OKURLARDAN
			Eleştirinin Eleştirisi: İstanbul Tasarım Bienali’ni Tartış(ama)mak
			Şölen Köseoğlu, Arş. Gör. Dr., KTÜ Mimarlık Bölümü
			404. sayıda yer alan “Müdürler Müdürü: Neden Artık Tasarım Eğitimine ve Bienaline İhtiyacımız Yok” başlıklı metinde Nizam Onur Sönmez 4. İstanbul Tasarım Bienali’ne yönelik tartışmaların kapılarını aralamıştı. Sönmez’in söylemlerine cevabi nitelikteki bu metinde yazar, “büyük fırsatlar barındıran, alternatifi bulunmayan bir deney ve düşünce paylaşımı platformu” olarak gördüğü Tasarım Bienali’nin işleyişini değerlendiriyor.
			
			
			
			
			 İlki 2012’de İKSV  tarafından düzenlenen İstanbul Tasarım Bienali, geçtiğimiz sonbaharda dördüncü  kez gerçekleştirilmiştir. Bienal, 2010 yılından günümüze pek çok uluslararası tartışmaya  ev sahipliği yapmış; altı küratörün dördünün mimar olmasına rağmen yalnızca  mimarlık alanına odaklanmamıştır. Bienalde tasarımla ilgili disiplinlere ek  olarak, politikanın, ekonominin, kültür-sanatın sınırlarının içinde dolaşan,  geçişken sınırlarla kurgulanmış projeler içermiştir. Dünyanın dört bir yanından  seçilen projeler, yenilikçi fikirleri İstanbul’a taşımışlardır. Sekiz yılın sonunda  sergilenen toplam üç yüze yakın proje ile birlikte, bir tasarım / mimarlık  müzesinin kısa ömürlü bir örneğini andıran ciddi bir birikim oluşturmuştur. İstanbul’a  yayılan sergilere ek olarak bienal yan etkinliklerle İstanbul dışına taşmıştır.  Bienale Türkiye’de özellikle öğrenciler ve akademisyenler ilgi göstermiş; mimarlık  medyasında tanıtıcı metinlerin yoğunlukta olduğu içerikler ve küratörlerle  yapılan röportajlar yer almıştır. Bu konuda yazılan az sayıdaki eleştiri yazısında  ise dört bienalin ve sekiz yılın ardından, hâlâ bienale dair yanlış anlaşılan  bazı konular yer almaktadır. Bu nedenle bu metin, bienalin işleyişi ile ilgili  bazı konuları tartışmak amacıyla yazılmıştır.
Yapılacak tartışma yoğun  olarak en son bienale ve bu bienal hakkında geçtiğimiz aylarda Mimarlık dergisinde yayımlanan bir  yazıya odaklanmaktadır: “Müdürler Müdürü: Neden Artık Tasarım Eğitimine ve  Bienaline İhtiyacımız Yok” başlıklı Nizam Onur Sönmez imzalı yazı;(1) son bienal hakkında detaylı bir okuma gerçekleştirdikten sonra, bienale  ihtiyacımız olmadığını iddia ederek sonlanmaktadır. Yazı, bienal hakkında sık  karşılaşılan bazı problemli iddiaları örneklemektedir. Bahsedilen yazıya  cevaben yazılan bu yazıda tartışılacak önermeler şu konular etrafında şekillenmiştir:  Küratörlerin konumu ve tavrı, bienalin işleyişi, açık çağrı, projelerin seçilme  kriterleri, bienalin amacı, son bienalin teması ve çağrı metni.
KÜRATÖRLERİN  KONUMU VE TAVRI
  Bienal genel olarak şöyle  bir süreç izliyor: Önce küratörler belirleniyor, daha sonra küratörler bir  araştırma sürecine giriyor ve bir tema belirliyorlar. Temanın duyurulduğu basın  toplantısı sonrasında, temayı tartışan projeler için açık çağrıya çıkılıyor ve  katılımcılar davet ediliyor. Sonuç olarak, açık çağrıyla gelen projelerden  seçilenler de dahil edilerek, en başta belirlenen tema etrafında sergiler  kurgulanıyor. Burada önemli olan iki detay var: Sergiye seçilen tüm projeler açık  çağrının bir sonucu olmak zorunda değil ve tüm projeler aslında sadece küratörün  söylemlerinin bir parçası oldukları için oradalar. Bu nedenle bienalde, küratörün  onayından geçmeyen veya Venedik Bienali’nde olduğu gibi açıklanan temayla  bağlantı kurmayan bir proje görme ihtimaliniz yok. Yani, açık çağrıya çıkılıyor  fakat bienal hakkında bir ön çalışma yapan küratöryel ekibin zihninde, bienalin  mesajının ne olması gerektiği zaten net.
Bu aşamada, bienalin  başladığı günlerden bugüne devam eden bir yanlış anlaşılma var: Açık çağrıyla gelen  projeleri değerlendirilen küratörler, sık sık bir mimari proje yarışması  jürisiyle aynı kefeye koyuluyorlar. Küratörlerin başvuruları değerlendirirken “şeffaflık  ve güven üzerinden yürümesi” bekleniyor.(2) Burada  yanlış anlaşılan detaylardan biri şu: Küratör, işlerini bildiği bir isme  zihnindeki kurguyu oluşturabilmek için birlikte çalışma teklifi götürebilir. Açık  çağrıya çıkan benzer uluslararası etkinliklerde bu durum görülmekle birlikte, bazı  sergilerde ise içerik tamamen davet yöntemiyle kurgulanır. Halbuki Türkiye’de bienale  ilk günden beri yapılan eleştirilerden bazıları şunlardır: Projesi seçilen bir  ismin bienal ekibiyle başka platformlarda daha önce çalışmış olması; daha önce organizasyonda  yer almış birinin sonraki yıllarda projesiyle sergiye katılması ya da projesi  sergilenen bir ismin projeden bağımsız bir makalesinin de bienalde yer  aldığının görülmesi örnek verilebilir. Burada verilen tepki sanki seçici kurul,  işi / ihaleyi tanıdığı şirkete vermiş gibi bir hassasiyetten kaynaklanıyor. Ancak  tekrarlamak gerekirse, bu durumda aslında sergilenen projelerin açık çağrının  bir parçası olması gerekmiyor; Örneğin, daha ilk bienalde küratörlerden biri,  kime, hangi amaçla, nasıl teklif götürdüğünü televizyonlarda anlatmıştı.(3) Üstelik tanınan bir isme teklif götürülmesi projenin uygulanabilirliği veya  sergilenebilirliği hakkında küratöryel ekibe daha fazla güven veren, daha kazançlı  bir stratejidir.
Ayrıca bienal  katılımcıları incelendiğinde, aynı isimlerin Türkiye’de birden çok tasarım  bienalinde veya hem Türkiye’deki hem de yurt dışındaki benzer etkinliklerde  çalışmalarının yer aldığı görülebilir. İlk duruma Ali Taptık, ikinci duruma  Merve Bedir örnek gösterilebilir. Aslında sergiler aynı zamanda mimarlık üretiminin  yollarından biridir ve sadece bu alandaki çalışmalarla kariyerlerini  şekillendiren mimarlar vardır. Yine benzer şekilde Venedik’teki son Türkiye  Pavyonu’nun küratöryel ekibinden Yelta Köm üç farklı proje ekibiyle ve bir  atölye çalışmasıyla, Cansu Cürgen iki farklı proje ekibiyle, Kerem Piker ise  bir projesiyle ilk yıllarından itibaren İstanbul Tasarım Bienali’nde yer  almışlardır. Bu örnekler kolaylıkla artırılabilir. Bu anlamda, İstanbul Tasarım  Bienali’nin sergilerle düşüncelerini ifade etmek isteyen mimarlara ortam  sunduğu ve yurt dışındaki benzer etkinlikler öncesinde deneyim sağladığı düşünüldüğünde,  bienal daha da değer kazanmaktadır.
Sonuç olarak bazı  katılımcıların bienalin ekibiyle tanışıyor veya daha önce çalışmış olması çok  normaldir. Üstelik zaman zaman küratörlük mesleğinin işleyişi veya böylesi bir  organizasyonun kotarılması sadece bu tür ilişki ağlarıyla mümkün olabilmişken, değinilen  kaygılar yersizdir. Küratörler genel olarak, isterse açık çağrıya çıkmayabilir,  çıksa bile açık çağrıdan hiçbir projeye sergide yer vermeyebilir ve sadece  işlerini tanıdığı isimlere davet götürerek sergiyi organize edebilir.  Sonuncusunu planlamak üstelik çok daha risksiz, güvenilir ve az emek gerektiren  bir yöntemken, küratörlerin açık çağrıyla gelen projelere ihtiyaç duydukları  şüphelidir.(4) Örneğin, toplamda 64 projenin sergilendiği dördüncü bienale açık çağrı  sürecinde 700’ün üzerinde başvuru yapıldığı duyurulmuştur.(5) Bienal bu yoğun ilgiyi büyük bir başarı olarak değerlendirmiş ve doğru konu  seçiminin işareti olarak yorumlamış olmalı;(6) fakat 753 ile 64 arasındaki matematiksel fark yüzlerce mutsuz insan anlamına  geliyor. Sergiler, hatta bazı müzeler ve bienaller bir grup için iyi haber  demekken çok daha kalabalık başka bir grup için kötü haber demek. Çünkü  küratörlük, aslında tercih yapmak demek. Yüzyıllardır sanatçıların galerilere,  Salon’a karşı oldukları, müzelerde sergilenmek yerine kimi zaman müzeleri  yıkmak istedikleri hatırlanırsa, “seçki” dışında bırakılanların öfkesinin ilk  defa karşılaşılan bir durum olmadığı düşünülebilir. Fakat buradaki farklar,  bienalin bahsedilen kurumlar gibi iddialarının olmaması ve seçkiyi sınırlandırma  gerekliliğinin somut nedenleridir.
Altı faklı mekânda 64  proje sergilemek tüm küratörlerin tercih ettiği bir durum değildir: 2012’de  Emre Arolat’ın “Musibet”inde 32, Joseph Grima’nın “Adhokrasi”sinde 61, 2014’de Zoë  Ryan’ın “Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil”inde 53 proje yer almıştır. Bahsedilen  sergilerin üçü de tek mekâna yerleşmişlerdir. Proje sayıları bakımından  şimdilik rekor çok daha kalabalık bir ekiple çalışan üçüncü bienal küratörleri  Beatriz Colomina ve Mark Wigley’dedir; beş mekâna yerleşen 72 projeye ek  olarak, ilk ve şimdilik son defa, küratöryel ekibin ürettiği altı proje de  sergilerde yer almıştır.(7) Sırf sergiler ile kurdukları ilişki yüzünden küratörler eleştirilecekse belki  de başlamak için doğru yer dördüncü bienal olmamalıdır. Dahası, bu bienalde  sergilenen 72 projenin hiçbiri açık çağrıyla seçilmemiştir.(8) Kaldı ki tema için hayati olan bazı projelerin açık çağrıyla öneri olarak  gelmesi mümkün olmayabilir. Örneğin, üçüncü bienalde sergilenen “Cam Adam”, ilk  prototipi 1927 yılında gerçekleştirilmiş bir projedir. Yine aynı bienalde, Boğaz’ın  altında bulunan, İstanbul’un 8.500 yıl önceki neolitik sakinlerine ait ayak  izleri sergilenmiştir.(9)
Tüm bu nedenlerle  küratörlerin bienali planlarken ve açık çağrıyı değerlendirirken bir mimari  yarışma jürisi gibi süreci yönetmesini beklemek aslında çok da anlamlı değildir.  Bienal daha fazla projeyi barındıramıyorsa ortaya çıkan enerjinin nasıl  değerlendirilebileceği tartışılmalıdır. Türkiye’deki bir platformda,  Türkiye’den ve başka ülkelerden yüzlerce insanın tasarım konusunu tartışmayı  istemesi asıl önemli olan durumdur.
ÇAĞRI  METNİ VE SEÇİLME KRİTERLERİ ÜZERİNE TARTIŞMALAR
  En sonuncu ve dördüncü  Tasarım Bienali “Okullar Okulu” temasıyla, bu sefer geleneksel bienal  katılımcılarına -“tasarımcılar, mimarlar, bilim insanları, mühendisler, şefler,  zanaatkârlar, aktivistler”(10)-  ek olarak başka iki grubu süreci şekillendirmek üzere davet etmiştir: "okullar"  ve "öğreniciler".(11) Zaten öğrenciler ve okullar ilk bienalden itibaren sadece izleyici olarak  değil, atölye ve akademi etkinliklerinin bir parçası olarak sürece dahil etmeye  çalışılırken bu sefer aktif bir katılımla bienalin özneleri olmaları  hedefleniyor, hatta kendileri bienal tarafından konu ediliyordu. Fakat burada önemli  bir detay var, bienal klasik anlamda öğrencilerden bahsetmiyor: “Öğrenici”  derken kastedilen “tasarım konusundaki uzmanlığı, geçmişi ya da tecrübesi ne  olursa olsun, bienaldeki okullardan birisine katılmaya istekli, keşif ve  dönüşüm konusunda zihin açıklığı sergileyebilecek olan kişiler”. Yani aslında Sönmez’in  tanımladığı gibi mimarlık okulları ile ilgili bir durum yerine, alanın içinden  insanların ve geriye kalan herkesin, bildiklerini sorgulamaya davet edildikleri  düşünülmelidir. Bu cümleye bir uyarı eşlik eder, bienal finansal meseleler için  “gayret gösterecek olsa da başvuranların bu konularda da yaratıcılık  sergilemeleri” ve “uygulama ve sergileme konusunda uygunluk ve kaynak  belirtmeleri” beklenmektedir,(12) buradan finansal olarak kendi kendine yetebilecek projelere öncelik verileceği  anlaşılmaktadır. Bu olumsuz durum Sönmez’in eleştirerek dikkat çektiği fakat  aslında en başından itibaren metinlerde yer aldığı için pek de şaşırtıcı  olmayan bir durumdur.
Bütçe meselesi önemli bir  konudur. İKSV ve bu tür etkinlikler hakkında düşünmek koskoca holdinglerden  akan sonu gelmez paralar hayal etmekle sonuçlanabilir,(13) fakat tam tersine bienal direktörü her kararı bütçeyi düşünerek aldıklarını  söylemiştir.(14) Yani bütçenizle gelirseniz kabul edilme ihtimaliniz muhtemelen daha yüksek. Bunun  dışlayıcı ve ötekileştirici bir durum olduğu ortadadır. Diğer taraftan, açık  çağrı sonucunda ana sergiye değil de atölyelere veya akademi programına kabul  edilme ihtimaliniz daha yüksektir. Bu türden etkinlikler, merkezde sergilerin  durduğu bir kurguya sahip olsa da atölyeler ve diğer yan etkinlikler, temas  edilebilecekleri insanlara yönelik potansiyel düşünüldüğünde daha kıymetlidir. Bu  yan etkinlikler, üstelik serginin aksine İstanbul ile sınırlı kalmamaktadır. Yan  etkinliklerle İstanbul dışındaki şehirlerde etkinlikler gerçekleştirilebilmesi çok  önemlidir.
Temaya dönersek, çağrıda  bahsedilen öğrenici, öğrenci olmadığı gibi bahsedilen okul da bizim bildiğimiz tasarım  okulu değildir.(15) Yani açık çağrı, Sönmez’in iddia ettiğinin aksine Türkiye’deki yüz küsur  tasarım okulunun işleyişlerini (ne kadar yenilikçi olursa olsun) bienale  taşımaları için yapılmış bir çağrı değildir: “Geleneksel pedagojik teorileri ve  öğrenci-öğretmen, soru-cevap gibi çift kutuplulukları yıkan ya da yeni bir  çerçeveye oturtan”(16) projelerin istendiğinin altı çiziliyor. Sonuçta bienal, eğitimle ilgili bir  kongre veya bir çalıştay değildir. Daha önce benzeri yapılmamış bir etkinlik  kurgulama iddiasında olan, bienal gibi oluşumlardan beklenmesi gereken aslında  tam da bu tavırdır.
Daha önemli olan konular  da şunlar: Okuldan ne anladığımız ve etkinliğin bir “Tasarım” bienali olmasının  doğal sonuçları. Öncelikle okul; çağrı metni şu cümleler ile açılır: “İşinize  de, aklınıza da sahip çıkabilmenin tek yolunun hayat boyu öğrenmeye devam etmek  olduğu söylenip duruyor.” ve “Alternatif tasarım eğitimi inisiyatifleri […]  yaşamanın, çalışmanın, diğerleriyle ve kendi kendimizle bağlantı kurabilmenin  alternatif yollarını da test etti.” Yani zaten bu etkinlik bir tasarım bienali  olduğu için asıl amaç tasarımı tartışmak: “Günümüzde tasarım, sorgulamanın,  gücün ve eylemliliğin bir biçimi haline geldi.”(17) Aslında bienalin hedefi, her yıl olduğu gibi insanın tasarımla kurduğu ilişkiyi  ele almak. Sadece, bu yılki tartışma öğrenme biçimlerimizi sorgulayarak yapılmak  istenmiştir.
Ayrıca, küratör çağrı metninde  sekiz ana başlık belirlemişken, sergiler ziyarete açıldığında başlıkların değiştiği  ve orijinal çağrı metnindeki başlıkların yeni metinlerde yer almadığı görülmüştür.(18) Önceki bienallerden farklı olarak, katalog kitabı ve internet sitesi için yeni  metinler yazılmıştır. Bu durum şu anlama geliyor, aslında küratör temanın alt  bileşenlerini süreç içinde yeniden kurgulama esnekliğini sağlamış ve eleştirildiği  kadar kendi bakış açısını dayatan, kendini serginin üzerinde gören bir konuma  yerleşmemiş.
SONUÇ  YERİNE
  Bienal benzeri etkinlikler  tartışılırken, yazıların merkezine küratörü oturtmak gibi bir alışkanlık var.  Etkinliklerde, küratörün ne yaptığının / söylediğinin, geri kalan herkesten  önemli görüldüğünü eleştirmek için yine sadece küratörün kendisini tartışan  metinler; küratörlere eleştirdikleri otoriteyi, gücü, önemi veren kaynakları  yeniden üretiyorlar. Küratörden bahsetmek yerine, üç yüze yakın projeden birini  seçip tartışmak, bu projeleri gerçekleştiren yüzlerce insanın sesine  odaklanmak, çok daha verimli sonuçlar doğurabilir. Bu örneklemde ise küratörler,  kısmen, süreci daha katılımcı hale getirmek için çaba harcamışlardır. Projeleri  açık çağrıyla seçmediklerinde de serginin kalitesinin azaldığını iddia etmek  mümkün değildir.
Aslında genel olarak,  bienalin tasarım alanı ile ilgili tarihe düştüğü not, toplumsal sorunlara  dikkat çekme çabası ve ortaya çıkardığı enerji, bienalin organizasyonu ile  ilgili tüm detaylardan daha önemlidir. Bienalin kıymeti, ufuk açıcı yüzlerce  uluslararası projeyi Türkiye’de, tasarım hakkında sorular sorarak, eleştiriler  gündeme getirerek, bir itiraz mekanizması biçiminde çalışarak, ücretsiz(19) ve ulaşılabilir mekânlarda sergilemesidir. Bienal, benzerleri ile  kıyaslandığında aslında oldukça genç bir etkinliktir. Buna rağmen uluslararası  üne sahip kuramcılar ve küratörlerle çalışılması onu başarılı bir etkinlik  yapmıştır.
Bu yazı bienalin işleyişi  hakkında bazı bilgileri gündeme getirerek, tartışmaya daha gerçekçi bir bakış açısı  kazandırmak üzere yazılmıştır.(20) Bienalin gerçekten problemli alanlarını eleştirmek kuşkusuz onu daha iyi  yerlere getirecektir. Fakat eleştiri metinleri, eksikliklerine rağmen özellikle  genç izleyicileri yeni fikirlerle tanıştırmak konusunda inanılmaz fırsatlar  barındıran ve alternatifi bulunmayan bir etkinliğe, gerçek dışı bir biçimde  ihtiyaç duyulmadığını önererek bitiyorsa, bunun çok problemli bir durum olduğunu  belirtmek gerekiyor. Yine de bienalin ilk zamanlara kıyasla daha çok benimsendiğini  görmek umut vericidir. Bunun gibi yazılar bienalin ne türden fırsatlar  barındırdığını anlayabilmek ve yeni potansiyeller önermek için bir adım  olabilirse süreçten herkes kazançlı çıkabilir.(21)
NOTLAR
1. Sönmez, Nizam Onur, 2018, “4. İstanbul Tasarım Bienali Müdürler Müdürü:  Neden Artık Tasarım Eğitimine ve Bienaline İhtiyacımız Yok”, Mimarlık, sayı:404, ss.40-44.
2. Sönmez, 2018, ss.40-44.
3. Ekümenepolis, Tasarım Bienali ile Çalışmayı Reddetti”,  medyatava.com/haber/-ekumenepolis--tasarim-bienali-ile-calismayi-reddetti_83796  [Erişim: 21.06.2019]
4. İkinci  bienalin küratörü, bienalden önce hiç açık çağrı ile çalışmadığını dile  getirmiştir. “Gündelik Fikirler Meydanı”, xxi.com.tr/i/gundelik-fikirler-meydani  [Erişim: 21.06.2019]
5. Açık çağrı başvuru süresinin bitmesi sonrasında, 22 Aralık 2017’de  bienalin instagram hesabında şu duyuru paylaşıldı: “#okullarokulu için yapılan  açık çağrıya 700’den fazla başvuru ulaştı. İlginiz için çok teşekkür ederiz.  Şubat ayında yeni haberlerle karşınızda olacağız!”, URL2. instagram.com/p/Bc_9YOKgFFk/  [Erişim: 04.03.2019] Daha sonra başvuru sahiplerine gönderilen elektronik  postalarla Sönmez’in de belirttiği gibi 753 başvuru yapıldığı duyuruldu. 
6. Aslında 2014 yılından 2018 yıllına başvuruların sayısında bir değişiklik  yok, 2014’teki ikinci bienalin küratörü 800’e yakın başvuru  değerlendirdiklerini söylemişti: “800’e yakın başvuru oldu ve bunların 55’i  bienalde yer buldu”, xxi.com.tr/i/gundelik-fikirler-meydani [Erişim:  21.06.2019]
7. Burada yer alan bilgilere bienalin katalog kitaplarından ulaşılmıştır.
8. Üçüncü bienalin açık çağrısı, sadece iki dakikalık kısa videolar için  yapılan çağrıyla sınırlandırılmıştır. Bu durum ilk bienalin direktörü  tarafından da eleştirilmiştir:  sanatatak.com/view/ozlem-yalimdan-3-ksv-stanbul-tasarim-bienaline-agir-elestiri  [Erişim: 21.06.2019]
9. Colomina, Beatriz; Wigley, Mark, 2016, Biz İnsan mıyız? Türümüzün  Tasarımı / 2 saniye, 2 gün, 2 yıl, 200 yıl, 200.000 yıl, 3. İstanbul Tasarım  Bienali, İstanbul Kültür Sanat Vakfı.
10. URL1. “4. İstanbul Tasarım Bienali’nin Teması Açıklandı”, aschoolofschools.iksv.org/tr/#section-press-detaillink  [Erişim: 05.03.2019]
11. Öğrenciler ilk günden beri bienalin en büyük izleyici kitlesi. Örneğin,  son bienal ziyaretçilerinden % 48’inin öğrenci olduğu duyurulmuştur.  instagram.com/p/BqEwVzVApzj/ [Erişim: 04.03.2019]
12. URL1.
13. Sıcak şarap eşliğinde gerçekleştirilen benzer etkinlikler bu algının  yaratıcılarındandır. Bkz: “90 Depar”, 2011, Salt Beyoğlu,  saltonline.org/tr/207/90-depar [Erişim: 04.03.2019]
14. Ova, Deniz; Yücel, Merve; Türkay, Bahar, 2018, Jeff Talks: Manifold,  Studio-X İstanbul, yayımlanmamış konuşma metinleri.
15. Mimarlık okulların fotoğraflandığı ilginç bir istisna bu genellemenin  dışındadır. Altı mekandaki altı serginin konu edindiği altı okulun isimleri  şunlardır: “Bozum Okulu”, “Dünya Okulu”, “Zaman Okulu”, “Akışlar Okulu”, “Ölçekler  Okulu” ve “Sindirim Okulu”. 
16. URL1.
17. URL1.
18. İlk duyurulan sekiz başlık: “Ölçüler ve Haritalar”, “Zaman ve Dikkat”, “Akdeniz  ve Göç”, “Felaketler ve Depremler”, “Yiyecekler ve Gelenekler”, “Örüntü ve  Ritim”, “Para ve Sermaye” ile “Parçalar ve Cepler”. Bu sekiz başlık yukarıda 15.  notta değinilen altı başlığa dönüşmüştür. Bu orijinal sekiz başlık hakkında  detaylı bilgili için şu adrese gidilebilir: URL1
19. İlk bienal dışındaki tüm bienallerin ücretsiz olacağı duyurulmuşsa da, üçüncü  bienalin sergilerinden birinin yer aldığı İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni  ziyaret etmek için, müzenin giriş ücretinin ödenmesi gerekmiştir.
20. Sönmez’e konuyu açtığı için teşekkür ederim.
21. Yazıda yer alan kaynakların  bazılarına ve bienale dair bazı verilere, Prof. Dr. Asu Beşgen’in  danışmanlığında tamamladığım “İstanbul Tasarım Bienali: Bir Manifesto Olarak  Bienal” isimli doktora tezim için yaptığım araştırmalar sırasında ulaştım.
			
			
			Bu icerik 5420 defa görüntülenmiştir.