347
MAYIS-HAZİRAN 2009
 
MİMARLIK'TAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA
Tasarıma Kapsayıcı Yaklaşım:
HERKES İÇİN TASARIM

YAYINLAR

MİMARLIK MÜZESİNE DOĞRU ADIM ADIM


İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY


TÜRKÇE ÖZET



KÜNYE
ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ

Yok-Mekânlar* ve Kimliksizlik: Alışveriş Merkezleri Örneğinde Yok-(Çok)-Mekân Olgusu

Tülin Vural Arslan

Dr., Uludağ Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

Küreselleşen dünyada bilgi ve insan hareketliliğinin artması, popüler kültürün beğenilerinin yüceltildiği tüketim odaklı bir yaşam tarzının önem kazanması, zaman, mekân ve bağlam arasındaki ilişkileri etkiliyor. Bu süreçte, bağlamını, içinde bulunduğu çevre ve işlevinden almayan, bunun yerine birbiriyle anlamsal olarak ilişkilendirilemeyen parçaların biraraya gelmesiyle kendi referansını kendisi oluşturan, mekân ve kullanıcı arasındaki ilişkilerin an ve an önceden belirlendiği yeni bir mekân anlayışı ortaya çıkıyor: Auge’nin tanımıyla “yok-mekân”. Bu kavramdan yola çıkan yazar, alışveriş merkezlerinde mekân kimliğinin ve mekânın kullanım senaryosunun kurgulanmasına eleştirel bir yaklaşım getiriyor.

Modern dünyadaki yabancılaşmayı hicveden filmleriyle bilinen yönetmen Jacques Tati’nin Playtime filmi oldukça ilginç bir sahne ile başlar. Filmin ilk sahnelerinde, şeffaf cephelerle dışa açılan, bulunduğu bağlamla ilgili referansların yakalanmasının oldukça zor olduğu uluslararası üslup özelliklerini yansıtan bir bina silueti görülür. Daha sonraki yakın plan çekimlerinde bina içinde dolaşan rahibe kıyafeti giymiş iki bayan dikkati çeker. Yönetmen, film hakkında kafasında bir kurgu oluşturmaya çalışan izleyiciye, ilk başta bu binanın “modern” bir dini yapı, hastane ya da okul olduğu izlenimini verir. Aynı binanın içinde geçen bir sonraki sahnede ise, endişeli bir eşin konuşmalarına tanık olur izleyiciler. Geniş bir bekleme salonunda oturan bir bayan sürekli olarak eşine, ne yapması gerektiği hakkında öneriler sunmakta ve etrafı dikkatlice gözlemlemektedir. Bekleme bölümünün hemen yan tarafında yer alan bölücü panellerle ayrılmış alanı kullanan, hemşire kıyafetine benzer giysiler giymiş görevliler görülünce ve endişeli eşin önerileri dikkate alınınca, buranın hastane olduğuna dair bir izlenim uyanır. Ancak, tam bu sırada aynı mekânı kullanan asker kıyafetli insanlar, daha sonra tekrar geçen rahibeler, filmin bir sonraki sahnesinde görülen öğrenciler ve kalabalık insan topluluğu izleyicinin kafasını tamamen karıştırır. Mekânsal özelliklere bakarak, bu sahnelerin geçtiği binanın işlevi, bulunduğu bağlam ya da zaman hakkında izleyicinin bir yargıya varabilmesi pek mümkün değildir. Şeffaf cepheleri, geniş bir iç mekânda yer alan bölücü panellerle ayrılmış, özelleşmiş iç mekânları, gri yüzeyleri ile bu bina dünyanın herhangi bir yerinde, bugünde ya da gelecekte herhangi bir zaman diliminde, herhangi bir işleve sahip olabilecek bir binadır.

Ibelings, Supermodernism: Architecture in the Age of Globalisation (1) isimli kitabında, mekânsal sınırların ve işlevin belirsiz gibi göründüğü, yansız bir ifadeye sahip olan ve formun en yalın haliyle kullanıldığı mimarlık yaklaşımını “süpermodernizm” olarak tanımlar. Ibelings’e göre (2) küreselleşen dünyadaki bilgi ve insan hareketliliğinin artması, mimarlık ve kent planlamasını etkilemiş, zaman ve mekân arasındaki ilişkileri yeniden düzenlemiştir. Kendi bulunduğu çevrenin ve zamanın özellikleri yerine, referansını kendi iç dinamiklerinden alan, mekânın kullanımının an ve an önceden belirlenmiş olduğu yeni bir mimarlık anlayışı ortaya çıkmıştır. Bu anlayış özellikle küresel sermayenin dünya üzerindeki akışında etkili olan alışveriş merkezleri, temalı tatil köyleri, oteller, havaalanları gibi bina tipolojilerinde kendini göstermektedir. Bu mekânlar genellikle içlerinden geçilen ancak benimsenmeyen, dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir zaman diliminde tasarlanmış bütünler olarak karşımıza çıkarlar. Kendi iç dünyalarında oluşturdukları mekân kimliği sürekli değişkenlik gösterebildiği için, bu mekânlar hakkında zihinlerde anlamlı bir bütün ya da tanımlayıcı bir kimlik oluşturabilmek genellikle pek mümkün olmaz. Sözü geçen mekânlar, her yerde karşılaşılabilecek, bulundukları coğrafi yerler ile sosyal, kültürel ve fiziksel bağları kopmuş mekânlardır; Auge’nin deyimiyle “yok mekânlar”dır. (3) Bu makalede, Auge’nin yok-mekânlar kavramı üzerinden alışveriş merkezlerindeki mimarlık anlayışlarına ve yok-mekânlardaki kimliksizlik olgusuna eleştirel bir yaklaşım getirmek amaçlanmaktadır.

Alışveriş Merkezlerinin Mimarisine Eleştirel Bir Bakış

Alışveriş mekânlarının tarihi, insanoğlunun yerleşik düzene geçtiği ilk yıllara dayansa da, alışveriş merkezi olgusu oldukça yenidir. Alışveriş merkezlerinin ilk örnekleri 1950’lerde Amerika’da ortaya çıkmıştır. İlk alışveriş merkezinin tasarımcısı olan Victor Gruen (4) sağlıklı bir toplumsal yaşam kurulabilmesi için gerekli olan koşullardan birinin, trafik karmaşası, sıkıcı çalışma ortamları, soyutlanmış konut alanları gibi metropol kentlerin kendilerine has sorunlarından uzaklaşarak, insanların sosyal etkileşim içinde bulunabilecekleri yeni mekânlar oluşturulması olduğunu savunmuştur. Gruen’e göre (5), antik Yunan agorası, Ortaçağ pazar alanı ya da kent meydanlarının tarihte yaptıkları görevi günümüzde alışveriş merkezleri üstlenmekte, modern kentin farklı etkinlik alanlarına bölünmesiyle, anlamı boşalan kent merkezlerini, kendi steril iç ortamlarında yeniden oluşturmaktadır. Gruen’in bu düşüncelerle 1950’lerde tasarladığı ilk alışveriş merkezlerinden sonra, dünya üzerinde alışveriş merkezlerinin sayısı hızla artmış, alışveriş merkezleri kentlerin yeni sosyal etkileşim mekânları haline gelmişlerdir. (6)

Alışveriş merkezleri, genellikle kentsel bağlamdan kopuk olarak, kendilerine ait bir bütünlük oluşturan yapılardır. Bu merkezler, Kuzey Amerika kentlerinde daha çok kent dışında konumlanırken, Avrupa ve Türkiye kentlerinde ise kent içi ve dışında konumlanmaktadırlar. Kent dışında konumlanan merkezler, otopark alanlarının oluşturduğu bir taşıt denizinin ortasında yer alan adalar olarak göze çarparlar; kent içinde konumlandıkları durumda da genellikle çevresindeki bağlamdan kopuk taşıt yollarıyla çevrelenmiş tekil birimler olarak kent siluetinde yerlerini alırlar. Her iki durumda da bu merkezler, kendi içine dönük bir yaşamın kurgulandığı, dış dünyanın iklim koşullarından, metropol kentlerin karmaşık ve güvensiz ortamından soyutlanmış yaşamların sunulduğu mekânlardır. Kentsel bağlamdan kopuk olarak tasarlanan bu mekânlar kendi bağlamlarını kendileri yaratırlar. Ancak alışveriş merkezlerinde yaratılan bu bağlam da, kendi içinde bir süreklilik ve tutarlılık göstermez; tüketim eğilimlerinde değişen / farklılaşan yaklaşımlara göre zaman içinde yenilenir / dönüştürülür ve hatta kimi durumlarda yeniden yaratılabilir.

Ibelings’e göre (7) alışveriş merkezleri gibi kendi bağlamını kendisi oluşturan mekânlarda kendinden referanslı bir anlayış sözkonusudur. Mekânın kendi referansını kendisinin oluşturması ise onu bir gösteri mekânı haline dönüşmesine sebep olur. (8) Alışveriş merkezlerinde oluşturulan bu gösteri ortamlarında Baudrillard’ın (9) deyimiyle gerçek estetikleştirilmektedir. Bir başka deyişle, bu mekânlarda bir gerçeklik sanrısı oluşturulmakta, gerçekten daha gerçek gibi görünen yeni bir gerçeklik yaratılmaktadır. Örneğin, kent dışı alışveriş merkezleri bir yandan kent merkezlerindeki geleneksel alışveriş dokusuna birer alternatif oluşturup onları yokederken, diğer yandan kendi içlerinde bu dokuya benzer mekânlar kurgulamaktadırlar. Bununla birlikte, bu alışveriş merkezlerinin içinde oluşturulmaya çalışılan her türlü güvenliğin, iklimsel konfor koşullarının sağlanmış olduğu, bir kent mekânı gerçekte tarihin hiçbir döneminde bu kurgu atmosferlerdeki gibi steril bir şekilde varolmamıştır.

Bütün bu gösteri ortamı içinde neyin gerçek, neyin sahte olduğunu anlamak neredeyse imkânsızdır. Yaratılan bu yeni gerçeklik, aslında taklit edilen şeyin kendisinin de özünde barındırmadığı bir durumdur. Baudrillard (10) bu durumu hipergerçeklik olarak nitelendirir ve bu kavramı “bir köken ya da bir gerçeklikten yoksun gerçeğin modeller aracılığıyla türetilmesi” olarak tanımlar. (11) Gerçeklik ve düşsel gerilimine dayanılarak üretilen bu mekânlar Debord’a göre (12) kullanıcılar üzerinde bir çeşit afyon etkisi bırakırlar. Metropol yaşamının ve çalışma hayatının aşırı akılcılaştırılmış ortamından kurtulmak isteyen bireyler için bu gösteri ortamlarında sunulan her türlü olumsuzluktan arındırılmış yeni gerçeklik, gündelik yaşamın sıkıcılıklarını unutturan bir tür rahatlatıcı etkiye sahiptirler. Baudrillard’a göre (13) ise bu gösteri ortamlarının görevi insanları baştan çıkartmaktır. Ritzer ise bu durumu “büyüsü bozulmuş dünyayı yeniden büyülemek” olarak niteler. (Resim 1, 2)

Ritzer, bu yeniden büyüleme sürecinde önemli bir noktaya dikkate çeker. (14) Afyon olarak sunulan bu büyüleme mekânlarının ardında da gündelik hayatın organizasyonuna benzer bir akılcılaştırma vardır. Çünkü bu mekânlarda kurgulanan yeni gerçeklik ile yaratılan büyülü ortamların devamlılığının sağlanabilmesi, mekânın an ve an kontrol edilmesiyle mümkün olmaktadır. Mekânların içinde kendiliğindenliğe, tesadüfiliğe yer yoktur. Mekânın nasıl kullanılacağı, kullanıcıların nasıl cezbedileceği, hangi durumlarda nasıl davranacakları her şey öngörülür. Bu bağlamıyla değerlendirildiğinde alışveriş merkezlerinin kendileri, sundukları büyülü dünyaların arkasında birer satış makinesi barındırmaktadırlar. (15)

Asıl hedefi daha çok tüketime yönlendirmek olan bu satış makineleri ister alışveriş merkezi, ister temalı tatil köyü türünde olsun, dünyanın her yerinde karşımıza çıkabilmektedir. Bu mekânların içine girildiğinde dünyanın neresinde olunduğunun ya da hangi zaman diliminde olunduğunun anlaşılabilmesi pek de mümkün değildir. Dünyanın farklı yerlerinde ve farklı zaman dilimlerinde hep birbirine benzer biçimde ortaya çıkan, kentsel bağlamın dışında kendi bağlamını hem mimari ifadesiyle, hem de kendine ait kurallar bütünüyle oluşturan bu mekânları Auge (16) “yok-mekân” (non-lieu) olarak tanımlar.

“Yok-Mekân” Kavramının Alışveriş Merkezleri Bağlamında Değerlendirilmesi

Auge, günümüz mimarisine yeni eklenen birçok yapı tipolojisinin yok-mekân olgusu ile karakterize edildiğini belirtmektedir. (17) Geçmişten geleceğe, bulunduğu coğrafyanın sahip olduğu kültürel, sosyal ve fiziksel koşulları ile bir ilişki kurmayan bu mekânları Ritzer (18) anlamları boşaltılmış birer bütünlük olarak nitelendirmektedir. Auge mekânın anlamlandırılabilmesi için mekânla kurulan üç tür bağdan sözeder (19): Bir “yer”, kişiler ve toplum tarafından kimlikleyeci / özdeşleyici, ilişkisel ve tarihsel olarak tanımlanabilirse “mekân” olarak benimsenecektir; aksi takdirde bireylerin ve toplumların “mekân”la ortak bir bağ kurmasına imkân sağlayacak kimliksel, ilişkisel ve tarihsel bir bağ ve yaşanmışlık mevcut değilse, bu mekânlar “yok-mekân”lar olarak algılanacaktır. (20) Mekânla kurulan ilişkinin ana unsurlarından biri olarak tanımlanan “kimliksel bağ”, bireyin kendi geçmişi ve gelişimiyle birlikte bir mekânla kurmuş olduğu bağdır. Bir diğer unsur olan “ilişkisel bağ”, birey ve çevresindekilerin geliştirdikleri ortak kültür ve ritüeller aracılığıyla bir mekânla kurdukları bağdır. “Tarihsel bağ” olarak tanımlanan ise, bireyin ve çevresindekilerin mensup oldukları ortak kültürün geçmişten geleceğe sürekliliği içinde mekânla kurulan ilişkidir. (21)

Bu bağlamda değerlendirildiğinde alışveriş merkezleri yok-mekânlardır. Bu mekânların kendine has iç dinamikleri, bireyin mekânla kimlikleyici / özdeşleyici bir bağ kurmasını mümkün kılmaz. Alışveriş merkezlerinde mekânla kurulan ilişki, diğer yok mekânlarda olduğu üzere yazılı olan ve olmayan kurallarla belirlenmiş karşılıklı bir sözleşmeye dayanır. (22) Mekânın nasıl kullanılacağının, tüketicinin nasıl etkileneceğinin önceden belirli olması, mekân içinde tesadüfîliklere ya da bireylerin kendileriyle özdeşlik kurmalarına engel olur. Alışveriş merkezlerinde, bireyin mekânla kuracağı ilişki kurgusunun önemli unsurları olarak tüketicilerin tüketim konsantrasyonlarını kaybetmeden ne kadar mesafe yürüyebilecekleri, mekânın kullanım potansiyelini arttırmak için düşey dolaşım elemanlarının nerede konumlandırılacağı, tüketicileri cezbedecek bir mekân kimliğinin nasıl oluşturulacağı gibi detaylar titizlikle planlanmıştır. (23)

Alışveriş merkezlerinde bireylerin yalnızca mekânla değil, birbirileriyle kuracakları ilişki formları da çoğu zaman önceden belirlenmiştir. Toplumun McDonaldlaştırılması (24), kitabında bu konuyu ele alan Ritzer, bu durumu örneklemek için, fast-food zincirlerindeki restoranlarda müşterilerle kurulacak diyaloglarda kullanılacak cümlelerin bile standart hale getirilmesinin, diğer alışveriş birimlerinde de benzer bir anlayışla karşımıza çıktığını belirtir. Bu örneklerde, görevliler çok zorunlu olmadıkça bu diyalogların dışına çıkıp insani bir ilişki geliştirmezler. Ritzer (25) alışveriş merkezlerinin kendi iç dinamiklerine göre hareket eden bu görevlileri de Auge’den referans alarak yok-insanlar olarak tanımlamaktadırlar. Ayrıca, alışveriş merkezlerinde kurallarla belirlenmiş düzeni bozacağı düşünülen, gençlerin ya da marjinal grupların bu merkezlerde bulunmaları da talep edilmez. (26)

Alışveriş merkezlerinin kendine has dinamikleri ve yazılı olan ya da olmayan kurallarla güvence altına alınmış bu ortam, birçok kontrol mekanizması tarafından sürekli denetlenir. (Resim 3, 4) Bu denetlemenin bilinmesi bireyin bir yandan mekânı kişiselleştirmesine engel olurken, öte yandan da bireyi diğerleriyle eşit hale getirir. Böylelikle birey, önceden kuralları belirlenmiş, hatta kendisine neyi beğeneceği, nasıl eğleneceğinin kurgulandığı önüne bir paket halinde hazır olarak sunulmuş olan bu mekânlarda Auge’nin (27) deyimiyle “kimliksizleşmenin yarattığı pasif sevinç” ve “rol yapmanın etkin hazzı”nı yaşar.

Alışveriş merkezlerinde yalnızca kimlikleyici / özdeşleyici bir bağ değil, toplumsal bir bağ kurmak da oldukça zordur. Dünyanın farklı kültürlerinde mekânsal organizasyon, mimari ifade ve kullanım pratiği açısından benzer anlayışlarda ortaya çıkan bu mekânlarda belirli bir kültüre has ortak ritüeller ya da davranış biçimleri oluşturabilmek neredeyse imkânsızdır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, Türkiye’nin bir metropol kentindeki alışveriş merkezinin kullanım pratiği ve mimari ifadesiyle, herhangi bir Avrupa metropolündeki alışveriş merkezinin kullanım pratiği ve mimari ifadesi arasında kültürel farklılıklara dayalı ayrımları görebilmek mümkün değildir. Alışveriş merkezlerinde kültürel farklılıklara göre bu ayrımlar ancak, Noel, Ramazan gibi dini bayramlar, sevgililer günü, anneler günü gibi özel günlerde bir gösteri olarak oluşturulmaya çalışılır. Ancak oluşturulan bu gösterilerde kullanılan naif imgeler, bunların alışveriş merkezinin şimdiki zamanı içinde yalnızca anlamı boşaltılmış birer sahne dekoru olarak varlıklarını hissettirir. (Resim 5, 6) Dolayısıyla, bu mekânlarda toplumsal olarak kendine has bir ritüelin ve yaşanmışlığın oluşturulamaması, bu mekânlarla yeni bir toplumsal bağ kurmasına imkân tanımaz. Bu mekânlarda kurulabilecek yeni bir toplumsal bağ, olsa olsa tüketim toplumunun evrensel olarak dayattığı tüketime dayalı bir yaşam algısı olacaktır.

Alışveriş merkezlerinde tarihsel bir bağdan sözedebilmek de pek mümkün değildir. Auge’ye (28) göre bir mekânın anlamlandırılmasında o mekânla kurulan tarihsel bağ önemli bir unsurdur. Mekân tarih içinde evrimleşir ve kendi tarihini kendisi oluşturur. Oysa ki yok-mekânlar olan alışveriş merkezleri için böyle bir tarihsellikten sözedebilmek pek mümkün değildir. (29) Tüketim toplumunun değişen trendlerine göre sürekli olarak yenilenen alışveriş merkezleri, tüketim döngüsünde istenilen verimi sağlayamadığı zaman, tamamen ya da kısmen ortadan kaldırılarak ya da değiştirilerek yenilenmektedirler. Dolayısıyla, Auge’nin mekânla kurulması gerektiğini belirttiği uzun bir sürece dayanan ortak yaşanmışlıklar oluşturulabilmesine imkân tanıyan tarihsel ilişkinin, alışveriş merkezlerinin bu değişken ve kimi zaman da kısa ömürlü yapısı içinde oluşturulabilmesi mümkün değildir.

TARTIŞMA

Yok-mekânlar, ister alışveriş merkezleri, ister temalı tatil köyleri tezahüründe olsun, içinde yaşadığımız çağın mimari bir gerçekliğidir. Yok-mekânlar içinden geçilen, deneyimlenen, ancak benimsenmeyen; mekânı organize eden kişilerin belirlediği yazılı ve yazılı olmayan kurallara uyulan, ancak ziyaretçilerin kendi kişisel kimliklerini tarifleyecek, orada yaşayanlar tarafından bilinen o yere özgü olan yaşanmışlık ve ritüellerin oluşmadığı mekânlardır. Bu mekânlar tüketim toplumunu en temel gereksinimi olan tüketim etkinliğinin yüceltilmesi amacıyla kurgulanır, kullanılır ve işlerliğini yitirdiği zaman değiştirilir ya da tamamen ortadan kaldırılırlar. Dolayısıyla kentsel bellek ve yok-mekânlar arasında geçmişten geleceğe sürekli bir ilişki kurabilmek neredeyse olanaksızdır.

Yok-mekânların kurgu ortamlarında oluşturulan seyirlik gösteriler, bu mekânların kullanıcılarına yeni bir gerçeklik olarak sunulmuştur. Bu yeni gerçeklik Debord (30) ve Baudrillard’ın (31) da belirttiği üzere, her anı rasyonel bir şekilde planlanmış olan gündelik hayatın içinde bunalan bireyleri uyuşturacak bir afyon olarak sunulur. Bu cezbetme / baştan çıkartma mekanizması etkisini kaybettikçe yerini yeni gösteriler alır. Kendi bağlamından, tarihsel ve ilişkisel niteliğinden bağımsız olarak oluşturulan gösteri mekânlarında özgün bir kimlikten sözedebilmek mümkün değildir. Dolayısıyla, anlamını sosyal, kültürel ve coğrafi koşullardan ya da tarihsel yaşanmışlıklardan almamanın getirdiği kimliksizlik, beraberinde sonsuz miktarda üretilebilecek çoklu bir kimliğe sahip olma durumunu getirmektedir. Tüketim toplumunun değişen beklentileri ile şekillenen bu çoklu kimliğe sahip olma durumu ise, mimari ürünün kendisini kullanılıp, modası geçince atılan bir tüketim ürününe dönüştürmektedir.

 

NOTLAR

Auge’nin non-lieu olarak isimlendirdiği bu kavram, Türkçeye Auge’nin (1997) Non-lieu kitabının çevirmeni olan Ilgaz tarafından “yer-olmayan”, Tanyeli tarafından ise “yok-mekân” olarak farklı şekillerde çevrilmiştir. Bu çalışmada Tanyeli’nin Türkçeye çevirisi olan “yok-mekân” (2004) kavramı kullanılacaktır. Çalışmanın içeriği dikkate alındığında, mekân kimliği ve mekânla kurulan ilişkiler bütünü değerlendirileceği için, daha muğlak bir anlam içeren ve Türkçede daha çok bir lokasyon belirtme amacıyla kullanılan “yer” kavramı yerine “mekân” kavramının kullanılması uygun görülmüştür.

1. Ibelings, 2002.

2. Ibelings, 2002; 64.

3. Auge, 1997; Tanyeli, 2004

4. Gruen, 1960.

5. Gruen, 1960; 24.

6. Vural, 2005.

7. Ibelings, 2002; 88.

8. Debord, 1996.

9. Baudrillard, 1998.

10. Baudrillard, 1998; 11.

11. Baudrillard, 1998; 13.

12. Debord, 1996.

13. Baudrillard, 1997.

14. Ritzer, 2000.

15. Kowinski, 1985; 61.

16. Auge, 1997.

17. Ritzer vd, 2005; 305.

18. Ritzer vd. 2005; 18.

19. Auge, 1997; 59.

20. Auge, 1997; 85.

21. Auge, 1997; 59, 85.

22. Auge, 1997; 110.

23. Beddington, 1991; Goss, 1993; Vural, 2005; Ritzer, 2000.

24. Ritzer, 1998; 130.

25. Ritzer vd. 2005; 304.

26. Mathews vd. 2000.

27. Auge, 1997; 111.

28. Auge, 1997; 110.

29. Tanyeli, 2004; 74.

30. Debord, 1996.

31. Baudrillard, 1998.

KAYNAKÇA

Auge, M. 1997, Yer-olmayanlar: Üstmodernliğin Antropolojisine Giriş, Çev. T.Ilgaz (1992), Kesit Yayıncılık, İstanbul.

 

Baudrillard, J. 1997, Tüketim Toplumu, Çev. H.Deliçaylı (1970), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Baudrillard, J. 1998, Simülakrlar ve Simulasyon, Çev. O.Adanır (1985), Dokuz Eylül Yayınları, İzmir.

Beddington, N. 1991, Shopping Centers: Retail Development, Design and Management, Butterworth Architecture, Oxford.

Debord, G. 1996, Gösteri Toplumu, Çev. A.Ekmekçi ve O.Taşkent (1992), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Goss, J. 1993, “The Magic of the Mall: An Analysis of Form, Function and Meaning in the Contemporary Retail Environment”, Annals of Association of American Geographers, no:1, ss.118-47.

Gruen, V. ve L. Smith, 1960, Shopping Towns USA, Reinhold Publishing Corporation, New York.

Ibelings, H. 2002, Supermodernism: Architecture in the Age of Globalisation, NAI Publishers, Rotterdam.

Kowinski, W.S. 1985, The Malling Of America: An Inside Look At The Great Consumer Paradise, W. Morrow, New York.

Matthews, H. vd. 2000, “The Unacceptable Flaneur: The Shopping Mall as a Teenage Hangout”, Childhood: A Global Journal of Child Research, cilt:7, no:3, ss.279-294

Ritzer, G. 1998, Toplumun McDonaldlaştırılması, Çev. Ş.Kaya (1995), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Ritzer, G. 2000, Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek, Çev. Ş.Kaya (1999) Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Ritzer , G., M. Rayn, J. Stepnisky, 2005, “Transformations in Consumer Settings”, Inside Consumption,  Ed. S. Ratneshwar, D.G. Mick, Rotledge, Londra, ss. 292-309.

Tanyeli, U. 2004, “Kitle Turizmi ve ‘Yok-Mekân’ Mimarlığı”, Arredamento Mimarlık, no:171, ss.74-77.

Vural, T. 2005, Değişen Üretim-Tüketim İlişkileri Bağlamında Alışveriş Merkezlerinin Anlamsal ve Mekânsal Dönüşümüne Eleştirel Bir Bakış, yayımlanmamış doktora tezi, İTÜ, İstanbul.

Bu icerik 15705 defa görüntülenmiştir.