır. İlhan Berk ise İstanbul, Galata ve Pera kitaplarında bir flâneur gibi deneyimlediği İstanbul üzerine şiirler yazmıştır.

Flâneur’ün kent içinde yaptığı önceden tasarlanmamış, kendiliğinden gelişen, sürprizli kent deneyimini, sonraki yıllarda Letristler “dérive” ismini verdikleri bir pratikle geliştirmeyi amaçlamışlardır. “Dérive” kavramında modern şehir aylaklığına bilinçdışı deneyimin önemi eklenmektedir. Kentin sürprizli karşılaşmalarına referans veren “serendipçe” (İng. serendipity) fiziksel çevrenin bir potansiyeliyken, dérive bilinçdışının potansiyellerini de barındırmaktadır. Kavram flâneur’ün kent deneyimlemesinin sitüasyonist tarzda yeniden yorumlanmasıdır denilebilir. Letrist Enternasyonal’in dergisi Potlach’ta yayımlanan dérive’yi, sonrasında Debord Sitüasyonist Tanımlar adını taşıyan sözlük denemesinde şöyle tanımlamaktadır: “Kentsel toplumun koşullarıyla bağlantılı bir deneysel davranış tarzı: değişik ambiyanslardan hızla geçme tekniği. Aynı zamanda, kesintiye uğramayan belirli bir dolanma süresini ifade eder.”(11) Kavram etimolojik olarak akıntıdan çıkmak, bir akışın yönünü değiştirmek anlamını taşır (Latince); İngilizce’deki kökeni ise çıkarsamak (dérive) ve nehir (river) sözcüklerine dayanmaktadır. Dérive pratiği bazen öngörülebilir, bazense çalkantılı olan, akışkan ve hareketli bir mekân ve zaman sezgisi yaratmaktadır.(12)

Détournement

“Détournement” kavramı ilk olarak Letrist Enternasyonal tarafından Lautréamont’un “Şarkıları”nı yazarken keşfettiği bir yöntem olarak savunulmuştu, zira oldukça bilinen kitaptaki birçok şiirsel anlatımın aslında ders kitaplarından, doğa tarihi ansiklopedilerinden “aşırılmış” olduğu ortaya çıkmıştı.(13) Kavramın içeriği, çalıp değiştirmek, kaçırmak, hedef şaşırtmak, ele geçirmek anlamındaki “saptırma”(14)dır. Sitüasyonist Tanımlar’da détournementşöyle açıklanmaktadır: “Önceden var olan estetik ögelerin détourné edilmesi yerine kullanılan kısaltma. Bugünün ve geçmişin sanat ürünlerinin, daha üstün bir ortamın inşasında kaynaştırılması. Bu anlamda, sitüasyonist bir resim veya müzik eseri olamaz, sadece bu araçların sitüasyonist biçimde kullanılması sözkonusu olabilir. Daha temel anlamda, eski kültür alanları içerisinde détournement bir propaganda yöntemidir, bu alanların eskimişliğini ve önemlerini kaybettiğini gözler önüne serer.” (15)

Jacques Fillon 1954 yılında yayınladığı “Yeni Oyunlar” manifestosunu başka bir sitüasyonist kavram olan dérive pratiği üzerine temellendirmiştir. Oyun kavramını da içeren manifestoda, şöyle denmektedir: “Büyük kentler dérive dediğimiz eğlenceye uygundur. Dérive bir amaç taşımadan hareket etme tekniğidir. Dış çevrenin etkisine bağlıdır. […] Boş zamanların değerlendirilmesi ciddi bir iştir. Görevin yeni oyunlar bulmak olduğunu anımsatalım.”(16) “Yeni oyunlar bulmak”ya da daha doğru bir deyişle kentin içinde oyun ve keşif teşvik eden biçimler yaratmak için, farklı nitelikteki caddelerin araştırılması bilgi verici olabilmektedir. Sennett iyi tasarlanmış sokaklar ile yaratıcısı olmayan sokakları karşılaştırarak, Hausmann tarafından tasarlanmış Richard-Lenoir Bulvarı’na açılan eski caddeleri sürprizli nitelikleriyle öne çıkarır ve önemser.(17)

Uzam bir düzlemi, bir dizi olasılığı düzenleyip biraraya getiriyor olsa da, yürüyüşçünün de bu olasılıkların arasından seçim yapıp bazılarını eyleme dökmesi oldukça önemlidir (Resim 2), nitekim “yürüyüşçü olasılıkları ortaya çıkarandan çok var edendir.”(18) Kestirme yollar, doğaçlamalar, yürüyüş biçimleri kullanarak uzamın öğelerini dönüştürür, ayrıcalıklı ya da tali kılar.

KENTİN İLETİŞİM ELEMANLARI

“Gözle görülür evrenin tümü, bir imge ve göstergeler dükkanından başka bir şey değildir.”

Charles Baudelaire,1850

Yürüyüşçü, kent içindeki uzamlarla olduğu gibi, onun anlatımıyla, dilinin “göstergeleri” ile de karşılıklılık ilişkisi içerisindedir. Göstergeler onu yönlendiriyor, reklam tabelaları, ışıklı / yazılı vitrinleriyle onu ayartıyorsa da, yürüyüşçü, yaptığı seçimlerle bu göstergeleri mevcut kullanımlarının dışına kaydırıp onları pasifleştirmekte, başka birtakım rastlantısal veya gayrimeşru uzamsal dönemeçler yaratabilmektedir.(19)

Şehrin farklı bölgelerinde, farklı zamanlarda fiziksel çevreye eklenmiş yer-yön levhaları, reklamlar, ilanlar katman katman sokak yaşantısının tarihini sunarlar: sokak başındaki çeşmenin Arapça kitabesi, aynı sokak üzerindeki rezidansın İngilizce’den türetilen yarı-anlamsız ismi, artık ismi değişmiş olan sokağın eski ismini gösterir levha, çoktan kapanmış bir dükkanın “camaltı”sı, yeni açılmış kafenin “foursquare” yapıştırması gibi tüm iletişim elemanları bu tarihin gayri resmî arşivinin kamusal yönünü oluşturmaktadır.

Coğrafi İletişim Elemanları

Coğrafi iletişim elemanları, bir yerleşim içinde yer-yön bilgisini vermek ve oryantasyon sağlamak bağlamında önem taşırlar. Bugün artık bu elemanlara ek olarak, adres veya coğrafi koordinatları bulmamıza olanak sağlayan dijital coğrafi yazılımlar da benzer görevler üstlenmektedir. Her koşulda, yer sormak veya bulmak için kullandığımız isimler, üzerinde uzlaşının sağlanmış olduğu ve zaman içinde resmi nitelik kazanmış olan coğrafi belirteçler, yani yer adlarıdır.

1. Sokak ve Yer İsimleri

“Üç adam Taşkışla’nın önünde durmuş, fesli ve ayakta üçü de.

Uzakta Surp Agop Mezarlığı ve serviler. Uzaklığı yazıyorlar.

Bir Sokak: Bağodaları Sokağı (Yeni adı Tarık Zafer Tunaya)

Çifte Vav Sokağı’na çarpıyor.

Ve Ağaççırağı Sokağı’nda bitiyor.”

İlhan Berk, Pera, 1990

Kentin mitik boyutunu kitlelere yayan unsur sözlü anlatımdır, kentle ilgili sözlü tasvirler yerliler tarafından kullanılan yer tarifi ipuçlarına dönüşürler; bu karakteristik özellikler ise zaman içinde kentin semt ve sokak isimlerine yansır. Sokak isimlerinin çeşitli kökenleri vardır: Açılış tarihi, yerel bakımdan sözü geçer bir meslek veya çalışma alanı, orada ikamet eden saygın bir ailenin, yakındaki bir yapının veya mahallenin adı, çevrenin topografik ve coğrafi nitelikleri (Dik Yokuş Sokağı gibi) ve benzeri. “… Çıkmazı Sokak” dendiğinde, geçmişte sokağın çıkmaz bir sokak olduğunu, sonradan sokak haline getirildiğini düşünebiliriz, ancak bu tür bilgilerin ve yer adlarının fiziksel çevre ve dil ile olan bağlarının araştırılması ve doğrulanması gerekir. Mevcut yer adlarını, onların değişimlerini ve kökenlerini tespit edip, inceleyen toponomi disiplini, bu bağlamda geçmişle ilgili bilgileri elde etmemizi sağlar. Sokak isimleri, anıştırdıkları şeylerle edebiyat eserlerine de ilham vermiştir. Sokak isimlerinin kullanımına flanuer deneyimlerine paralel olarak yine Yusuf Atılgan ve İlhan Berk’in eserlerinde rastlayabiliriz.(20)

Saygı duyulan bir kişinin ismini vermek amacıyla, kültürel, politik, ve benzeri sebeplerle belediyeler tarafından sokak, üst yönetimler tarafından ise semt ve ilçe isimleri sürekli değiştirilmektedir. Bazen aynı sokak üzerinde iki farklı sokak ismine ait tabelalara rastlanabilmektedir.(21) Sürekli birtakım kültürel-politik dönüşümlerden geçmiş olan ve farklı toplulukların / cemaatlerin göçlerine, yer değiştirmelerine maruz kalan İstanbul’da yer isimlerine dair katmanlaşma birçok kente göre oldukça yoğun ve fazla gerçekleşmiştir.

2. Yer-Yön Gösteren Tabelalar ve Trafik İşaretleri

İhtiyaç duyduğumuzda (ve aslında ihtiyaç duymadığımız anların birçoğunda da) kendimizi coğrafi işaretler, trafik levhaları, sokak isimleri dizileri arasında buluruz; bunlar, hem yaya hem de sürücü olarak hareketlerimizi yönetir. Küçük bir kasabada ya da köyde olduğunun aksine, modern kentlerde (ilk defa gelişimiz olsa bile) tamamen kaybolmak sık rastlanır bir durum değildir. Yol soracak başka kişilerin varlığı, metro ve durak işaretleri, cadde tabelaları, sokak numaraları, levhalar gibi yol bulmaya dair özel araçlar bizlere yardımcı olmaktadır.(22) Kent ile olan iletişimimiz, bugün artık geçmişteki gibi sözlü anlatıma dayanan mitik bir ilişki değil; dini ve metafizik göstergelerin de taşıyıcılığını üstlenen işaret, sinyal ve alegoriler ile kurulan bir algılama biçimidir. Böylece kent, içindeki gündelik eylemlerimizi bireysel olarak sürdürebilmemizi sağlar.

Coğrafi iletişim elemanları arasında, sokak isimlerinin geçirdiği değişimler gibi, bu isimlerin aktarılmasını sağlayan sokak tabelaları da, yine benzer farklılaşma dönemleri geçirmiştir. İstanbul’un sokak tabelaları birçok kez değiştirilmiştir. Sokak ve cadde tabelaları için belirlenmiş bir standartlaşma uygulamasına geçildikten sonra, kent önce kırmızı zemin üzerine beyaz yazılar şeklinde tasarlanmış tabelalarla donatılmıştır; ilerleyen yıllarda kırmızı-beyaz renkler mavi-beyaz‘a çevrilmiş, sonrasında mavinin tonu da farklılaştırılmıştır. İstanbul sokaklarında günümüzde de kullanılan tabelalar ise, 2007 yılında Bülent Erkmen ve Aykut Köksal tarafından tasarlanan, 3 farklı renk bloğundan oluşan bir kompozisyona sahip levhalardır. İlk iki blok her semt için kırmızı ve beyaz, diğer blok semtlere göre farklı renklerde olmaktadır. (Resim 3) Kırmızı blok (Pantone 1945) sokak veya caddenin isim bilgisini, beyaz blok (Ral 3001) mahalle bilgisini, en alt blok ise semt bilgisini içermektedir. Tabelalarda kullanılmak üzere İstanbul ile özdeşleşecek bir tipografi de tasarlanmıştır. (Resim 4) Tasarımın kentli ile kurmaya çalıştığı sağlıklı iletişime ek olarak, bildirişim ögesinin kent kimliğine belirleyici bir aktör olarak katılması da amaçlanmıştır.(23)

Ticari İletişim Elemanları

Ticari iletişim biçimleri ve bu biçimlerin fizikselleşmesiyle ortaya çıkmış olan ticari iletişim elemanları, coğrafi iletişim elemanlarının aksine önceden kurulmuş bir uzlaşmayı kullanmak yerine kendi kavramlarını empoze eder. Bu iletişim biçimlerinin kent içinde resmîleşmesi ise, iletişim elemanlarının yer alacağı “kent yüzeyi”ne dair alınan izinler aracılığıyla olur.

1. Reklamlar

Kentliler olarak hepimiz her gün yüzlerce reklam imgesine maruz kalmaktayız. Kentsel deneyimimizde karşımıza çıkan imgeler arasında karşımıza daha çok çıkan başka hiçbir imge yoktur. (Resim 5) Reklam imgesi hem kültürel beklentilere, hem de tüketim eğilimlerine göre sürekli değişip yinelendiği ve hızlı bir bakışla algılandığı için anlıktır ve yine aynı

sebeplerle uçucudur. John Berger, bu niteliği “Çoğunlukla -yürürken, yolculuk ederken, bir sayfayı çevirirken- imgenin önünden geçen bizizdir aslında. Bütün bunlara karşın reklam imgeleri uzak bir istasyona doğru koşan hızlı trenler gibi durmaksızın önümüzden geçiyormuş izlenimi bırakır. Biz dururuz; onlar hareket eder -gazete atılıncaya, televizyon programı bitinceye ya da reklam afişinin üstüne yenisi yapıştırılıncaya dek böylece sürer gider bu”(24) sözleriyle vurgular.

Kent içindeki reklamlar, asıldıkları yerlerde, reklam kirası ödendiği sürece kalabildiği için (yasal olarak), süresi dolan reklamlar başkalarıyla yer değiştirirken geride herhangi bir iz bırakmaz. Ancak, bir sürü noktaya yasadışı ve kuralsız bir biçimde yapıştırılan reklamlar, katman katman üst üste yapıştırılıp, çakışır. Bazen yeni katmanlar dış etkiler nedeniyle parçalanıp yırtılır, böylece önümüzdeki ayın konseriyle, geçen ay gerçekleşmiş bir etkinliğin afişi birbirine karışır, ya da politik amaçlı bildiriler gündelik reklamların arasında önemsizleşerek algılanmaz.(25)

2. Dükkân ve İşyeri Tabelaları

Dükkân ve işyeri tabelaları ise, kentin tüm alanlarına yayılmış reklam afişlerinden farklı olarak dükkânın / işyerinin yakınlarında (çoğunlukla işletmeye ait cephenin yan veya üst yüzeylerinde) yer alır. (Resim 6) Bir işyeri tabelası çok uzun zamandır kapalı olan eski bir işletmeyi hatırlatabilir, ya da çok bilindik bir mağaza, dükkân veya pastane işlev değiştirip başka amaçlarla kullanılıyor olsa da, bir önceki kullanımına referans veren tabela, hâlâ aynı yerinde mevcut bulunabilir. Örneğin, Markiz Pastanesi bugün restoran olarak kullanıldığı ve geçmiştekinden çok daha farklı bir anlayışla hizmet verdiği halde, pastane yazısı değişen hiçbir şey yokmuş gibi, bulunduğu yerde bırakılmıştır. Geçmiş kullanımlarının izlerini taşıyan bu iletişim ögeleri, bazen “kayıp”ların nişanı haline gelir. Yürüyüşçü, ticari iletişim ögeleri aracılığıyla geçmiş zamanların zevkleri, eğilimleri, modaları hakkında bilgi edinip, bugünkü sokak yaşantısını senkronize biçimde deneyimleyebilmektedir.

SONUÇ

“Şehir yayayı fiilen okuyucuya dönüştüren alfabetik işaretlerle dolup taşar. Şehir ışıklı ve ışıksız tabelalarıyla, afişleriyle, reklam ve ilanlarıyla, restoranların ve pubların vitrinlerine

asılmış mönü levhalarıyla, garların ve otobüs duraklarının önünde “sandviç adam”ın ya da majöretler gibi giyinmiş patenli genç kızların dağıttığı el ilanlarıyla, işaret panoları, sokak levhaları, otobüs ve metro istasyonlarına özgü adlandırmalar, grafitiler ve tag’lar yoluyla günü gününe okunmakta.”

Thierry Paquot, Şehirsel Bedenler, 2011.

İstanbul şehri, yürüyerek deneyimleyen birey için sadece okunan değil, okunurken aynı zamanda yazılan bir metindir. Ancak, “ipuçlarının izlenmesi ve şehrin şifrelerinin çözülmesi pek kolay değildir, çünkü gösterilenler itişip kakışır, gösterenler ise bütünlüğünü kaybederler.”(26) Yönlendirici, bilgilendirici, ayartıcı (özellikle ticari iletişim elemanları için), fragmanlar halinde ve karmaşık olan iletişimsel imgelerin, kentin lehine geliştirilebilmesi için gözlemcinin kendisi de aktif rol oynamalıdır.

Gözlemcinin aktifliğinin sağlanması, Fillon’un deyimiyle yeni oyunların teşvik edilmesi için, keşif deneyiminin beklenmedik olaylar ve durumlar yaratması önemlidir. “Canlı bir düzyazı gibi sokak yaşamı da bir yapı keşfetme gereksinimi duyar. Kaçınmamız gereken bir netlikler grubu vardır.(27) Richard Sennett, kentin imgeleri üzerinde yoğunlukla çalışmış bir araştırmacı olarak, canlı bir kent yaşantısı için imgenin de önemli bir unsur olduğunu vurgulamaktadır. Zaman içinde değişim geçirebilen bir unsur olarak imge, çevresindeki değişimlerle de esnek bir ilişki içinde olmalı, uyarlanabilir ve açık uçlu düşünülmelidir.(28)

Kentin yürüyerek deneyimlenmesi, yaya ulaşımının ihtiyaçlarını düşünmeyi gerektirir. Yaya ulaşımının kesintisiz, güvenli ve insan ölçeğinde olması, sokak kavramının yaya için önemini vurgular. Sokağın kamusallığı birey tarafından tedirginlik hissetmeden gözlemleme ve eyleme geçme olanağı sağlar. Sokağı evi gibi hisseden aylak böylece onu evi gibi sahiplenir ve evine yapacağı şekilde değiştirip dönüştürme cesareti kazanabilir. Benjamin de, artık kentlinin günlük yaşantısında kenti evi gibi hissedip kullanmaya başladığını vurgular.(29)Günümüzde, kent üzerindeki deneyimlerimizi başkalarına aktarmamız için elimizde geçmiştekine nazaran çok daha fazla araç mevcut bulunmaktadır. Bunların arasında iletişim elemanları ile ilişkili olanlarını düşündüğümüzde, eskisi kadar başat olmasa da çevremize yaptığımız sözlü tavsiyeler ilk akla gelenler. Oysaki bugün oldukça yoğun olarak, sanal ortamların gücünü de benzer amaçlarla kolaylıkla kullanabiliyoruz. Bir sokaktaki ya da bir ticari işletmedeki varlığımızı birçok “yer bildirim” uygulaması aracılığıyla başka insanlara duyurabiliyoruz, uygulamaların bazıları bu bilgileri “tanıdıklarımız”la paylaşırken, bazı bildirimlerimiz uygulamayı kullanan herkese açık olabiliyor. Ayrıca sadece bir yerdeki varlığımızı değil, o yerle ilgili fikirlerimizi, hislerimizi de paylaşabiliyoruz. Kentli ile iletişim elemanlarının kurduğu bireysel ilişki, kentlilerin birbiriyle kurduğu bir ilişki türüne doğru evrilmekte. Sokakların duvarlarında, işletmelerin kapılarında yer alan “QR kodlar” o coğrafi alana dair verilerin biraraya geldiği ve internet aracılığıyla kitlenin tümüne ulaştığı kamusal bir platform haline gelebiliyor. Kentin iletişim elemanları ve biçiminin fiziksel çevreye nazaran okunup, analiz edilip değiştirilmesinin çok daha kolay ve dolaysız olması sebebiyle, bu elemanların iyice araştırılması oldukça önemlidir. Kenti okumaya gayret eden (pasif olmayan) bir yürüme pratiği, fiziksel ve sanal araçların kullanımıyla kenti kamusalın iradesine ve lehine değiştirip dönüştürebilecek taktikleri üretebilmek için geniş potansiyel taşımaktadır.

NOTLAR

1. Virilio, Paul, 1998, Hız ve Politika, (çev.) Meltem Cansever, Metis Yayınları, İstanbul, s.9.

2. Pravda Gazetesi, 1976.

3. Mesireler doğada yürüyüp zaman geçirmeye imkân vermekteydi, ancak yaya olarak ulaşılan yerler olmadığı gibi, bireysel olarak dolanılan yerler de değillerdi.

4. Tanyeli, Uğur, 2002, “Türkiye’de Flâneur”, Arredamento, sayı:100+53, no.11, ss.6-7.

5. Tanyeli, 2002, ss.6-7.

6. Sennett, Richard, 1999, Gözün Vicdanı, (çev.) Süha Sertabiboğlu, Can Kurultay, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s.170.

7.  Paquot, Thierry, 2011, Şehirsel Bedenler, (çev.) Zeynep Bengü, Everest Yayınları, İstanbul.

8. Walter Benjamin’den Aktaran: Buck-Morss, Susan, 2014, Görmenin Diyalektiği, (çev.) Ferit Burak Aydar, Metis Yayıncılık, İstanbul.

9. Oskay, Ünsal, 1981, Benjamin'in Baudelaire üzerine çalışmalarında Yükselme Dönemi Kapitalizminin Sanat ve Kültür Yaşamları, SBF Basın Yayın Yüksek Okulu yıllığı, Ayrı Basım, Ankara.

10. Wilson, Elizabeth, 1992, “Görünmez Flâneur”, Birikim, (çev.) Filiz Çulha, Aksu Bora, sayı:43, ss.54-65.

11. Debord, Guy, 2010, “Sitüasyonist Tanımlar”, Sanat Manifestoları, (der.) Ali Artun, İletişim Yayınları, İstanbul, ss.300-306.

12. Wark, McKenzie, 2014, Kaldırım Taşlarının Altında Kumsal Var, (çev.) Arda Çiltepe, Sel Yayıncılık, İstanbul.

13. “Sığırcık sürülerinin kendilerine özgü bir uçuş şekilleri vardır; bu uçuş tek bir önderin sesine uyan düzenli bir birlik gibi tek tiptir ve düzenli bir taktiğe bağlıymış gibi görünür. İçgüdülerinin sesini dinler sığırcıklar ve uçuş hızları kendilerini durmadan ötelere sürüklerken, içgüdüleri hep kümenin ortasına yaklaşmaya zorlar onları” Lautréamont, Maldoror’un Şarkıları, 1869 (Aktaran: McKenzie Wark, 2014)

14.  Letristler bu saptırmanın sistematikleştirilmesini görev edinmişlerdi. Bu amaçla Guy Debord ve Gil J. Wolman, 1956 yılında Saptırma için Kullanım Kılavuzu isimli kitabı yayımlamışlardır.

15. Debord, 2010, ss.300-306.

16. Fillon, Jacques, 1991, “Yeni Oyunlar”, 20. Yüzyıl Mimarisinde Program ve Manifestolar, (ed) Ulrcih Conrads, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı, Ankara, s.133.

17. “Haussmann’ın büyük yapıtlarından biri olan orijinal Richard-Lenoir Bulvarı’nda dizayn, neyin nereye yapılacağını kesin bir şekilde belirtir ve o günün Parislileri için yeni bir netliktir bu. Richard-Lenoir Bulvarı’na açılan caddeler daha mütevazı olan ve öyle kalan daha eski caddelerdir. Bunların üzerinde neler olup bittiği, kimlerin yaşadığı ve nasıl kullanılacakları -en azından, bu yan yollarda biraz zaman harcamadan ve sınırlarının içine girmeden- belli değildir. İnsanlar bu sokaklarda, hiç beklenmedik bir dükkân, iki binanın aralığına konmuş garip bir anıt ya da bir sağırlar evi gibi yavan keşiflerde bulunurlar. Caddelere değerini veren, gözün görmeyi ummadığı bir şeyi keşfetmenin gücüdür.’’Sennett, 1999, s.174.

18. Certeau, Michel De, 2009, Gündelik Hayatın Keşfi-1: Eylem, Uygulama, Üretim Sanatları, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, ss.194.

19. Certeau, 2009, ss.194-197.

20. Yusuf Atılgan Aylak Adam isimli romanında, sokakların isimleri hakkında akıl yürütmekte, hatta bu sokaklara alternatif isimler önermektedir: “İçinizde ‘İki Öksüzler Sokağı’ndan geçen olmuştur belki ama bilmezsiniz. Çoğu iki katlı, yeni ya da yeni görünen evler. […] Ben ‘Eli Paketliler’ sokağı diyorum. Komşusunun saygısını yitireceğinden başka sıkıntısı olmayanlar yaşar burada. Ama adı... Kimmiş bu iki öksüz? Adlarını sokağa verdirecek ne yapmışlar? […] Bir ‘Aslan Yatağı Sokağı’ var, bol dönemeçli. Bir zamanlar köşelerden birine bir gerçek aslan yerleşti de bütün şehir onu seyre mi koştu, yoksa aslan dedikleri övüngen mahalle kopuklarından biri miydi? Ya o sonuna dek gidip de bir tek servi göremeyeceğiniz ‘Sıra Serviler Caddesi’: Asfalt, üst üste beton yapılar, otomobiller sürüsü, hızlı yürüyen insanlar sürüsü... Bu yolun servili olduğu zamanlar da insanlar böyle mi yürürdü?” Atılgan, Yusuf, 2000, Aylak Adam, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s.14.

21. Zaman içinde değişen sokak isimleri, dönemin kültürel eğilimlerini yansıtmak açısından bilgilendirici özellik taşır. Örneğin, Kurtuluş (Eski Tatavla [Yunanca: Ταταύλα]) civarındaki birçok Ermenice özel isim Türkçe özel isimlerle değiştirilmiştir. Papayanni ismi Remzi Baba olarak değiştirilmiş; Marki Kalfa, Dev Süleyman olmuştur.

22. Lynch, Kevin, 2010, Kent İmgesi, (çev.) İrem Başaran, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.

23. Köksal, Aykut, 2007, “İstanbul’u Tabeladan Okumak” sergi kitapçığı, Garanti Galeri, İstanbul.

24. Berger, John, 1986, Görme Biçimleri, (çev.) Yurdanur Salman, Metis Yayıncılık, İstanbul, ss.129-130.

25. İlhan Berk’in “Ve Banco Commerciale ltaliano’da Grev var diyor büyük harflerle bir pano.” betimlemesi, böyle bir durumu örnekler. Flâneur-şair, grevi bir metin olarak algılar, kentin öteki görüntülerinin arasına karıştırır. Grev, bir eylem değil, herhangi bir reklam yazısı gibidir, fark edilir ve geçilir. Berk, İlhan, 1990, Pera, Adam Yayıncılık, İstanbul, ss. 188.

26. Paquot, 2011, ss.70.

27. Sennett, 1999, ss. 176.

28. Lynch, 2010.

29. “Sokaklar kolektifin ikametgahıdır. Kolektif ebediyen huzursuz, ebediyen hareketli bir özdür, binaların ön cepheleri arasında dört duvarın arkasında korunan birey kadar dert çeker (Alm. erlebt), deneyim yaşar (Alm. erfahrt), bir şeyler öğrenir ve sezinler. Bu kolektif için parlak mineli dükkan levhaları burjuvazinin salonundaki yağlıboya resim kadar iyi, hatta daha iyi bir duvar dekorasyonudur. ‘Défense d’Afficher’, ‘Afiş Asmak Yasaktır’lı duvarlar onun yazı masası, gazeteler kütüphanesi, mektup kutuları bronzları, banklar oda mobilyası ve kafelerin terasları işi bittikten sonra ev içi meselelerle ilgilendiği balkondur.’’ Walter Benjamin’den Aktaran (Pasajlar kitabı için 1927-1929 yılları arasında tutulan notlardan): Buck-Morss, 2014, ss.333.

 

Bu icerik 9398 defa görüntülenmiştir.