MİMARLIK’tan 333
N. Müge Cengizkan
Mimarlık tarihi yazımının son dönemde daha fazla tartışılır hale gelmesi, genel olarak, tarih yazımına bakışın değişmesinin paralelinde gelişti. Kurum ve kuruluşların kendi tarihlerini yazmalarının yanısıra, kişi biyografilerini de daha fazla okur olduk. Bu değişim, biyografik yayınların içerik ve formatına da yansıdı; artık otobiyografilerin yerini, dışarıdan bir gözün
yorumlarıyla yönlenen uzun söyleşiler, formatlı biyografiler aldı.
Bilindiği gibi, Mimarlar Odası 2006-08 dönemi “Anma Programı” çerçevesinde Mimar Kemalettin’in eserleri ve yazdıkları üzerine kapsamlı bir yayın, sergi, film ve sempozyum çalışması başlattı. Amaç, mimar hakkında retrospektif ve kapsamlı bir derleme yapmanın yanısıra, özellikle kurgulanan sempozyum ile Mimar Kemalettin üzerine bildiklerimizin hem tazelenmesi, hem de yeni bilgi kaynaklarına açılım sağlanmasıydı. Yürütülen bu program ile mimarlık tarihimizi değişen bakış açılarıyla yeniden değerlendirmek de, ana hedefler arasında yer aldı; bunun da gözden kaçmaması gerekir. Türkiye’nin 20. yüzyıl mimarlık tarihine baktığımızda, I. ve II. Ulusal Mimarlık Dönemleri hep tartışma konusu olageldi. Bu dönemlerin öne çıkan figürleri Kemalettin Bey, Vedat Tek ve Sedad Hakkı Eldem üzerine, diğer mimar figürlerine kıyasla daha fazla yazıldı, çizildi. Bu anlamda Kemalettin önemli bir figür.
Bu farklı okumaları, tesadüfi fakat anlamlı biçimde aynı sayıda yakalama şansımız oldu. Sayımızın dosya konusu olan “Taklit Kimlikler, Sahte Aidiyetler” kapsamında Şevki Vanlı, Ulusal Mimarlık akımına ve kapalı biçimde de olsa onun mimar figürlerine değiniyor. Vanlı’ya göre, Milli Mimari (Ulusal Mimarlık), Osmanlı dönemi yapı ögelerinin tekrarına indirgenmişti ve üzerine yeni bir söz söylememişti. Alıntılarsak:
19. yüzyılın ikinci yarısında, Balyan’larla simgeleşen dönemde inşa edilen bazı cami, saray ve kasırlardaki anlayışın da, taklitçilik, melezlik ve tam bir soysuzluk olduğuna inanırım. Osmanlı’nın son döneminden başlayarak, Cumhuriyetin ilk dönemine sarkan ve adı da “Yeni-Osmanlı”dan “Milli Mimari”ye dönüştürülen yaklaşım da bu olayın Türkçesi olmalıdır. Bir taraftan yoklukla savaşırken, diğer taraftan Etnoğrafya Müzesi gibi özel taş ustalıkları gerektiren süslemeleri taklit etmek için gösterilen çabayı birarada düşünmekte zorluk çekerim. […] Bizde, milliyetçi duygularla hedeflenen Yeni-Osmanlı’nın da (I. Milli Mimari) çağdışılığı tartışılamaz. Onu izleyen güzel rüya “Türk Evi”nin de Osmanlı yalıları ve konaklarını örnek alarak başlaması da, Yeni-klasik kadar taklitçiliğe açıktır. Nitekim “Türk Evi” sürecini başlatanlar, 1940’ların II. Milli Mimarisi adı altında, o sıralarda Avrupa’da faşizmin denemekte olduğu en Yeni-klasik mimariyi arkalarına almışlardı.
Yine bu sayımızın “söyleşi” bölümünde, aynı döneme ve aynı figürlere, başka bir bağlamda değinen İlhan Tekeli ise, bu dönemi sadece stilistik bir bakış açısıyla değerlendirmenin yanlış olacağını; küreselleşme yerelliğe bakış açımızı nasıl etkiliyorsa, uluslararası mimarlık tarihi yazımının da ulusal tarihe özgü olanları görmemizi engellediğini söylüyor. Asıl sorun olarak, yerele ve dolayısıyla bize özgü olanın değersizleştirilmesine yol açacağına dikkat çekiyor. Alıntılayarak aktarırsak:
Sedad Hakkı olsun, Mimar Kemalettin olsun, bunlar bence her biri dahi düzeyde adamlar. Ama bunlar yerelin koşullarında varlıklarını sürdürme stratejisine sahipler. Bunu biz niye küçümsüyoruz? Çünkü öykünün tümünü görmek istemiyoruz. Yalnızca ürünlere stilistik olarak baktığın zaman, aysberg gibi, altında böyle bir şey var. […] Bence bu, uluslararası mimarlık tarihinin yazılmasının parçalılığıyla ilgili bir problem. Nasıl küreselleşme yerelleşmeyi görmemizi engelliyorsa, uluslararası mimarlık tarihi yazımı da bunu görmemizi engelliyor. […] Bir sosyal bilimci olarak bilmem kaç yıl faaliyet gösterdik. İyi kötü bir saygınlık derledik. Bir gün uyandık baktık ki bilimin tanımı değişmiş, dış makale yayımlamaya indirgenmiş bir bilim tanımı var. Şimdi, beni başka bir bilim alanın, başka toplumun kriterleriyle değerlendirdiğin zaman, beni değersizleştiriyorsun ve o değersizleştirmeye hakkın yok; çünkü senin o derinliğin yok. Ben nasıl kendime de bu noktada böyle bakıyorsam, tabii Mimar Kemalettin’e de öyle bakıyorum. Birden, sanki evrensel tartışmasız bir kriter üstünden, bir ömür boyu ve çok başarılı bir adamın bütün çalışmasını değersizleştiriyorsunuz.
Anlamlı biçimde, yakın dönem mimarlık tarihimize farklı yaklaşımları ortaya koyan yazıların bu sayıda biraraya gelmesi, “Anma Programı”nın sadece bir mimar figürünü yeniden hatırlamamıza araç olmayacağı, Türkiye’nin yakın dönem mimarlık tarihine yeniden bakmamıza yarayacağını hatırlattı. Programın içini heyecanla doldurmaya devam edebiliriz. MİMARLIK, haberdar etmeyi sürdürecek…
İyi yıllar
Bu icerik 5324 defa görüntülenmiştir.