409
EYLÜL-EKİM 2019
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • “Mimarlıkla Hocalığı Birlikte Gerçekleştirirdi”
    Sema Soygeniş, Prof. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Dekanı
    Murat Soygeniş, Prof. Dr., S+ ARCHITECTURE Kurucu Ortağı, Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi

YAYINLAR



KÜNYE
OKURLARDAN

Eleştirinin Eleştirisi: İstanbul Tasarım Bienali’ni Tartış(ama)mak

Şölen Köseoğlu, Arş. Gör. Dr., KTÜ Mimarlık Bölümü

404. sayıda yer alan “Müdürler Müdürü: Neden Artık Tasarım Eğitimine ve Bienaline İhtiyacımız Yok” başlıklı metinde Nizam Onur Sönmez 4. İstanbul Tasarım Bienali’ne yönelik tartışmaların kapılarını aralamıştı. Sönmez’in söylemlerine cevabi nitelikteki bu metinde yazar, “büyük fırsatlar barındıran, alternatifi bulunmayan bir deney ve düşünce paylaşımı platformu” olarak gördüğü Tasarım Bienali’nin işleyişini değerlendiriyor.

 

İlki 2012’de İKSV tarafından düzenlenen İstanbul Tasarım Bienali, geçtiğimiz sonbaharda dördüncü kez gerçekleştirilmiştir. Bienal, 2010 yılından günümüze pek çok uluslararası tartışmaya ev sahipliği yapmış; altı küratörün dördünün mimar olmasına rağmen yalnızca mimarlık alanına odaklanmamıştır. Bienalde tasarımla ilgili disiplinlere ek olarak, politikanın, ekonominin, kültür-sanatın sınırlarının içinde dolaşan, geçişken sınırlarla kurgulanmış projeler içermiştir. Dünyanın dört bir yanından seçilen projeler, yenilikçi fikirleri İstanbul’a taşımışlardır. Sekiz yılın sonunda sergilenen toplam üç yüze yakın proje ile birlikte, bir tasarım / mimarlık müzesinin kısa ömürlü bir örneğini andıran ciddi bir birikim oluşturmuştur. İstanbul’a yayılan sergilere ek olarak bienal yan etkinliklerle İstanbul dışına taşmıştır. Bienale Türkiye’de özellikle öğrenciler ve akademisyenler ilgi göstermiş; mimarlık medyasında tanıtıcı metinlerin yoğunlukta olduğu içerikler ve küratörlerle yapılan röportajlar yer almıştır. Bu konuda yazılan az sayıdaki eleştiri yazısında ise dört bienalin ve sekiz yılın ardından, hâlâ bienale dair yanlış anlaşılan bazı konular yer almaktadır. Bu nedenle bu metin, bienalin işleyişi ile ilgili bazı konuları tartışmak amacıyla yazılmıştır.

Yapılacak tartışma yoğun olarak en son bienale ve bu bienal hakkında geçtiğimiz aylarda Mimarlık dergisinde yayımlanan bir yazıya odaklanmaktadır: “Müdürler Müdürü: Neden Artık Tasarım Eğitimine ve Bienaline İhtiyacımız Yok” başlıklı Nizam Onur Sönmez imzalı yazı;(1) son bienal hakkında detaylı bir okuma gerçekleştirdikten sonra, bienale ihtiyacımız olmadığını iddia ederek sonlanmaktadır. Yazı, bienal hakkında sık karşılaşılan bazı problemli iddiaları örneklemektedir. Bahsedilen yazıya cevaben yazılan bu yazıda tartışılacak önermeler şu konular etrafında şekillenmiştir: Küratörlerin konumu ve tavrı, bienalin işleyişi, açık çağrı, projelerin seçilme kriterleri, bienalin amacı, son bienalin teması ve çağrı metni.

KÜRATÖRLERİN KONUMU VE TAVRI

Bienal genel olarak şöyle bir süreç izliyor: Önce küratörler belirleniyor, daha sonra küratörler bir araştırma sürecine giriyor ve bir tema belirliyorlar. Temanın duyurulduğu basın toplantısı sonrasında, temayı tartışan projeler için açık çağrıya çıkılıyor ve katılımcılar davet ediliyor. Sonuç olarak, açık çağrıyla gelen projelerden seçilenler de dahil edilerek, en başta belirlenen tema etrafında sergiler kurgulanıyor. Burada önemli olan iki detay var: Sergiye seçilen tüm projeler açık çağrının bir sonucu olmak zorunda değil ve tüm projeler aslında sadece küratörün söylemlerinin bir parçası oldukları için oradalar. Bu nedenle bienalde, küratörün onayından geçmeyen veya Venedik Bienali’nde olduğu gibi açıklanan temayla bağlantı kurmayan bir proje görme ihtimaliniz yok. Yani, açık çağrıya çıkılıyor fakat bienal hakkında bir ön çalışma yapan küratöryel ekibin zihninde, bienalin mesajının ne olması gerektiği zaten net.

Bu aşamada, bienalin başladığı günlerden bugüne devam eden bir yanlış anlaşılma var: Açık çağrıyla gelen projeleri değerlendirilen küratörler, sık sık bir mimari proje yarışması jürisiyle aynı kefeye koyuluyorlar. Küratörlerin başvuruları değerlendirirken “şeffaflık ve güven üzerinden yürümesi” bekleniyor.(2) Burada yanlış anlaşılan detaylardan biri şu: Küratör, işlerini bildiği bir isme zihnindeki kurguyu oluşturabilmek için birlikte çalışma teklifi götürebilir. Açık çağrıya çıkan benzer uluslararası etkinliklerde bu durum görülmekle birlikte, bazı sergilerde ise içerik tamamen davet yöntemiyle kurgulanır. Halbuki Türkiye’de bienale ilk günden beri yapılan eleştirilerden bazıları şunlardır: Projesi seçilen bir ismin bienal ekibiyle başka platformlarda daha önce çalışmış olması; daha önce organizasyonda yer almış birinin sonraki yıllarda projesiyle sergiye katılması ya da projesi sergilenen bir ismin projeden bağımsız bir makalesinin de bienalde yer aldığının görülmesi örnek verilebilir. Burada verilen tepki sanki seçici kurul, işi / ihaleyi tanıdığı şirkete vermiş gibi bir hassasiyetten kaynaklanıyor. Ancak tekrarlamak gerekirse, bu durumda aslında sergilenen projelerin açık çağrının bir parçası olması gerekmiyor; Örneğin, daha ilk bienalde küratörlerden biri, kime, hangi amaçla, nasıl teklif götürdüğünü televizyonlarda anlatmıştı.(3) Üstelik tanınan bir isme teklif götürülmesi projenin uygulanabilirliği veya sergilenebilirliği hakkında küratöryel ekibe daha fazla güven veren, daha kazançlı bir stratejidir.

Ayrıca bienal katılımcıları incelendiğinde, aynı isimlerin Türkiye’de birden çok tasarım bienalinde veya hem Türkiye’deki hem de yurt dışındaki benzer etkinliklerde çalışmalarının yer aldığı görülebilir. İlk duruma Ali Taptık, ikinci duruma Merve Bedir örnek gösterilebilir. Aslında sergiler aynı zamanda mimarlık üretiminin yollarından biridir ve sadece bu alandaki çalışmalarla kariyerlerini şekillendiren mimarlar vardır. Yine benzer şekilde Venedik’teki son Türkiye Pavyonu’nun küratöryel ekibinden Yelta Köm üç farklı proje ekibiyle ve bir atölye çalışmasıyla, Cansu Cürgen iki farklı proje ekibiyle, Kerem Piker ise bir projesiyle ilk yıllarından itibaren İstanbul Tasarım Bienali’nde yer almışlardır. Bu örnekler kolaylıkla artırılabilir. Bu anlamda, İstanbul Tasarım Bienali’nin sergilerle düşüncelerini ifade etmek isteyen mimarlara ortam sunduğu ve yurt dışındaki benzer etkinlikler öncesinde deneyim sağladığı düşünüldüğünde, bienal daha da değer kazanmaktadır.

Sonuç olarak bazı katılımcıların bienalin ekibiyle tanışıyor veya daha önce çalışmış olması çok normaldir. Üstelik zaman zaman küratörlük mesleğinin işleyişi veya böylesi bir organizasyonun kotarılması sadece bu tür ilişki ağlarıyla mümkün olabilmişken, değinilen kaygılar yersizdir. Küratörler genel olarak, isterse açık çağrıya çıkmayabilir, çıksa bile açık çağrıdan hiçbir projeye sergide yer vermeyebilir ve sadece işlerini tanıdığı isimlere davet götürerek sergiyi organize edebilir. Sonuncusunu planlamak üstelik çok daha risksiz, güvenilir ve az emek gerektiren bir yöntemken, küratörlerin açık çağrıyla gelen projelere ihtiyaç duydukları şüphelidir.(4) Örneğin, toplamda 64 projenin sergilendiği dördüncü bienale açık çağrı sürecinde 700’ün üzerinde başvuru yapıldığı duyurulmuştur.(5) Bienal bu yoğun ilgiyi büyük bir başarı olarak değerlendirmiş ve doğru konu seçiminin işareti olarak yorumlamış olmalı;(6) fakat 753 ile 64 arasındaki matematiksel fark yüzlerce mutsuz insan anlamına geliyor. Sergiler, hatta bazı müzeler ve bienaller bir grup için iyi haber demekken çok daha kalabalık başka bir grup için kötü haber demek. Çünkü küratörlük, aslında tercih yapmak demek. Yüzyıllardır sanatçıların galerilere, Salon’a karşı oldukları, müzelerde sergilenmek yerine kimi zaman müzeleri yıkmak istedikleri hatırlanırsa, “seçki” dışında bırakılanların öfkesinin ilk defa karşılaşılan bir durum olmadığı düşünülebilir. Fakat buradaki farklar, bienalin bahsedilen kurumlar gibi iddialarının olmaması ve seçkiyi sınırlandırma gerekliliğinin somut nedenleridir.

Altı faklı mekânda 64 proje sergilemek tüm küratörlerin tercih ettiği bir durum değildir: 2012’de Emre Arolat’ın “Musibet”inde 32, Joseph Grima’nın “Adhokrasi”sinde 61, 2014’de Zoë Ryan’ın “Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil”inde 53 proje yer almıştır. Bahsedilen sergilerin üçü de tek mekâna yerleşmişlerdir. Proje sayıları bakımından şimdilik rekor çok daha kalabalık bir ekiple çalışan üçüncü bienal küratörleri Beatriz Colomina ve Mark Wigley’dedir; beş mekâna yerleşen 72 projeye ek olarak, ilk ve şimdilik son defa, küratöryel ekibin ürettiği altı proje de sergilerde yer almıştır.(7) Sırf sergiler ile kurdukları ilişki yüzünden küratörler eleştirilecekse belki de başlamak için doğru yer dördüncü bienal olmamalıdır. Dahası, bu bienalde sergilenen 72 projenin hiçbiri açık çağrıyla seçilmemiştir.(8) Kaldı ki tema için hayati olan bazı projelerin açık çağrıyla öneri olarak gelmesi mümkün olmayabilir. Örneğin, üçüncü bienalde sergilenen “Cam Adam”, ilk prototipi 1927 yılında gerçekleştirilmiş bir projedir. Yine aynı bienalde, Boğaz’ın altında bulunan, İstanbul’un 8.500 yıl önceki neolitik sakinlerine ait ayak izleri sergilenmiştir.(9)

Tüm bu nedenlerle küratörlerin bienali planlarken ve açık çağrıyı değerlendirirken bir mimari yarışma jürisi gibi süreci yönetmesini beklemek aslında çok da anlamlı değildir. Bienal daha fazla projeyi barındıramıyorsa ortaya çıkan enerjinin nasıl değerlendirilebileceği tartışılmalıdır. Türkiye’deki bir platformda, Türkiye’den ve başka ülkelerden yüzlerce insanın tasarım konusunu tartışmayı istemesi asıl önemli olan durumdur.

ÇAĞRI METNİ VE SEÇİLME KRİTERLERİ ÜZERİNE TARTIŞMALAR

En sonuncu ve dördüncü Tasarım Bienali “Okullar Okulu” temasıyla, bu sefer geleneksel bienal katılımcılarına -“tasarımcılar, mimarlar, bilim insanları, mühendisler, şefler, zanaatkârlar, aktivistler”(10)- ek olarak başka iki grubu süreci şekillendirmek üzere davet etmiştir: "okullar" ve "öğreniciler".(11) Zaten öğrenciler ve okullar ilk bienalden itibaren sadece izleyici olarak değil, atölye ve akademi etkinliklerinin bir parçası olarak sürece dahil etmeye çalışılırken bu sefer aktif bir katılımla bienalin özneleri olmaları hedefleniyor, hatta kendileri bienal tarafından konu ediliyordu. Fakat burada önemli bir detay var, bienal klasik anlamda öğrencilerden bahsetmiyor: “Öğrenici” derken kastedilen “tasarım konusundaki uzmanlığı, geçmişi ya da tecrübesi ne olursa olsun, bienaldeki okullardan birisine katılmaya istekli, keşif ve dönüşüm konusunda zihin açıklığı sergileyebilecek olan kişiler”. Yani aslında Sönmez’in tanımladığı gibi mimarlık okulları ile ilgili bir durum yerine, alanın içinden insanların ve geriye kalan herkesin, bildiklerini sorgulamaya davet edildikleri düşünülmelidir. Bu cümleye bir uyarı eşlik eder, bienal finansal meseleler için “gayret gösterecek olsa da başvuranların bu konularda da yaratıcılık sergilemeleri” ve “uygulama ve sergileme konusunda uygunluk ve kaynak belirtmeleri” beklenmektedir,(12) buradan finansal olarak kendi kendine yetebilecek projelere öncelik verileceği anlaşılmaktadır. Bu olumsuz durum Sönmez’in eleştirerek dikkat çektiği fakat aslında en başından itibaren metinlerde yer aldığı için pek de şaşırtıcı olmayan bir durumdur.

Bütçe meselesi önemli bir konudur. İKSV ve bu tür etkinlikler hakkında düşünmek koskoca holdinglerden akan sonu gelmez paralar hayal etmekle sonuçlanabilir,(13) fakat tam tersine bienal direktörü her kararı bütçeyi düşünerek aldıklarını söylemiştir.(14) Yani bütçenizle gelirseniz kabul edilme ihtimaliniz muhtemelen daha yüksek. Bunun dışlayıcı ve ötekileştirici bir durum olduğu ortadadır. Diğer taraftan, açık çağrı sonucunda ana sergiye değil de atölyelere veya akademi programına kabul edilme ihtimaliniz daha yüksektir. Bu türden etkinlikler, merkezde sergilerin durduğu bir kurguya sahip olsa da atölyeler ve diğer yan etkinlikler, temas edilebilecekleri insanlara yönelik potansiyel düşünüldüğünde daha kıymetlidir. Bu yan etkinlikler, üstelik serginin aksine İstanbul ile sınırlı kalmamaktadır. Yan etkinliklerle İstanbul dışındaki şehirlerde etkinlikler gerçekleştirilebilmesi çok önemlidir.

Temaya dönersek, çağrıda bahsedilen öğrenici, öğrenci olmadığı gibi bahsedilen okul da bizim bildiğimiz tasarım okulu değildir.(15) Yani açık çağrı, Sönmez’in iddia ettiğinin aksine Türkiye’deki yüz küsur tasarım okulunun işleyişlerini (ne kadar yenilikçi olursa olsun) bienale taşımaları için yapılmış bir çağrı değildir: “Geleneksel pedagojik teorileri ve öğrenci-öğretmen, soru-cevap gibi çift kutuplulukları yıkan ya da yeni bir çerçeveye oturtan”(16) projelerin istendiğinin altı çiziliyor. Sonuçta bienal, eğitimle ilgili bir kongre veya bir çalıştay değildir. Daha önce benzeri yapılmamış bir etkinlik kurgulama iddiasında olan, bienal gibi oluşumlardan beklenmesi gereken aslında tam da bu tavırdır.

Daha önemli olan konular da şunlar: Okuldan ne anladığımız ve etkinliğin bir “Tasarım” bienali olmasının doğal sonuçları. Öncelikle okul; çağrı metni şu cümleler ile açılır: “İşinize de, aklınıza da sahip çıkabilmenin tek yolunun hayat boyu öğrenmeye devam etmek olduğu söylenip duruyor.” ve “Alternatif tasarım eğitimi inisiyatifleri […] yaşamanın, çalışmanın, diğerleriyle ve kendi kendimizle bağlantı kurabilmenin alternatif yollarını da test etti.” Yani zaten bu etkinlik bir tasarım bienali olduğu için asıl amaç tasarımı tartışmak: “Günümüzde tasarım, sorgulamanın, gücün ve eylemliliğin bir biçimi haline geldi.”(17) Aslında bienalin hedefi, her yıl olduğu gibi insanın tasarımla kurduğu ilişkiyi ele almak. Sadece, bu yılki tartışma öğrenme biçimlerimizi sorgulayarak yapılmak istenmiştir.

Ayrıca, küratör çağrı metninde sekiz ana başlık belirlemişken, sergiler ziyarete açıldığında başlıkların değiştiği ve orijinal çağrı metnindeki başlıkların yeni metinlerde yer almadığı görülmüştür.(18) Önceki bienallerden farklı olarak, katalog kitabı ve internet sitesi için yeni metinler yazılmıştır. Bu durum şu anlama geliyor, aslında küratör temanın alt bileşenlerini süreç içinde yeniden kurgulama esnekliğini sağlamış ve eleştirildiği kadar kendi bakış açısını dayatan, kendini serginin üzerinde gören bir konuma yerleşmemiş.

SONUÇ YERİNE

Bienal benzeri etkinlikler tartışılırken, yazıların merkezine küratörü oturtmak gibi bir alışkanlık var. Etkinliklerde, küratörün ne yaptığının / söylediğinin, geri kalan herkesten önemli görüldüğünü eleştirmek için yine sadece küratörün kendisini tartışan metinler; küratörlere eleştirdikleri otoriteyi, gücü, önemi veren kaynakları yeniden üretiyorlar. Küratörden bahsetmek yerine, üç yüze yakın projeden birini seçip tartışmak, bu projeleri gerçekleştiren yüzlerce insanın sesine odaklanmak, çok daha verimli sonuçlar doğurabilir. Bu örneklemde ise küratörler, kısmen, süreci daha katılımcı hale getirmek için çaba harcamışlardır. Projeleri açık çağrıyla seçmediklerinde de serginin kalitesinin azaldığını iddia etmek mümkün değildir.

Aslında genel olarak, bienalin tasarım alanı ile ilgili tarihe düştüğü not, toplumsal sorunlara dikkat çekme çabası ve ortaya çıkardığı enerji, bienalin organizasyonu ile ilgili tüm detaylardan daha önemlidir. Bienalin kıymeti, ufuk açıcı yüzlerce uluslararası projeyi Türkiye’de, tasarım hakkında sorular sorarak, eleştiriler gündeme getirerek, bir itiraz mekanizması biçiminde çalışarak, ücretsiz(19) ve ulaşılabilir mekânlarda sergilemesidir. Bienal, benzerleri ile kıyaslandığında aslında oldukça genç bir etkinliktir. Buna rağmen uluslararası üne sahip kuramcılar ve küratörlerle çalışılması onu başarılı bir etkinlik yapmıştır.

Bu yazı bienalin işleyişi hakkında bazı bilgileri gündeme getirerek, tartışmaya daha gerçekçi bir bakış açısı kazandırmak üzere yazılmıştır.(20) Bienalin gerçekten problemli alanlarını eleştirmek kuşkusuz onu daha iyi yerlere getirecektir. Fakat eleştiri metinleri, eksikliklerine rağmen özellikle genç izleyicileri yeni fikirlerle tanıştırmak konusunda inanılmaz fırsatlar barındıran ve alternatifi bulunmayan bir etkinliğe, gerçek dışı bir biçimde ihtiyaç duyulmadığını önererek bitiyorsa, bunun çok problemli bir durum olduğunu belirtmek gerekiyor. Yine de bienalin ilk zamanlara kıyasla daha çok benimsendiğini görmek umut vericidir. Bunun gibi yazılar bienalin ne türden fırsatlar barındırdığını anlayabilmek ve yeni potansiyeller önermek için bir adım olabilirse süreçten herkes kazançlı çıkabilir.(21)

NOTLAR

1. Sönmez, Nizam Onur, 2018, “4. İstanbul Tasarım Bienali Müdürler Müdürü: Neden Artık Tasarım Eğitimine ve Bienaline İhtiyacımız Yok”, Mimarlık, sayı:404, ss.40-44.

2. Sönmez, 2018, ss.40-44.

3. Ekümenepolis, Tasarım Bienali ile Çalışmayı Reddetti”, medyatava.com/haber/-ekumenepolis--tasarim-bienali-ile-calismayi-reddetti_83796 [Erişim: 21.06.2019]

4. İkinci bienalin küratörü, bienalden önce hiç açık çağrı ile çalışmadığını dile getirmiştir. “Gündelik Fikirler Meydanı”, xxi.com.tr/i/gundelik-fikirler-meydani [Erişim: 21.06.2019]

5. Açık çağrı başvuru süresinin bitmesi sonrasında, 22 Aralık 2017’de bienalin instagram hesabında şu duyuru paylaşıldı: “#okullarokulu için yapılan açık çağrıya 700’den fazla başvuru ulaştı. İlginiz için çok teşekkür ederiz. Şubat ayında yeni haberlerle karşınızda olacağız!”, URL2. instagram.com/p/Bc_9YOKgFFk/ [Erişim: 04.03.2019] Daha sonra başvuru sahiplerine gönderilen elektronik postalarla Sönmez’in de belirttiği gibi 753 başvuru yapıldığı duyuruldu.

6. Aslında 2014 yılından 2018 yıllına başvuruların sayısında bir değişiklik yok, 2014’teki ikinci bienalin küratörü 800’e yakın başvuru değerlendirdiklerini söylemişti: “800’e yakın başvuru oldu ve bunların 55’i bienalde yer buldu”, xxi.com.tr/i/gundelik-fikirler-meydani [Erişim: 21.06.2019]

7. Burada yer alan bilgilere bienalin katalog kitaplarından ulaşılmıştır.

8. Üçüncü bienalin açık çağrısı, sadece iki dakikalık kısa videolar için yapılan çağrıyla sınırlandırılmıştır. Bu durum ilk bienalin direktörü tarafından da eleştirilmiştir: sanatatak.com/view/ozlem-yalimdan-3-ksv-stanbul-tasarim-bienaline-agir-elestiri [Erişim: 21.06.2019]

9. Colomina, Beatriz; Wigley, Mark, 2016, Biz İnsan mıyız? Türümüzün Tasarımı / 2 saniye, 2 gün, 2 yıl, 200 yıl, 200.000 yıl, 3. İstanbul Tasarım Bienali, İstanbul Kültür Sanat Vakfı.

10. URL1. “4. İstanbul Tasarım Bienali’nin Teması Açıklandı”, aschoolofschools.iksv.org/tr/#section-press-detaillink [Erişim: 05.03.2019]

11. Öğrenciler ilk günden beri bienalin en büyük izleyici kitlesi. Örneğin, son bienal ziyaretçilerinden % 48’inin öğrenci olduğu duyurulmuştur. instagram.com/p/BqEwVzVApzj/ [Erişim: 04.03.2019]

12. URL1.

13. Sıcak şarap eşliğinde gerçekleştirilen benzer etkinlikler bu algının yaratıcılarındandır. Bkz: “90 Depar”, 2011, Salt Beyoğlu, saltonline.org/tr/207/90-depar [Erişim: 04.03.2019]

14. Ova, Deniz; Yücel, Merve; Türkay, Bahar, 2018, Jeff Talks: Manifold, Studio-X İstanbul, yayımlanmamış konuşma metinleri.

15. Mimarlık okulların fotoğraflandığı ilginç bir istisna bu genellemenin dışındadır. Altı mekandaki altı serginin konu edindiği altı okulun isimleri şunlardır: “Bozum Okulu”, “Dünya Okulu”, “Zaman Okulu”, “Akışlar Okulu”, “Ölçekler Okulu” ve “Sindirim Okulu”.

16. URL1.

17. URL1.

18. İlk duyurulan sekiz başlık: “Ölçüler ve Haritalar”, “Zaman ve Dikkat”, “Akdeniz ve Göç”, “Felaketler ve Depremler”, “Yiyecekler ve Gelenekler”, “Örüntü ve Ritim”, “Para ve Sermaye” ile “Parçalar ve Cepler”. Bu sekiz başlık yukarıda 15. notta değinilen altı başlığa dönüşmüştür. Bu orijinal sekiz başlık hakkında detaylı bilgili için şu adrese gidilebilir: URL1

19. İlk bienal dışındaki tüm bienallerin ücretsiz olacağı duyurulmuşsa da, üçüncü bienalin sergilerinden birinin yer aldığı İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni ziyaret etmek için, müzenin giriş ücretinin ödenmesi gerekmiştir.

20. Sönmez’e konuyu açtığı için teşekkür ederim.

21. Yazıda yer alan kaynakların bazılarına ve bienale dair bazı verilere, Prof. Dr. Asu Beşgen’in danışmanlığında tamamladığım “İstanbul Tasarım Bienali: Bir Manifesto Olarak Bienal” isimli doktora tezim için yaptığım araştırmalar sırasında ulaştım.

Bu icerik 2118 defa görüntülenmiştir.