417
OCAK-ŞUBAT 2021
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Mimarın Adı Yok…
    Deniz İncedayı, Prof. Dr., MSGSÜ Mimarlık Bölümü, Mimarlar Odası Genel Başkanı

  • Depremin Ardından İzmir: İhmal Nerede, Sorumluluk Kimde?
    A. Muzaffer Tunçağ, Eski İnşaat Mühendisleri Odası Genel Başkanı, Eski Konak Belediye Başkanı
    Özgür Bozdağ, Öğr. Gör. Dr., DEÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü
    İlker Kahraman, Dr., Mimarlar Odası İzmir Şube Başkanı

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: Öngörülemezliğin Eşiğinde Kentsel Dirençlilik

21. Yüzyıl ve Dirençli Kentler

Deniz Gerçek, Doç. Dr., İYTE Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

 

Belirsizliklerin arttığı ve geleceğin öngörülemezlği fikrinin yavaş yavaş yerleşmesine neden olan işaretlerin sıklaştığı bir süreçte ilerliyoruz. Bir sonraki dönemeçte bizi ne bekliyor? Bir deprem mi? Bir tufan mı? Bir sel baskını mı? Bir terörist saldırısı mı? Yoksa bir pandemi mi? Ya da çevrenin tahribi, kıt kaynakların azalması, iklim değişikliği, sosyo-politik istikrarsızlıklar, ekonomik buhran gibi süregelen stresler bizi ne gibi durumlarla karşı karşıya bırakacak? Tam olarak kestiremiyoruz.

Kentler artan nüfusları ve varlıkları ile risklerin de en yüksek olduğu yerler. Sürdürülebilir kentler için riskleri en aza indirebilmeliyiz, bu doğru. Fakat mevcut durum ve trendleri esas alan yaklaşımlar artık riskleri yönetmek için yetersiz kalıyor. Bugün, riskleri yönetmek için belirsizlikleri ve değişimi odağına alan yaklaşımlara ihtiyaç var. “Dirençlilik” (resilience), 21. yüzyıl ile beraber açılan bu boşluğu dolduran bir kavram olarak ortaya çıktı. Belirsizliklerin daimi, geleceğin, geçmişte deneyimlediğimizden çok daha farklı olabileceği kabulü ile dirençlilik, sistemin sahip olması gereken bir özellik veya ulaşılması gereken bir hedef olarak belirdi.

Dirençlilik kavramı ve dirençli kent ile ilgili değerlendirmelere geçmeden önce, dirençlilik kavramına konu olan çağımız belirsizlikleri, afetler ve kentlerden bahsetmekte fayda var.

21. YÜZYIL TRENDLERİ: KENTLEŞME VE AFETLER

Küresel olarak değişen dünyamızda iki temel trendden bahsedebiliriz: Tüm dünyada artan nüfusun kentlerde yoğunlaşması ve meydana gelen afetlerin sayısındaki artış. Birbirinden farklı fakat kol kola giden bu iki trend, kentleri her geçen gün biraz daha fazla risk altında bırakmaktadır. İklim değişikliği ise kırılganlıkları artırarak risk tahminini zorlaştırmaktadır.

1950’de dünya nüfusunun % 30’u kentlerde yaşıyordu. 2007 yılında ilk defa kentlerde yaşayanların sayısı kırsalda yaşayanların sayısını aştı ve bu trend kentleşme lehine hızla devam ediyor. (Resim 1) 2020 itibarıyla bu oranın % 57’ye ulaştığını söyleyebiliriz. 2030’da dünya nüfusunun % 60’ının, 2050’de ise yaklaşık % 70’inin kentlerde yaşayacağı tahmin ediliyor.[1]

Diğer yandan, daha önce görmemiş olduğumuz sıklıkta ve büyüklükte tehditler ile karşı karşıyayız. “Afetler” çatısı altında toplayabileceğimiz, doğal veya insan eliyle ortaya çıkan bu tehditlerin verdiği zararın miktarı ise artış eğiliminde. Dünya genelinde meydana gelen afetlerin sayısında istikrarlı bir artış var. (Resim 2) Afet türleri içinde bu artışa ağırlıklı olarak meteorolojik ve hidrolojik afetlerin neden olduğunu görüyoruz ki iklim değişikliğinin bu artıştaki rolü büyük.

İklim değişikliği, fosil yakıt bağımlı yaşam biçimimizin neden olduğu küresel ısınmanın sonucunda meydana gelen bir tehdittir. Deniz sularının yükselmesi gibi direkt etkileri ile dünya üzerindeki kıyı yerleşimlerinin büyük bir kısmını tehdit ederken, dolaylı olarak da ani yağışlar, fırtınalar, sel baskınları, sıcaklık dalgaları, kuraklık vb. olayları tetikler. İklim değişikliği gibi, içinde bulunduğumuz yüzyılı karakterize eden bazı demografik değişiklikler de (nüfus artışı, yaşlanan nüfus, göçler, vb.) belirsizlikleri artırarak afet risklerini öngörülemez biçimde değiştiren sistemik tehditler olarak kabul edilmektedir.[2]

AFET, AFET RİSKİ VE AFET RİSKİ YÖNETİMİ TANIMLAMALARI

Afet, topluluğun veya toplumun işleyişinin, insani, maddi, ekonomik, çevresel kayıplara ve etkilere neden olacak ve topluluğun kendi kaynakları ile baş edebilme becerisini aşacak biçimde bozulması olarak tanımlanmaktadır.[3]

Afet Riski, bir tehlikenin olma olasılığı ile potansiyel sonuçlarının birleşiminden oluşur.[4] Potansiyel sonuçlar ise tehlikenin büyüklüğü, maruz kalan varlıklar ve bu varlıkların hasar görebilirliği ile tarif edilir ve aşağıdaki gibi formüle edilir:[5]

Afet Riski = f (h*e*v)

h (ing: Hazard): Can kaybına, yaralanmaya veya diğer sağlık etkilerine, mal kaybına, sosyal ve ekonomik bozulmaya veya çevresel zarara neden olabilecek tehlikeli bir olay, madde, insan faaliyeti veya durumu.

e (ing: Exposure): Tehlike bölgelerinde bulunan ve dolayısıyla potansiyel kayıplara maruz kalan insanlar, mallar, sistemler veya diğer unsurlar.

v (ing: Vulnerability): kırılganlık (hasar görebilirlik): Bir topluluğun, sistemin veya varlığın, onu bir tehlikenin zararlı etkilerine açık hale getiren özellikleri ve koşulları.

Afet Riski Yönetimi, kriz yönetiminden farklı olarak sadece afet sonrası değil, afet öncesi eylem ve önlemleri de içine alan bütünleşik ve risk odaklı bir yönetim yaklaşımıdır. Afet risk yönetimi için öncelikle afet riskinin düzeyi ve mekânsal karşılığı bilinmelidir. Afet risk analizi, tehlikenin olasılığı, büyüklüğü ve mevcut kırılganlıklar üzerinden tehlikeye maruz kalan belli bir konumdaki insan, topluluk, çevre ve varlıklara gelebilecek potansiyel zararı ortaya koymaya yönelik bir metodolojidir.[6] Afet yönetimi ile ilgili uluslararası kuruluşların belirlediği çerçevelerin[7] tarif ettiği biçimde, afet riski analizinde bileşenleri tüm boyutlarıyla ele almak oldukça kapsamlı bir çalışmayı gerektirir. Bu bileşenlerden tehlike ve maruz kalma durumu daha çok bir mühendislik ve planlama sorunsalı olduğundan sistematik biçimde ortaya konabilirken mevcut kırılganlıkları çok boyutlu olarak ölçebilmek zordur. Uluslararası düzeyde çok sayıda ve kapsamlı çalışma bulunsa da, ulusal düzeyde afet riski analizi ile ilgili araştırmaların[8] genellikle tehlike ve/veya maruz kalma bileşenleri düzeyinde veya tehlike ve maruz kalma ile birlikte kırılganlıklara dair kısıtlı göstergelerin kullanıldığı bir düzeyde olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de mevcut veri yetersizliği ve kapsamlı bir afet riski analizinin kurumsal ve yasal çerçevede karşılığını bulmuyor olmasının da bunda payı olabilir. Keza, afet riski yönetiminde 1990’lardan günümüze gelen süreçte uluslararası çerçevelerde[9] risk azaltımı, afet riski analizi ve afet öncesine odaklanan pro-aktif yaklaşımların benimsenmesine vurgu yapılırken ülkemizde ilgili kurum görev ve yetkileri ile mevcut yönetmelikler değerlendirildiğinde afet sonrası yaraları sarma odaklı geleneğin devam ettirildiği görülmektedir.[10]

Oysa, bugün afet risk yönetimi, çağımız belirsizlikleri ve kentsel riskleri yönetmede yetersiz kaldığı değerlendirmesi üzerinden “geleneksel” betimlemesi ile anılmaktadır.[11] Afet risk yönetiminin güncel literatürdeki yeri incelendiğinde tekil afetleri ele alması, büyük afetlere odaklanması ve riski statik kabul etmesi gibi noktalar üzerinden kritik edilir. Geleneksel afet risk yönetimindeki boşluklar dirençlilik kavramının entegre edilmesi ile doldurulmaya başlanmıştır. Özellikle Birleşmiş Milletler Hyogo ve Sendai çerçeveleri ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerinde ilkesel olarak dirençlilik konusunun önemle vurgulandığını görürüz. Keza, yukarıda verilen afet riski denklemi, dirençlilik kavramı ile ilişkili olarak “baş etme kapasitesi”ni de içerecek şekilde geliştirilmiştir.

Afet Riski = f(h*e*v /c)

c (ing: coping capacity): baş etme kapasitesi

Adaptif kapasite olarak da anılan baş etme kapasitesi, “kişilerin, kuruluşların ve sistemlerin mevcut beceri ve kaynaklarını kullanarak olumsuz koşullar, acil durumlar ve afetlerle yüzleşme ve onları yönetme yeteneği” olarak tanımlanır.[12] Ancak, dirençlilik kavramının afet risk yönetiminin katı yapısına entegre edilmesi formüle edildiği kadar basit değildir ve muğlaklıklar içerir. Afet risk yönetimi literatüründe “baş etme kapasitesi” genellikle kırılganlığın tersi ve dirençlilikle eş değer gibi tarif edilse de, bu kavramların arasındaki ilişki daha karmaşıktır.

Afet risk yönetimi kent planlamanın daima önemli bir parçası olmuştur. Ancak, belirsizliklerin hakim olduğu çağımızda kentsel risklerinin yönetilebilmesinde dirençlilik kavramının ortaya çıkışı afet risk yönetiminde de bir paradigma kaymasına neden olmuştur. Özellikle iklim değişikliğinin var olduğunun bilimsel olarak ve uluslararası düzeyde kabulü [13] ve küresel ısınmanın sınırlandırılmasının uluslararası taahhüte bağlanması[14] gibi milat niteliğindeki gelişmeler, risk azaltımı (mitigation) ve uyuma (adaptation) yönelik acil ve kapsamlı değişimleri gerekli kılmaktadır. Dirençlilik bu anlamda öngörülemez tehditleri yönetmede risk odaklı yaklaşımlardaki boşlukları doldurmaktadır.

TEHLİKELER VE TEHDİTLER KARŞISINDA KENTLER

Kentleşme tarihine bakıldığında, antik çağlardan bugüne yangınlar, salgınlar, depremler, savaşlar ve benzerine rağmen yaşamını bir şekilde sürdürmüş büyük kentler görürüz (ör. Roma, İstanbul). Acaba bugünün modern kentleri, çağımız trendleri ve iklim değişikliği ile birlikte sonraki yüzyıllarda yaşamını iyi bir biçimde devam ettiriyor olacak mı?

Bugün büyük kentlere baktığımızda, 70-80 yıl öncesinde yapılan planlardan miras kalan temel form ve fonksiyon özellikleri ile yaşamaya devam ettiklerini görürüz. Modernizm etkisindeki bu kent planlama yaklaşımlarının yarattığı formların, bugünün kentlerinin büyüyen belirsizlikleri ve değişen ihtiyaçlarını iyi organize edemediği düşünülüyor. Köklerini dönemin rasyonalist bakış açısından alan bu kent modelleri, gelecekte öngörülen stabil bir durumu başarmak üzerine kurgulanıyordu ve belirsizlik öngörüsü içermiyordu. Çünkü, o dönemin plancı ve tasarımcıları kentsel sorunların uzun bir zaman dilimi için ve yüksek bir kesinlikle çözülebileceğine inanıyorlardı.[15] Bir başka bakış açısına göre, bu planlama anlayışı, sosyal ve ekolojik boyutlarıyla sonsuz çeşitlilik içeren insan habitatını, mekanik bir üretimin (plan) bir dizi özelliği ile yer değiştiriyordu. Kendisini doğadan izole eden ve yapaylaşan kentler ise giderek kırılganlaştı.[16]

Modernist planlama yaklaşımının rasyonalist ve düzene sokan bakış açısı ve geleneksel afet riski yönetiminin deterministik, rijid tutumunun yönetemediği riskler, bugün, değişimi, belirsizliği ve zamanı odağına alan adaptif, yenilikçi bir yaklaşımı işaret ediyor. Birçok akademisyen ve uygulamacı için “kentsel dirençlilik” bu karmaşık konuyu ele almak için uygun bir çerçeve olarak görülüyor. Çünkü, kentlerin, özellikle de iklim değişikliği baskısı altında sürdürülebilir yönetimi için farklı bakış açıları sunuyor.

Peki, kentler için çok istenen bir özellik, bir paradigma, bir ilham kaynağı ya da ulaşılması gereken bir hedef, bir normatif konsept olarak ortaya çıkan, biraz muğlak, bir o kadar da çok gündemde, hatta popülaritesi sürdürülebilirliğin önüne geçen bu kavram nedir?

DİRENÇLİLİK

Kent planlama jargonuna yeni eklenmiş gibi görünse de, dirençlilik kavramının kullanımı daha eskiye dayanmaktadır. “Resi-lire”, kökünden gelen ve kelime anlamı eski haline sıçramak olan Latince terim, fizikte materyallerin şok sonrası eski haline dönmelerini (ör. yay) sağlayan özellik olarak tanımlandı. Kendisi bir ekolog olan Holling tarafından ekoloji bilimine uyarlanmasından[17] sonra kavram yine Holling tarafından “mühendislik dirençliliği” ve “ekolojik dirençlilik” olmak üzere ikiye ayrılarak yeniden tarif edildi.[18] Buna göre mühendislik dirençliliği, sistemin şok sonrası yeniden dengeye (equilibrium) dönmesi, ekolojik dirençlilik ise sistemin işlerliğine devam ettiği herhangi başka bir denge durumuna gelmesi olarak tanımlandı. Bu iki dirençlilik tarifi doğal veya ekolojik sistemler için geliştirilmişti. Daha sonra kavramın sosyal sistemlere uyarlanması ile sosyo-ekolojik dirençlilik terimi ortaya çıktı.[19] Buna göre; sistemin dengeye dönmesinden ziyade başka bir şeye / sisteme dönüşecek kadar bozulmadan işlerliğinin devam etmesi odağa alındı ve sosyo-ekolojik dirençlilik, sistemin etkileri absorbe etme, olası etkilere adapte olma ve onlarla birlikte kendini organize edebilme, öğrenme ve adapte olma becerisi ile tarif edildi.[20]

Sözü edilen dirençlilik yaklaşımları denge konsepti üzerinden değerlendirecek olursa; tek denge koşulu (mühendislik dirençliliği), çoklu denge (ekolojik dirençlilik) ve dinamik denge-dışılık (sosyo-ekolojik dirençlilik) olarak üçe ayrılır.[21] Son yıllarda sistemlerin daimi olarak değişken olduğu ve bir tehdidin olmadığı zamanlarda bile stabil bir denge durumunda olamayacağı savı üzerinden, kent örneğinde, dengeye gelme üzerine kurulu dirençlilik yaklaşımlarına karşı bir duruş vardır. Fiziksel ve sosyal ağlardan oluşan karmaşık ve dinamik sistemler olarak tarif edilen kentler de sürekli olarak değişir, evrilir ve denge-dışıdır. Bu özellikleri ile sosyo ekolojik sistemlere benzetilirler, dolayısıyla, sosyo-ekolojik dirençlilik konusunda yapılan çalışmalar, kentsel dirençlilik alanını da büyük ölçüde etkilemiştir.

KENTSEL DİRENÇLİLİK

Dirençlilik kavramının kent planlama literatüründeki yerine bakıldığında, farklı açılardan ele alındığı veya tarif edildiği görülür. Meerow vd. kapsamlı makalelerinde[22] bu farklı bakış açılarına dair değerlendirmelerinin sonucunda uzlaşmacı ve esnek bir kentsel dirençlilik tarifi yapmıştır. Buna göre: “Kentsel dirençlilik, kentsel sistemin ve onu oluşturan tüm sosyo-ekolojik ve sosyo-teknik ağlarının, bir tehdit karşısında istenen işlevleri sürdürme veya hızla geri dönme, değişime uyum sağlama ve mevcut veya gelecekteki adapte olma kapasitesini sınırlayan sistemleri hızla dönüştürme yeteneğini ifade eder.”

Olumsuz bir etkiye rağmen, sistemin işlerliğini koruması en kritik konudur. Bunun için, sistemin değişen koşullardan öğrenme, bunlara uyum sağlama ve bunlarla birlikte dönüşebilmesi gerekir. Kentin işlerliği ise temelde kaynak ve enerjinin akışının sağlandığı fiziki altyapılar ve diğer sosyal, ekonomik ağlar olarak özetlenebilir. Ancak, dirençlilik kavramını kent planlamaya entegre etme çabalarına rağmen dirençliliğin kent planlama teorisi ve pratiğine uyarlanmasında henüz bazı boşluklar olduğu söylenebilir.

Pratik açısından bakıldığında, bir yandan sürdürülebilirlik hedeflerini yakalamaya çalışırken, bir yandan da çağımız tehditlerine karşı adaptif ve tepkisel olma zorunluluğu planlamada ilkesel çelişkilere yol açabilmektedir.[23] Diğer yandan, şehirleri planlarken belirsizlik, değişim ve zamanı odağa yerleştiren araçlara veya kavramsal çerçevelere sahip olmamaları, plancıları zor bir pozisyonda bırakmaktadır.[24]

Dirençliliğin yaratılabilmesi veya artırılabilmesi için öncelikle dirençliliğin düzeyinin çeşitli parametreler üzerinden ölçülebilir olması gereklidir. Tıpkı sürdürülebilirlik için olduğu gibi dirençliği de çeşitli boyutları (sosyal, altyapısal, kurumsal vb.) ve çeşitli parametreler üzerinden ele alan indeksler üzerine çalışmalar mevcuttur ancak, bu gösterge ve indekslerin kullanımı ile ilgili genel kabul görmüş bir metodoloji veya “toolkit” vardır diyemeyiz.

KENTSEL MEKÂNSAL DİRENÇLİLİK

Plancılar ve kentsel tasarımcılar için bir kenti dirençli yapmak, temelde fiziki mekânı nasıl şekillendirdikleri ile ilgilidir, çünkü ellerindeki temel medya “form”dur. Salat ve Bourdic,[25] modern kentlerin önümüzdeki yüzyıllarda yaşamaya devam edip etmeyeceği sorunsalı ile ilgili olarak, modern şehirlerin kırılganlığının strüktürel olduğuna işaret etmiştir. Ancak “form ve strüktür”ün dirençlilik üzerindeki etkisini anlayacak sistematik bir yöntem de henüz bulunmamaktadır.

Kentsel mekânsal dirençlilik ile ilgili gelinen noktada, bir kentin dirençliliğinin doğrudan gözlenebilen ve ölçülebilen bir şey olmadığını, dolayısıyla doğrudan yaratılabilecek de bir şey olmadığını söyleyebiliriz. Dirençlilik daha ziyade dirençliliğin yerini tutan veya ona yaklaşan özellikler yoluyla ölçülebilir. Kentsel dirençliliğin dolaylı olarak ölçülmesini sağlayan bu özelliklerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesi yoluyla kentlerin daha dirençli bir hale getirilebileceği varsayılır. Doğadaki strüktürler ve enerji akışını sağlayan formlardan ilham alınarak sistemin nasıl daha dirençli hale gelebileceğini anlamamızı sağlayan bu özellikler ölçülebilirdir. Bu özellikleri gruplayacak olursak, arazi kullanımı, kritik altyapılar ve ekolojik bilginin entegrasyonu, kentsel mekânsal dirençlilik ile ilgili çalışmalarda öne çıkmaktadır.

Arazi Kullanımı: Yoğunluk, karma kullanım, erişilebilirlik ve geçirgenlik gibi konular, şehirlerin dirençlilik ve kırılganlık profillerini etkileyen temel planlama araçlarıdır.[26]

Kritik Altyapılar: Ulaşım ağı, iletişim ağı, enerji dağıtım şebekeleri, su şebekeleri, kanalizasyon kentin omurgası, damarları olarak tarif edilir; eğitim tesisleri, sağlık tesisleri ve benzerleri düğüm noktalarıdır ve tüm bu altyapılar sistemin işlerliği için hayati önemdedir. Dirençli bir kent yaratmak için, kentsel altyapı planlamasına, bağlantılılık, modülerlik, tekrar ve çeşitlilik gibi bazı sistem özelliklerini dahil etmek gereklidir. Bağlantılılığın yüksek olması (dağıtık ağ) bir ağ için iyi bir özelliktir ancak çok yüksek olması da etkinin hızla yayılmasına neden olabilir. Modülerlik ise sistemin bazı parçalarının kendi içerisinde sistemin geneline göre daha bağlantılı olması şeklinde tarif edilir (ağaç tipi ağ). Parçaların biri zarar görse de diğerleri işlerliği devam ettirir. (Resim 3) Kritik altyapılara bu sistem özelliklerinin kazandırılması, örneğin alternatifi olan ana ulaşım hatları (tekrar), güçlü bağlantılı bir enerji ağı sistemi (bağlantılılık), tehditlere karşı sistemin işlerliğinin devam etmesine katkıda bulunur.

Ekolojik Bilginin Entegrasyonu: Kentsel mekânsal dirençliliği artırmak için geleneksel ekolojik bilginin yeniden kullanılır hale getirilmesinin önemi, özellikle iklim değişikliğine uyum çalışmalarında çokça vurgulanmaktadır. Plancılar ve kentsel tasarımcılar için dirençli kentler yaratmanın yolu, toplulukların geçmişten günümüze tehditlerle baş etme stratejilerini ve nasıl adapte olduklarını anlamaktan geçmektedir, örneğin yerel iklime uygun bitki türlerinin seçimi, yerel bina yapım malzemeleri ve tekniklerinin kullanımı ve benzeri. 

SONUÇ

Değişken ve gelecek için büyüyen belirsizlikler içeren bir dünyada, tehlikeler tümüyle bertaraf edilemeyeceğinden ve olası zararlar yok edilemeyeceğinden, kentler risklerle yaşamayı öğrenmelidir. Risklerle baş edebilmede denge koşulları ve kesinlik üzerine kurgulanan geleneksel afet risk yönetimi ile rasyonalist ve düzene sokan planlama bakış açısı, yerini değişimi, belirsizliği ve zamanı odağına alan adaptif ve yenilikçi bir yaklaşıma bırakmalıdır. Bugün, olası tehditler ve tehlikeleri, sistemin genel performansını geliştirmek için bir fırsat olarak gören perspektifler ortaya çıkıyor. Dirençlilik kavramı, hem afet risk yönetimi hem iklim değişikliği hem de kent planlama ve tasarımı için bu perspektifleri geliştirmede kavramsal bir çerçeve sunuyor.

Diğer yandan, dirençliliğin doğrudan ölçülebilir bir olgu olmaması, kentsel dirençliliği ampirik çalışmalar yoluyla anlayabilmemizi zorlaştırıyor. Dirençli bir kent yaratmak fikri çok cazip olsa da, dirençliliğin pratikte nasıl artırılabileceği konusu henüz tam anlaşılamamış olduğundan, kente temel müdahale aracı form/strüktür olan plancı ve tasarımcılar çelişkili ve zor bir pozisyonda duruyor.

Ancak yine de kentsel mekânsal dirençlilik üzerine sayıca çok olmasa da giderek artan miktarda ve nitelikte çalışmadan söz edebiliriz. Bu yeni kavramsal konu başlığı, araştırma ve uygulamada kent plancısı, kentsel tasarımcı ve mimarlar için yeni perspektifler ve yaratıcı bakış açıları geliştirmek için heyecan verici olasılıklar sunuyor.


[1] The World’s Cities in 2018 Data Booklet, 2018, United Nations, Department of Economic and Social Affairs, Population Divi­sion

[2] OECD, 2003, Emerging Risks in the 21st Century: An Agenda for Action, OECD Publishing, Paris, doi:10.1787/9789264101227-en.

[3] United Nations Office for Disaster Reduction, 2009, UNISDR Terminology on Disaster Risk Reduction, Geneva.

[4] OECD, 2003.

[5] UNDDR, 2015, Global Assessment Report on Disaster Risk Reduction (GAR). https://gar.undrr.org [Erişim: 01.12.2020]

[6] United Nations Office for Disaster Reduction, 2009.

[7] Afet risk analizi ve risk haritalama için gerekli veriler, yöntemler ve araçları tarif eden uluslararası düzeyde kapsamlı bilgiler ve örnek çalışmalar içeren kılavuzlardan öne çıkanlar aşağıdaki gibidir:

European Commission, 2010, Risk Assessment and Mapping Guidelines for Disaster Management - Staff Working Paper, SEC (2010), 1626. United Nations Office for Disaster Risk Reduction (UNISDR), 2017, National Disaster Risk Assessment. Asian Development Bank (ADB), 2018, Understanding Disaster Risk for Advancing Resilient Development: Knowledge Note, Kanada.

[8] Kundak, Seda; Türkoğlu, Handan, 2007, “İstanbul’da deprem riski analizi”, itü dergisi /a, mimarlık, planlama, tasarım, cilt:6, sayı:2, ss.37-46. Tüdeş, Şule; Yılmaz Gültekin, 2009, “Evaluation of Relationship of Spatial Planning-Georisks and Urban Risk Analysis: The Case Study of Bartın”, G.U. Journal of Science, cilt:22, sayı:4, ss.395-411. Gerçek, Deniz; Güven, İ. Talih, 2016, “Kentsel Dirençliligin Cografi Bilgi Sistemleri ile Analizi: Deprem ve İzmit Kenti”, Harita Teknolojileri Elektronik Dergisi, cilt:8, sayı:1, ss.51-64. Kuban, Nurdan; Güven, İ. Talih; Gerçek, Deniz, 2017, “İzmit Kentsel Sit Alanındaki Kültür Varlığı Yapıların Strüktürel Niteliklerinin Özgünlük Durumu Üzerinden Değerlendirilmesi”, Uluslararası Çoban Mustafa Pasa ve Kocaeli Tarihi - Kültürü Sempozyumu - IV, cilt:1, Gebze, Kocaeli, s.140. Özyetgin, Altun Ayşe; Tezer, Azime, 2019, “A Preliminary Study On Defining Urban Resilience for Urban Planning: The Case of Sultanbeyli, İstanbul”, Tasarım Kuram, cilt:15, sayı:28, ss.77-95.

[9] Birleşmiş Milletler Afet Riski Azaltma Ofisi öncülüğünde geliştirilen uluslararası stratejiler kronolojik sıralamaya göre aşağıdaki gibidir: International Decade for Natural Disaster Reduction (IDNDR, 1990-1999), International Strategy for Disaster Reduction (ISDR, 2000-2007), Hyogo Framework for Action (2005-2015), Sendai Framework for Disaster Risk Reduction 2015–2030.

[10] Balamir, Murat, 2013, “Obstacles in the adoption of international DRR policies: The case of Turkey”, Draft background paper prepared for the Global Assessment Report on Disaster Risk Reduction. Özmen, Bülent; Özden, Ali Tolga, 2013, “Türkiye’nin Afet Yönetim Sistemine İlişkin Eleştirel Bir Değerlendirme”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, sayı:49, ss.1-28.

[11] Yamagata, Yoshiki; Ayyoob, Sharifi (Ed.), 2018, Resilience-Oriented Urban Planning: Theoretical and Empirical Insights, cilt: 65, Springer.

[12] United Nations Office for Disaster Reduction, 2009.

[13] IPCC, 2007, Climate Change 2007: The Physical Science Basis, Cambridge University Press, Cambridge.

[14] Paris Anlaşması, küresel ortalama sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2°C altında tutulması; ilave olarak ise bu artışın 1,5°C’nin altında tutulmasına yönelik küresel çabaların sürdürülmesini hedeflemektedir.

[15] Firley, Eric; Grön, Katharina, 2014, The Urban Masterplanning Handbook, John Wiley & Sons.

[16] Salat, Serge; Bourdic, Loeiz, 2012, “Systemic Resilience of Complex Urban Systems: on Trees And Leaves”, TeMA Journal of Land Use, Mobility and Environment, sayı:2, ss.55-68.

[17] Holling, C. Stanley, 1973, “Resilience and Stability of Ecological Systems”, Annual Review of Ecology, Evolution, and Systematics, cilt:4, sayı:1, ss. 1–23.

[18] Holling, C. Stanley, 1996, “Engineering resilience versus ecological resilience”, Engineering Within Ecological Constraints, (Ed.) Peter C. Schulze, National Academy Press, Washington, ss.31-44.

[19] Folke, Carl, 2006, “Resilience: The emergence of a perspective for social-ecological systems analyses”, Global Environmental Change, cilt:16, sayı:3, ss.253-267

[20] Carpenter, Steve; Walker, Brian; Anderies, J. Marty; Abel, Nick, 2001, “From Metaphor to Measurement: Resilience of What to What?” Ecosystems, sayı:4, ss.765-781.

[21] Meerow, Sara; Newell, P. Joshua; Stults, Melissa, 2016, “Defining urban resilience: A review”, Landscape and Urban Planning, sayı:147, ss.38-49.

[22] Meerow, Newell, Stults, 2016.

[23] Elmqvist, Thomas vd., 2019, “Sustainability and resilience for transformation in the urban century”, Nature Sustainability, sayı:2, ss.267-273.

[24] Darren, Nel; Bruyns, Gerhard; Higgins, Christopher, 2018, “Urban Design, Connectivity and its Role in Building Urban Spatial Resilience”, Proceedings ISUF XXV Conference 2018, Krasnoyarsk, Rusya, ss.921-930.

[25] Salat, Bourdic, 2012.

[26] Yamagata, Ayyoob, 2018.

Bu icerik 8117 defa görüntülenmiştir.