417
OCAK-ŞUBAT 2021
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Mimarın Adı Yok…
    Deniz İncedayı, Prof. Dr., MSGSÜ Mimarlık Bölümü, Mimarlar Odası Genel Başkanı

  • Depremin Ardından İzmir: İhmal Nerede, Sorumluluk Kimde?
    A. Muzaffer Tunçağ, Eski İnşaat Mühendisleri Odası Genel Başkanı, Eski Konak Belediye Başkanı
    Özgür Bozdağ, Öğr. Gör. Dr., DEÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü
    İlker Kahraman, Dr., Mimarlar Odası İzmir Şube Başkanı

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: Öngörülemezliğin Eşiğinde Kentsel Dirençlilik

Kentsel Dayanıklılık Perspektifinde Salgınlarla Mücadele

Zeynep Deniz Yaman Galantini, Dr., Şehir ve Bölge Plancısı

 

21. YÜZYILIN POPÜLER KAVRAMLARINDAN BİRİ “DAYANIKLILIK[1], COVID-19 VE KENT PLANLAMA

Son altı aya baktığımızda görüyoruz ki, insanlık bir asırdır 2019 yılının Aralık ayında Çin’in Vuhan eyaletindeki ilk vakanın ortaya çıkması ile başlayan ve 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edilen COVID-19 salgınından daha “beklenmedik” bir krizle karşılaşmadı. COVID-19 salgınının, Sanayi Devrimi ile başlayıp 21. yüzyılda artarak devam eden doğa tahribatının neticesinde, bilim insanlarının uzun yıllardır tahmin ettiği ve dile getirdiği, ancak yine de tüm dünyayı hazırlıksız yakalayan “beklenmedik” bir “doğa odaklı afet” olduğunu söyleyebiliriz. Geçmiş dönemlerde yaşanan salgınlar incelendiğinde, bilhassa kentsel mekândaki sağlıksız yaşam koşullarının tetiklediği kolera pandemilerinin, sağlık ve çevre odaklı modern bir şehircilik anlayışının kurulmasına katkısı yadsınamaz bir gerçektir. Peki, bu tarz “doğa odaklı afetler” öngörülebilir mi? Şüphesiz öngörülebilseydi, salgınlara neden olan esas sorunlarla mücadele edilirdi. Bu noktada, Taylor’ın kent planlama pratiklerinin geleceği için gündeme getirdiği önemli soruyu[2] hatırlayalım: Sürekli değişim ve belirsizlikle tanımlanan bir dünyada “planlama dünün sorunlarını çözmeye mi mahkûmdur”?

Tüm dünyanın karşı karşıya kaldığı COVID-19 salgınının yarattığı krizin tüm boyutlarıyla nasıl yönetilmesi gerektiği ve en az zararla nasıl kurtulabileceği konusunda bir fikir birliğine varmak zor. Gelinen noktada, öngörülememiş olan bu salgının ortaya çıkardığı toplumsal ve kentsel ihtiyaçların en “sürdürülebilir” şekilde karşılanması ve en “dayanıklı” kentsel sistemlerin oluşturulabilmesinin, mücadele sürecinin temel eksenlerinden biri olması gerektiği aşikârdır. Bu kapsamda, kent planlama pratiklerinin katkısı hayati öneme sahiptir. Bugün beklenmeyen değişimlerin, özellikle çevresel sorunlara bağlı olduğu, kentsel gelişme kararlarında çevresel boyutun göz ardı edilmesi sonucu, iklim değişikliği gibi beklenmeyen sorunların ve bu sorunların yarattığı beklenmedik başka tehditlerin ortaya çıktığı görülmektedir. Salgının bulaş hızının artması ve dünyada karantina uygulamalarının başlamasıyla da, salgın-mekân ilişkisi çokça konuşulmaya başlanmış;

  • Daha düşük yoğunluklu yerleşimlerin planlanması ya da kentten ziyade kırsala olan ilginin artması,
  • Doğayı koruma kaygısı içeren planlama yaklaşımlarının benimsenmesi gerektiğinin savunulması,
  • Birçok şirketin evden çalışmayı desteklemesiyle ofis binalarının boşalması,
  • Ulaşımda toplu taşıma teşvik edilse de, bu dönemde özel araçların daha güvenli bulunması,
  • Gıda ve diğer ihtiyaçların internet ortamından sağlanmasıyla AVM ya da diğer ticaret alanlarının vasıfsız durumda kalması,
  • Mekân tanımının ve mekândan beklentinin değişmesi, gibi çeşitli tartışmalar yaygınlaşmaya başlamıştır.

Kent planlamada ortaya çıkan her yeni tartışmanın ya da kavramın, “kelebek etkisi”[3]ni anlamamıza yardımcı olması önemlidir. Kelebek etkisini, 1960’ların kapsayıcı planlama (comprehensive planning) ve 1970’lerin sistem yaklaşımıyla (systems approach) ilişkilendirmek yerinde olacaktır. Kapsamlı planlama yaklaşımını, sistem yaklaşımının bir biçimi olarak kabul eden Cooper ve diğerleri[4] henüz 1971 yılında yayınladıkları çalışmalarında, söz konusu yaklaşımların, giderek karmaşıklaşan dinamik süreçlerle başa çıkmak için yeterli olmadığını ifade etmişler ve ancak yeterince durağan bir dünyada, olağanüstü yetenekli paydaşlar tarafından tasarlanarak yürütülecek planların başarılı olabilme ihtimalinden bahsetmişlerdir. Günümüzde statik bir planlama anlayışının yetersizliği, modern kentsel süreçlere eşlik eden belirsizlik ve karmaşıklıkla daha da görünür hale gelmektedir. Böylece, beklenmedik değişimler nedeniyle geleceğin giderek daha da belirsiz göründüğü durumlarda, sadece küresel riskleri ortadan kaldırmak için değil, aynı zamanda risklerin beraberinde getirdiği değişimleri yönetme ihtiyacından dolayı, kent planlamada daha karmaşık yaklaşımların gündeme getirilmesi gerekli görülmüştür. (Resim 1) Bu kapsamda, “dayanıklılık” kavramının kent ölçeğinde önemli hale gelmesi ilk kez 2002’de Johannesburg’da gerçekleşen Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde, “küresel çevresel değişim” kapsamında sürdürülebilirliği destekleyen bir kavram olarak kullanılmasıyla başlamıştır. Ayrıca bu gelişmeyle birlikte, kentsel kalkınma ve kent planlama konularıyla ilgili çalışmalarda tanımlanmaya çalışılan bir kavram haline gelmiştir.

2000’li yılların en popüler kavramlarından biri olan “kentsel dayanıklılık”, kapsayıcı bir kavram olduğundan pandemi karşısında temel kent planlama hedeflerinin tanımlanması konusunda bir çerçeve çizebilmektedir. Bunun için, öncelikle dayanıklılık kavramının tanımlamasını yaptıktan sonra salgınla mücadele bakımından kent planlamada dayanıklılığın odaklanılması gereken ilkelerini genel hatlarıyla açıklayabiliriz.

DAYANIKLILIK - KENTSEL DAYANIKLILIK

Dayanıklılık, sosyo-ekolojik sistemlerin değişimlerle başa çıkma, uyum sağlama ve değişimi yönlendirmenin yanı sıra, belirsizlik ve beklenmedik değişikliklerle birlikte yaşamaya alışma kapasiteleriyle ilgili kapsamlı bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir Brand ve Jax tarafından.[5] Servillo ve Reimer dayanıklılığı, değişimler ve değişimlerin neden olduğu tehditler karşısında “normale dönüş” (return to normalcy) olarak tanımlamıştır.[6] Öte yandan, Davoudi’nin, sistemlerin doğasının zaman içinde bir dış etkene bağlı olmaksızın, herhangi beklenmeyen bir tehdit olmadan da değişebileceğini, dayanıklılığın da normale dönüş olarak değil, karmaşık sosyo-ekolojik sistemlerin değişme, uyum sağlama ve dönüşme yeteneği olduğunu ifade etmektedir ve güçlü olanın hayatta kalması bakımından “evrimsel” bir yaklaşım olarak tanımlamaktadır[7]

Bu üç bakış açısı, dayanıklılığın kent planlama sürecine entegre edilmesinde, kavramın evrimsel tanımını kullanarak değişimi başarılı yönetmek ve kentlerin hızlı toparlanma kapasitesini artırmak açısından oldukça önemlidir. Örneğin, Dos Santos ve Partidário[8] dayanıklılık temelli stratejik planlama yaklaşımını önerdikleri SPARK (Strategic Planning Approach for Resilience) projesinde, planlama sürecinin değişimi yönetebilme kapasitesinin olabilmesi için gereken bileşenler arasında yenilikçiliği, sürekli öğrenmeyi ve paydaşlar arası iletişimi tanımlamışlardır. Davoudi ve diğerleri[9], Londra iklim değişimine uyum stratejisi için evrimsel dayanıklılığın tanımından yararlanarak iklim değişikliğine uyumu sosyal ve kurumsal öğrenmeyi içeren sürekli bir süreç olarak değerlendirmişlerdir. Lu ve Stead[10] ise, Rotterdam’da iklim değişimine karşı kentsel dayanıklılığın geliştirilebilmesi açısından hem dışsal tehditlerle başa çıkma ilişkisi hem de normale dönüş için altı temel hususa vurgu yapmıştır: 1. Mevcut durumu dikkate almak; 2. Eğilimlere ve olası tehditlere dikkat etmek; 3. Hedef belirlemek; 4. İnisiyatif kullanmak; 5. Kamusal eylemlere önem vermek; 6. Geçmiş başarısızlıklardan ders çıkarmak. Örneklerden de anlaşılacağı üzere, dayanıklılığın evrimsel tanımından gelen “dinamik karakteri” ve “beklenmeyen değişimlere hazır” bir sistem tanımlama amacı, günümüz kent planlama pratiklerinde ihtiyaç duyulan “kapsamlı-sistem planlaması” yaklaşımlarını içeren, kelebek etkisini anlamamıza yardım eden bir süreç sunabilecek ve planlamaya yeni bir bakış açısı katarak, belirsizliklere karşı farkındalık yaratabilecektir.

COVID-19 SALGINI İLE MÜCADELEDE KENTSEL DAYANIKLILIĞIN ÖNCELİKLİ NİTELİKLERİ

İnsanoğlunun gelişmek ve ilerlemek için doğaya yaptığı müdahalelerin sonunda değişimlere karşı kontrolü elinde tutabildiğini söylemek gerçekçi olmaz. Ancak, kapsamlı-sistem planlaması yaklaşımı sayesinde kontrol dışı gelişmelere uyum sağlayabilecek ve nihayetinde dengeyi yeniden sağlayabilecek kapasiteyi geliştirebilmesi mümkündür. Bunun için de kentsel dayanıklılığın mekânsal ve toplumsal dinamiklerin dengeli etkileşimi ve beklenmedik değişimler karşısındaki yönetişim kapasitesinin kesişiminde bulunması gereklidir. (Resim 2) Mekânsal perspektifte doğal çevre koruma kullanma dengesinin varlığı, kentsel gelişme kararlarında sürdürülebilirlik kavramı temelinde doğal eşiklerinin dikkate alınması ve sosyo-ekonomik toplumsal eşitliğin sağlanması, bütüncül bir yaklaşımla kentsel dayanıklılığın oluşturulmasına olanak tanıyacaktır. Bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, kent planlama sürecinde değişimi yönetebilme kapasitesinin gelişmesi esasen kent planlama paydaşlarına ve paydaşlar arasındaki ilişkilere bağlıdır. Çünkü öncelikli olarak paydaşların ve paydaşların aralarındaki ilişkinin net olarak tanımlanması, hem dayanıklılığı geliştirecek kent planlar, stratejiler ve yasalar gibi araçların ortak akıl ve işbirliğiyle oluşturulabilmesine hem de bu yolla toplumsal dayanıklılığın sağlanmasına temel oluşturmaktadır.

Bu kapsamda, kentsel dayanıklılığın “yönetişim başarısını” sağlamada anahtar bir kavram olarak kullanılması, salgınla mücadelenin birincil ilkesi olmalıdır. Lebel ve diğerleri[11] Governance and the capacity to manage resilience in regional social-ecological systems başlıklı çalışmalarında, yönetişimin dayanıklı olabilmesi için olmazsa olmaz üç nitelik tanımlamışlardır: katılım; çok merkezli ve çok katmanlı kurumlar; sorumlu yetkililer. Salgınla mücadele kapsamında, toplumun yönetime güven duyabilmesi, seferberlik yaratılabilmesi ve birlikte yaşama / hareket etme bilincinde olabilmesi için, planlama süreçlerine katılımın sağlanması çok önemlidir. Toplumun salgınla dayanıklı bir mücadele sergileyebilmesi, tüm aktörlerin ortak çalışmasını gerektirir. Bu katılım ne kadar çok ve farklı ölçeklerden paydaşla sağlanabilirse o kadar fazla bilgi akışı, işbirliği, koordinasyon ve sosyal dayanışma sağlanabilir. (Resim 3) Salgın sürecinin bizlere hatırlattığı en önemli hususlardan biri, “birlikte yaşamayı” öğrenmek zorunda olduğumuzdur. Mulligan ve diğerlerinin[12] dediği gibi toplumsal dayanıklılık, sosyal dayanışma, sosyal içerme ve sosyal uyum sağlandığında inşa edilir. Elbette sürecin sağlıklı yönetilebilmesi, hızlı yanıtların alınabilmesi için sorumlu bir yetkilinin olması şarttır. Böylelikle toplumdaki kırılgan grupların ve bütün olarak toplumun uyum kapasitesini yönetmek mümkün olacaktır. Bu süreçte özellikle, yerel yönetimlere büyük görev düşmektedir. Toplumsal sağlık hizmetlerinde ortaya çıkan sorunların ve ekonomik kayba uğrayan vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesi acil önceliğe sahiptir.

Şu aşamada, salgın öncesi için herhangi bir müdahale yapılamayacağına göre, asıl hedef devam eden süreci “insan odaklı çözümler üreterek” (en az can, sağlık, hak ve sosyo ekonomik imkân kaybı ile) yönetmek olmalıdır. Bu değerlendirmelerin yapılabilmesi için “hangi alanda yeterli kapasiteye sahibiz” ve “hangi alanda kapasite geliştirmeliyiz” konularının, yönetimin her kademesinde tüm gerçekliğiyle ele alınması esastır. Mahalle ölçeğinden başlayarak kent, bölge ve ülke ölçeğine kadar kentsel ve kırsal etkin bir ağ sistemi kurularak ihtiyaçların belirlenmesi ve tüm birimlerin birbirlerini kontrol edebilecek seviyede olması gereklidir.

Salgınla mücadelede kentsel dayanıklılık perspektifinin bir diğer önemli unsuru ise, mekânsal stratejilerin salgınlar ve tüm diğer olası afetler düşünülerek oluşturulmasıdır. Kent planlamanın afetlerle mücadelede acil durum eylem planları oluşturmak, karşılaşılabilecek tehlikelerin meydana gelme olasılığını tahmin etmek, bu durumlarda yapılacakları belirlemek ve bunlardan kaynaklanabilecek muhtemel tehditleri önlemek veya azaltmak konusunda anahtar bir rolü vardır. Salgınlarla mücadelede de benzer şekilde kent planlamadan yararlanılması, çevresel faktörlerin kontrol edilmesi açısından önemlidir. Salgınların özellikle çevresel sorunlardan kaynaklandığı fikrinden yola çıkarak fiziki çevre koşullarının iyileştirilmesine olanak tanıyan bir planlama sisteminin kurulması, hastalıkların meydana gelmesi ve yayılmasının kontrolünde büyük bir etken olabilmektedir. İnsanlar varlıklarını topluluk halinde devam ettirebildiğinden, birbirleri ile sürekli ilişki içinde bulunmaktadır. Bulaşıcı hastalıklar söz konusu olduğunda, hastalığı kapan kişi süratle başkalarına hastalık bulaştırmaktadır. Böylelikle salgın mekânsal bir yayılım göstermektedir. Buradan hareketle, salgınların hem toplumsal hem de mekânsal boyutu olduğu söylenebilir. İnsanların hareketliliği ne kadar fazla ise, salgının yayılma hızı da o kadar artmaktadır. Bu noktada salgınla mücadelede “planlama ölçeğinin” önemi bir kez daha anlaşılmıştır. Wilbanks[13] toplumun tanımını yaparken coğrafi ölçeğin sürdürülebilirlik ve dayanıklılık üzerindeki etkisinin dikkate alınmasını önerir. Sürdürülebilirliğin temel yaklaşımlarından olan “Küresel düşün, yerel davran!” yaklaşımı, tam olarak salgınla toplumsal ve küresel mücadelenin en büyük adımının, yerel önlemlerin alınması ve başarılı bir şekilde uygulanması olduğunu vurgulamaktadır. Bununla birlikte, kentsel dayanıklılık kavramının mekânsal stratejilerin üretilmesinde en önemli katkılarından biri “mahalle ölçeğinin” önemini vurgulamasıdır.

Yerel ölçekte, kırılganlıkların düzeyine ve niteliğine bağlı olarak, dayanıklılık standartlarının karşılanması için gereken ekstra kaynak, yardım sağlama veya erişilebilirlik daha kolay olabilir. Örneğin, makro ölçekte daha geniş bir kaynak yelpazesine erişim mümkün olsa da, yerel ölçekte daha basit karar verme süreçleri ve dolayısıyla daha hızlı müdahaleler söz konusu olabilmektedir. Böylece, yerel ölçekte karşılaşılan tehditlerin elenmesi ile kentsel dayanıklılık daha hızlı sağlanabilmektedir. Mahalle ölçeğinin önemiyse, sosyal dayanışma ve örgütlenmenin daha hızlı sağlanabileceği bir ölçek olmasının yanı sıra, ortak kamusal alan ve hizmetlere kolay erişimin sağlanabilmesi ve salgın döneminde insanların ihtiyaçlarını gidermek için dışarıda fazla hareketliliğe ve kalabalığa neden olmamasının sağlanabilmesidir. Bunun için de kent planlama standartlarının yeniden ele alınması, hizmetlerin nüfusa göre gerektirdiği alan ihtiyacı ve erişilebilirlik mesafelerinin ayarlanması, gerekli durumlarda da mevcut kullanımı dışında bir fonksiyonu (sağlık hizmet alanı, konaklama alanı, depo alanı, vb.) olabilecek alanların belirlenmesi gereklidir.

Mekânsal unsurlar değerlendirilirken toplumsal boyut da göz önünde bulundurulmalıdır. Toplumun her kesiminin işbirliği içinde hareket edebilme kapasitesi, salgının yayılma hızının kontrol edilmesini sağlayacaktır. Bu nedenle de kent planlamada sadece mekânsal açıdan değil, toplumu ve mekânı birlikte gözeten planlama yaklaşımlarını birlikte değerlendirmek salgınla mücadelede dayanıklılığın bizlere hatırlattığı en önemli unsurlardan biridir. Toplumsal dayanıklılığı sağlamaya olanak tanıyan mekânsal planlama ölçütlerinin belirlenmesi ve uygulanması da, dayanıklılığın entegre edildiği kent planlama sürecinin bir parçasıdır. O nedenle doğal ve yapılı çevrenin, toplumdaki güçlü yönleri vurgulayacak şekilde planlanması gereklidir. Örneğin, Carpenter[14], yürünebilir ve karma kullanımların olduğu mahallelerde sosyal sermaye ve aidiyetin arttığını ifade etmiştir. Berkes ve Ross’un[15] da açıkladığı gibi, toplumsal değerler ve inançlar; bilgi, beceri ve öğrenme; sosyal ağlar; çeşitli ve yenilikçi bir ekonomi; insan-mekân bağlantısı (aidiyet de denebilir), işbirlikçi yönetişim ve değişimi kabul etmeye hazır olma gibi toplumsal olguları ön plana çıkarabilecek bir kent planının, toplumsal dayanıklılığı mümkün kılacak altyapıyı sunabilmesi bu açıdan hayati öneme sahiptir.

Salgınla mücadelede kentsel dayanıklılığın öne çıkan bileşenleri Resim 4’te kısaca özetlenmiştir. Geriye dönüp baktığımızda, kentsel dayanıklılık kavramının yıllardır bilinen, ulusal ve uluslararası platformlarda dile getirilen ve kronikleşen problemlerin çözülebilmesi için gerekli öncelikleri hatırlatan bir kavram olduğunu görüyoruz. Salgınla mücadelede kentsel dayanıklılık ölçütleri kapsamında açıklanan “yönetişim kapasitesi” ve temel “mekânsal stratejiler”, yeni tanımlar değildir. Ancak kentsel dayanıklılık bakış açısı, beklenmedik değişimlerin her zaman olabileceği vurgusuyla, günümüzde göz ardı edilen bu konulara yeniden odaklanılması gerektiğini savunan kapsamlı bir üst başlık olarak bize fikir vermektedir.

SON SÖZ

Sonuç olarak, geçmişte yaşananlardan ders çıkarmak, modern toplumların en büyük avantajı olduğu söylenebilir. Geçmişte yapılan hataları tekrarlamamayı ve sonrasında daha büyük bedeller ödemek yerine;

  • Kentlerdeki devamlı ve kontrolsüz büyümenin insan refahının bağlı olduğu doğal süreçlere aykırı olduğunu,
  • Mevcut politika ve yönetişim anlayışımızın kentsel dayanıklılığı sağlama ya da kentsel dayanıklılık için gerekli kapasiteyi yaratamayacak durumda olduğunu,
  • Doğal çevreye, toplumsal değerlere, toplumsal ihtiyaçlara, birlikte yaşamaya gereken önemi vermediğimiz sürece, yeni salgınlarla tekrar karşılaşma riskiyle karşı karşıya kalacağımızı, unutmamamız gerekmektedir.

 

* Değerleri yorumları için Nüket İpek Çetin ve Gözde Yazıcı Badur’a teşekkür ederim.

 


[1] “Resilience” kelimesinin dilimizdeki karşılığı “zorlukları yenme gücü, dirençlilik, dayanıklılık, esneklik” kavramlarıdır. Her ne kadar “dirençlilik” ya da “esneklik” kavramları üzerinden tanımlamalar yapılmış olsa da, “dayanıklılık” kavramı “resilience” kavramının daha yakın bir karşılığı olarak kullanılmaktadır. “Dayanıklılık” kelimesi Türk Dil Kurumu sözlüğünde “güçlü, sağlam, dayanabilen” anlamlarına karşılık gelmektedir. “Dayanıklı kent” ifadesi, “riskler karşısında dayanıklılığını koruyabilen, risklere karşı direnç gösteren şehir, değişimlere adapte olabilen ve değişimlere karşı kapasite geliştirebilen” kavramlarını kapsayacak şekilde kullanılmaktadır.

[2] Taylor, P., 2005, “Time: From hegemonic change to everyday life”, Key Concepts in Geography, (ed.) S. Holloway, S. Rice, G. Valentine, Sage, Londra, ss.146-152.

[3] “Kelebek etkisi” kısaca, olayların / sistemlerin birbirleri arasındaki sistematik ilişki olarak tanımlanabilir. Daha fazla bilgi için: Lorenz, E. N., 1995, “Predictability: Does the Flap of a Butterfly’s Wings in Brazil Set Off a Tornado in Texas?” (29 Aralık 1972 tarihinde American Association for the Advancement of Science 139. yıllık toplantısında yapılan sunuş) Essence of Chaos, Appendix 1, s.181.

[4] Cooper, W. W.; Eastman, C.; Johnson N.; Kortanek, K., 1971, “Systems Approaches to Urban Planning: Mixed, Conditional, Adaptive and Other Alternatives”, Policy Sciences, sayı:2, ss.397-405.

[5] Brand, F.S.; Jax, K., 2007, “Focusing the meaning(s) of resilience: resilience as a descriptive concept and a boundary object”, Ecology and Society, cilt:12, sayı:1, s.23.

[6] Servillo, L. and Reimer, M., 2013, “Strategic Spatial Planning and Institutional Resilience: Theoretical Thoughts and some Empirical Devices”, AESOP-ACSP 5th Ortak Konferansı Bildiri Kitapçığı, 15-19 Temmuz 2013, Dublin.

[7] Davoudi, S., 2012, Resilience: A Bridging Concept or a Dead End? “Reframing” Resilience: Challenges for Planning Theory and Practice Interacting Traps: Resilience Assessment of a Pasture Management System in Northern Afghanistan Urban Resilience: What Does it Mean in Planning Practice? Resilience as a Useful Concept for Climate Change Adaptation? The Politics of Resilience for Planning: A Cautionary Note, Planning Theory & Practice, cilt:13, sayı:2, 299-333.

[8] Dos Santos, F. T.; Partidário, M. R., 2011, “SPARK: Strategic Planning Approach for Resilience Keeping”, European Planning Studies, cilt:19, sayı:8, ss.1517-1536.

[9] Davoudi, S.; Brooks, E.; Mehmood, A., 2013, “Evolutionary Resilience and Strategies for Climate Adaptation”, Planning Practice & Research, cilt:28, sayı:3, ss.307-322, DOI: 10.1080/02697459.2013.787695.

[10] Lu, P.; Stead, D., 2013, “Understanding the notion of resilience in spatial planning: A case study of Rotterdam, The Netherlands”, Cities, sayı:35, ss.200-212.

[11] Lebel, L.; Anderies, J. M.; Campbell, B.; Folke, C.; Hatfield-Dodds, S.; Hughes, T.P.; Wilson J., 2006, “Governance and the capacity to manage resilience in regional social-ecological systems”, Ecology and Society, cilt:11, sayı:1, makale:19.

[12] Mulligan, M.; Steele, W.; Rickards, L.; Fünfgeld, H., 2016, “Keywords in planning: what do we mean by ‘community resilience’?”, International Planning Studies, cilt: 21, sayı:4, DOI: 10.1080/13563475.2016.1155974.

[13] Wilbanks, T. J., 2009, How geographic scale matters in seeking community resilience, CARRI Research Report 7, Community & Regional Resilience Institute, Oak Ridge.

[14] Carpenter, A., 2013, “Social Ties, Space, and Resilience: Literature Review of Community Resilience to Disasters and Constituent Social and Built Environment Factors”, Community and Economic Development Discussion Paper , sayı:02-13.

[15] Berkes, F.; Ross, H., 2013, “Community Resilience: Toward an Integrated Approach”, Society & Natural Resources: An International Journal, cilt:26, sayı:1, ss.5-20, http://dx.doi.org/10.1080/08941920.2012.736605.

Bu icerik 2402 defa görüntülenmiştir.