418
MART-NİSAN 2021
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNCEL

Bir Yılın Ardından, Cengiz Bektaş Anısına…

Müjgan Şerefhanoğlu Sözen, Prof. Dr., YTÜ Mimarlık Bölümü Emekli Öğretim Üyesi

20 Mart 2020 tarihinde kaybettiğimiz, Türkiye coğrafyasına kalıcı izler bırakmış, önemli pek çok ödülün sahibi Cengiz Bektaş’ın ardından kaleme aldığı metinde yazar, birlikte çalıştıkları işlerden hareketle Bektaş’ın “çok yönlü sağlam kimliği ve kişiliği”ne dikkat çekiyor.

 

İnsanın düşündüklerini yapamaması gibi, yaptıklarının bittiğini görememesi de üzüntü verici. Bu duygu durumu beni geçen yıl kaybettiğimiz Sayın Bektaş’ı anmak üzere bir şeyler yazmaya yöneltti. İnsanın düşündüklerini yapamaması, istemli ya da istemsiz bir biçimde kendisiyle ilgili ya da kimi olanaksızlıklar veya başkalarının engellemelerinden ötürü kaynaklanmakta, yaptıklarının bittiğini görememesi ise genellikle kendisi dışında yani istem dışı, örneğin bu dünyadan ayrılması gibi… Cengiz Hoca da, üzerinde büyük bir titizlik, özen, sevgi ve özveriyle durduğu, Muğla’da sona yaklaşmış olan yapıtının bitişini ne yazık ki göremedi.

Sayın Bektaş, mimar, yazar, ozan kimliğiyle çok eski yıllardan beri izlediğim, özellikle Kuzguncuk’ta bürosunda çalışan gençlerle birlikte yaptığı çalışmaları, tarihî mirasa ve çevreye olan duyarlığı, çocuklarla bir araya gelerek yaptıkları etkinlikleri, onlara gösterdiği yakınlık, birlikte yaşamak, yaratmak, çevreyi yaşanabilir kılmak gibi düşünceler ve komşuluk duygusuyla Kuzguncuk’a yerleşmesi, -benim de yaşamımın yarım yüzyıla yakın bölümünü Boğaz’da (Emirgan) geçirmiş ve Kuzguncuk’u da özellikle çok seven biri olarak- dikkatimi çekmişti. Ayrıca, Kuzguncuk’ta kimi tarihî yapıtların el çizimleriyle görselleştirilmesi de sanatsal değerleri yanında belge niteliği taşıması yönünden de çok hoşuma giden çalışmalardı. (Resim 1)

1987 yılında Yıldız’da (YTÜ) düzenlenmiş olan kendi alanlarında uzman konuşmacıların katıldığı “Güzel Sanatlar Müzeleri ve Müzecilik” seminerinde ikimiz de davetli konuşmacı idik. Cengiz Hoca, daha çok “Müze Mimarisi ve Müzelerin İşlevi” üzerine konuşurken, benim konum ise “Sergilenen Nesneler ve Müzeyi Gezenler Açısından Müze Mimarisinde Yapı Fiziği Öğelerinin Belirleyicilik Etkisi” idi. (1) Daha sonra çeşitli etkinliklerde, özellikle Yapı Endüstri Merkezi toplantılarında karşılaşmıştık.

“Müzelerde Aydınlatma ve Koruma” konusu benim çok önemsediğim ve ilgi duyduğum bir konu idi. 1971 yılında değerli hocam Sayın Şazi Sirel ile birlikte çalıştığımız, “Topkapı Sarayı Harem Dairesi’nin Aydınlatması” ” sırasında yaptığımız incelemelerde gördüğümüz yanlışlıklar ve organik nesneler üzerindeki olumsuzluklar, ülkemizde konunun bilinmezliğini ve dolayısıyla ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştu. Bu bağlamda Yapı Fiziği laboratuvarında müze yönetici ve ilgililerine seminerler yapılmış, Şazi Hoca da yazılı notlar hazırlamıştı. (2) Konunun önemi nedeniyle, 1977 yılında Yıldız’da açılmasına karar verilen yapı fiziği lisansüstü programına “Müze ve Tarihî Yapıların Aydınlatması” üzerine bir ders programa konulmuş, bilim dalında doktora, yüksek lisans tezleri, araştırmalar, var olan çeşitli müzelerde incelemeler yapılmaya başlamıştı. 1989 yılında Prof. Tomur Atagök’ün girişimiyle Yıldız’da Sanat ve Tasarım Fakültesi bünyesinde Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı bir müzecilik lisansüstü programı gündeme gelmişti. (Bu konudaki dosyayı o yıllarda senato üyesi olarak incelemiş ve bu konuyu çok desteklediğim için, kurulması konusunda gerekli olan raporu yazmıştım.) (3) 2006 yılında bir gün Sayın Bektaş arayarak, Afrodisias Müzesi için bir ek müze yapısı tasarladığını, yapı aydınlatmasında birlikte çalışmak istediğini söylemişti. Üniversitede yaptığımız toplantıda düşüncelerini, beklentilerini açıklamış, ayrıntılı olarak konuyu görüşmüş, üniversitede bir proje olarak yapılmasına karar vermiştik. Yapılan kapsamlı çalışmalar sonucu, ilginç bir iç mimari ortaya çıkmış, bir anlamda aydınlatma, mimari tasarımda belirleyici rol oynamış, başarılı ve oldukça beğeni toplayan bir yapıt olmuştu. Bu çalışma 2009 yılında ilk kez Türkiye’de / İstanbul’da Aydınlatma Türk Milli Komitesi (ATMK) tarafından yapılan uluslararası “Lux Europa” Kongresi’nde bildiri (4) olarak sunulmuş ve isteğimiz üzerine Sayın Bektaş kongrenin açılışında, mimar kişiliği ile davetli konuşmacı olarak günışığı içerikli güzel bir sunum yapmıştı. (Resim 2)

2008 yılında ise Afrodisias Müzesi’nin ana binasının içinin yenilenmesinde, bu kez danışman olarak yine birlikte çalışmıştık. Bu çalışmalar sırasında, birkaç kez müze alanını, binalarını ve sergilenecek nesneleri ayrıntılı incelemiştik. Ana binada yaptığım incelemeler, ölçmeler sonucu ortaya çıkan öneriler doğrultusunda oluşturulan rapor bağlamında olabilecek gerekli yenilemeler yapılmıştı.(5)

Bu kez sosyal bir etkinlik olarak, Mimarlık Vakfı tarafından 2013 yılında düzenlenen Kırım gezisine bir grup mimarla birlikte, Sayın Bektaş eşi ile katılmış, ben de eşim ve sevgili mimar arkadaşım Özden Egel ile katılmıştım. Çok iyi düzenlenmiş ve oldukça yoğun olan bu gezide ilginç olan, geziye eşlik eden çok iyi nitelikli bir rehber olmasına karşın Cengiz Hoca’nın pek çok yapıtın tanıtımında sosyal-kültürel alanda rehberlik görevi yüklenerek bizi bilgilendirmesiydi. Bu arada, Vakfın düzenlediği gezilerden olan memnuniyetimizi de özellikle belirtmek isterim.

2017 yılının yaz başında yine Sayın Bektaş arayarak yeni bir proje üzerinde görüşmek istediğini bildirdi. Bu kez Kuzguncuk’ta bürosunda buluşmuştuk. Bürosu ve evi yan yana olan iki tarihî yapı idi. Konu, henüz ön çalışmalarını yaptığı Muğla Büyükşehir Belediyesi’ne ait müze-sanat-kültür evi niteliğinde, içinde sergi binası, konferans salonu binası ile kütüphane, kafeterya, çocuk ve yetişkinler için işlikler, yönetim, halk bilimi hacimleri, bilgisunar merkezi gibi, dolayısıyla çeşitli etkinliklere olanak sağlayacak hacimleri kapsayan binalardan oluşan bir kompleksti.

Proje tümüyle ve yapı fiziği konuları yönüyle de çok ilginçti. İlk aşamada tüm konular üzerinde çalışmak söz konusu iken, daha sonra sergi binasının günışığı / aydınlatma konuları ile konferans salonunun aydınlatma ve akustik konularında yardımcı olmamı istedi. Hemen ardından, bu konular üzerinde sürekli görüşerek çalışmaları sürdürdük. Cengiz Hoca, proje yürütülürken ve inşaat sırasında sürekli Muğla’ya gidiyor, birkaç gün orada kalıyor, yaz aylarını ise daha çok orada geçiriyordu. “Özbekler Evi” diye bilinen, bahçe içinde hoş bir tarihî yapıyı onararak mimari büro oluşturmuşlardı; projeler orada çiziliyor, genç elemanlara yıllarca biriktirdiği bilgileri sürekli aktararak onların yetişmesinde hocalık görevi de üstleniyordu.

Cengiz Hoca, günışığından yararlanmaya oldukça özen gösteriyor, mekânların mutlaka günışığı almasını istiyordu. Tasarladığı komplekste de konferans salonunun yan duvarlarında düşey, dar pencereler yapmış; rampalarla çıkılarak dolaşılan sergi mekânları olan blok ve çeşitli işlevleri olan öteki iki blok, orta avlulara bakan üstlerinde farklı çapta ve yükseklikte ışık kubbeleri olan mekânlar olarak düzenlenmişti. Günışığı almaya yönelik olan bu tasarımlar kompleksin iç ve dış mimarisine özgün bir değer katmıştı.

Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından 2019 yılında belediyeye ait bir salonda “Türkiye’de Müze Nasıl Olmalı?” konulu bir çalıştay düzenlenmişti. (Bodrum katında olan toplantı salonu hiç günışığı almadığı için, Cengiz Hoca rahatsız olmuş, bana “şu salon biraz günışığı alsa ne iyi olurdu” demişti.) Mimarlar, kimi mühendisler, Belediyede çalışan ilgililer, öğrencilerin de izleyici olarak katıldığı, açılışını Belediye Başkanı Sayın Osman Gürün’ün yaptığı toplantıya, Prof. Hüsamettin Koçan, mimar Nevzat Sayın, Prof. Mehmet Özdoğan, arkeolog Sabahattin Türkoğlu, Cengiz Bektaş ve ben davetli konuşmacı olarak katılmıştık.

Başkan Sayın Gürün’ün Muğla ve çevresinin geçmişi, önemli bir tarihî mirasa sahip olması, folkloru, kültürü, iklimi, coğrafi konumu gibi pek çok yönden, özellikle orada yaşayan halk ve yerli-yabancı gezginler için, böyle geniş kapsamlı bir kompleksin varlığının önemini vurgulayan konuşmasının ardından, tüm katılımcılar kendi uzmanlık alanlarına yönelik oldukça yararlı konuşmalar yapmıştı. Sayın Koçan’ın kurucusu olduğu Baksı Müzesi ile ilgili kuruluşundan bugüne olan süreçteki gelişmeleri yansıtan ayrıntılı anlatımı çok ilgi çekiciydi. Yapılan bu kompleksin durağan, objelerin sürekli durduğu depo niteliği taşıyan bir müzeden farklı olarak, dinamik, yaşayan, halkı kucaklayan, bilgi aktaran, çocuklar ve yetişkinlerin sahiplendiği, rahatlıkla kullanabildikleri, kimi kültür valıklarının sergilendiği, korunduğu bir merkez olması isteği, “müze” adı konusunda tartışmaları getirmiş, buranın kent belleğini yansıtan bir yer olması görüşü vurgulanmıştı. (Daha sonra Cengiz Hoca bu kompleksin adının “Muğla Kent Belleği” olmasını istemişti.)

Çalıştayın ertesi günü bütün kompleks, ayrıntılı gezilmiş, ben de günışığı ile ilgili çeşitli mekânlarda incelemeler, ölçmeler yapmıştım. Yapma aydınlatma henüz bitmemişti. Daha sonra Sayın Bektaş’la birlikte kenti dolaşarak, kente kazandırdığı öteki çalışmalarını göstermiş, bu arada kentin içinden geçen, üstü kapatılıp yol yapılan derenin tekrar açılarak, çevresinin düzenlenip o ortamın trafikten arındırılmış, yaşanabilir, halkın sosyalleştiği çekici bir yer yapmayı planladıklarını da büyük bir heyecanla anlatmıştı. (Resim 3, 4)

2020 yılında neredeyse bitme aşamasına gelmiş olan kompleks, kimi nedenlerden ötürü duraksamış, yeni bir ihale gündeme gelmişti. Sayın Bektaş’la en son görüşmemiz 2020 Ocak ayında İstanbul’da olmuş, bu arada bürosunu kapattığını, arada sırada sağlık sorunu yaşadığından da söz etmişti. Görüşmenin ardından birkaç ay içinde Muğla’da görüşme kararı almıştık. Konferans ve sergi binalarında aydınlatma ile ilgili yerinde gözlem, ölçme, denetim yapılacaktı. Ne yazık ki, olmadı…

Sayın Bektaş, pek çok önemli yapıta imza atmış, yarışmalara girmiş, Ağa Han ve Mimar Sinan Büyük Ödülü başta olmak üzere pek çok ödül almış, korumacılığa, yöresel mimariye, Anadolu’ya çok önem veren, sanat-edebiyatla ilgilenen, deneme, inceleme, derleme, çocuk kitapları, şiir konularında ürün veren, ozan, hocalık yapan, çok yönlü sağlam kimliği ve kişiliği olan hümanist bir dosttu.

İşte… İlerlemiş yaşına karşın, mesleki heyecanı hiç bitmeyen bu değerli insanın, yaptığı kompleksin bitmesini aynı heyecanla beklerken, yapacaklarının heyecanını yaşarken, bunların gerçekleşememesi üzerine, içten gelen bir duygu ile kendisini, vefat yıl dönümünde bir kez daha anmak için, bu satırları kaleme aldım. Işıklar içinde yatsın…

NOTLAR

1. Şerefhanoğlu, Müjgan, 1989, “Müze Mimarisinde Yapı Fiziği Öğelerinin Belirleyiciliği”, Yapı, sayı:96.

2. Sirel, Şazi; Şerefhanoğlu, Müjgan, 1972, “Topkapı Sarayı Harem Dairesi Aydınlatması”, Mimarlık, sayı: 99, ss.22-30.

3. O yıllarda İstanbul’da bir Modern Sanat Müzesi kurulması üzerinde yoğun istek vardı. Sayın Atagök de bu konular ile yakından ilgileniyordu. Konu o tarihte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Prof. Dr. Nurettin Sözen’e yansıtıldığında, Sütlüce’deki (Haliç) eski bir sanayi yapısı olan Feshane bu amaç için verilmiş, İstanbul Kültür Sanat Vakfı ile işbirliği yapılarak Dr. Nejat Eczacıbaşı adı altında Sanat Müzesi oluşturulmuş, 1992’de 3. İstanbul Bienali orada gerçekleştirilmişti.

4. Şerefhanoğlu Sözen, Müjgan; Ünver, Rengin; Özcan Küçükkılıç, Esra, 2009, Natural Lighting of Aphrodisias Museum’s Additional Exhibition Hall, Lux Europa 2009, 11th European Lighting Conference, Istanbul.

5. Şerefhanoğlu Sözen, Müjgan, 2009, “Afrodisias Müzesi Aydınlatması: Bir İnceleme ve Öneriler”, Arredamento Mimarlık, sayı: 2009/5, ss.122-127.

Bu icerik 1617 defa görüntülenmiştir.