400
MART-NİSAN 2018
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Derginin Mutfağından
    Aslı Tuncer Madge, Mimar, Eylül 2013’ten beri Yayın Sekreteri ve Yayın Komitesi üyesi

YAYINLAR



KÜNYE
300’DEN 400’E MİMARLIK

Mimarlığın Gündeminden Yansıyanlar

Bülend Tuna, Mimar, Temmuz 2004’ten beri Yayın Komitesi üyesi

 

Bülend Tuna

Mimar, Temmuz 2004’ten beri Yayın Komitesi üyesi

Mimarlık dergisinin 400. sayısı elinizde, kutlu olsun. Yayın Komitesi bunun önemli bir dönüm noktası olduğunu ve bir değerlendirmenin yapılabileceğini düşündü. Belirlenen bağlam kapsamında incelenecek Mimarlık’ın 100 sayısı, yaklaşık 8.000 sayfalık bir dergi üretimi demek oluyor. Bunu değişik yönleriyle ele almaya çalışacağız. Benim payıma düşen de başlıkta vurgulandığı gibi mimarlık gündemine ilişkin konuların dergide nasıl ve ne şekilde yer aldığına ilişkin bir değerlendirme oldu.

Böylesi sayılar dergilerin yayın politikalarını irdeleme ve geleceğe ilişkin öngörülerini, projelerini sorgulama fırsatı oluştururlar. Nitekim 300. sayıda da benzer şekilde genel bir değerlendirme yapılmış, mimarlık yayıncılığı irdelenmiş. Derginin 40. yılında özel bir sayı hazırlanarak (309. sayı) mimarlık yayıncılığı nereye gidiyor başlığıyla geleceğe ilişkin yorumlar alınmış. Son olarak da derginin 50. yılı vesilesiyle 2013 yılında Mimarlık dergisine katkı verenlerin görüşleri yayımlanmış.

MİMARLAR ODASI, MİMARLIK VE SİYASET

Mimarlık dergisinin ilk sayısı bilindiği üzere 1963 yılında yayımlandı. (Resim 1) 1963 yılından bugüne derginin 55 yıllık yayın hayatı içerisinde, doğal olarak, farklı yayın komitelerinin kendi dönemlerine yönelik yorum ve önceliklerinin yansıdığı bir yayın etkinliği sürdürdüğünü, bunun yansımalarını da dergilerdeki yazı seçimlerinden ve üsluplarından izlenebileceğini belirtmiştik. Mimarlık dergisinin yayın performansını izleyerek Mimarlar Odası’nın örgütsel değişimini gözlemek mümkündür denebilir. Her dönem kendi doğrusu çerçevesinde ürettiğiyle tarihte yerini almıştır; bu birikimin farklı tarihsel yorumlamalara fırsat tanıyabilmesi de Mimarlık dergisi koleksiyonlarının önemini bir kez daha göstermektedir. Derginin 50. yılı vesilesiyle 374. sayıda yaptığım değerlendirmede benzer şeyleri yazma gereğini hissetmiştim. Özellikle gündemin, doğal olarak dünya, Türkiye ve mimarlık gündeminin dergide nasıl işlendiğini ele almadan önce bu yönde birkaç söz daha söylemek isterim.

Meslek odaları, özellikle adı verilerek Mimarlar Odası, ideolojik davranmakla suçlanmakta; toplum ve kamu hizmetinde sürdürdüğü mücadele doğal olarak pek çok kişi ve kurumu rahatsız etmektedir. Mimarlar Odası’nın kendi görevini yerine getirmediği, siyasetle uğraştığı, dava açmaktan başka bir şey yapmadığı gibi pek çok iddia sıkça dile getirilmektedir. Oda yayınlarının siyasi gündeme ilişkin görüşlere, yorumlara fazla yer vermesi, mesleki konulara hiç değinmemesi konu edilir. Sonuçta bu da bir beklenti ve algı değerlendirmesidir.

Oda’nın ve Oda yayınlarının nasıl algılandığı ve Oda’nın görevleri üzerine, tekrar olmasına rağmen, bir şeyler söylemek isterim. Oda’yla ilgili bir algı sivil toplum kuruluşu olduğu yönündedir; ya da bir kültür kurumu, sadece kültürel değerlerin ya da kültürel mirasın korunmasıyla uğraşan bir kültür kurumu olduğu söylenir. Öte yandan resmî işler yapan, kayıt kabul işleri yapan ya da birtakım belgeler veren bir kurum olduğu dile getirilir. Tabii ki bunların hepsi, belki de fazlası söz konusu; sivil toplum kuruluşu gibi de çalışır, yerel sorunlara değinir, kültürel mirasın korunması üzerine gayret sarf eder, ama özünde bir meslek kuruluşudur, meslekle ilgili sorunlarla ilgilenir. Elbette bütün bunları yaparken bir sivil toplum kuruluşu üyesi duyarlılığıyla davranır. Doğal olarak bu yaklaşımı, kent ve toplum sorunlarına duyarlılığı Oda’nın yayın politikasına da yansımıştır.

Oda’ya yönelik “siyaset yapılıyor, mesleki sorunlarla ilgilenilmiyor” yargılarının en yoğun olarak yönlendirildiği dönemin 1980 öncesi olduğu belirtilir. O dönemin siyasi atmosferi de dikkate alınarak değerlendirmeler yapılır. Bazı dönemlerde Oda yayınlarında hiç mesleki konuların ele alınmadığı dahi dile getirilmiştir. Bu yazıyı hazırlarken gözden geçirdiğim Mimarlık koleksiyonunda 1980 yılında yayımlanan dergilere göz attım. 1979/4 (sayı 161) Şubat 1980’de, 1980/1 (sayı 162) Ağustos 1980’de yayımlanmış. 12 Eylül darbesinin hemen öncesinde yayımlanan bu iki sayının içeriklerini bu sayfada veriyorum ve yorumu okurlara bırakıyorum. (Resim 2)

AKP YÖNETİMİNDE GEÇEN YILLAR

İncelediğimiz dönemde dünyada, bölgemizde ve ülkemizde çok hızlı altüst oluşlar yaşandı, yaşanıyor. Felaketlerle dolu böylesi günlerde yaşanan insanlık dramlarının vicdanlarımıza yüklediği acının yanı sıra pek çok sorun zaman zaman gölgede kalabiliyor ve gerekli ilgiyi göremeyebiliyor. Böylesi ortamlarda ülkemizin geleceği konusunda yaşadığımız belirsizlikler elbette birincil önceliktedir ve hepimizi olduğu gibi Odamızı da mesleğimizi de doğrudan ilgilendirmektedir.

300. sayı 2001 yılında (Ağustos-Eylül) yayımlanmış. Bu dönemdeki yayınlar aynı zamanda siyasi yakın geçmişin de mimarlık alanındaki izdüşümünü vermektedir. AKP İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerdeki yerel yönetimlerden sonra 2002’de tek başına iktidar olmuş ve bugüne kadar tek başına ülkeyi yönetmiştir. Dolayısıyla bu dönem aynı zamanda AKP yönetiminin kentlerdeki ve ülkemizdeki icraatlarının da sorgulandığı bir dönemdir.

2001 yılından bugüne ülkemizde pek çok seçim yapıldı, siyasi partiler kentleşme üzerine programlarını açıkladılar, vaatlerde bulundular. Pek çok kanun değişti, imar mevzuatı hemen her yıl gözden geçirildi, “düzeltildi”, yeniden yapılandırıldı, hatta Anayasa değiştirildi. Bütün bunlar doğal olarak üzerinde durduğumuz zeminin sarsılmasına yol açtı, çok yönlü sorgulamalara neden oldu. Mimarlık dergisinde bu dönemdeki gündem yazılarında farklı disiplinlerden yazarların da katkısıyla kentlerimizin ve doğal çevrenin tahribine yönelik yaklaşımların irdelendiğini, eleştirildiğini görürsünüz.

Bu dönemde kentlerimiz, yaşam çevrelerimiz hiç olmadığı kadar yoğun bir tahribata uğradı. (Resim 3, 4) Özellikle 20. yüzyılın nitelikli yapılarının her geçen gün eksildiğini görür olduk. Her geçen gün duyarlı kentli girişimlerinin, sanatçı kuruluşlarının, meslektaşlarımızın çabalarıyla ciddi bir farkındalık yaratılmaya çalışıldığını, yaşam çevrelerinin sağlıklaştırılması, yeşil alanların, doğanın korunması, kültürel mirasın tahrip edilmemesi için çaba gösterildiğini gördük. İstanbul’daki Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılmaması, restore edilerek kentin kültür ve sanat hayatına kazandırılması için yoğun girişimler oldu. Ankara Ulus Meydanı, Atatürk Orman Çiftliği’nin yapılaşmaya açılmaması mücadeleleri gibi hemen her kentimizde yaşananlar, kentlerimizin başkalaşımı üzerine sorgulamalar, kent dosyaları dergimizde önemli bir yer tuttu.

AFETLERLE YÜZLEŞMEK

Bu dönem aynı zamanda 1999 Marmara Depremi sonrası kentlerin olağanüstü yıkıma, kentsel dönüşüm adı altında yeni bir yapılanmaya uğradığı bir dönemdir de. AKP yönetimi kentlerin deprem riskini bertaraf etmek ve yaşam alanlarımızı sağlıklaştırmak yerine büyük bir rant hamlesine girişmiş, başta İstanbul olmak üzere kentlerimiz büyük bir yıkıma sahne olmuştur.

İmar mevzuatı ve yapı denetimi alanında birbiri ardına düzenlemeler getirildi. Yeterince irdelenmeden, yaşananlardan ders çıkarmak bir yana, mevcut yapı üretme sisteminin baş sorumlularının yönlendirmesiyle hazırlanan yönetmelikler evrile değişe bugün tartıştığımız kentsel dönüşüm sürecine dönüştü.

Mimarlar Odası’nın da içinde bulunduğu pek çok kurum ve kuruluşun kamuoyunda afetlere yönelik farkındalığın artması yönündeki çabaları, yapılanlara yönelik eleştirileri, uyarıları, yol gösterici belgeleri yayımlandı, Mimarlık dergisinde bu yönde yayınlar önemli bir yer tutmakta. Bunca çabayı saygıyla hatırlamak, elbette yetinmemek, sürekliliğini sağlamak, daha etkin olmaya çaba göstermek önümüzdeki en hayati görevlerimizden biri olmalı.

KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE MİMARLIĞI

Küreselleşmenin tüm boyutlarıyla hayatımızın hemen her alanına yansıdığı bir dönemde hizmetlerin serbest dolaşımının gündeme gelmesi, çok farklı sorgulamaların yapılmaya başlanması yeni bir gündem oluşturmuştu. Eğitimimiz bize yetiyordu, meslek yetkisi kurallarımız sorgulanmıyordu, artık sorgulamaya başlamıştık, Mimarlık ve Eğitim Kurultaylarında mimarlık ve mimarlık eğitiminde uluslararası standartların aranması gündeme gelmiş ve kendi kendimize yeterlilik duygusundan sıyrılmaya başlamıştık. Uluslararası standartlarda eğitim yapmak, dört yılda yetki almak ve bu yetkiyi kayıtsız, şartsız ömür boyu kullanmanın artık olamayacağı zihinlerde yer etmeye başlamıştı. AB çerçevesinde düzenlenen uyum yasalarından “Mesleki Yeterliliklerin Belirlenmesi ve Karşılıklı Tanınması” başlıklı AB direktifi bu kapsamda önemli bir eşik olarak değerlendirilmişti.

Mimarlar Odası, ACE - Avrupa Mimarlar Konseyi’nin üyesi olmuş, Avrupa Mimarlık Politikaları Forumu’nun toplantılarına katılmaya, dünya mimarlık ortamının konularını yakından izlemeye başlamıştı. UIA - Uluslararası Mimarlar Birliği’nin 2005 Kongresinin İstanbul’da düzenlenecek olması bu yöndeki çabaları artırmıştı. Mimarlık dergisinde İstanbul Kongresinin hazırlıkları, Kongre öncesinde değişik kentlerde yapılarak gündemi Türkiye’ye yayan Türkiye Kongrelerinin haberleri yoğun bir şekilde yer alıyor. Ele alınmasını, tartışılmasını istediğimiz, ülkemiz ve mesleğimiz için hayati önemde gördüğümüz konular çerçevesinde düzenlenen tartışma ortamlarına meslektaşlarımızın katılmaları, izlemeleri, katkıda bulunmaları önemliydi. Mesleğimizin oldukça hırpalandığı ülkemizde dünya mimarlarıyla toplanıyor olmamız önemli bir şanstı. (Resim 5)

Uluslararası meslek ortamı üzerine değerlendirmeler, yapılan çeviriler, çağırılan konuklar, toplantılar ve benzeri Türkiye mimarlık ortamının farklı bir gündemle tanışmasına vesile olmuştu. Ülkemizin ve bölgemizin içinde bulunduğu siyasi iklimin farklılaşması, ülkemizle AB arasındaki ilişkilerin dalgalı bir seyir izlemesi bu yöndeki ilişkilerin durağanlaşmasına yol açmış oldu. Yapılanlar, yazılanlar, yapısal hazırlıklar dönem çalışmalarının izi olarak yayınlarda yer alıyor.

TERÖR, SAVAŞ, GÖÇLER

11 Eylül 2001 tarihinde New York’ta Dünya Ticaret Örgütü binasına uçaklarla terör saldırısı gerçekleştirildi, her iki gökdelen de kısa sürede yıkıldı. Terör olaylarının ilki değildi elbette ancak nitelik olarak bir başka boyuta geçilebildiğini göstermiş oldu. Dünyanın hemen hiçbir yeri bu tarz terör saldırısına karşı korunmuş değildi. O günden bu yana zaten bir türlü sonu gelmeyen savaş haberlerinin, emperyal güçlerin savaş makinelerinin performansının yanı sıra günün terör haberlerini de izler olduk. Avrupa başkentleri vahşi terör saldırılarına sahne oldu. Başta İstanbul olmak üzere kentlerimiz de terörden nasibini aldı, pek çok vatandaşımız yıllar süren savaşın yanı sıra kentlerdeki kör terörden de nasibini aldı, yakınları etkilenmeyen kalmadı, terör korkusu olmadan dolaşılamaz oldu.

Bölgedeki savaşlar, iç savaşlar, uluslararası müdahaleler sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirmekten başka işe yaramadı, milyonlarca insan yaşadığı yerleri terk ederek başka kentlere, hatta başka ülkelere sığındı. Devasa insani sorunların yanı sıra ciddi bir barınma sorunu da gündeme geldi. (Resim 6)

Kentlerimizin, kültür mirası olarak tescillenen tarihî kent merkezlerinin savaş alanına dönmesi, ciddi bir yıkımın ardından şimdi de vahşi bir yapılanma tehdidiyle karşılaşılması mimarların duyarsız kalamayacağı bir insani sorun olarak gündemimize girdi. Mimarlık dergisinde yayımlanan bölgeyle ilgili tahribat raporları sorunu tüm çıplaklığıyla sergiliyor.

“Yoksulluk ve Mimarlık İki Ayrı Dünya Mıdır?” (Mayıs-Haziran 2005, sayı: 323) başlığıyla ele aldığımız ve dünya örnekleriyle irdelemeye çalıştığımız konu şimdi çok daha şiddetli bir şekilde gündemimizde. (Resim 7)

MESLEK ETİĞİ

Kentlerimiz küresel sermayenin yarattığı olağanüstü bir rant baskısı altında, hemen her gün yeni bir “büyük imar hamlesi” haberi günlük basında yer almakta, kentlerimizin yaşam alanları birer birer yapılaşmaya açılmakta. Kentlerimizin geleceğiyle haklı olarak kaygılanırken, aynı zamanda mesleğimizin geleceği için de endişe duymaya başlıyoruz. Bireyin düzen karşısında çaresizliği ne yazık ki onu kolaylıkla rantın, çıkarcılığın, sömürünün teknisyeni durumuna düşürebiliyor. Sizin teknik bilginize, donanımınıza ve toplumsal konumunuza sahip olmayan insanların size güvenmeleri, inanmaları; öte yandan kişinin mesleğine ve konumuna duyulan güvenin istismar edilmesi… İster kâr tutkusuyla, ister beğenilme ve ayakta kalma güdüsüyle olsun, yapılanlarda bir terslik var. Bazı meslektaşlarımızın bu büyük imar kargaşasının içerisinde yer alabilme telaşı içine girmeleri, kentleşme ve mimarlığımızın geleceği ile ilgili sorunlara uzak durmaları, ciddi bir meslek etiği sorununu gündemimize getiriyor.

Mimarlık dergisinde meslek etiği üzerine derlenen yazıların önemli bir farkındalık yarattığını, bu alandaki bibliyografyayı zenginleştirdiğini, meslek etiği çalışmalarına çok yönlü katkı sağladığını düşünüyorum. Farklı meslek ortamlarında, etkinliklerde meslek etiği konusunun işlendiğini görüyoruz, bu tartışmaların dergiye yansımasını önemsiyorum.

MİMARLARIN VE MİMARLIĞIN DEĞİŞEN KİMYASINI GÖZLEMEK

Mimarlar Odası yayınlarındaki yazılar geniş bir konu yelpazesi içeriyor. Yapı üretim sürecindeki sorunlar, meslektaşlarımızın performanslarının sergilenmesi, mesleğimizle ilgili konuların bütünlüğü içerisinde ele alınmasına özen gösterilmesi önemli bir birikimin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Mimarlık dergisi koleksiyonuna baktığımızda derginin mimarlığın gündemini yansıtmanın yanı sıra, meslek ortamının geleceğiyle ilgili yürütülen tartışmalara yer vererek, yorumlayarak aktarmaya da önem verdiğini görüyoruz. Eksikler elbette var; mimarın yapı üretim sürecinde değişen rolünün irdelenmesi, işveren-mimar ilişkilerindeki başkalaşmaların, müelliflik kavramının farklılaşması gibi konuların dergide daha fazla yer alması gerektiği açık. Küreselleşmenin etkilerinin yanı sıra ciddi bir ekonomik darboğazdaki yapı sektörünün önemli bir paydaşı olarak mimarlık bürolarının evriminin de irdelenmesi gerekiyor. Mimarlık eğitimindeki yoğun kontenjan artışına rağmen mimar istihdamındaki düşüşler, meslektaşlarımızın işsizliği, çalışma alanlarında karşılaştığı sorunlar ciddi bir konu. Özellikle kamu kesiminde ve yerel yönetimlerde mimar istihdamında gözlenen düşüşlere sık sık değiniliyor. Cumhuriyet tarihi boyunca yapı üretiminde, planlamada rol alan kurumların ve kurum hafızalarının dağıtılmasının, kamunun düzenleyici, yol gösterici rolünden arındırılmasının yapı üretimi kültüründe ciddi bir boşluk yaratacağı daha etkin bir şekilde ele alınabilir, irdelenebilir diye düşünüyorum.

Mimarlığın gündeminden yansıyanları aktarmaya, bazı noktalara ışık düşürmeye çalıştım. Mimarlık yapabildiklerinin yanı sıra yapmak istedikleriyle de her zaman canlı bir yayın etkinliğine sahne oldu. 318. sayıda (Temmuz-Ağustos 2004) Yayın Komitesi’nde yer almaya başladım, değerlendirdiğimiz 100 sayının önemli bir bölümünde Yayın Komitesi üyeleriyle birlikte görev üstlendim. Yazamayacağım kadar çok kişinin çabalarıyla, katkılarıyla dergi bugünkü durumuna geldi; herkesin emeğine sağlık. Nice sayılarda buluşmak dileğiyle…

Bu icerik 2297 defa görüntülenmiştir.