GÜNCEL
Depremin Ardından İzmir: İhmal Nerede, Sorumluluk Kimde?
A. Muzaffer Tunçağ, Eski İnşaat Mühendisleri Odası Genel Başkanı, Eski Konak Belediye Başkanı
Özgür Bozdağ, Öğr. Gör. Dr., DEÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü
İlker Kahraman, Dr., Mimarlar Odası İzmir Şube Başkanı
Deprem kuşağında yer alan ülkemizde sıklıkla karşılaştığımız afet haberlerinin ardından, benzer konuları yeniden konuşuyor, bir nevi aynı hataları ve ihmalleri sürdürürken afetlerin ardından daha iyi haberler ve sonuçlar duyabilmeyi ümit ediyoruz. Konuya ilişkin yetki karmaşasını odağına alan bu derlemede yazarlar, merkezî-yerel yönetimler ve yapı uygulamaları müellifleri üzerinden sorumlulukları tartışıyor.
“Depremden Güçlendirerek Korunma”
A. Muzaffer Tunçağ
Eski İnşaat Mühendisleri Odası Genel Başkanı, Eski Konak Belediye Başkanı
Sisam Adası’nın yaklaşık 10 km kuzeyindeki fayın kırılması sonucu 30 Ekim 2020’de, AFAD verilerine göre Mw=6.6, Kandilli Rasathanesi’ne göre Mw=6.9 büyüklüğünde bir deprem oldu.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın depremden en fazla etkilenen yörelerde 158 bin binada yaptığı hasar tespitlerinden, yıkılmış ve ağır hasarlı bina oranının binde 7, orta hasarlı bina oranının binde 12, az hasarlı bina oranının yüzde 4 olduğu görülüyor. Yıkılan ya da ağır hasarlı binalar için Bakanlık, konumları tartışmalı olsa da yeni konutlar yapacağını açıkladı. Ancak, orta hasarlı binalar için bir belirsizlik var. 8.380 bağımsız bölüm içeren 690 bina söz konusu. Mevcut mevzuata göre, 1 yıl içinde güçlendirilmezler ise zorla yıkılacaklar. Peki, 3-4 milyar TL’ye mal olacak böyle bir iş hangi kaynakla gerçekleştirilecek? Kamusal destek nasıl sağlanacak? Güçlendirme projesinin mimariyle uyumlu hazırlanması, uzmanlık isteyen bu işin doğru uygulanması, bunun için gerekli işgücünün sağlanması, vatandaşlarımızın bina bazında altından kalkabilecekleri bir iş değil. Orta hasar oranı binde 12; daha büyük bir depremde bu oran büyüyebilir. O zaman ne olacak? Devlet, DASK kaynaklarını da devreye sokarak bu konuda acil bir çözüm bulmalı! (
Resim 1-4)
Toplumsal Dayanışma: Deprem ertesi AFAD eşgüdümünde arama-kurtarma ekipleri, Valiliğe ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) bağlı personel, büyük bir özveriyle depremzedelere destek oldular. İBB’nin önderlik ettiği “bir kira bir yuva” kampanyası ülke çapında örnek bir örgütlenme idi. Yüzlerce depremzede İBB’ye ait 200’e yakın konutta, kiralanan evlerde, hatta Hilton Oteli’nde konuk edildi. Günün ana düşüncesi “dayanışma” oldu.
Ne var ki, deprem sonrası yetkililerin, vatandaşları uyarıcı, onları yatıştırıcı bir tutum aldığını söylemek zor. Her deprem sonrası olduğu gibi kafaları karıştıran hatalı görüşlerin yayılmasının önüne geçilemedi. Bilen bilmeyenin, başına akademik bir unvan almış herkesin tartışmalı görüşler yaymasını bilimsel olarak engellemedikçe vatandaşlardaki kafa karışıklığının giderilmesi olanaksız. Gelişigüzel dile getirilen savlar vatandaşta yalnızca kafa karışıklık yaratmıyor, onların ruhsal yapısını da bozuyor. Depremin neden olduğu travmalar daha da derinleşiyor. Bu kafa karışıklığı karar vericileri de etkiliyor. Acele ile karar alabiliyorlar.
Son deprem ardından da benzer karışıklıklar yaşandı. İzmir Valiliği ve İzmir Büyükşehir Başkanlığı ayrı ayrı açıklamalar yaparak, kullandıkları hizmet binalarını yıkacaklarını açıkladılar. Oysa hem Valiliğin binaları hem de İBB binası, modern mimarlık tarihimizin korunması gereken yapıları arasındadır. Güçlendirme yaparak kullanılmaya uygun yapılardır. Bu yapıların çok önemli bir özelliği daha var: Bunlar, Atatürk (Konak) meydanında yıkılması istenilen Sosyal Güvenlik Kurumuna ait yapılar dahil değerli mimarlarımızın tasarladığı, ulusal mimari yarışmalar sonucu elde edilmiş yapılardır.
Tuhaf Kararlar: İnşaat mühendisi olarak, İBB binasının durumunu iyi biliyorum. Her şeyden önce, inşaat yüksek mühendisi Uğur Belger’in yaptığı statik ve betonarme hesapları elimizin altında. Bu hesaplara ve malzeme analizlerine dayanarak yapılmış 3 adet güçlendirme çalışması da mevcut. Genelde 5 blokta hafif hasar, yalnızca bir blokta orta hasar saptanmasına karşın yıkımı düşünmek çok aceleci bir karar. Hele bu binayı yıkıp yerine toplantı salonu ve Başkanlık makamı içeren daha “küçük” bir binanın yapılacağının açıklanması da iyice tuhaf.
Benzer şekilde, Valiliğin, mevcut binaları yıkıp yerine “Selçuklu-Osmanlı tarzında 2-3 katlı bir bina” yapılması için, mimari müellifler Şazimet - Neşet Aralot’tan izin istemesi, daha da tuhaf!
Kısa bir süre önce İzmir’de Atatürk Meydanı ve yüzlerce yıllık Kemeraltı Çarşısı’nı da içeren tarihî kent merkezinin UNESCO Dünya Mirası Kesin Listesi’ne sokulması için çalışmalar başladı. Modern mimari miras olarak korunması gereken bu binaların tam da bu süreçte yıkılmak istenmesi İzmir için bir talihsizlik değil de nedir?
Bu binalara ilişkin yıkma kararı alınırsa, onlarla aynı dönemde yapılmış Ege Üniversitesi’ne bağlı Atatürk Kültür Merkezi, Konak’ta Sosyal Güvenlik Kurumu’na ait bloklar, açılışı 1928 yılına tarihlenen Borsa Binası gibi yapılar da mı yıkılacak? Listeyi uzatmak mümkün.
Güçlendirme Örnekleri: Dünyada çeşitli tekniklerle güçlendirilmiş birçok yapı var. Aklıma hemen gelen bir örnek, San Francisco Belediye Binası. Çağdaş tekniklerle güçlendirildi, hâlâ kullanılıyor.
Ülkemizde ise, 1999 Büyük Marmara depreminden sonra Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali’nin açılışa yetiştirilecek şekilde kolonlarının çelik kuşaklama ve çatının sarkaç mesnetlerle güçlendirilmesi örneğini anımsıyorum. İzmir’de ise SGK ve PTT Binalarının güçlendirilmeleri, kamu binalarının yıkılmadan kullanılmasının bazı örneklerinden.
Paslanma olduğu savına karşı ise şunu anımsatmakta yarar var: Türk yapı ve deprem mühendisliği birikimi, limanlar dahil paslanmaya maruz birçok yapının, güncel yapı malzemeleri ile kurtarılmasını sağlamıştır. Söz konusu yapıların kullanımını sürdürmek için de mühendislerimiz ile mimarlarımız elbirliği ile çalışabilir. Bundan kuşkum yok. Yeter ki yanlıştan dönülsün.
Yazımı bitirmeden önce, tüm dünyada deprem yönetmelikleri hazırlanırken bilim insanlarının kabul ettiği tasarım ilkesini bir kez daha anımsatmak isterim: Esas olan, “orta şiddetteki depremlerde yapısal ve yapısal olmayan elemanlarda oluşabilecek hasarın onarılabilir düzeyde kalması, şiddetli depremlerde ise can kaybını önlemek amacı ile binaların kısmen veya tamamen göçmesinin önlenmesidir.”
Yönetmelik ilkeleri de orta hasarın onarılmasından söz ediyor. Yıkılması düşünülen binalar şu anda boşaltıldığı için güçlendirme işlemleri daha kolay ve daha ekonomik bir şekilde yapılabilir. Böylece UNESCO’nun tarihî mirası koruma ruhuna bağlı kalınmış olur.
“Hasar Sebepleri Geçmiş Depremlerdeki Hasar Nedenleri ile Ortak”
Özgür Bozdağ
Öğr. Gör. Dr., DEÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü
İzmir ili, Seferihisar ilçesi açıklarında 30 Ekim 2020 tarihinde meydana gelen deprem bilindiği gibi özellikle İzmir’deki binaların hasar alması hatta göçmesine neden olmuştur. Ağır hasar alan ve göçen binaların özellikle Bayraklı ilçesinde yoğunlaştığı görülmekte birlikte şehir merkezi sahil kesimleri başta olmak üzere diğer ilçelerde yer alan binalarda da orta ve hafif hasarlı binalar olduğu bildirilmiştir.
Deprem merkezinin İzmir şehir merkezinden yaklaşık 70 km uzaklıkta olduğu düşünüldüğünde meydana gelen bina hasarlarının deprem yönetmeliklerinin öngördüğü hasar düzeyinden çok daha fazla olduğu söylenebilir. Özellikle Bayraklı ilçesinde, deprem sırasında meydana gelen ani bina göçmeleri ve buna bağlı can kayıpları mevcut bina stoğunun güvenilirliğinin yeniden sorgulanır olmasına neden olmaktadır. Yıkılan binaların ya toptan göçmeye uğradığı ya da zemin katlarda bölücü duvar bulunmaması nedeniyle yumuşak kat mekanizması oluşmasına bağlı olarak ilk katlarının üzerine göçtüğü görülmüştür. Bunun dışına 506 ağır hasarlı, 511 orta hasarlı, 5.119 az hasarı bina olduğu kayıtlara geçmiştir. (Resim 5)
Hasarlı binaların yoğun olarak bulunduğu Bayraklı ilçesi ile şehrin sahil bölümlerindeki zemin özelliklerinin alüvyonel özellikte zayıf zemin sınıfında olduğu bilinmektedir. Bu durum nedeniyle göreceli olarak uzakta meydan gelmiş olan bu deprem kaynaklı oluşan deprem dalgalarının zemin tarafından büyütüldüğü ve daha büyük etki oluşturacak şekilde zemin yüzeyine iletildiği anlaşılmaktadır. Bu bölgede meydana gelen hasarların önemli bir nedeninin binaların zayıf özellikteki zemin üzerinde olması gösterilebilir.
Bayraklı ilçesinde deprem nedeniyle 10 binada can kaybı veya yaralanma meydana gelmiştir. Ani yıkılan bu binalarda yapılan gözlemler, binaların 1990 ila 1997 yılları arasında 1975 deprem yönetmeliği koşullarına göre projelendirildiğini göstermektedir. Bu binalarda beton ve donatı malzeme kalitesinin yetersiz olduğu göze çarpmaktadır. Bir diğer önemli ortak nokta ise bu binaların zemin katlarının işyeri veya market olması nedeniyle bu katlardaki bölücü duvarların üstteki konut katlarına göre çok daha az olmasıdır. Koloni kiriş, perde duvar gibi taşıyıcı sistem elemanlarının mevcut durumu ile taşıma güçlerinin yetersiz olması yanında zemin katta bölücü duvarların bulunmayışının binaların ani göçmesinde önemli bir rolünün olduğu düşünülmektedir. (Resim 6, 7)
Ağır ve orta hasarlı binalarda yapılan bir diğer gözlem ise taşıyıcı sistem elemanlarında ve kolon-kiriş birleşim bölgelerinde yer alan etriyelerde sıklaştırma bulunmamasıdır. Etriye yetersizliğinin binaların ani göçmesinde en önemli nedenlerden birisi olduğu geçmiş depremlerdeki bina göçmelerinden de bilinmektedir. Az hasarlı binalarda ise genel olarak bölücü duvarlarda çatlakların oluştuğu ve yapısal olmayan ikincil elemanlarda hasar meydana geldiği gözlemlenmektedir.
Yukarıda özetlenen durum değerlendirildiğinde, deprem sırasında meydana gelen bina hasarlarının temel olarak malzeme kalitesindeki yetersizlik, zemin katların yumuşak kat durumunda olması ve etriye yetersizliği nedeniyle kaynaklandığı söylenebilir. Ayrıca hasarlı binaların özellikle 2000 yılı öncesinde yapıldığı bir başka gözlem olarak karşımıza çıkmaktadır. 2000 yılı sonrası yapılan binalarda bölücü duvar hasarı dışında hasar oluşmadığı görülmektedir.
2000 yılı öncesi yapıldığı halde hasar görmeyen veya az hasar gören binaların zemin katlarının genel olarak konut olduğu ve bölücü duvar oranlarının yüksek olduğu, bu nedenle duvar hasarıyla bu depremi hafif atlattığı görüşü oluşmaktadır. Bu deprem düzeyi için duvarların binayı desteklediği ve yığma binalardaki davranışa benzer bir durum oluştuğu için bu binaların ayakta kaldığı söylenebilir. Ancak, bu deprem etkisinin deprem yönetmeliğinde tanımlanan tasarım depremi etkisinden çok daha düşük olduğu unutulmamalıdır. Deprem yönetmeliğinin öngördüğü deprem düzeyinde etki oluştuğunda, binadaki duvarların yıkılarak taşıyıcı özelliğini kaybetme durumunun oluşabileceği ve özellikle 2000 yılı öncesi yapılan binaların taşıyıcı sistem elemanlarının mevcut durumu ile taşıyıcı özelliğinin yetersiz olabildiği birlikte değerlendirildiğinde gelecekte oluşacak depremlerde büyük yıkımların önüne geçebilmek için mevcut bina stoğunun vakit geçirilmeden incelenmesi gerektiği kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bina tasarımında ekonomik ömür olarak 50 yıl öngörülmektedir. Binanın ekomomik ömrü tamamlandığında binanın mevcut durumu ile güvenliğinin tahkik edilmesi, yapılacak analizler sonrasında binanın güvenlik seviyesi yeterli ile kullanılmaya devam edilmesi veya güvenliğin yetersiz olması durumunda binanın güçlendirilmesi veya yıkılıp yeniden yapılması kararının verilmesi gereklidir. 50 yıllık ekonomik ömür kavramı, binanın şiddetli bir deprem gibi herhangi bir etki ile karşılaşmaması durumu için geçerli olmaktadır. Ancak, yaşanılan deprem gibi binalarda hasar oluşturacak etkide bir deprem sonrasında da binaların incelenerek güvenlik seviyesinin belirlenmesi gerekmektedir. Büyük depremler sonrası binalarda oluşacak küçük hasarlar dahi gelecekte meydana gelecek depremlerde binaların büyük hasar alması hatta yıkılması sonucunu doğurabilecektir. Bu nedenle, büyük depremler sonrasında binaların mevcut durumunun konusunda uzman inşaat mühendisleri tarafından incelenmesi ve buna göre binanın kullanıma hakkında karar alınması önem taşımaktadır. Özellikle Bayraklı bölgesinde yıkılan veya ağır hasar alan bazı binaların daha önceki depremlerde de hasar aldığı bilinmektedir.
Sonuç olarak; meydana gelen deprem sonrası özellikle 2000 yılı öncesi yapılan binaların taşıyıcı sisteminde gözlemlenen hasarların malzeme özelliklerindeki yetersizlik, etriye yetersizliği, zayıf zemin özellikleri, zemin katların işyeri olarak kullanılması nedeniyle oluşan yumuşak kat mekanizmaları nedeniyle oluştuğu görülmüştür. Söz konusu hasar sebepleri geçmiş depremlerdeki hasar nedenleri ile ortak özellik taşımaktadır. Tüm bu değerlendirmeler ışığında gelecekte meydana gelecek depremlerde oluşabilecek can ve mal kayıplarının azaltılması için mevcut yapıların incelenmesi, şehirlerin deprem master planlarının yapılması, güvensiz yapıların güçlendirilmesi veya kentsel dönüşüm kapsamında yıkılıp yeniden yapılması yoluna gidilmesi gerekmektedir. Bu durum beraberinde finansman sorununu da oluşturmaktadır. Bu bağlamda, sorunun geniş kapsamda değerlendirilmesi ve tüm paydaşların işbirliği içinde çalışması gereklidir.
“Sorunun Günü Kurtararak Çözülmesinin Sonuçları”
İlker Kahraman
Dr., Mimarlar Odası İzmir Şube Başkanı
30 Ekim 2020’de Ege Bölgesi’nde meydana gelen depremde 177 kişi hayatını kaybetti. Deprem gece saatlerinde olsaydı can kaybı muhtemelen çok daha fazla olacaktı. Yüksek sayılabilecek meblağlar ile şehrin iyi bir yerinde güzel sayılabilecek bir apartman dairesi alıyorsunuz; ardından sadece 6.9 büyüklüğünde (AFAD’a göre 6.6) bir deprem ile çok acı bir şekilde hayatınızı kaybediyorsunuz. Oysa Japonya’da 21 Aralık 2010’da 7.4, Mart 2011’de 7.2, Nisan 2011’de 7.1, 26 Ekim 2013’te 7.1, 30 Mayıs 2015’te 7.8 büyüklüğünde depremler oluyor ama kimse hayatını kaybetmiyor, 2 Nisan 2014’te Şili’de 8.2 büyüklüğünde bir deprem ve tsunami oluyor 5 kişi yaşamını kaybediyor.
Türkiye’de 19 Ağustos 1999’da 7.4 büyüklüğünde bir deprem yaşanıyor ve 18 bin 373 kişi hayatını kaybediyor, 48 bin 901 kişi de yaralanıyor. Peki, neden ölüyoruz? Bu yazıyı yazan ve okuyanlar bir sonraki depremde şanslı olmayı bekliyor. Bir sonrakinde ölen ben de olabilirim, siz de olabilirsiniz. Nerede hata yapılıyor? Neden hayatlarımız bu denli ucuz oluyor? Hepimiz barınma hakkımızı en uygun fiyata çözmek istiyoruz, ülkemizde inşaat lokomotif sektör olarak görülüyor ve sadece işin erbaplarının değil ilgisi olan herkesin müteahhitlik yapması özendiriliyor. Mimarlık ve mühendislik uzmanlıklarına yeterli önem verilmiyor. Kentleşme politikaları oy için kullanılıyor. Gecekondu bölgelerinde yapılmış ıslah imar planları yeni planlar yapılmasının önüne geçiyor. Sorunun günü kurtararak çözülmesinin sonuçlarını yıllar sonra yine biz ödüyoruz.
Yönetmelikler: İzmir’de depremin en fazla hissedildiği yer olan Bayraklı bölgesinde depremden hemen sonra yıkılan apartmanlara baktığımızda; Rıza Bey Apartmanı’nın 12.04.1993, Emrah Apartmanı’nın 22.11.1990, Doğanlar apartmanının 04.09.1990, Yağcıoğlu Apartmanı’nın 04.02.1993 tarihinde ruhsat aldıklarını görüyoruz. Hepsi 1975 yönetmeliğine göre yapılmış; betonları elle karılmış, düz demir kullanılmış yapılar. Peki, 1975 yönetmeliğinde yapılan yapıların hepsi kötü mü? Yapılan incelemede 1975 yönetmeliğinin bu depremde gelen yükleri karşılayabilecek standartlara sahip olduğu görülüyor. Bu yönetmelik için dönemine göre, o zamanki bilgi düzeyine göre iyi bir yönetmelikti demek pek yanlış olmaz.
Yeni deprem yönetmeliğimizde Komşu Katlar Arası Dayanım Düzensizliği (Zayıf Kat) tanımına bakalım. Yönetmeliğe göre birbirine dik iki deprem doğrultusunun herhangi birinde, herhangi bir kattaki toplam etkili kesme alanının, bir üst kattaki toplam etkili kesme alanına oranı olarak tanımlanan dayanım düzensizliği katsayısının 0.80’den küçük olamayacağı söylenmiş. Birinci katta olacak şekilde tasarlanan bağımsız bölümlerde kullanılan tuğla duvarlar ile zemin kattaki dükkan duvarlarında kullanılan tuğla duvarların birbirine oranı 0.80 den küçük olmamalı. Geniş açıklık istediğimiz dükkan alanlarında bu mümkün mü? Mümkün ancak, proje aşamasında inşaat mühendisi bunu dikkate almalı. Paket programlar bu oranı kontrol ediyor mu? Hayır. Bu durumda bu kontrolü mimar mühendisin ortak ve titiz bir çalışma ile elde etmesi gerekiyor. Hızlı yapılaşmalar ve rekabetçi hızlı çözümler ve ülkemizde projeye verilen önem göz önüne alındığında bu tür incelemelerin tam olarak yapılamadığını üzülerek görüyor ve sonuçlarına katlanıyoruz.
Kentleşme: Ülkemizde 1950’lerden başlayarak çeşitli toplumsal sorunlar nedeniyle özellikle büyük kentlere göç çok büyük oranda. 1927'de tüm nüfus içindeki oranı % 16.4 olan kentli nüfus 1965'de % 30'a, 1995'te ise % 70'e ulaşırken kentleşme hızı oranı ise % 5'e yaklaşmakta.[1]
Depremde hasar alan bölge 1980’li yılların başında Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından onaylanan planlarla yapılaşmış bir yerleşim. Hızlı kentleşmeye hızlı çözümler ile yeni konut alanları yaratılıyor. Muhtemelen şehrin planlı büyümesinden herkes mutlu oluyor, bahsi geçen alan İzmir’de sosyal donatı ve yeşil alan olarak oldukça iyi bir noktada. Bu nedenle de şu anda orta üst gelir grubunun tercih ettiği bir bölge. Şehirleşme baskısı, artan konut talebi ve bu talebi karşılayan planlar ile hızlı yapılaşma. Müteahhitlerin artan talebe karşılık vermesi, yönetmeliğe uygun ve hemen hepsi birbirine benzeyen mütemadi temellerle yapıların hızla yükselmesi. Bu hız ekonomik getiri için çok önemli. Talep fazla, yapılan değerinde satılabiliyor.
Ben çocukken yıkımların olduğu bölgede hiçbir yapılaşma yoktu, bisiklet sürebildiğiniz toprak yollar ana caddelere dönüştü ve çoğu Avrupa kentlerinin nüfusuna yakın bir nüfus bu alanda 35 - 40 yıl içinde yerleşti. Bu hız kontrollü devam edebildi mi? Geçen sürede el değiştiren yapılarda yapılan tadilatların ne kadarı belediyeye haber verilerek yapıldı. Bu tadilatlarda yük alması düşünülen bölücü tuğla duvarların kaçı yıkıldı?
Zemin: Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi bahsi geçen alandaki planlar yapılmadan önce jeolojik etüd yapılmadığını belirtiyor. 13 Temmuz 1944 tarihinde çıkarılan, 4623 sayılı "Yer Sarsıntılarında Evvel ve Sona Alınacak Tedbirler hakkında Kanun" ile imar planına esas jeolojik etüt çalışmaları yapılmaya başlanmış. Ancak, bu gerçekliğe rağmen gerek 1985 yılında çıkartılan 3194 sayılı imar yasasında gerekse daha önceki 1956 yılında çıkartılan 6785 sayılı yasada jeolojik etütlerden bahsedilmemiş.[2]
02.09.1999 tarih ve 2304 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “3030 sayılı Kanun Kapsamı Dışında Kalan Belediyeler Tip İmar Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik" 34. maddesinde yapı ruhsatı için yapılacak başvurularda statik projenin yanında jeoloji ve jeofizik mühendisi veya jeolog tarafından hazırlanan jeolojik etüt raporu ve zemin etüt raporu isteneceği belirtiliyor. 1999’dan önce yapılan hiçbir yapıda jeoloji ve jeofizik mühendisi veya jeolog tarafından hazırlanan jeolojik etüt raporu ve zemin etüt raporu bulunmamaktaydı, bölge haritalarında karar verilmiş zemin sınıflarına göre statik projeler hazırlanmaktaydı.
Depremde hasar gören alanda o yıllarda bir bina yapmak istediğinizde zemin sınıfı belli olduğundan çok ufak bir kazı ile mütemadi temelle inşaata başlayabiliyordunuz. Aynı binayı bugün yapmak istediğinizde temel taban alanı 300 m2’den az olan ve tek bloktan oluşan yapılarda en az 3 adet sondaj yaptırmanız gerekmekte. Taban alanının her 300 m2 artışında bir sondaj ilave edilmelidir. Bu sondajların derinliği, bina temelleri için temel tabanından başlayarak yapı genişliğinin en az 1.5 katı olacaktır.
Yeni yapılarda güvende miyiz?: 2019 yılında uygulamaya giren deprem yönetmeliğinin çok daha güvenli yapılar inşa edilmesi için gerekli yöntemleri ortaya koyduğunu biliyoruz. Yapı denetim sistemi daha iyi çalıştırılmaya çalışılıyor. Mimari tasarımın deprem dayanımında ne denli önemli olduğunu biliyoruz ve mimarlarımızın da yeni yönetmeliğe uyum sağlayarak tasarımlarını bu yönetmeliğe göre yaptıklarını biliyoruz.
Ancak, farkında olmamız gereken bir diğer önemli konu can kayıplarının yaşandığı bölge zemininde (derin alüvyal çökelti olduğunu düşündüğümüz alanlarda) dahi sadece üstteki 30 metreye bakıyoruz. Oysa İzmir’de Bayraklı bölgesi, Karşıyaka ve Çiğli bölgeleri kapsamında alüvyal çökellerin 200-320 metrelerde olduğunu biliyoruz.[3] Bu konu üzerine daha fazla kafa yormamız gerektiğini düşünmekteyim.
Unutulmamalıdır ki 21. yüzyıl Türkiye’sinde imar affı gibi bir gerçekle karşı karşıyayız. Vatandaş beyanı ile mühendislik mimarlık hizmeti almamış binalar yapı kayıt belgesi alarak yasallaştırılmış, hiçbir kurala uymayan yapılar envantere yasal olarak alınmıştır. Güvenlikten hangi kritere göre bahsedebileceğiz. Özellikle mimari tasarımın öneminden mimar ve mühendislerin geliştirilmiş tasarım üzerinde eş zamanlı çalışarak yapıya son şeklini vermesinden bahsetmek gerekir. Bizde inşaatın uzun sürmesi, kaynağın inşaata ayrılması alışkanlığındansa, kaynağın düzgün proje elde edilmesine ve bu proje müelliflerine güvenerek yapıların projeye uygun inşa edilip edilmediğini kontrol etmelerini sağlamak güvenli bina elde etmekte önemli olacaktır.
[1] Yahyagil, Mehmet Y., “Kentlerı̇n Kültürün Gelı̇şmesı̇ndekı̇ Etkı̇lerı̇”, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/101066 [Erişim 18.12.2020]
[2] “Jeolojik-Jeoteknik-Jeofizik ve Zemin Etütleri Üzerine Bir Yorum”, https://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/90e274d55309db9_ek.pdf?dergi=HABER%20B%DCLTEN%DD [Erişim: 20.12.2020]
[3] İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Deprem Raporu, http://izmir.imo.org.tr/resimler/dosya_ekler/aff3f23a5bdfa1b_ek.pdf?tipi=2&turu=X&sube=16 [Erişim: 20.12.2020]
Bu icerik 4009 defa görüntülenmiştir.