418
MART-NİSAN 2021
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK TARİHİ

Geleceğin Kentini Geçmişte Aramak: Yahya Kemal’in Temsil Mekânları

Fatma Sinem Akbulut, Arş. Gör., Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Neşe Gurallar, Prof. Dr., Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü

Yahya Kemal’in kent ütopyaları ve İstanbul hakkındaki düşünceleri, döneminin tartışmaları ve “kültürel muhafazakarlık” bağlamında kurucu bir role sahip. Yazarın kurmaca olarak ürettiği gelecek ütopyasında, Yahya Kemal’in temsil mekânları eşliğinde inşa edilen metropol hayali, geçmişten geleceğe uzanan bir eksende irdeleniyor.

 

“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.”

Yahya Kemal (1)

“Eğer şehir sürekli bir terastan, bir çan kulesinden, bir tepeden, yüksek bir yerden (kentin görüldüğü başka bir yerden) izlenebiliyorsa, bunun nedeni izleyicinin onu gerçekliğe dışsal bir tablo [olarak] algılıyor olması değil, bakışın tüm bunları toplamasıdır.”

Henri Lefebvre (2)

 

Kentsel mekân, sadece karar vericilerin siyasi iradeleri dahilinde yahut mimar ve mühendislerin temsil aygıtları eşliğinde üretilmez. Kültür kuramcılarının kente dair düşlemleri de siyaset veya mimarlık kurumlarına uzanıp onların mekân üretimleriyle etkin ilişkilere girer. Klasik muhafazakarlık söz konusu olduğunda bu düşüncenin şehircilikle ilişkilenmesindeki önemli eşiklerden biri (1884-1958) Yahya Kemal Beyatlı’dır.(3) Üsküp doğumlu olan ve 1903 yılında Paris’e giden Yahya Kemal, (Resim 1) Haussmann’ın sistematik bir hamleyle tarihî yapıların yerine geniş bulvarları açtığı Paris’ten ve modernizasyonun kentlilerin kültürel belleğine yansımalarına tanıklık eden Baudelaire’den etkilenmiştir. Avrupa’da geçen bu surenin ardından 1912’de İstanbul’a gelen genç Yahya Kemal, kendi benzetmesiyle “metruk bir ev”i (4) andıran kentle karşılaşıp çöken imparatorluğun başkentinin gelecekte alacağı biçimlere yönelik hayaller kurmuştur. (Resim 2) Onun ideallerinde yer alan muhafazakar temsil mekânları, “Çamlar Altında Musâhabe II” adlı kent ütopyasında görünür olmuş ve ardından “Türk İstanbul” idealiyle “icat”(5) edeceği, kendi ifadesi ile “milli peyzajı” sürdürme çabasına dönüşmüştür. İstanbul’un imarı konusundaki bir resmî toplantı, yazarın muhafazakar çevrelerde etkili olacak kentin geleceğine dair görüşlerini ifade etmesine fırsat tanımıştır. Yahya Kemal’in şehircilik hakkındaki görüşlerinde ulaşacağı nihai noktaysa, kentin yatay eksende gelişeceği bir toprak medeniyeti fikri olmuştur. Bu yazı, Yahya Kemal’in düşünsel aşamalarını takip ederek muhafazakarlığın, Henri Lefebvre’in deyişiyle temsil mekânlarını (6) II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet dönemine devreden tartışmaların içerisinden düşünmeye çalışacaktır. Bunun sonucunda, Yahya Kemal’in, farklı görünümlere sahip olan muhafazakar düşüncenin şehircilikteki tavır alışlarında oynadığı kurucu role işaret edilecektir.

İLK ÜTOPYA: “ÇAMLAR ALTINDA MUSÂHABE II”

Yahya Kemal’in 1912’de Osmanlı topraklarına dönüşü, yıkım ve korumacılık tutumlarının çatışmaya başladığı yıllara denk düşer.(7) Şehremini Cemil Topuzlu, anılarında, 1912 İshakpaşa yangınını özellikle söndürtmediği iddialarının gerçeği yansıtmadığını, yine de bu olayın kendisini sevindirdiğini yazmıştır. Topuzlu’nun amacı, yangın yerine Paris’teki Concorde Meydanı gibi “ortasında muazzam bir abide bulunan asfalt bir meydan yapmak”tır. Ancak, Mimar Sinan’ın Hürrem Sultan Hamamı’nın yıkımının da önerilmesi, üyeleri arasında Vedat Tek’in de bulunduğu Paşa’nın tepkisini toplamıştır.(8) Bu itiraz kararında etkili olansa kültürel mirasın korunmasına İslami özcü bir perspektiften bakılmasıdır. Batı’nın tekniğini alıp İslam kültürünü muhafaza etme paradigmasının savunucularından Said Halim Paşa,(9) II. Meşrutiyet İslamcılığının fikirlerini geleceğe miras bırakacak güçlü bir ideologtur.(10) Batı’ya üstünlük sağlamak için İslamlaşmayı radikal tarzla savunmuş ve milliyeti sosyal, dini ise siyasal kimliklere dayandırmıştır.(11) Bu düşüncede İslamcılığın temelleri, kültürel varlıkların korunmasını içerecek biçimde atılmıştır. 1919’daki Buhranlarımız kitabında mimari eserlerin korunmasının toplumsal bir ödev olduğunu ısrarla belirtmesi de bunun ifadesidir.(12)

Bu eğilim, Osmanlı mimarisinin Türk karakterini vurgulayan milliyetçi muhafazakar cephede de yaygındır.(13) Dolayısıyla Türkiye’de, muhafazakar elitlerin korumacılığı, Türk-İslam kültürünü muhafaza edebilmenin koşulu olarak görmeleri,(14) bu alanı ciddi bir ideolojik projeksiyonda temellendirdiklerini göstermektedir. Yahya Kemal’in “Türk İstanbul” ifadesinde somutlaşan bu yaklaşım, Cumhuriyet dönemi mimarlık ve koruma pratiği içinde onun öncülük ettiği çevrede, mimar Sedat Çetintaş (1889-1965), eleştirmen Nihad Sami Banarlı (1907-1974) ve düşünür Samiha Ayverdi (1905-1993) ile mimarlık tarihçisi Ekrem Hakkı Ayverdi (1899-1984)’de kendisini izlek olarak göstermeye devam edecektir.

Paris’ten dönen genç Yahya Kemal, koruma ve yıkım ikileminde sergilediği ilk tutumda Said Paşa’dan çok, kendisini öğretmenlik görevine teşvik eden Topuzlu’nun yıkımlarından yana görünür.(15) İttihat ve Terakki hükümetine muhalif Peyâm Gazetesi’nde, 1913’te, I. Dünya Savaşı’ndan yalnızca bir yıl önce, Süleyman Sadi müstear ismiyle kaleme aldığı “Çamlar Altında Musâhabe II”(16) (Resim 3) yazısında(17) gözünü bir zaman makinesi aracılığıyla 2187’nin İstanbul’unda açıp kentteki hayali deneyimlerini aktarmıştır. Bu tanıklıkta İstanbul; geniş bulvarlar, süslü meydanlar, görkemli yapılarla bezenmiştir. İstanbul’da olmadığını düşünecek kadar kendini yabancı bir ortamda bulan anlatıcının kenti tanıması Yeni Cami’nin(18) kubbe ve minarelerini hatırlamasıyla başlamıştır.(19) Yine Topkapı Sarayı, hisarlar ve “Nev Yunanîliğini”(20) yansıtacak şekilde, “[b]iri ağır, Bizans üslubunda; biri ince Türk üslubunda” tarihî ibadet yerleri de korunmuştur. Fakat bu yapılar, mermer meydanlarla kaplanmıştır.(21) Bununla birlikte ütopyada yapı stokunun ahşaptan düşünülmediği, “müeddeb bir silsile-i mebânî” (görkemli bir yapılar silsilesi) ifadesinden anlaşılmaktadır.(22) Şehremaneti tarafından korunan sınırlı yapılardan bir başkası da ticari taşımacılığın hava yoluna geçmesiyle birlikte kullanılamaz hale gelmesine rağmen “[h]âtıra-i târîhhiyye” olarak bırakılan “mebde-i umrân”, başlangıç yapısı Kumkapı Limanı’dır.(23) Dev, muhteşem, müzeyyen (süslenmiş), mutantan (şatafatlı), vâsi’ (geniş) ve bülend (yüksek) gibi ifadelerle tanımladıkları arasında “Âlem-i İslâm Bankası” ve “Osmanlı İdman Mahfil-i Umûmîsi” gibi hayali yapılar da vardır.(24) Geleceğin İstanbul silüetinde simge anıtsal yapılar haricinde çoğu ahşap olan mevcut yapılara yer vermeyerek kentin çehresinin bütünüyle değişeceği öngörülmüştür. Bu değişimin izini geniş meydanların ve onları çevreleyen neoklasik üsluplu yapıların vurgulu betimlemelerinden takip edebiliriz: “Dünyada görülebilecek en ma’mur, en müzeyyen bir meydan […] meydanın etrafı mermer sütunluklu dâiren mâdâr (çepeçevre) mebânî (binalar).”(25) İnşası ancak tarihî yapıların yıkımıyla olanaklı geniş yollar, meydanlar ve yüksek katlı yapılarla mutlak iktidarı temsil eden mekânları ortaya koymuştur. Aynı zamanda burada öngörülen yoğun kentleşmeyle güçlü Osmanlı medeniyeti imgesi pekiştirilmiştir. Bunlarla beraber tarihsel birikimin önemli ölçüde yıkımına karşılık Osmanlı imgelemini yeniden üreten yapılara da yer verir. Örneğin metinde anlatıcı, Sarayburnu’ndaki bir meydanda, içerisinde “tâ Söğüd Gazâsı’ndan son zamanlara kadar gelip geçen Osmanlı guzâtı”nın heykellerinin bulunduğu bir zafer takıyla karşılaşır.(26) Dolayısıyla geleneği ve geleceği temsil ettiği düşünülen simge ve sembollerle kent mekânı yeniden kurulmuştur.

Geleneğe referans verme tutkusu Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde siyasi ortamda da görülür. II. Abdülhamid tahta geçtiği ilk yıllarda saplantı düzeyindeki ilgisiyle Osman ile Orhan Gazi’nin üzerinden bir “yaratılış efsanesi”ni kurmaya başlamıştır. Bu çerçevede, önce bu hükümdarların Söğüt’teki varsayımlara dayanan türbeleri 1886’da yeniden yapılmış, burada her yıl törenler düzenlenmiş ve 1902’de, Ertuğrul Gazi Camisi’nin etrafındaki yapıların istimlak ve yıkımlarının ardından Orta Asyalı göçebe kostümlerinin giyilip resmî geçit törenlerinin yapıldığı bir kutlama yeri inşa edilmiştir.(27) Dolayısıyla halihazırda, Osmanlı kültünün icat edilmesi, devletin kuruluş mitolojisine yaslandırılmıştır. Yahya Kemal, ütopyasındaki kent panoramasının “[h]er terakkiye mâni Abdülhamîd–i Sânî”nin tahttan indirilmesinin ardından gelen bir devrimle gerçekleştiğini not eder.(28) Yahya Kemal, 1908 Devrimi’nden kısa bir süre sonra tahttan indirilen Abdülhamid’in kuruluş mitolojisini devam ettirerek Osmanlı İmparatorluğu’nun modern “geleneğin icat” çabalarına katkıda bulunmaktadır. Böylelikle, II. Abdülhamid sonrasındaki süreçte, (29) Nitekim kent ütopyalarının, Lefebvre’nin kullandığı bağlamda mekânın üretiminin temsili boyutunu yansıtmasının yanında David Harvey’in Lefebvre’den esinle söylediği üzere, mekânda geçmiş efsanelerin çağrıştırılması ve geleneğin üretimi de yine temsil mekânlarıyla ilişkilidir. Bu bağlamda Yahya Kemal, ütopyasında kurduğu temsil mekânlarını teknoloji ve ilerleme ülküsüyle yıkım ve yeniden inşaya dayandırıyorken tarihsiciliğe (30) ilerleyen yıllarda ise farklı bir konum alışla yıkım ve yeniden inşaya değil korumaya yönelecektir.

YIKIMA KARŞI ELEŞTİRİ: “KÖR KAZMA”

Buraya dek, II. Meşrutiyet muhafazakarlığında, mimarlıkta iki eğilim açığa kavuşmuştur. Said Halim Paşa tarihsel mirası, İslamın esaslarına içkin olduğu düşünülen özcü çerçeve içinde savunmuştur. Öte yandan Yahya Kemal’in teknolojiye dayalı yıkıcı ve ilerlemeci ütopyasında ise mevcut tarihî yapıların yerine geleceği Osmanlı imgelemiyle icat edecek temsil mekânlarının kurulduğu görülmüştür. Yahya Kemal’de mekânsal ilk sembollerini gördüğümüz bu ilerlemeci tutku, Necip Fâzıl Kısakürek’te (1904-1983) “ümran davası” olarak tanımlanacak ve sürdürülecektir. Yahya Kemal’in ütopyasında anlatıcı “[v]âsi’ ferahlı nefis bir bahçe ortasında bir sütun, üstünde ‘İstanbullular, Cemil Paşa’ya minnettardır’”(31) yazısıyla karşılanır. Ancak bu övgü, metnin yazarının 1930’larda değiştiğine işaret edeceğimiz görüşleriyle tam bir zıtlık sergiler. Zira Yahya Kemal, şehircilik konusundaki yıkıcı ve ilerlemeci fikirlerinden uzaklaşacak; kenti “sıhhileştirme” amacıyla faaliyetlerini yürüten Topuzlu’yu 1921’deki “Kör Kazma” yazısında, “İstanbul’da ancak bugünkü ekseriyetimizle barınmak bize yeter. Cedlerimizden kalan binaları koruyabilirsek çok kafi bir medeniyet gayreti göstermiş oluruz. Şimdiye kadar Cemil Paşa gibi mütemeddinlerimiz (şehirlilerimiz) bir yol açmak için Mimar Sinan’ın bir eserini kör kazma ile kökünden yıkar, bir iş yaptığına zâhib olurdu”(32) sözleriyle eleştirecektir. Yahya Kemal zamanla “kör kazma” metaforuyla Said Halim Paşa’nın çizgisine geçmiştir.

Kör Kazma” yazısındaki bir anekdotunda Yahya Kemal, vapurda karşılaştığı yabancı mimarın sahilde görünen bir yapıyı beğendiğini aktarır. Bu yapının Haydarpaşa olduğunu düşünse de mimar ona, “[h]ayır o müstekreh (iğrenç) ambarı kastetmiyorum; şu dört köşe kuleli binâ”(33) diyerek Selimiye Kışlası’nı gösterir. Bunun üzerine Yahya Kemal, şu düşünceye varır: “Bütün Türkler bu şehirde herhangi bir binayı bu kışladan fazla beğenir, çünkü beyinleri ‘yeni’ dedikleri mikropla aşılanmış bir neslin çocuklarıdır.”(34) Böylelikle Yahya Kemal, korumacılığı nostaljiye vardırıp yeni imar faaliyetlerine de karşı çıkmaya başlar. Artık muhafazakar tutum, geleceğe yönelik bozulma endişesinde baş gösterecektir. Paris yıllarında babasına gönderdiği kartpostalında (Resim 4) geniş bulvarları ve parkları gördüğü manzarayı “medeniyetin seması” ifadesiyle tanımlayıp (35) ütopyasında, “[v]âsi’ ferahlı nefis bir bahçe”yi(36) tahayyül eden Yahya Kemal; 1935 yılında ise “[i]sterse mâzîye intikal etmiş olsun, meydanı boş bulunca park yapmak olur şey değildir. Park yapmak iptilâsı nereden geliyor?”(37) der. Genç Yahya Kemal için medeniyetin kent mekânındaki görünümü olan parklar, ilerleyen yıllarda onun için geleneksel mesire yerlerine karşı konumlandırılan, gereksiz bir “Batılı” alışkanlık olarak değerlendirilmiştir.(38) (Resim 5)

Yahya Kemal, yukarıda aktarılan sözlerini 6 Şubat 1935’te düzenlenen şehircilik toplantısında yarışma jürisinin üyesi olarak dile getirmiştir.(39) Toplantının amacı, İstanbul’un imar planı için önerilen üç raporu incelemektir. Fransa’dan Alfred Agache ile Henri Prost’tan, Almanya’dan Hermann Ehlgötz’ten görüş istenmiştir.(40) Prost’un teklifi geri çevirmesiyle yerini Jacques Henri Lambert almıştır. Komisyon, planları tartışıp Ehlgötz’ün planlama kararlarını daha rasyonel bulmuştur. Fransız şehircilerin planları, mevcut kent dokusunda geniş bulvarları, ışınsal meydanları açmayı önerirken; Ehlgötz, tarihî bölgeleri asıl sirkülasyon yollarından ayırıp küçük yollarla bağlamayı teklif etmiştir.(41) Ehlgötz’ün raporu, doğal estetikten yararlanmak için kentin deniz kıyısına doğru yayılarak büyümesini, böylelikle “sakin ve güzel silûetinin” bozulmaması gerektiğini vurgulamıştır.(42) Jüri komisyonunun karar gerekçesinde İstanbul’un “emsalsiz güzelliğini en uzun istikbale kadar muhafaza edebilmek için öyle bir esas bulmak icap eder ki eski kültürü yeni ihtiyaç ve medeniyet şartlarıyla ahenktar bir surette birleştirmelidir”(43) sözleri Yahya Kemal’in temel kültürel teorisini açıklıkla çağrıştırmaktadır. (Resim 6)

Yahya Kemal, öncülük ettiği düşünceyi, imtidâd, yani “uzanmak” kavramı etrafında Bergson’un süre (durée) kavramından esinle üretmiştir. Bu kavramlaştırma, kültürel birikimin geçmişten geleceğe uzanmasını ifade etmektedir. Buna göre, zamanın, “mâzî, hâl ve istikbal” olmak üzere düşünüldüğünü ancak sabit olmayan zamanın parçalanmasının söz konusu olamayacağını “[h]akikatte mâzî, hâl ve istikbâl yoktur. Ortada bir ‘imtidâd’ vardır”(44) sözüyle belirtir. Bu durumda imtidâd, zamanda devamlılığın esas olduğu fikrinden hareketle bir “hâl” içinde yaşamaktır. Zamanın akışkanlığı tespit edildiğinde, imtidâd içinde devamlılık esas olmakla birlikte değişimin de gerekli olduğu gündeme gelecektir. Ancak değişim, geçmişle gelecek arasında daima bağ kurmak durumundadır. Köprüyü ayakta tutan iskeletin “millî şuur” olduğunu düşünen Yahya Kemal, İstanbul’un Batılı normlara kavuşmasıyla konutların “yeni kültür dairesinin” koşulları uyarınca üretilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu üretim için gerekli mimarlıksa, sadece teknik bir faaliyet değildir. Ona göre, “mimariye zamanın giydirdiği bir kisve vardır. İşte o millî peyzajdır.”(45) Bu düşüncede yeni medeniyet, millî kültür üzerinde yükselecektir. Yahya Kemal, değişimin millî şuurdan el almak kaydıyla gerçekleşebileceğini “imtidâd içinde değişiklik budur,” diyerek savunmuştur.(46) Bu izlendiğinde, yarışma komisyonunun Ehlgötz’e atfettiği “eski kültürün yeni ihtiyaç ve medeniyet şartlarıyla ahenktar bir surette birleştirilmesi” fikrinin Yahya Kemal’den iz taşıdığı, onun toplantıda sadece bir konuşmacı olmadığı, İstanbul’un planlanmasında karar kılacak jüride düşünceleriyle etkili olduğu anlaşılmaktadır.

Bu şehircilik toplantısı İnönü’nün Başbakanlık yaptığı dönemde düzenlenmiştir. İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde ise, İstanbul Valiliği’ne bağlı, Sedat Çetintaş’ın öncülüğünde “Güzideler Komisyonu” kurulur. İsmiyle Ziya Gökalp’in “güzideler”, başka deyişle “aydınlar zümresi”ne göndermede bulunan komisyon, İstanbul’un Fethi’nin 500. yılı olacak 1953’e kadar imar faaliyetlerinin ve kutlamaların organizasyonuyla yükümlüdür. CHP içerisinde fetihçi eğilimlerin bulunmamasına rağmen İnönü, Yahya Kemal’in “Türk İstanbul” idealine karşılık gelecek fetih efsanesini kentin gündemine taşımaya çalışan bu grubu desteklemiştir. II. Dünya Savaşı nedeniyle gerekli ödenek çıkmadığından çalışmaları sekteye uğrayan komisyon, şeref üyeleri arasında Ekrem Hakkı Ayverdi’nin bulunduğu Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu ile İstanbul Âsâr-ı Atîka Muhipleri Cemiyeti’nin devamı niteliğinde olan Eski Eserleri Koruma Encümeni’nden destek bulmuştur.(47)

Yahya Kemal, Ehlgötz’ün İstanbul’un deniz kıyısı etrafında büyümesi görüşüne karşın kentin kıyıdan uzak iç kesimlere doğru büyümesinden yanadır. Boğaz manzarasından vazgeçilmesi gerektiğini, kültürel mirasın “mâzî hâtırası diye” korunmasını ve “Leb-i deryâda bir yerleşiş yerine, iki taraf sahilinin tepelerinden uzanan geniş yollarla, o tepelerde peyda olmuş köylerle yeni bir Boğaziçi”(48) yaratılmasını savunur. Bunun dayanağı, ütopyasında görüldüğü gibi, gelecekte kent içi ulaşımın uçaklarla sağlanacağı düşüncesidir: “Demek ki yeryüzünde artık New York şehrine ve onun birkaç yüz katlı binalarına lüzum kalmamıştır. Tayyare ile Taksim Meydanı’ndan Yakacık’a beş dakikada uçmak mümkün olunca, artık Ayaspaşa’daki apartmanda kim oturur?”(49) Bu sözler gençlik ütopyasında kurguladığı yüksek yapılarla tanımlı metropol imgesinden uzaklaştığını da gösterir. Yazar artık kentin modern ulaşımla fakat alçak yapılaşmayla yatayda büyüyeceğine inanmaktadır. Buradaki yatay medeniyet arzusu apartman karşıtlığıyla görünür olsa da aslında bu karşıtlık, Batılı yaşam tarzını hedef alan bir pozisyonu da imlemektedir.(50) Bununla birlikte gençliğinde “müzeyyen meydanlarına” ve “düz bir ip gibi uzayan bulvarları”na hayran olduğu Paris, onun için artık Baron Haussmann’ın modern bir kent yaratmak adına “dama tahtasına” benzettiği,(51) tarihsel varlığını ortadan kaldırıldığı bir şehirdir.

SONSÖZ

Yahya Kemal, ütopyasında ve İstanbul’un imarında alınacak kararları etkileyen görüşlerinde klasik muhafazakarlığın geleceğine miras kalacak olan temsil mekânlarını kurgulamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarına denk gelen ütopyasında, geniş caddelere, görkemli, çok katlı yapılara yer verir. Bu ilk kurgular, teknoloji ve ilerleme ülküsüyle yıkım ve yeniden inşaya dayanarak seçilmiş bir geçmiş ile geleceği temsil ettiği düşünülen simge ve sembollerle donatılan gelecek tahayyülleridir. 1930’larda ise “Kör Kazma” yazısıyla temize çektiği düşüncelerinde artık kültürel mirasın korunmasına İslami özcü bir perspektiften bakarak korumacılığı nostaljiye vardırıp yeni imar faaliyetlerine dahi karşı çıkma noktasına gelir. “İmtidad” kavramıyla özetlenebilecek düşünce hattında yeni olan yalnızca “milli şuur”a dayandırılabilir. Bu bağlamda İstanbul’un imar planı için yapılan toplantıda Ehlgötz’ün planının tercih edilmesinde onun “geçmişten geleceğe uzanma” fikrinin kurucu bir rol üstlendiği görülmektedir. Başka bir ifadeyle Yahya Kemal, İstanbul için gençliğinde kurduğu ütopyaların tam aksine, geleneksel mirasını koruyarak yatayda büyüyen, bayındırlaşan bir İstanbul hayal etmiş, İstanbul planlama yarışmasında önemli bir karar alıcı olarak ayrıca önemli ölçüde etkili olmuştur. İmparatorluğun son yıllarına denk gelen gençlik ütopyasında dönemin medeniyet krizinin izlerini taşıyan yıkım ve yeniden inşa ile yüklü düşüncelere sahip iken, Cumhuriyetin kuruluşunun ardından kültürel muhafazakarlığının görünür olduğu bir noktaya hızla evrilmistir. Bu noktada, Yahya Kemal’in her iki yaklaşımının da muhafazakar düşünce geleneği içinde kurucu role sahip olduğunu belirtmek isteriz. (52) İlk seçeneğinde imparatorluğu, gösteriş, yükseklik ve yoğunluk kurgularıyla temsil etmiş; ikinci seçeneğindeyse korumacılığı geleneksel kültürü savunmanın aracısı hâline getirmiştir. İki hâlde de onun temsil mekânları, “Türk-İstanbul” yakıştırmasında sloganlaşan retoriğini öne çıkararak taraftar toplamış ve muhafazakar çevreler tarafından bugüne taşınmıştır.

NOTLAR

1. Yahya Kemal, 1995, “Bir Başka Tepeden”, Kendi Gök Kubbemiz, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, s.15.

2. Lefebvre, Henri, 2017, Kentsel Devrim, (çev.) Selim Sezer, Sel Yayıncılık, İstanbul, s.112.

3. Bu makale, Fatma Sinem Akbulut’un Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Ana Bilim Dalı’nda Neşe Gurallar danışmanlığında yürütülen doktora tez çalışmasına dayanarak üretilmiştir.

4. Yahya Kemal, 1969, “Sayfiyede Pâyitaht”, Aziz İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, s.149.

5. İcad terimi Hobsbawm’dan ödünç alınmaktadır. Hobsbawm için “geleneği icat etmek”, “alenen ya da zımnen kabul görmüş kurallarca yönlendirilen ve bir ritüel ya da sembolik bir özellik sergileyen, geçmişte doğal bir süreklilik anıştırır şekilde tekrarlara dayanarak belli değerler ve davranış normlarını aşılamaya çalışan bir pratikler kümesi anlamında düşünülmelidir”. Bkz: Hobsbawm, Eric, 2006, “Giriş: Gelenekleri İcat Etmek”, Geleneğin İcadı, (der). Eric Hobsbawm ve Terence Ranger, (çev.) Mehmet Murat Şahin, Agora Kitaplığı, İstanbul, s.2.

6. Lefebvre, Henri, 2014, Mekânın Üretimi, (çev.) Işık Ergüden, Sel Yayınları, İstanbul, ss.68-69.

7. Tekeli, İlhan, 2006, “Türkiye’de Kent Planlaması Düşüncesinin Gelişimi”, Yapı, sayı:291, s.40.

8. Topuzlu, Cemil, 2002, İstibdat, Meşrutiyet, Cumhuriyet Devirlerinde 80 Yıllık Hatıralarım, Topuzlu Yayınları, İstanbul, s.160.

9. Mardin, Şerif, 1991, Türkiye’de Din ve Siyaset: Makaleler 3, İletişim Yayınları, İstanbul, s.28.

10. Tanıl, Bora, 2019, Cereyanlar, İletişim Yayınları, İstanbul, s.55.

11. Bora, 2019, ss.437-438.

12. Said Halim Paşa, 1973, Buhranlarımız, Tercüman Yayınları, İstanbul, s.125.

13. Bozdoğan, Sibel, 2012, Modernizm ve Ulusun İnşası: Erken Cumhuriyet Türkiye’sinde Mimari Kültür, (çev.) Tuncay Birkan, Metis Yayınları, İstanbul, s.270. Ahmet Hâşim de bu dönemde mimaride milliyetçiliğin bir moda akımı olduğunu, mimarinin Türk medeniyetinin ölçütü kabul edildiği yılların hüküm sürdüğünü bildirmiştir. Ayrıca bkz: Ahmet Hâşim, 1988, “Gurebâhâne-i Laklakan”, Üç Eser, (haz.) Mehmet Kaplan, Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, İstanbul, s.91.

14. Örneğin, dönemin en etkili şahsiyetlerinden Kemaleddin Bey, Topuzlu’nun operasyonlarını destekleyenlerle “[h]er Türk bu medeniyet-i milliye âsârını canı gibi muhafaza ve tahribattan vikâyeye [korumaya] gayret edecek ve medeniyet-i cedîde ihtiyacını dahi hep bunların kıymet ve ehemmiyetini arttıracak bir şekil ve surette meydana getirmeye say eyleyecek,” diyerek sert polemiklere girmiş, Evkaf Nezareti, İnşaat ve Tamirat Heyet-i Fenniyesi’nin baş mimarı olarak milli mimarlık üslubunun tohumlarını atacağı imar ve restorasyon faaliyetlerini yürütmüştür. Mimar Kemâleddin, 1997, “Eski İstanbul ve İmar-ı Belde Belası”, Mimar Kemalettin’in Yazdıkları, (der.) İlhan Tekeli, Selim İlkin, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları, Ankara, s.115.

15. Yetiş, Kâzım, 2006, Yahya Kemal I: Hayatı, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, s.191.

16. Mimarlık disiplini dahilinde gerekli ilgiyi görmeyen “Çamlar Altında Musahabe II” metni, ancak modern Türk edebiyatı araştırmaları içerisinde bazı çalışmalara konu edilmiştir. Öne çıkanlar için, bkz: Özgül, Metin Kayahan, 1989, Türk Edebiyatında Siyâsî Rûyâlar, Akçağ Yayınları, Ankara, ss.158-160. Uyanık, Seda, 2013, Osmanlı Bilim Kurgusu: Fennî Edebiyat, İletişim Yayınları, İstanbul, s.159.

17. Makalemiz dahilinde değerlendirilen Yahya Kemal’e ait bu ütopya metni, Aziz İstanbul kitabı içerisinde “Çamlar Altında Musahabe II” başlığıyla yer almasına karşın, Peyam gazetesine ait 1913-1914 tarihlerine özgün kaynakların taranması sonucunda Yahya Kemal’e ait köşenin ismi olduğu tespit edilmiştir.

18. Bu yılda, Yeni Cami hakkında bir tartışma günceldir. Topuzlu’nun mühendis taraftarları, Tasvir-i Efkâr’da, Kemaleddin Bey’in sorumluluğundaki bu caminin restorasyonunun uzun sürdüğünü, “âsâr-ı kadîmeyi ibka (yerinde bırakma) ve muhafaza lüzumuna gayretkeşlikler” gösterdiğini iddia etmiş, ayrıca Batı’yı örnek gösterip Ebu’l-fazl Mahmud Efendi Türbesi’nin yerine tramvay yolu açılmasını savunmuştur. Kemaleddin Bey, kendisini eleştirenlerin tarih bilincinden yoksun ve duygusuz “alafranga kalemler” olduklarını söyleyip iddiaları öfkeyle savuşturmuştur. Bkz: Tekeli, İlhan; İlkin, Selim, 1997, Mimar Kemalettin’in Yazdıkları, s.9.

19. Yahya Kemal, 1969, “Çamlar Altında Musâhabe II”, s.101.

20. Yahya Kemal, Nev Yunanîlik fikriyatını geliştirdiği ilk gençlik yıllarında kurduğu “sentez” düşüncesinde, Anadolu’yu İslam ve Hristiyan medeniyetlerini buluşturup karıştıran ortak bir havza olarak düşünür. Milliyetçi cenah tarafından eleştirilir ve ileriki dönemlerinde bu fikirden uzaklaşır. Bkz: Tanıl Bora, 2017, Cereyanlar, s.90.

21. Yahya Kemal, 1969, s.103.

22. Kemaleddin Bey’in Tayyare Apartmanları’nın 1922’de tamamlandığı akla getirilirse bu önemli bir öngörü olarak değerlendirilebilir.

23. Yahya Kemal, 1969, s.103.

24. Yahya Kemal, 1969, s.102.

25. Yahya Kemal, 1969, s.103.

26. Yahya Kemal, 1969, s.102.

27. Deringil, Selim, 2014, İktidarın Sembolleri ve İdeoloji: IL Abdülhamid Dönemi (1876-1909), Doğan Kitap, İstanbul, ss.44-46.

28. Yahya Kemal, 1969, s.104.

29. Harvey, David, 1997, Postmodernliğin Durumu, Metis Yayınları, İstanbul, s.248.

30. Türkçe mimarlık tarihi ve eleştirisi içerisinde “tarihsicilik” hakkındaki terminolojik tartışma için, bkz: Gurallar, Neşe, 2015, “Tarihselcilik-Tarihsicilik [Historicism]: Bir Mimarlık Terminoloji Tartışması ve 2000’ler Türkiye’sinde Tarihsici Mimarlık”, METU Journal of the Faculty of Architecture, cilt:32, sayı:2, ss.191-204.

31. Yahya Kemal, 1969, s.102.

32. Yahya Kemal, 1969, “Kör Kazma”, s.154.

33. Yahya Kemal, 1969, s.154.

34. Yahya Kemal, 1969, s.155.

35. 1904 tarihli bu kartpostalda yazılanlar şöyledir: “Eyfel Kulesi’ni, tabiidir ki, işittiniz. O, baştan başa hadiseler mahşeri olan Paris, düz bir ip gibi uzayan bulvarlarıyla, operasıyla, Trocadéro’suyla ve Şanzelize’siyle, köprüleriyle... Rengârenk bir tablo gibi önümde duruyor. Güneş battı. Mektebe gitmek için asansörle aşağıya iniyorum. Bu kartpostalı yerden değil, medeniyetin semasından alıyorsunuz”. bkz: Yahya Kemal, 1998, Pek Sevgili Beybabacığım: Yahya Kemal’den Babasına Kartpostallar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

36. Yahya Kemal, 1969, “Çamlar Altında Musâhabe II”, s.102.

37. Yahya Kemal, 1969, “İstanbul’un Îmârı”, s.182.

38. Yahya Kemal, 1969, “İstanbul’un Îmârı”, s.180.

39. İstanbul’un imarıyla ilgili yarışmanın jüri üyeleri arasında Yahya Kemal’in de bulunduğu Aziz İstanbul kitabındaki “İstanbul’un İmarı” isimli metinden tespit edilmiştir, bkz: Yahya Kemal, 1969, “İstanbul’un Îmârı”, ss.171-182.

40. Bilsel, Cânâ, 2010, “Türkiye’de Şehircilik Yarışmalarının İlk Otuz Yılı (1927-1957) Cumhuriyet’in Kent İnşasında Uluslararası Deneyim”, Planlama Dergisi, sayı:50, ss.29-46, s.37.

41. Bilsel, Cânâ, 2010, s.37.

42. Anonim, 1935, “İstanbul Şehir Plânı”, Arkitekt, sayı: 02 (50), ss.61–68, s.61.

43. Anonim, 1935, s.61.

44. Yahya Kemal, 1969, “Türk İstanbul II”, s.65.

45. Yahya Kemal, 1990, Mektuplar, Makaleler, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul, s.57.

46. Yahya Kemal, 1969, s.65.

47. Bu komisyon, 1950’de CHP tarafından kurulan İstanbul’un Beş Yüzüncü Yılı ve Müteakip Fetih Yıllarını Kutlama Derneği’nin temelini atmıştır. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle eli güçlenecek grup, sözü edilen şehircilik yarışmasının yapıldığı yılın belediye başkanı Muhittin Üstündağ’ın üyeleri arasında bulunduğu İstanbul Fetih Derneği’ne ve peşinden Ekrem Hakkı Ayverdi’nin başkanlığındaki İstanbul Fetih Cemiyeti’ne dönüşmüştür. Bu cemiyete bağlı alt kurumlardan biri de Yahya Kemal Enstitüsü ve Müzesi’dir. Cemiyetin temel faaliyetleri, Fatih döneminin İstanbul’una ait yapıları onarıp korumak ve Türk sağının önemli vurgularından fetih konusuna bağlı temsil mekânlarını inşa etmektir. bkz: Madran, Emre, 1997, “Cumhuriyet'in İlk Otuz Yılında (1920-1950) Koruma Alanının Örgütlenmesi II”, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, cilt:17, sayı:1-2, ss.75-97. Sakaoğlu, Necdet, 1994, “Fetih Bayramı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını, cilt:3, ss.305-307. Anonim, 1940, Eski Eserleri Koruma Encümeni 1939 Yılı Mesai Raporu, Rıza Koşkun Matbaası, İstanbul. Altınyıldız

48. Yahya Kemal, 1969, “Türk İstanbul II”, s.66.

49. Güngör, Salâhattin, 1998, “Yahya Kemal’e Göre Türk İstanbul”, Yahya Kemal için Yazılanlar, (haz.) Kâzım Yetiş, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul, s.238.

50. Apartman karşıtlığı, Refik Halit Karay, Nurettin Topçu, Nihad Sâmi Banarlı, İnönü Dönemi’nin CHP Genel Sekreteri Memduh Şevket Esendal ve Turgut Cansever gibi muhafazakarlarda müşterektir.

51. Güngör, Salâhattin, 1998, s.238.

52. Konuyla ilgili detaylı çalışma Fatma Sinem Akbulut’un devam eden doktora tez çalışması kapsamında yürütülmektedir.

Bu icerik 4470 defa görüntülenmiştir.