340
MART-NİSAN 2008
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET
YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA

II. Dünya Savaşı Sonrası Sistemci Ekoloji ve 1960’lardan İtibaren Mimarlıkta Çevre Bilinçli Yaklaşımlar

Begüm Yazgan

Dr., Y. Mimar

GÜNÜMÜZ YEŞİL MİMARLIK KURAMI HAKKINDA

 

Çevresel yönden uygun olan mimarlık ürünlerinin, bazı eleştirmenler tarafından göreceli yaklaşımlara sahip olduğu düşünülür. Örneğin, mimarlık teorisyenleri olan Simon Guy ve Graham Farmer, “mimarlıkta çevreci yenilikleri kavramanın akıl karıştırıcı bir süreci beraberinde getirdiğini” anlatırlar.1 Birbiriyle çelişen bina tipleri, farklı tasarım yaklaşımları ve birbirinden farklı yorumların varlığı içinde sürdürülebilir mimarlığı kavramanın zorluğundan bahsederler. Aynı şekilde, teorisyen Colin Porteous, “yeşil mimarlık izgesinin göreceli olarak geniş ve birbiriyle örtüşür” olduğunu belirtir ve der ki: “Sürdürülebilir gelişim muammasına çözüm, göreceliliği ve değişimi kabul etmekten geçer”.2

 

Bununla birlikte, bu konu ile ilgilenen bazı eleştirmenler, yeşil mimarlık söyleminde bilimsel ve teknolojik paradigmaların baskınlığından bahsederler. Mimarlık tarihçisi John Farmer, Yeşil Dönüşüm adlı kitabında mimarlıkta çevreci yaklaşımlar ile ilgili şöyle yazmıştır: “Çeşitli araştırmalardan sonra farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bunların bazıları öngörüler, bazıları gelenekçi yaklaşımlar, bazıları standart uygulamalardır. Hepsi içinde ara fikirler ve birbiriyle çelişen görüşler bulunmaktadır. Ancak, en güçlü görüş hiç süphesiz ki teknolojik olanıdır.” 3

 

Bilimsel ve teknolojik rasyonalizmi savunan görüşün baskınlığı yeşil söylemde bu konuyu ön plana çıkaran yazıların çoğunluğunu da beraberinde getirir. Bu yazılarda, çevreci tasarımda tutarlılığın ancak modernist mimari kaynaklara geri dönülerek sağlanabileceğini savunulur. Örneğin, çevreye duyarlı mimarlık hakkında kitabı bulunan teorisyen Colin Porteous, kitabının amacının yeşil mimarlığı, modern hareketin temsilcilerinin çevreye duyarlı fikirlerinin yardımıyla belirgin bir temele oturmak olduğunu yazar.4

 

Bazı eleştirmenler, bilimsel ve teknolojik rasyonalizme olan bu eğilimi, yeşil mimarlığın kırsal kökenlerini araştırarak dengelemeye çalışmışlardır. Bunların arasında en önemli kişi olan John Farmer, yeşil mimarlık düşüncesinin tarihsel arka planının romantik hareket olduğunu belirtmiştir.5 Romantizm, bir önceki yüzyılı belirleyen aydınlanma çağının değer ve ideallerine karşı bir 18. yüzyıl hareketidir. Bu akımın savunucuları yazılarında aydınlanma çağının bilimsel ve teknolojik kalkınma amacıyla insan aklının kapasitesini endüstriyel devrimle ortaya koymasını eleştirmişlerdir. Romantikler, modern yaşam biçimlerinin getirdiği yalnızlığa karşı, sosyal ve fiziksel açıdan kirlenmediğini düşündükleri endüstri öncesi arkaik değerlere dönmeyi aramışlardır. İnsani değerleri doğadan ayıran oluşumlara karşıdırlar; ki bu oluşumları doğal çevreyi teknolojik bilgi yardımıyla nesneleştiren rasyonelliğe şartlanmış olan zihnin belirlediğini öne sürmüşlerdir. Farmer kitabında, romantik hareketin 18. yüzyılda mimari karşılığı olarak şehir dışında mimarlara yaptırılan ilkel kulübeleri veya modern yapıları doğal çürümeye bırakılmış şekilde betimleyen resimleri örnek vermiştir.

 

Bununla birlikte Farmer’a göre romantik hareket 20. yüzyılda çevreci hareketle birlikte yeniden canlanmıştır. Bu hareketler tekniği ön plana alan ideallerden uzak durarak cemiyete dayalı perspektifler kazanılmasına öncülük etmişlerdir. İnsanlığın, teknolojiye dayalı yaşam biçimleri tarafından desteklenen materyalistik tutumlar sebebiyle yokolan sosyal bağlarını geliştirmeye ihtiyacı olduğunu öne sürerler. Farmer, kitabında romantizmin 1960’lı yıllarda yeniden canlanmasını gösteren unsurlar olarak, ilkel yapılara artan ilgi, belirli toplulukların biraraya gelerek öncülük ettikleri ortak yapı yapma aktiviteleri, yerli malzemeler kullanılarak yapılan bölgesel mimari yapılar veya etraftan toplanarak yapılan çöp binaları göstermiştir.

 

Yukarıda özetlenen yeşil söyleme ait eleştirileri şöyle özetlemek mümkündür:

1. Çevreye duyarlı yaklaşımların çok göreceli bir platformda oturması;
2. Çevreci yaklaşımların bilimsel ve teknolojik unsurları ön plana alan modernist söylem tarafından beslenmesi;
3. Bu modernist söyleme alternatif olarak arkaik değerleri savunan romantik karşıt görüşün öne sürülmesi.
 
Ancak, mimarlıkta çevreye duyarlı söylem, yukarıda belirtilen görecelilik iddialarının aksine, sistemci yaklaşımı izleyen II. Dünya Savaşı sonrası çevrebilimcilerinin çalışmalarına dayanan holistik felsefe üzerine kurulmuştur. Bununla birlikte, tekniğe dayalı ve kırsal yaklaşımlar arası sözü geçen ikilem, sistemci yaklaşım aracılığıyla oluşan felsefi çerçeveye bağlı olarak günümüz yeşil mimarlığında ifade bulmaktadır. Bilgi olarak, sistemci bilimler, belirli bir bütüne ait elemanların bir organizasyon oluşturmak amacıyla nasıl biraraya geldiği üzerine araştırma yapar. Temel prensibi, belirli bir elemanın bütüne dayalı olarak incelenmesi gerektiğidir. Sistemci görüşe sahip çevrebilimciler, biyolojik sistemlerin gruplar oluşturmak üzere organize olan canlı ve cansız üyelerinin biraraya gelme yöntemlerini araştırırlar. Bu makalede, sistemci düşünce aracılığıyla oluşan felsefi yaklaşımın ve metodolojinin yeşil mimarlığa nasıl bir temel oluşturduğu anlatılacaktır.
 
SİSTEMCİ EKOLOJİ TEMELİNDE HOLİSTİK DÜŞÜNCENİN OLUŞUMU
 
Sistemci yaklaşım, ekolojik bilimler içinde ilk olarak “yeni ekoloji” olarak adlandırılmıştır. Sitemci ekoloji tarihçisi olan Frank Benjamin Golley’in bildirdiğine göre, doğal çevrenin bütüncül olarak araştırılmasına imkân sağlamış olan “yeni ekoloji” bilimi, biyolojiye 1935 yılında botanik bilimci George Tansley’in Ekoloji dergisinde yer alan makalesinde “ekosistem” kavramı ile birlikte tanıtılmıştır.6 Tansley ekosistemi şöyle tanımlar: “En temel kavram, benim görüşüme göre, tüm sistem (fizik bilimi açısından), ki bu sistem sadece karmaşık organizmayı içermez, en geniş anlamda canlı topluluğunun çevresini içerir… Bu ekosistemler, ki böyle adlandırabiliriz, çok çeşitli biçimlerde ve boyutlarda bulunmaktadir. Evrenin birçok fiziki sistemleri içinde evrenin tümünden atoma kadar bir kategori oluştururlar.” Golley kitabında, sadece organik ilişkileri ön plana alan evrim teorisinin aksine, Tansley’in ekosistem yaklaşımının topluluğun işleyişinin yaşayan ve yaşamayan elemanlarının arasındaki ilişkilere bağladığını bildirmiştir.
 
1942’de, zoolog Raymond Lindeman Tansley’in ekosistem teorisini pratiğe uygulamıştır ve yaşayan ve yaşamayan elemanlar arasındaki ilişkiyi enerji alışverişi açısından ortaya koymuştur.7 Lindeman’ın organizmalardaki enerji akışı üzerine yaptığı araştırma termodinamik yasalar kullanılarak yapılacak olan biyolojik araştırmaların önünü açmıştır. Termodinamik yasaları iki ana prensibe dayanmaktadır. Birinci prensip olan “koruma yasası”, bir sistemde toplam enerji miktarının değişmemesi, ancak enerjinin niteliğinin değişmesi üzerine dayalıdır.8 İkinci termodinamik yasa olan “entropi yasası” ise, enerji miktarının değişmemesine rağmen niteliğinin geridönüşü olmayacak şekilde azalmasına işaret eder ki, sistem iş yapma kabiliyetini yitirir.9 Entropi yasasının formulasyonu Alman fizikçi Rudolf Clasius tarafından S değişmezi altında oluşturulmuştur. S sabiti maksimuma ulaştığında sistem çalışmaz hale gelir.
 
Biyoloji ile fizik bilimi arasındaki sınırların çözüldüğü bu aşamada, fizikçi Shrödinger şu sorunun cevabını araştırmıştır: Yaşayan elemanlar entropiye nasıl karşı gelip varlıklarını sürdürebilmektedir? Shrödinger’e göre yaşayan sistemler ölüme karşı metabolizmaları sayesinde direnirler. Shrödinger entropiye direnme olgusuna “negentropi” adını vermiştir ve formüle etmiştir. Bununla birlikte, II. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinin ortaya çıkmasıyla yeni sorular ortaya atılmaya başlamıştır: İnsanın teknolojik yıkıma uğratması sebebiyle entropisi artmış olan bir çevrede yaşam nasıl olabilir? Bu soru, Amerikalı ünlü ekosistem çevrebilimcisi Eugene Odum tarafından Ekolojinin Temelleri adlı 1951 basımı kitabında cevaplanmaya çalışılmıştır.10 Odum, kitabında, bir ekosistemde canlı ve cansız elemanların bir vücuttaki organlar gibi çalıştığını, enerji alış verişlerinin birlikte hareket etme temeline dayandığını anlatır. Odum’a göre bir ekosistemdeki canlı ve cansız elemanlar entropiye dayanmak için metabolizmalarını beraber harekete geçirirler, beraber solurlar; sistemde bir cemiyet hayatı mevcuttur.11 Ekoloji tarihçisi Donald Worster’a göre, ekosistem biliminde ortaya atılan bu cemiyet yaklaşımı, on yıl sonra çevrecilerin temiz bir çevre için birlikte hareket etme düşüncesini tetiklemiştir.
 
Odum kitabında yıkıma uğramış bir çevrede ekosistemin nasıl davrandığı konusunda da görüş bildirmiştir. Organizma veya ekosistem, içsel bütünlüğünü bozacak herhangi bir yıkıma maruz kalırsa nasıl hareket etmektedir? Odum’a göre, organizmalar ve ekosistemler, böyle bir durumda direnç mekanizmalarını harekete geçirirler.12 Odum, kitabında biyolojik sistemlerin değişime karşı kendi kontrol mekanizmalarını harekete geçirerek dengeye ulaşmasına “homeostasis” adını vermektedir.13 Özetle, metabolizma, sistemde enerji akışını düzenlerken homeostasis metabolizmayı dengede tutar. Peki, sistem bu homeostatik mekanizmayla nasıl dengede durmaktadır? Odum, burada ekosistemin çalışmasına örnek olarak “termostat” ya da mekanik çaydanlığın (kettle) çalışmasını vermiştir.14 Burada, biyolojik bir sistemin çalışmasını anlamak amacıyla, mekanik bir sistemden analoji kurulduğunu görmekteyiz. Odum’a göre, mekanik çaydanlığın çalışması için sistemin içinde bulunan ısı girdisinin kontrol miktarına göre ayarlanması gerekmektedir. Odum kitabında dışarıdan alınan enerjinin kontrol miktarına göre içerde nötralize olmasına “negatif geribesleme” adı verildiğini bildirir. Eğer bu ayarlama mekanizması çalışmazsa, sistemin içindeki ısı yükselecek, sistem “pozitif geribesleme”ye maruz kalacak ve zarar görecektir. (Resim 1)
 
Eğer “homeostasis”, doğanın dengesi için kontrol sağlayan birinci faktör ise, İspanyol çevrebilimci Ramon Margalef’e göre biyolojik çeşitlilik ikinci etkendir.15 Margalef, çalışmalarında, bir ekosistemde biyolojik çeşitlilik fazla olduğu zaman, o sistemin yaşam döngüsünü sağlamak için az enerjiye ihtiyaç duyduğunu göstermiştir. Etkin çalışmayan bir sistemde maximum enerji akışı olmaktadır, entropi bu durumda daha fazla düzeyde olur. Buna göre, ekosistemde stabilite ve çeşitlilik arasında birebir ilişki bulunmaktadir. Margalef’in bu teorisi sistemci yaklaşımda bulunan cemiyet oluşumlarının hayatta kalma için gerekliliği düşüncesini güçlendirmektedir. Zaten Margalef biyolojik sistemler için kurduğu bu teorinin sosyal sistemler için de geçerli olduğunu bildirmiştir. Margalef organizmalar arası bilgi akışının stabilite için gerekliliği ile ilgili teorisini oluştururken entropi yasasının enformatik bilimlerde ele alınışını incelemiştir.16 Enformasyon biliminin kurucusu olan Amarikalı matematikçi Claude Shannon, radyo, telgraf veya uydu sistemlerinde enformasyon akışı üstüne yaptığı çalışmalarla ünlüdür. Shannon araştırmalarının birinde, verici ile alıcı arasındaki enformasyon akışı sırasında bir miktar bilginin kaybolduğunu fark etmiştir. Shannon, enformasyon akışı sırasında bilginin kaybolmasına “entropi” adını vermiştir. Shannon’un teorisi bilgi alışverişinin, enerji alışverişi gibi entropik ilişkilere maruz kaldığını göstermiştir.
 
Eugene Odum kitabına dönersek; kitapta beş çeşit ekosistem tanımlar:
1. Göl ekosistemi
2. Su havzası
3. Çayır
4. Mikro ekosistem
5. Uzay aracı.17
 
Burada mekanik bir sistemin organik ekosistem çalışma prensiplerine dahil edildiğini görmekteyiz. Teknolojik bir birimin organizma gibi çalıştığı varsayılmaktadır. Odum’a göre bir uzay aracı ile doğal ekosistem arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Ekosistem içindeki organizmalar uzay aracındaki astronotlara benzer; kapalı bir unitede yaşamak için minimum miktarda enerji alışverişi yaparlar.18 Odum’a göre her insan dünyanın sürdürülebilirliği için kendini astronot yerine koymalıdır; bir “uzay aracı ekonomisi” oluşturması gerekmektedir. Eğer insanoğlu biyolojik çeşitliliği tehdit etmeye devam ederse, ekosistemler negatif geribesleme sistemlerini kaybeder ve termostat gibi çalışmayı bırakırlar. Ekosistemlerin yokolması dünyanın yıkımı anlamına gelir.
 
Sistemci ekolojinin kurgusal yapısı, rasyonel düşünce sistemini oluşturan positivist bilimsel yaklaşımdan farklıdır. Yukarıda da bahsedildiği üzere, sistemci ekolojiyi sadece rasyonel düşünce sistemi şekillendirmemiştir, eski pagan geleneklerine gönderme yapan ve doğanın dengesi için cemiyetsel biraradalığı savunan kırsal yaklaşım da sistemci ekolojide mevcuttur. Bunun yanında ekosistemleri homeostatik olarak sürdürmek için uzay araştırmaları gibi yeni teknolojik oluşumlara da gönderme yapmaktan ve bilimsel uzmanlığı savunmaktan vazgeçmez.
 
1960’LI YILLARDA SİSTEMCİ MİMARLIK
 
Mimarlıkta sistemci ekolojinin etkisi 1960’lı yılların başında başlamıştır. Bu etki tasarım, yapım ve teoriyi kapsayan çeşitli mimarlık pratiklerinde gözlemlenmiştir. Sistemci yaklaşım, 1960’lı yılların mimarlığında rasyonalist görüşün üstünlüğü altında yer bulmuştur. Bununla birlikte, rasyonalist ve tekniğe dayalı yaklaşımlar arkaik tepki biçimleriyle karşılaşmışlardır. Bu tepki biçimleri, günümüz yeşil mimarlığında da gözlemlenen tekniğe dayalı yaklaşımların üstünlüğüne karşı oluşturulan tepkinin tarihsel temelini oluşturur. Sistemci görüş, mimarlığa sistemci yaklaşımda mevcut olan teoriler aracılığıyla uyarlanmıştır. Bunlar açık sistemler ve enformasyon teorileridir. Rasyonalist paradigmalar söz konusu olduğunda, sistemci ilkeler mimarlıkta açık sistemler teorisi ile ilişkili olarak belirmiştir. Buna göre, bina sistemi yakın çevre ile enerji alışverişi içinde olan ve içinde düzenleyici mekanizması bulunan, kendi kendine yetebilen makina olarak düşünülmüştür. Örnek olarak, o yılların mimarlıktaki sistemci yaklaşımlarını bizlere sunan Benjamin Handler, binanın yaşayan organizma gibi davandığını, çevresiyle enerji ilişkisi içinde olduğunu belirtmiştir:
 
Bu gibi bir yaklaşımı kullanırsak eğer, yaşayan organizma ve bina ile benzerlik kurulabilir. Yaşayan organizma, organizasyon ve bütünlük içeren bir sistemdir; kapalı değil, içine giren ve sürekli değişkenlik gösteren madde ve enerjiye rağmen denge durumunu koruyan ve içinde bulunduğu, etkilediği ve onu etkileyen çevre ile dinamik denge durumuna ulaşan bir sistem….Sistemin içsel çalışmasında beliren bir aksaklık veya çevreyle olan adaptasyonda meydana gelen bozukluk sebebiyle hedeflere ulaşılamadığında patolojik koşullar oluşur.19
 
Sistemci mimarlar o yıllarda verimli bir mimarlık ürününün, tasarım ve yapım oluşturmak üstüne teoriler demek olan mimari “yazılımlar” aracılığıyla oluştuğunu düşünmüşlerdir. Bu yazılımlarda, “denge durumu”, “kendi kendini düzenleme”, “geri besleme” ve “girdi-çıktı” gibi sistemci bilim terminolojisinin yaygın bir biçimde kullanıldığını görürüz. Sistemci yaklaşımı mimarlığa uyarlama sürecinde yazılım üretimi, tasarım sürecini kontrol mekanizmalarina dayalı bir etkinlik olarak görme prensibine dayanmaktadır. Burada mimari faaliyetler geribesleme mekanizmalarının ortaya konduğu ara süreçlere bölünmüştür. Teorisyen Benjamin Handler, Mimarlıkta Sistemci Yaklaşım adlı 1970 basımı kitabında verimli mimarlık pratiğinden bahseder.20 Handler’a göre mimarlık tasarım, yapım, işletme ve kullanıcı istekleri ve sosyal hedefler açısından insan çevre ilişkilerini irdeleyen bionomik süreçlerden oluşmuştur. Handler her mimarlık sürecinin kendi girdisi, süreci ve “bütünü yöneten hedefler”in belirlediği çıktılardan oluştuğunu belirtir.21 Ona göre, her süreç geribesleme kontrolu aracılığıyla çalışmaktadır. Girdiler ve süreçler, çıktıları belirleyen hedefler aracılığıyla kontrol edilir. Burada Handler, çevrebilimci Eugene Odum’un termostat örneğinde tarif ettiği bir mekanizmadan bahsetmektedir. (Resim 2)
 
Sistemci yaklaşımı mimari teori, tasarım ve yapıma yaygın biçimde uyguladığını bildiğimiz en önemli figür Richard Buckminster Fuller’dır. Fuller, mimarlıkta sistemci yaklaşımı rasyonalist perspektifte ele almıştır. 1969 basımlı Dünya Uzaygemisini İşletme Kılavuzu adlı kitabında sistemci yaklaşımının oluşumunu “yüksek entelektüel avantaj getiren modern araçlardan biridir” diye belirtmiştir.22 Burada kitabın isminden de anlaşılacağı gibi çevrebilimci Eugene Odum’un oluşturduğu dünyayı bir uzaygemisi olarak düşünme prensibine direk gönderme yapılmaktadır. Sistemci yaklaşım, Fuller’ın araştırmalarında bütüncül bir kurgu oluşturmasını sağlamış ve bu kurguyu belirleyen elemanlar arası ilişkileri irdelemesinde yardımcı olmuştur. Buna mukabil olarak bir bütünü oluşturan nesnelerin birbiriyle alakalı olması durumunu Yunan kökenli bir kelime olan ve “birlikte çalışmak” anlamına gelen “sinerji” kavramıyla anlatmıştır. 23 Fuller, Sinerjetik adlı kitabında “sinerji” kavramını bir sistemi oluşturan farklı parçaların gözlemlenen davranışlarından veya sistemin arabirleşimlerinden öngörülemeyecek olan bütüncül sistemlerin davranışı” olarak tanımlamıştır”.24 Ütopya veya Kayıtsızlık adlı kitabında, insanın düşünme kapasitesini dünyanın çevresel yıkım dolayısıyla bozulan denge durumu mekanizmasını yeniden düzenleyecek bir anti-entropik araç olarak tanımlamıştır.25 Fuller, insan bilincinin endüstrileşme aracılığıyla geliştiğini belirtmiştir ve bu süreçte ortaya çıkan teknolojik girdilerin doğru kullanımı aracılığıyla dünyanın kendi kendini yeniden yapılandıracağını öngörmüştür. Ancak bu öngörüsü daha sonraki yıllarda gözlemlediği insan oluşumlu çevresel bozulma sebebiyle değişime uğrayacaktır ve son dönemli yazılarına yansıyacaktır.
 
Fuller, Sinerjetik adlı kitabında, kendisi de bir sistem olan insanın sinirsel dokusu analiz edilirse, insan düşünme sürecinin sistemci yaklaşıma uygunluğunun anlaşılacağını belirtmiştir.26 Fuller’a göre, insan düşünme sistemi doğru açıklamaya ulaşmak için sinirsel dokuyu en kısa yoldan hedefe varmaya yönelik harekete geçirir. Bu en kısa yol üçgenvari oluşumlardan oluşur. Bununla birlikte, insan sinirsel dokusu, ulaşılan açıklamanın beyin tarafından geribeslemeyle doğrulanmasını sağlamak için daha sonra dairesel bir yol kateder.27 Fuller’a göre düşünce sistemi homeostatik bir sistemdir; negatif geribesleme aracılığıyla ulaşılan sonuç kontrol edilir. Böylece ulaşılan açıklama, olaylar arasındaki en ekonomik sonucu da oluşturur. Fullar’a göre evrendeki enerji akışı da insan düşünce sistemi gibi üçgenvari ve dairesel kurgulardan oluşan yollar aracılığıyla olmaktadır.28 Fuller, Synerjetik adlı kitabında üçgenvari oluşumları, oktahedron ve tetrahedron geometrilerini kombine ederek “vektörel denge” adı altında betimlemiştir.29 Bu üçgensel geometrileri de dairesel bir kurguya oturtmuş, bu geometrik kombinasyona da “kürelerin birbirine yakın paketlenmesi” adını vermiştir.30 (Resim 3)
 
Mimarlıkta sistemci yaklaşımın rasyonel paradigmalar aracılığıyla baskın konumda olması kırsal perspektiflere gönderme yapan mimarlar tarafından eleştirilmiştir. Bu kesim genelde sistemci teorinin sosyal ilişkileri ön plana çıkaran cemiyetsel bir yaklaşımda ele alınması gerektiğini vurgularlar. Buna göre, mimarlığa adaptasyon sürecinde sistemci yaklaşımda bulunan ve ön plana alınması gereken teori enformasyon teorisidir. Daha önce de belirtildiği gibi sistemci çevrebilimcilerin öngördüğü enformasyon teorisi, entropinin azalması için bir sistemi oluşturan elemanların arasında sürekli bir bilgi alışverişi olması gerektiği üzerine kurulmuştur. Bunu sosyal perspektifte ele alırsak bir cemiyette ne kadar sıkı ilişkiler olursa sistem stabilitesini o kadar fazla korur ve dış etkenlerden gelecek çevresel tehlikelere karşı da o kadar dirençli olur. Mimarlıkta sistemci yaklaşımın cemiyetsel kurguda ele alınmasına en önemli örnek mimar Christopher Alexander’ın 1964 basımlı Formun Sentezi Üzerine Notlar adlı kitabıdır. Bu kitapta Alexander, mimarlıkta tasarım programını problem altkümelerinden oluşan hiyeraşik bir yapılanmada ele alınmasını gösterir. Bu yapılanmada en önemli unsur form ve bağlamı arasındaki uygunluktur. Alexander’a göre mimarı form ve bağlamı arasındaki uygunluk ilkel toplumlarda modern toplumlardan daha fazla gözlenmektedir. Bunun sebebi, ilkel toplumlar kendi kültürel ortamlarından uzun zaman sonucunda dengeye ulaşmış bir geribesleme tepkisi almaktadırlar. Fakat gelişmiş toplumların kültürel ürünleri tasarımcının kişisel beğenisi ile oluşmaktadır ve bu durum kültürel onaylama için sabit bir sistem sayılmaz. İlkel toplumların geribesleme süreci için kontrol araçları “mitler, gelenekler ve değişime kasti direnç gösteren tabulardır.31 Geribesleme kontrolu formun kültürel bağlama adaptasyon sürecini kısaltırlar ve sürecin daima denge durumunda olmasını sağlarlar.
 
Alexander’a göre modern toplumlarda ise mimarın oluşturduğu form gelenekler gibi sabit bir kültürel sistem tarafından kontrol edilmez ve dengeye ulaşamaz. Kültürel ürünler dengeli bir sisteme adaptasyon olamazlar çünkü modern yaşamın gerekleri sebebiyle sistemin kendisi sürekli değişim halindedir. Bu nedenle modern hayatta pratik yapan mimarın kendisi onaylama süreci için kendisi bir sistem oluşturmalıdır. Alexander kitabında mimarın kendisinin oluşturacağı tasarım programını nasıl ele alması gerektiğini anlatır. Bunun için daha önce çevrebilimci Eugene Odum’un örnek vermiş olduğu termostatı örnek verir. Burada sistemci ekolojinin mimarlığa direk etkisi gözlenmektedir. Alexander’a göre termostat gibi bir denge sisteminde bütünü oluşturan alt elemanlar bir kontrol mekanizmasıyla biribirileriye etkileşim içindedir, ancak tek tek gözlendiğinde birbirinden farklı karakterler göstermektedirler. Burada önemli olan kontrol mekanizmalarının özelliğidir. Alexander kontrol mekanizmaları için ilkel toplumların kontrol sürecinden geçmiş olan formlarını referans olarak kullanabileceğimizi belirtir. Mimari tasarımda, tasarımı oluşturan elemanlar, ilkel toplumların form modellerinden alınan altkümeler aracılığıyla kontrol edilebilir. Bu tür sürecin sonucunda yerel değerlerin ön plana çıktığı mimari oluşumlar göze çarpar.
 
GÜNÜMÜZ YEŞİL MİMARLIĞINA BAKIŞ
 
1960’lı yıllarda şekillenmiş olan mimarlıkta sistemci görüşü, günümüz çevreye duyarlı mimarlık ürünlerine yansıtılmaktadır. Sistemci ekoloji tarafından şekillenen günümüz çevreye duyarlı mimarlık ürünleri de tekniğe dayalı paradigmalar tarafından kontrol edilmektedir ve bu durum, tekniğe dayalılığın yöreselliği şekillendiren sosyo-kültürel değerleri yok ettiğini belirten eleştirmenler tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Günümüz yeşil mimarları Buckminster Fuller ve Christopher Alexander’ın sistemci yaklaşım aracılığıyla kullandıkları düşünce sistemini izlemektedirler. Tekniğe dayalı yaklaşımları ön plana çıkaran mimarlar Fuller’ın oluşturduğu görüşlere referans verirken, çevreciliğin sosyal ilişkilere dayalı kurgular aracılığıyla yönlenmesine inanan mimarlar da Alexander’ın sistemci yaklaşımını benimsemektedirler. Günümüz mimarları çevresel öğelere yaklaşımlarında teorik tutarlılık aramamaktadırlar; mimarlığın gezegenimizin iyileşmesi için kullanılmasında olabildiğince çok pratik çözüm önermektedirler.
 
Buckminster Fuller’ın şekillendirdiği üçgenvari geometrilerin dairesel kurgu aracılığıyla birleştirilmesi, mimarlık alanında bu kurguyla yapılan ve kendilerine “jeodezik kubbe” adı verilen seraların yapılmasına sebep olmuştur. İlk jeodezik sera Amerika’da 1960 yılında inşa edilmiştir ve ismine “klimatron” denmiştir. Yapı, tropik bitkileri barındırmaktadır.32 Ancak yapıyı ön plana çıkaran on yıl sonraki yüksek bütçeli yenileme maliyeti olmuştur. (Resim 4)
 
İlk jeodezik yapının yüksek maliyetli bir işletim aşamasından geçmesi bu tip strüktürleri tasarlayan Fuller’ı yıldırmamış ve 1971’de yine jeodezik kubbe altında şekillenen bir ofis binası olan “Klimatrofis” üzerinde çalışmasına yön vermiştir. Fuller, bu projesinde genç bir meslektaşı olan Norman Foster ile çalışmıştır.33 Burada ofis yapısı sera prensibi ile çalışmaktadır. Katlarda yer alan yeşil doku bir mikroklima yaratmaktadırlar. Dış cephedeki hegzagonal oluşum içeride daha çok şeffaflığa imkân sağlamaktadır. Fakat o zamanki teknoloji çift kat eğriliği olan bu yapının oluşmasına izin vermez. (Resim 5).
 
“Klimatrofis”, Fuller’ın, Foster ile birlikte çalıştığı tek jeodezik kubbe değildir. 1967’de bir başka yapı olan Montreal Expo Amerikan Pavyonu üstünde çalışmışlardır. 34 (Resim 6)
 
Fuller ve Foster, Fuller’ın 1983’teki ölümüne kadar işbirliğine devam etmiştir.35 Foster günümüzdeki çevreye duyarlı mimarlık ürünlerinin oluşumunu büyük ölçüde Fuller’ın oluşturduğu sistemci çerçeveye borçludur. Kendisinin de belirttiği gibi 30 StMary Axe binası, ya da diğer bir adla İsviçre Reasürans Merkez Ofisi, klimatrofis prensipleri ile oluşmuş bir binadır.36 Bu 180 metre yüksekliğindeki bina geodezik bir kubbe kurgusuyla oluşturulmuş olup, yatay degil düşey bir form sistemi ön plana alınarak şekillenmiştir. Bina yükseldikçe formal olarak genişler ve en yükseğe ulaştığında ise küçülür. Bu yüksek kubbe, cepheye monte edilen üçgenvari bir çelik strüktür ile desteklenmiştir. Bu üçgen oluşumlu cepheye monte edilen çift camlı spiral bantlar pasif iklimlendirme ve havalandırma sistemini de içinde barındırmaktadır. Binada bulunan atriumlar yeşil alanları da barındırmaktadırlar ve Foster’a göre yaşayan bir organizmanın ciğerleri gibi görevleri vardır.37 Bina “parametrik modelleme” adı verilen bir bilgisayar yazılımı aracılığıyla şekillenmiş olup, strüktürün geribesleme kontrolu bu yazılım aracılığıyla yapılmıştır. (Resim 7)
 
Mimarlıkta sistemci yaklaşımları en etkin biçimde kullanan bir diğer figür de mimar Ken Yeang’dır. Yeang’ın sistemci ekolojinin mimarlıktaki etkilerini ayrıntılarıyla anlattığı birçok kitabı bulunmaktadır. Yeang sistemci bilimlerdeki denge prensibini hala mimari ürünlerinde yansıtmayı sürdürmektedir. Özellikle Doğayla Tasarım adlı kitabı Eugene Odum’un yazdığı Ekolojinin Temelleri kitabına ayrıntılı bir biçimde gönderme yapmaktadır. Bu kitabın ana fikri, binaların dünya ekosistemlerinin bir üyesi olduğu ve termodinamik enerji alışverişine uymaları gerektiğidir. Yeang, kitabında Benjamin Handler gibi binayi bir yaşayan organizmaya benzetir. Bu organizma çevresinden enerji alır ve kullandıktan sonra çevreye geri verir. Buna göre binaların da çevredeki negentropik oluşumları engellemek için metabolik aktiviteleri bulunmaktadır.38 Yeang sistemci teorileri özellikle gökdelen oluşumları için kullanmıştır ve bu gökdelenler yüksek teknolojik özellikleri sebebiyle Yeang’ı sistemci mimarlığın teknolojik paradigmaları öne çıkaran figürleri arasına sokmuştur. (Resim 8)
 
Günümüz yeşil söylemde bulunan rasyonalizme olan eğilim 1960’lı yıllardaki gibi bir tepkiye sebep olmuştur. Mimarın bireysel beğenisi aracılığıyla öne çıkan yapıtlar çevreye duyarsızlığı sebebiyle eleştirilmiş ve yerel özellikler kullanılarak inşa edilmiş yapıtlar cemiyete dayalı ilkeleri savunduğu için ön plana çıkarılmıştır. Mimarlıkta bireysellik toplumu ortak aktivitelerden ayırdığı için eleştirilmiş ve bu durumun bizi doğadan ayıran nedenlerden biri olduğu öne sürülmüştür. Yeşil mimarlıkta var olan bu eleştirel bakış açısı özellikle Christopher Alexander’ın kullandığı terminolojinin izinden gider. Bu eleştirel bakış açısını oluşturan teorisyenlerden en önemlisi mimar Christopher Day’dir. Day, Öz ve Yer adlı kitabında yeşil mimarlığın yöresel değerleri ön planda tutması gerektiğini anlatır. 39 Day, kitabında, sistemci ekoloji biliminde yer alan terminolojiyi sık sık kullanarak yörselliği ön plana alan mimari yapıtların toplumu ortak değerler bulması ve sosyal ilişkilerini güçlendirmesi için araç olabileceğini yazar.
 
Mimarlıkta arkaik ve kırsal yaklaşımlara olan ilgi, daha önce de belirtildiği gibi 1960’lı yıllarda başlamış ve yöreselliği ön plana çıkaran yapıtlar yanında çevreden toplanan birtakım malzemeler kullanarak yapılan yerleşimlerin de oluşturulmasına sebep olmuştur. Bu alanda günümüzde ön plana çıkan isim mimar Mike Reynolds’un yaptığı “dünya gemileri”dir.40 (Resim 9a, 9b, 9c) Reynolds, burada çevrebilimci Eugene Odum ve Buckminster Fuller’ın oluşturduğu dünyayı insan oluşumlu çevresel felaketlerden korumak için uzay gemisi gibi homeostatik bir mekanizma olarak düşünme fikrini mimarlığa yansıtmaya çalışır. Reynolds’a göre mimarlığı dünya üzerinde hayatta kalmak izere kurgulamak mimarlıkta estetik yaklaşımları vurgulamaktan daha önemlidir; çünkü insanoğlu kendi dünya uzaygemilerini imha etmektedirler. Çevreden toplanan malzemelerle oluşturulan “dünya gemileri”, gelecekte olması yüksek bir ihtimal olan çevrsel felaketlerden sonra meydana gelebilecek barınma sorununa atık malzemeleri optimum kullanarak çözüm getirmek amacını da güder. Reynold’un “dünya gemileri” atık şişeler, araba lastikleri ve bira kutularıyla oluşturulmuş konutlardır. Topografik oluşumlardan faydalanmak ana prensiptir. Eğimin fazlaca olduğu alanlarda bina toprağa yarı gömülerek ısı yalıtımı sağlanmış olur.
 
Bu makalede, ekolojideki sistemci yaklaşımın günümüz yeşil mimarlığı için oluşturduğu felsefi arkaplan tartışılmıştır. Görülmektedir ki, Buckminster Fuller ve Christopher Alexander’ın sistemci teoriler kullanarak getirdiği teorik yaklaşımlar, günümüz yeşil mimarlık pratiğini etkilemektedirler. Günümüz yeşil mimarlığında tekniğe dayalı yaklaşımlar baskın biçimde yer almaktadır ve bu durum sistemci yaklaşımda da varolan baskınlık ile paralellik göstermektedir. Mimari projeler dünya üzerinde varolmanın devamı için insan kapasitesine olan inancı yansıtmaktadırlar. Rasyonalist / teknisist ve ilkelci/arkaik yaklaşımlar dünyayı yeniden tamir ve işletimi ön plana alan tutku tarafından yönlendirilmektedirler. Bu tutku, hayatta kalmak için gidilecek yolun boşluklarla dolu olmadığına dair istekli bir düşünce tarafından desteklenir. Kendi kendine yetebilen binalardan kültürel farklılığı ön plana alan çalışmalara kadar, yeşil mimarlık insanı her şeyin merkezinde tutar. Bu bağlamda günümüz çevreye duyarlı mimarlık ürünleri, çevreyi koruma amacından ziyade insanoğlunun dünya üzerinde uzun süreli ikameti için duyulan arzuyu yansıtmaktadır.
 
 
RESİMLER
1. Odum’un termostatın çalışma prensibini ve geribeslemesini gösteren diagramı.
(Kaynak: Odum, 1971)
2. Handler’in tasarım altsistemlerini gösteren diagramı.
(Kaynak: A. Benjamin Handler, 1970)
3. Fuller’ın “vektörel denge”sinin kürelerin yakından paketlenmesinden çıkışını gösteren diagram.
(Kaynak: R. Buckminster Fuller, E.J. Applewhite, 1975)
4a, 4b, 4c. Paul Londe, Klimatron, Missouri, Amerika, 1959.
5. Buckminster Fuller ve Norman Foster, Klimatrofis, 1971.
6a, 6b, 6c. Buckminster Fuller ve Norman Foster, Montreal Expo Kubbesi, 1967.
7a, 7b. Norman Foster, 30 St Mary Axe, Isviçre RE Merkez Ofisi, 1997-2004.
8. Gökdelen bina çekirdeğini iklimlere göre yerleştirmek.
(Kaynak: Ken Yeang, 1999, Yeşil Gökdelen, Prestel, Münih, Londra ve New York, s.206)
9a, 9b, 9c. Mike Reynolds, 1995, Paketlenmiş Dünya Gemisi. (Kaynak: Reynolds, 1995)
 
 

1 Guy, Simon ve Graham Farmer, 2001, “Sürdürülebilir Mimarlığı Yeniden Yorumlamak: Teknolojinin Yeri”, Journal of Architectural Education, cilt: 54, s.140.


2
 Porteous, Colin, 2002, Yeni Eko-Mimarlık: Modern Hareketten Alternatifler, Spon Press, Londra ve New York, s.x.


3
 Farmer, John, 1999, Yeşil Değişim: Doğal Dünyaya Karşı Mimarlıkta Değişen Yaklaşımlar, 2. baskı, Architectural Press, Oxford, s.206.


4 Porteous, 2002, s.ix.


5
 Farmer, 1999, s.206.


6 Tansley, Arthur, 1993, Frank Benjamin Golley referanslı, Ekolojide Ekosistem Konseptinin Tarihi, Yale University Press, New Haven ve Londra, s.8.
 


7 Golley, 1993, ss.48-94.
 


8 Heylighten, Francis 1997, “Entropi ve Termodinamik Yasalar”, Principia Cybernetica Web, http://pespmc1.vub.ac.be/ENTRTHER.html (İzleme tarihi: Eylül 2005)


9
 Heylighten, 1997.


10 Worster, Donald, 1995, Doğanın Ekonomisi: Ekolojik Fikirlerin Tarihi, Oxford University Press, Oxford, s.362.


11
 Odum, Eugene 1971, Ekolojinin Temelleri, W. B. Saunders Company, Londra, s.37.


12
 Capra, Fritjof, 1983, Dönüm Noktası: Bilim, Toplum, ve Yükselen Kültür, Bantam Books, New York, s.272.


13
 Odum, 1971, ss.33-34.


14
 Odum, 1971, s.34.


15 Margalef, Ramon, 1968, Ekoloji Teorisinde Perspektifler, The University of Chicago Press, Chicago ve Londra, s.21.
 


16 Margalef, ss.16-17.


17 Odum, 1971, ss.22-23.
 


18 Odum, 1971, s.498.


19 Handler, A. Benjamin, 1970, Mimarlıkta Sistemci Yaklaşım, American Elsevier Publishing Company, Inc., New York, s.22.
 


20 Handler, 1970, ss.35-50.
 


21 Handler, 1970, s.36.


22 Fuller, R. Buckminster 1969, Dünya Uzaygemisini İşletme Kılavuzu, Southern Illinois University Press, Carbondale, s.60.
 


23 Buradaki tanımlama çevrimiçi Meriam Webster sözlüğünde bulunmaktadır: http://www.m-w.com


24
 Fuller, R. Buckminster ve E.J. Applewhite, 1975, Sinerjetik: Düşüncenin Geometrisinde Keşifler, Macmillan Publishing, New York, s.3.


25
 Fuller, R. Buckminster, 1969, Ütopya veya Kayıtsızlık, The Overlook Press, New York, s.324.


26
 Fuller, 1975, ss.234-238.
 


27 Fuller, 1969, s.66.
 


28 Fuller, 1969, s.68.
 


29 Fuller, 1975, ss.152-153.
 


30 Fuller, 1969, s.40.


31 Alexander, Christopher 1964, Formun Sentezi Üzerine Notlar, Harvard University Press, Cambridge ve Massachusetts, s.48.


32 Klimatron jeodezik yapısı hakkindaki bilgi aşağıdaki web sayfalarından derlenmiştir:
Lockley, Walt, 2002, “The Climatron”, http://www.waltlockley.com/climatron/climatron.htm (İzleme tarihi: Haziran 2006)
“Missouri Botanik Bahçesini Keşfetmek”, 1996, http://www.slfp.com/Shaws081005.html (İzleme tarihi: Haziran 2006)
“Klimatron”, 2000, http://www.pbs.org/wgbh/buildingbig/wonder/structure/climatron.html (İzleme tarihi: Haziran 2006)


33
 Klimatrofis binası ile ilgili bilgi aşağıdaki web sayfalarından derlenmiştir:
1999, “Pritzker Ödüllü Norman Foster”, http://www.pritzkerprize.com/mediakit99.htm (İzleme tarihi: Haziran 2006) “Kütüphanenin Ciğerleri”, 2006, http://www.metropolismag.com (İzleme tarihi: Mart 2006)


34
 1999, “Pritzker Ödüllü Norman Foster”, http://www.pritzkerprize.com/mediakit99.htm (İzleme tarihi: Haziran 2006) “Expo 67”, 2006, http://en.wikipedia.org/wiki/Montreal_Expo (İzleme tarihi: Haziran 2006)
 


35 “Pritzker Ödüllü Norman Foster”, http://www.pritzkerprize.com/mediakit99.htm (İzleme tarihi: Haziran 2006)


36 Bina ile ilgili bilgi şu kitaptan derlenmiştir: Abbey Ian ve James Heartfield, 2001, Mimarlığı Anti-Makina Çağında Sürdürmek, Londra: Wiley Academy, sf. 206-207.
 


37 “St Mary Axe, İsviçre RE Merkez Ofisi”, http://www.fosterandpartners.com (İzleme tarihi: Haziran 2006)
 


38 Yeang, Ken, 1995, Doğayla Tasarım: Mimari Tasarım için Ekolojik Temeller, McGraw-Hill, New York, s.62.


39 Day, Christopher 2002, Öz ve Yer, Architectural Press, Oxford, ss.12-13.
 


40 Dünya gemileri hakkında bilgi aşağıdaki web sayfasından derlenmiştir: Mike Reynolds, 1995, “Dünya Gemisi”, http://www.greenhomebuilding.com/earthship.htm (İzleme tarihi: Mart 2006)

Bu icerik 16802 defa görüntülenmiştir.