319
EYLÜL-EKİM 2004
 
MİMARLIK'TAN

UIA 2005 İSTANBUL’A DOĞRU

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA: Mesleğe İlişkin Son Dönemdeki Yasal Düzenlemeler Neler Öngörüyor?

  • PORRO
    Gürhan Tümer

    Prof.Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü, Yayın Komitesi Üyesi



KÜNYE
DOSYA: Mesleğe İlişkin Son Dönemdeki Yasal Düzenlemeler Neler Öngörüyor?

Yeni Koruma Yasası da Korumada “Yalnız” ve “Zayıf” Kalacak...

Oktay Ekinci

Y.Mimar, Mimarlar Odası Genel Başkanı

Türkiye’yi diğer ülkelerden ayıran en temel özelliğinin “kültür ve uygarlık tarihindeki” binyıllara uzanan birikimler olduğunu artık herkes söylüyor. O kadar ki konuyla doğrudan ilgili görünmeyen hemen tüm uluslararası buluşmalarda bile ülkemizi temsil edenler söze önce “tarihimizden” başlıyorlar ve Anadolu uygarlıklarının zenginliğini kendilerine en önemli dayanak yapıyorlar…

Geçmişe karşı bu ilginin, genel hukuk düzenimiz içindeki “tek” yasası olan “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu” ise öteden beri hep “yalnızlıkla” başbaşa… Çünkü genel siyaset, tarihle övünmeyi seviyor, ama iş korumaya gelince aynı ilginin yerini aymazlık ve hatta “korumama” yönündeki davranışlar alıyor. Kuşkusuz bunun nedenleri arasında, korumanın aynı zamanda imar rantlarını arttırma özlemleriyle çelişen yanı başta gelse bile, en “muhafazakar” kesimlerin de tarihsel dokuların yıkılarak apartmanlaştırılması yönündeki özlemleri, siyasetimizdeki “uygarlık bilinci yoksunluğunun” temel göstergesi…

Böyle olunca, aynı siyasetin “yasama” sürecinde koruma hukuku hep “geçiştirilen”ler arasında yer alıyor. Geçmişe ait zenginliklerimizle doğal değerlerimiz üzerinde doğrudan ya da dolaylı etkileri olan sayısız uygulama alanında bu değerleri de gözetme gerekliliği akla bile gelmezken, aynı bağlantıları içeren diğer yasalarda da bu sorumluluk adeta “yok” kabul ediliyor…

“İmar” ve “Koruma” Çatışması

Örneğin, ülkenin “imarını” düzenleyen, yani tarihsel ve doğal çevrenin fiziksel müdahalelerle değişimini de yaratan yapılaşmanın temel kurallarını belirleyen İmar Yasası bile koruma konusunu tümüyle bu yalnız yasaya terk etmiş. Hatta, aslında “eş amaçlı” olmaları gereken iki yasada öylesine karşıtlıklar var ki, korumadan çıkarları zedelenen ve bundan “kurtulmak” isteyenler dört elle İmar Yasası’nın kurallarına sarılıp, ondan alabildiğine yararlanırlarken,”imarın tahribat yaratmaması” için önlem almak isteyenler de Koruma Yasası’nın maddeleri arasında çare arıyorlar. Böylesine karşıt niyetli tutumlara dayanak oluşturan iki yasa ise ne olması gerektiği gibi bir imar sürecine, ne de olması gerektiği gibi bir koruma hedefine hizmet edebiliyor.

Benzer karşıtlıklar, benzer amaçlar doğrultusunda Turizmi Teşvik Yasası, Orman Yasası, sanayileşmeyi teşvik yasaları hatta Çevre Yasası ile Koruma Yasası arasında da yıllardır süregeliyor…

“İmarsız Korumaya” Devam…

Şimdi, işte böylesi bir “yalnızlık” içinde, uygarlık ülkesi Türkiye’yi diğer tüm ülkelerden farklı kılan zenginliklerini korumaya çalışan 2863 sayılı Yasa’da değişiklikler yapıldı. Tam adıyla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’na yeni düzenlemeler getiren “5226 Sayılı Kanun” artık yürürlükte. Buna karşın İmar Kanunu ise yine aynı kanun, ötekiler de… Yani bir anlamda “imarsız korumaya” devam ediliyor… Böylece, ülkenin genel imar düzeni tarih ve doğadan önce sadece imar rantını çoğaltmayı gözeten anlayışın yararlandığı bir yasal ortamda sürerken, aynı düzen içinde aynı tarih ve doğanın korunabilmesi için de “diğer yasalara karşı tek başına direnmenin” hukuksal aracı yeniden şekillendi…

“Taslak” İken Uyarmıştık

Mimarlar Odası olarak, yeni koruma yasası henüz “tasarı” halindeyken de değerlendirmiş ve “olumlu” gördüğümüz bazı önemli maddelerini Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bildirirken, başka bazı önemli maddelerindeki “çekincelerimizin” de dikkate alınmasını dilemiştik. TBMM’de kabul edilerek Cumhurbaşkanlığı’ndan da onay alan yasada ise olumlu bulduklarımız aynen yürürlüğe girerken, Mimarlar Odası’nca daha önce rapor olarak da sunulan çekincelerimiz hemen hiç “önemsenmedi”. Meclis öncesi süreçte dikkate alınmayan önerilerimiz Parlamento’da da gözardı edildi. Oysa, yasadan beklenen yarar ile karşı çıktığımız maddeler arasında “doğrudan” bir ilişki vardı.

“Öncelikli” ve temel amaç, kültür ve tabiat varlıklarının “korunmasını” sağlayıcı önlem ve olanakları güçlendirmek olduğuna göre, bunu “zayıflatacak” düzenlemelere yönelik eleştirilerimizin de dikkate alınması gerekmez miydi?... Hem de koruma konusunda yıllardır en etkin ve kalıcı çalışmalara imza atan bir meslek kuruluşunun da görüşleri olarak… Dahası, aynı yasaya göre görev yapacak mimarların da üye oldukları bir uzmanlık kurumunun önerileri olarak…

Yasanın ”Yararlı” Yanları

Yasanın başlıca yararlı olabilecek yanlarını aynı raporlardan özetleyerek aktaralım:

1. “Koruma Kurulları”nın güçlendirilmesiyle birlikte yine “Bakanlığa” bağlı kalması. Böylece ulusal ve evrensel miras üzerindeki kimi “yerel çıkar beklentilerinin” süregelen ve olası tahribatlarına karşı yasal önlemin sürdürülmesi…Bu konu, yerel yönetimler ve kamu yönetimi yasalarıyla ilgili tartışmalarda fazlaca speküle edilmiş ve koruma kurullarının “belediyelere” bağlanması önerisi en üst düzey siyasi ağızlarca bile dile getirilebilmişti… Yeni yasa, Tarihi Kentler Birliği’nin bile uygun görmediği böylesi bir gelişmenin önünü kesmiş oldu…

2. “Doğal Sitler”in yaşama kültürü ile iç içe doğal varlıklar olarak aynı yasayla korunmalarının devam etmesi; böylece bu alanların “Çevre ve Orman Bakanlığı’na devri” tartışmalarına son verilmesi... Aslında doğal sit alanlarının, aynı zamanda “insanın da kullandığı ve fakat koruyarak yaşadığı” özgün doğal çevreler olarak tanımlanmasının ihmal edilmiş olmasından kaynaklanan bu tartışmalarda, aynı alanların sadece “tabiat değeri” olarak ele alınması sorun yaratmakta… Yeni yasada söz konusu açıklık yine eksik olsa bile, konuyu sadece bir ve soyut bir “çevre” sorumluluğu olarak görmek isteyen ve “çevreyle uyumlu yaşama kültürü”nü gözardı eden kesimlere karşı da “şimdilik” korumacı misyonunu sürdürmüş oluyor.

3. Bünyelerinde, ilgili uzmanlardan “koruma birimi” kuracak yerel yönetimlere, “tescilli yapılara bakım izni” yetkisinin tanınması; böylece “belediyelere koruma sorumluluğu” da verilerek bu birimlerin teşvik edilmesi…Yine Tarihi Kentler Birliği ile de yoğunlaşan ve yerel yönetimlerin de kentlerindeki kültürel-doğal miras üzerinde “yasal yükümlü” olmalarının gereğini öne çıkartan değerlendirmelerde, bunun yerine getirilebilmesi için belediyelerde bilimsel ve teknik alt yapının oluşturulması herkesin ortak düşüncesiydi. Yeni yasa, buna “sınırlı” da olsa yanıt veren bir yaklaşım sergiliyor…

4. Kültürel mirasın korunması için yeni “mali olanakların” ve desteklerin sağlanması; kesin yapı yasağı bulunan özel mülklerle imara uygun hazine arazisi takasının kolaylaştırılması… Bu olanak daha önce “yönetmelikle” düzenlenmişti ve özellikle Maliye Bakanlığı’nın takas için hazine arazisi ayırmasındaki tıkanıklıklar nedeniyle de yaşama geçemiyordu… Şimdi, üzerinde kesin yapı ve kullanım yasağı getirilen koruma alanlarındaki özel mülk sahiplerine hazine arazisi verilmesi yasal kurallar içinde de yer almış olduğundan, aynı tıkanıklığın aşılabilmesine olanak sağlanıyor…

5. Özellikle Ankara’daki Mimarlar Odası yetkililerinin TBMM’de yaptıkları girişimler sonucunda; tarihsel yapı ve dokularla ilgili hizmetlerin “ihale” ve “yapı denetim” yasaları dışında tutularak, bunlara ait kurallarla yaratılan “özensiz uygulamalara” karşı da önlem alınması... Ülkemizdeki özellikle kamu mülkü eski eserlerde sayısız örnek oluşturan “restorasyon yoluyla tahribat”ların önemli nedenleri arasındaki “ihale mevzuatına bağlı yüklenici seçimi”, bu sayede artık olamayacak. Benzer şekilde, tarihi yapıların özgün strüktürlerini sürdürmeyi engelleyen “betonarme kültürüne bağımlı yapı denetimi” kuralları da devre dışında kalacak…

İşte bu gibi “yararlı” gelişmelerin önünü de açmak yerine, yeni yasadan beklenen olumlu süreci “tersine etkileyecek” düzenlemeler arasındaki “en vahim” olanlarına gelince…

SİT’lere “Siyasal” Önlem!

Bunların başında, “SİT kararlarıyla ilgili Yüksek Kurul yetkisi” geliyor. Yeni yasaya göre, imar planlarında onay hakları bulunan kurumlar (Belediyeler, Valilikler, kimi Bakanlıklar ve hatta son olarak TOKİ...) SİT’lerdeki koruma planlarına ya da sınır belirlemelerine ait Koruma Bölge Kurulları kararları için “Yüksek Kurula itiraz” edebilecekler ve bu kurulun kararı kesin olacak…

Böyle bir hükmün, Koruma Bölge Kurulları’nın ulus ve bilim adına üstlendikleri “saygınlıklarını” zedeleyeceği gibi, önemli oranda “bürokratların” yer aldığı Yüksek Kurul’u da “iş bitirilen siyasi organ” imajıyla yıpratacağını belirtmiştik. Yüksek Kurul’un yine “tavsiye kararı” alması ve son yetkinin de bölge kurullarında kalmasının ise “amacı sağlamaya” yeteceği yönündeki görüşümüz, kabul edilmedi…

Şimdi, bölge kurullarından “bekledikleri ödünü” alamayanlar, amaçlarına “Ankara’dan” ulaşmanın tahmin edilebilecek siyasi ilişkileri içine girecekler… Yüksek Kurul da bir bölge kurulunun almış olduğu SİT kararını “bozması” durumunda, gerekçesi yerinde bile olsa aynı siyasi ilişkilerin yarattığı ortam içinde bilimsel saygınlığını yitirecek…

Mimarlık Koruma Dışında

Diğer bir çekincemiz de özellikle “mimarlık mirasının” yoğun olarak bulunduğu ve “bu nedenle” gözetilmeleri için ilan edilen “Kentsel SİT”lerdeki koruma planlamasında, konunun ve uzmanlığın “doğası” gereğince öncelikle “mimarların” yetki ve eşgüdümündeki ekiplere sorumluluk verilmesi yerine sadece “şehir plancılarının müellif olmaları” kuralıydı.

Bu itirazımız da gözetilmedi. Eğitim programlarında “mimarlık tarihi”, “mimarlık kültürü”, “geleneksel mimari”, “mimari restorasyon” vb. gibi doğrudan bu alanı içeren konular bulunmayan plancılar, aynı değerlerin nasıl, hangi kurallarla ve ne gibi önlemlerle yaşatılıp korunacaklarından “tek başlarına sorumlu” kılındılar…Koruma amaçlı planlarda, “korunan dokunun özelliği” yerine, sadece “plan” sözcüğüne ve kavramına bağlı geliştirilen sığ ve içeriksiz bir düşünce tarzı sonucunda “plancıların müellif” sayılması, herhalde sadece yine Türkiye’ye özgü bir durum…

Korumada plancılara tanınan “mimariyi belirleme” yetkileri, aslında bu konuda ülkemizde dayatılan “genel yanlışın” bir ürünü. Kent planlaması ile mimarlık arasında, başka hemen hiçbir ülkede rastlanmayacak düzeydeki “ayrışma”, eğitimdeki kopukluklar ve uygulamadaki örneklerden sonra şimdi de Koruma Yasasına “aynı aymazlıkta” aktarılmış oldu. Oysa, hiç değilse “tarihsel kent dokuları ve mimarlık mirası” açısından bunun kabul edilemeyeceğini “kültürden” sorumlu bir Bakanlık da savunmalı ve kendi yasasında aynı yanlışı yapmamalıydı… Binyıllara uzanan uygarlık tarihi ile mimarlık tarihi özdeş bir ülkenin koruma yasasında “mimarlığın” bu denli dışlanması, ne TBMM’yi ilgilendirdi, ne de Çankaya’yı…

Yeni yasanın diğer sakıncalı bulduğumuz yönleri, Mimarlar Odası’nın son taslaklar üzerindeki değerlendirmelerinde ve Cumhurbaşkanlığı’na da sunulan “itiraz raporlarımızda” ayrıntılarıyla yer alıyor. Galiba bundan sonra yapılması gereken ise yeni yasayla başlayan uygulamalarda hemen açığa çıkabilecek sorunları belgelemek ve aynı belgelerle yine bu maddelere yönelik yargı sürecini başlatmak…

Bu icerik 1374 defa görüntülenmiştir.