385
EYLÜL-EKİM 2015
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK EĞİTİMİ

“Genius Loci” Kavramı ve Mimarlık Eğitiminde Doğal ve Yapılı Çevre İlişkisi

Kezban Ayça Alangoya, Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi, Mimarlık Bölümü; Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

Bir zamanlar “yer”le ilişkisini sürdüren kentler günümüzde kapalı fanuslarda bağlamla, yerle ilişki kurmadan yükselen yüzeylere dönüşüyor. Mekân ile yerin organik bağı ve bu ikisinin etkileşiminden ortaya çıkan “yerin ruhu” kavramına ilişkin farkındalığın mimarlık eğitimiyle kazandırılabileceğini belirten yazar, mekânların ruhunu hisseden mimar adaylarının tasarımlarında bağlamla ilişkili mekânlar deneyimlemek için daha çok çaba göstereceğini söylüyor.

DOĞA-YAPI İLİŞKİSİNİN TARİHSEL SÜRECİ VE NORBERG-SCHULZ ÖĞRETİSİ

İnsanın doğaya bağımlılığı çağlar evvel fark edilmiş ve bilim, sanat, felsefe dünyasının ileri gelenleri tarafından ifade edilmiştir. Mimarlık alanında yaratıcı düşüncelerin, biçemlerin, yapım tekniklerinin geliştirilmesinde ana ilham kaynağı olmuş doğa, gökyüzüne uzanan ve gün ışığını sızdıran ağaçlardan ilham alınarak kurgulandığı düşünülen Gotik mekânlarda maddi ve manevi anlamda görünürlük kazanmıştır. Barok bahçelerde yabanıl doğanın evcil doğaya kademeli geçişi konu edilmiş, saray yapısı yabanıl doğanın karşıt kutbunu oluşturmuştur. M. A. Laugier’in “ilk kulübe” üzerinden strüktürel temellere oturttuğu doğa-yapı ilişkisini G. Semper medeniyetlerce kentten objeye farklı ölçeklerde yaratılmış ürünlere esnetir, mekânsal etkiler ve zanaatsal özellikleri ait oldukları doğal ortamlarla ilişkilendirir. 20. yüzyılın ortasından itibaren doğa-insan-yapı ilişkisinin kesintiye uğradığını gözlemleriz. J. Jacobs’un belirttiği gibi uluslararası stilde inşa edilmiş modern yerleşkelerin geometrik şemalarında niceliksel büyüklüklere indirgenmiş doğal alanlar atıl ve güvenliksiz rekreasyon alanlarına dönüşür. Öyle ki A. H. Mitscherlich kaynağını bilmediği maddelerin (benzin / su / yakıt) tükenmeyeceğini sanarak yaşayan doğadan kopuk modern kent sakinini, sütünü emdiği annesiyle henüz farkındalıklı ilişki kurmamış bebeğin bilinç statüsüne yerleştirir. Modern kentlerde çekilen yön bulma zorluğu K. Lynch’in doğadan esinlenerek kent imajını güçlendiren ögeler belirlemesine yol açacaktır. Doğa-insan-yapı ilişkisini kuvvetlendirmek amacıyla mimarlık eğitimi peyzaj mimarlığı eğitimiyle desteklenecek, C. W. Alexander’ın önerisiyle kamusal alanlar insan ölçeğinin gözetildiği pozitif açık alanlara dönüştürülecek, kent dokusu ağaçlandırılmış iç avlularla canlandırılacaktır.

Uluslararası stilin planlama ilkelerine getirilen eleştiri ve öneriler dikkate alındığında doğa-insan-yapı ilişkisine Norberg-Schulz’un öğretisindeki kadar kapsamlı vurgu yapılmış bir çalışmaya rastlamayız. Algının yüzeyselleştiği doğayla bağlantısı kopuk modern kent mekânlarına seçenek getirmeyi amaçlayan Norberg-Schulz, karakteristik mekân özellikleri içeren doğal ve yapılı çevrelerde antik Roma kavramı “genius loci”nin (yerin ruhu) izini sürer. Öğretisinin merkezine yerleştirdiği kavram, M. Heidegger’in varoluş felsefesinden esinlenen Norberg-Schulz’un erken modernizmin mekânlarını duyusal / duygusal / varoluşsal bağlamlarda eleştirmesine olanak sunar.(1) Norberg-Schulz’a göre beş temel olguyu (fiziksel ögeler içermek / doğa kuvvetlerinin / ışığın / zamanın etkisi altında bulunmak / karakteristik özellikler taşımak) paylaşan doğal ve yapılı mekânlar strüktürel ve varoluşsal olarak benzeşirler. Fiziksel ögelerinin biçimleri (iç / dış, alt / üst, ağır / hafif) doğal ve yapılmış “yerler”e kendilerine has bir ruh kazandırır. Özümsedikleri doğal çevrelerinin ruhunu yapılı ortamlarına yansıtabilmiş “yer”lilerin yerleşkeleri de bir ruh barındırırlar. Öyle ki Norberg-Schulz “antik Romalı gözlerin gördüğü ve bedenlerin gezindiği doğal ortamın” ruhunu bina ölçeğine değin sürer. Doğal ve yapılı ortamların etkileşimleriyle aidiyet olgusunu konu edinen öğreti okuyucuya mimari mekânın derin arkaplanını duyumsatır.(2)

NORBERG-SCHULZ ÖĞRETİSİNİN GÜNCEL MİMARLIK ORTAMINDAKİ ÖNEMİ

21. yüzyılın güncel mimarlık ortamındaki arayışlara temel oluşturabilecek bir içeriğe sahip olduğu düşünülen Norberg-Schulz öğretisinden ilham alınmış bu makalede doğal ve yapılı çevremizle yeniden farkındalıklı ilişkiler kurmamız gereği vurgulanmaktadır. Doğal ve yapılı yaşam çevreleriyle ilişkiler kurmak başarılı mekân tasarımlarının öncül parametresi olmasına rağmen özellikle artan nüfusu barındırmak için tasarlanan güncel yerleşkelerde önemini yitirmiş görünmektedir. Çevresel verilerden ilham almak yerine soyut geometrilere dayanarak

kurgulanan, fiziksel ve sosyal açıdan içe kapalı konut siteleri modernist yerleşkelerin problemlerini gündelik yaşamımıza ve güncel mimarlık ortamımıza yeniden taşımaktadır. Kentlerimizde doğanın olgusal ve anlamsal yitiminin önüne geçilebildiğini belirtmek zor da olsa güncel sanat ve mimarlık ortamında umut veren arayışlar dikkat çekmektedir.(3) Çağdaş postmodernizme içkin çok kodluluk olgusunu inceleyebileceğimiz P. Eisenmann’ın Galicia Kültür Kenti (1999-2011) yapısı Norberg-Schulz’un “çevresel düzlemler” kavramı üzerinden değindiği doğa-yerleşke-bina ilişkilerinin artan önemine işaret eder. (Resim 1, 2) Doğal ve yapılı çevresinin mekânsal karakteristiklerini bünyesinde bütünleştiren yapı mimarlığın yeni zemini olarak tanımlanan bir “landform building” örneğidir. Hareketin temsilcilerinin Norberg-Schulz’un odaklandığı mekânın atmosferi, yapıların yeryüzü / gökyüzü ile ilişki kuran yatay / düşey uzamları, doğal dinamikleri bina ölçeğinde karşılık bulması gibi konuları felsefelerinin merkezine almaları, öğretinin güncel mimarlık ortamını ve tasarım eğitimini canlandıracak nitelikler içerdiğini kanıtlar. (Resim 3, 4)

Genius Loci’nin deneyimlenmesi tüm duyuların bütünleştiği fenomenolojik bir deneyimdir.(4) Mimarlık eğitimcisi J. Pallasmaa’ya göre mekânın fenomenolojisi dünyayı dokular / renkler / kokular / sesler üzerinden kavrama deneyimidir. P. Zumthor’un malzeme ve ışık değerleriyle doğal olgulara görünürlük kazandıran yapılarında fenomenolojik kavrayış kuvvetlenir. (Resim 5, 6) Mekânın fenomenolojik olarak deneylenmesi olgusu güncel mimarlık eğitiminde giderek önem kazanmaktadır. Biçimlerini ve işlevlerini eylemlerimiz üzerinden deneyimlediğimiz gündelik yaşamımızın sahnesini oluşturan yapılı ve doğal çevreleri bizi büyüklükler, uzunluklar, derinliklerle ve malzemeler, renkler, dokular, kokularla sarmalar. Çevremizdeki dünyayla bedenimiz üzerinden ölçerek, bakarak, dokunarak, işiterek karşılaşırız. Olgusal / duyusal / duygusal koşulların değişimine bağlı olarak bireyin kendi içinde dahi farklılaşabilen algılama edimi üretimlerimizi şekillendiren yaşama bakış açımızla ilintilidir ve tasarım eğitiminde özel önem kazanır.

GÜNCEL MİMARLIK EĞİTİMİNDE BİR METOD OLARAK NORBERG-SCHULZ ÖĞRETİSİ

Güncel mimarlık ortamında pratik ve teorik bağlamlarda vurgulanan doğa-insan-yapı ilişkisi ve fenomenolojik deneyim Norberg-Schulz’un ele aldığı biçimiyle genius loci kavramı tarafından kapsanan konulardandır. Öğreti güncel mimarlık eğitime de yön verecek nitelikler içermektedir.

1. Tasarım Sürecinin Kurgulanması: Norberg-Schulz doğada incelemeye başladığı genius loci kavramını kendilerini sarmalayan doğal ortamların “ruhundan” ilham alınarak tasarlanmış yapı birimlerine ve yerleşkelere esnetir. Kavramın farklı ortam ve ölçeklerde incelendiği bu ardışık sıralama mimarlık eğitiminde tasarım sürecinin kurgulanması bağlamında faydalar sağlar. Doğal ve yapılı çevreler yabancılaşma / davet edilme / dışlanma / özgürlük / sıkışma / huzur gibi nice duygulanımların oluştuğu mikro evrenlerdir. Doğal ortamlarda edinilecek duyusal ve duygusal deneyimlerin sırasıyla doğal çevreleriyle bütünleşmiş kırsal çevrelerde, doğal ögelerle temas kuran kentsel peyzajlarda, doğanın izinin belirsizleştiği kent bölgelerinde çeşitlenmesine olanak tanıyacak bu sıralama, öğrencilerin “yer”lerin “ruhuna” duyarlık geliştirmelerine; doğal / tarihsel / sosyal değerler bağlamında bilinçlenmelerine olanak tanıyacaktır.

2. Varolan’ın Algılanması: Norberg-Schulz ölçek / hacim / ışık / renk / koku / doku gibi olgular açısından zengin doğal ortamların özel “ruh”lara sahip olduğunu vurgular. Varolanı algılamak ve yorumlamak yaratıcı bir süreçtir. Doğal ve kırsal ortamlara düzenlenecek fenomenolojik gezilerde kentsel ortama ait “bildikleri” mekân kavramının dışına çıkacak öğrenciler, mekân kuran kalıcı-geçici ögeleri gözlemleme, özgün “yerlerin ruhu”nu algılama fırsatı edinirler. Genius loci deneyiminin yoğunlaştığı kentsel bölgelerde yapılacak algı çalışmalarında öğrenciler çevrelerini kuşatan mekânların da kalıcı / geçici nitelikte doğal-yapılı peyzaj ögeleriyle kurulduğunu, algılarının zamana / eylemlere / olgulara bağlı olarak dönüştüğünü tecrübe ederler. Algı çalışmaları öğrencilerin somut dünyanın boyutlarını özümsemelerine, duyusal / duygusal kavrayışlarının keskinleşerek fenomenolojik okumalarda ustalaşmalarına, bireyselliklerinin bilincine vararak tasarımlarının özgünleşmesine yardımcı olacaktır.

3. Tasarım Yeri Belirleme ve Program Önerme Yetisi: Hayallerimizin, hatıralarımızın, düşüncelerimizin dışavurumları olan şehirler / binalar / objeler hem hayata bakışımızın sonuçları, hem de dünyayı anlayışımızı biçimlendiren olgulardır. Doğal ve yapılı çevreleri algılayış biçimimiz kadar kuruşumuz da bireyselliğimize bağlı farklılıklar içermektedir. Norberg-Schulz doğal ve yapılı çevrelerinden ilham alabilmiş medeniyetlerle modern mimarların özgün mekânlar yaratabildiklerini vurgular. Varolan’a duyarlık kazandıran algı çalışmaları sonucunda öğrenciler doğal, kırsal ve kentsel ortamlarda bireysel tasarım alanlarını seçecek, “yer”’in ruhunu canlandıracak özgün kullanımlar önerme yetileri edinecek, tasarımlarının var olanla etkileşimlerini malzeme seçimi, strüktür kurgusu, biçimsel özellikler ve mekân etkisi bağlamında yansıtabileceklerdir.

MİMARİ TASARIM EĞİTİMİNDE DOĞA-MİMARLIK İLİŞKİSİ

Tasarım alanını doğal ve yapılı çevreleriyle ilişkiler kuran niteliksel bir değer yerine programların yerleştirildiği niceliksel bir büyüklük olarak algılamak bazı güncel uygulamalara sirayet etmiş bir düşünme biçimidir. Konut siteleri, alışveriş merkezleri gibi çevreleriyle etkileşim kurmayan yapılaşmalar erken modernizmin günümüze taşınmış yanlış uygulamalarına örnek teşkil etmektedirler. Fiziksel ögeleri ve yaşamsal iç dinamikleri sonucu kimlikler kazanmış çeper bölgeleri her tasarımcı tarafından farklı yorumlanacak değerler içerir. Tarihsel mirasa sahip olsun olmasın çevre değerlerine gösterilmeyen dikkatin kökeninde genius loci (yerin ruhu) olgusuna odaklanan bir zihnin yokluğu yatmaktadır. Sınırsız çöl düzlüğü, sarmalayan orman, ortogonal düzen içeren çiftlik arazileri, Japon bahçeleri, tarihî sokaklar, pazarlar, meydanlar gibi nicedoğal ve kentsel peyzajlar “yerin ruhu” olgusunun yoğunlaştığı deneyim alanlarıdır. Mimarlık eğitiminde yerleşim bölgelerinin sosyal ve fiziksel değerleri analiz edilmekte olsa da; ekolojik bağlamın dışına taşarak morfolojik özellikleri ve “ruhu” bağlamında doğa faktörünün tasarıma nasıl girdi sağlayabileceğinin sorgulanmasına, kent bölgelerinin “ruh”larının irdelenmesine nadiren rastlanmaktadır.

Öğrencilerin kentsel peyzajların “ruhunu” kavramaları, yorumlamaları ve özgün tasarımlar önermeleri kentlerdeki doğal mekânlarla tanışmaları üzerinden daha etkin olabilecektir. Kentler deniz / nehir / göl / vadi / tepe gibi farklı atmosferler içeren doğal mekânlara sahiptir. Kentsel dokular genellikle doğal ögeler dikkate alınarak kurgulanmıştır. Tepeler konut bölgelerinin, vadiler, kıyılar, düzlüklerse cadde ve meydanlar gibi kamusal alanların konumlandırıldığı bölgeler olmuştur. Yapılı çevreleri ve sosyal dinamikleri açısından katmanlı anlamlar içeren kamusal alanlar doğal değerlere temas eden bir konuma sahiplerse özel önem kazanırlar. Norberg-Schulz’un tarihsel geçmişi ve mekânsal ögeleriyle dünya mimarlık tarihinde iz bırakmış San Marco Meydanı’nı sıkışık kentsel doku ile deniz mekânı arasında konumlanmış hacimsel bir boşluk olarak imgelemesi bu özel önemin vurgulanmasına örnektir. Kentlerimizin doğa-yapı-insan ilişkisinin önem kazandığı bölgelerinde konumlandırılarak bu ilişkileri vurgulayan içerik tanımlarıyla sunulacak algı ve tasarım çalışmaları öğrencilerin program önerileriyle biçimsel arayışlarına derinlik kazandırabilecektir.(5)

Doğal Mekânın Fenomenolojik Kavranışı

Çok katmanlı anlamlar içeren yapılı çevrelerden önce doğal mekânların fenomenolojik olarak deneyimlenmesi öğrencilerin mekân strüktürü ile atmosferi arasında var olan dolaysız ilişkiyi kavramalarını kolaylaştıracaktır. İnsan ölçeğiyle kurulan ilişkilerin, duyusal / duygusal etkilerin sürekli değiştiği doğal mekânlar renk / doku / malzeme / boyut / ses / hacim gibi kalıcı ve geçici zengin fiziksel olgular içerirler. Heybetli dağlar, derin vadiler, yumuşak / sert / eğimli / düz zeminler, geçirimsiz ormanlar, göl / nehir / deniz, bulutlar, yağış türleri ve farklı ışık değerleriyle hacim etkisi değişen göksel boşluk, farklı dokular / renkler içeren kayaçlar / çiçekler / bitkiler, kokular, hayvanlar, dalgaların sesi / rüzgârın uğultusu / sessizlik, serinlik / nem / kuraklık, sis / aydınlık / gölge / karanlık, yıldızlar gibi doğal peyzaj ögeleri özel ve birbirleriyle ilişkili nice alt mekânlar kurarlar. Norberg-Schulz doğal mekânların insanın bilinçaltında duyusal ve duygusal anılarla bütünleştiğini belirtir. Sis, ışık, ısı gibi değişken değerlerle etkileri kısmen değişebilse de korunaklı koruluklar, oyuklar, mağaralar, çevresinden izole edilmiş, ama üzerindeyken görsel olarak her şeye hâkim olunan doruklar gibi nice doğal mekânlar duyusal ve duygusal deneyimlerle birleşmiş, kalıcı anlamlar içeren arkaik sahneler olagelmiştir. Norberg-Schulz’un incelediği üç temel coğrafya yöre mimarisini etkilemesinin yanı sıra gündelik deyimlerin oluşumuna yol açacak, müzik, edebiyat ve plastik sanat eserlerinde izlerini bırakacak denli yöre sakinin zihinsel ve duygusal aktivitelerini biçimlendirmiştir.(6) Daha ileri giden H. Heine modellerini ormanlardaki dallarda, kayalar arasındaki mağaralarda arayan mimarların, o formların doğada değil de insan ruhunun içinde gizlendiğini unuttuklarını vurgulamıştır.(7) Doğanın kalıcı / geçici, görünür / gizli ögelerini gözlemlemek, doğal mekânı algılamak ve yorumlamak amacıyla düzenlenecek fenomenolojik gezilerin, ses kayıtlarının / betimleyici yazı-öykü alıştırmalarının / doğal yaşamı anlatan fotoğraf karelerinin / kısa filmlerin / kolâjların ve maketlerin üretimini içeren yaratıcı analiz ve algı çalışmalarıyla zenginleşmesi, öğrencilerin duyguları ve duyuları ile iletişime geçmeleri bağlamında önem kazanacaktır.

Mimari Tasarım Stüdyolarında Doğa-Mimarlık İlişkisi

Aşağıda merkezine doğa-mimarlık ilişkisini almış ve üç aşamada kurgulanmış bir stüdyo önerisi incelenmektedir. Yerin ruhu olgusu ve uygun yer, kullanım önerilerinin öneminin vurgulandığı bu stüdyo aşamalarının, öğrencilere doğal verilerin çok olmadığı kent peyzajlarının ruhundan da ilham almaları bağlamında katkı sağlayacağı ümit edilmektedir.

Doğal Mekânların “Ruhunun” Kavranması

Stüdyo dizisinin ilk aşamasında farklı kayaç oluşumları (kayaç tabakaları / kütleleri / mono blok tepeler), bitki türleri, derin vadiler, eğimli ve düz yüzeyler, mağara oluşumları, kumsal gibi doğal ögelerle kurulmuş zengin çeşitlilikte alt mekânlar içeren doğal bölgeler tasarım alanı olarak belirlenebilir. Sınırları geniş tutulan bölgede gezinecek öğrenciler gizli, korunaklı, çevreye hâkim bir konumun mekânsal tanımını yaparken veya bütünlük içeren bir alt bölgenin ögelerini ve sınırlarını betimlerken duyularına ve duygularına başvuracaklardır. Özdeşleşebilecekleri bir tasarım konusunun belirlenmesi (patika / barınak ve benzeri) öğrencilerin bireysel tasarım alanlarını doğal ortamda ilgilerini çeken olgular doğrultusunda seçmelerine olanak tanıyacaktır.

Fiziksel ögeleri karakteristik özelliklere sahip doğal peyzajlarda bir mekân tasarlama edimi, kentsel peyzajların zemin şartlarına bağlı bir mekânı tasarlama ediminden farklılıklar gösterir. Öğrenciler alanın ögelerine temas etme biçimleri, mekânlarının tektonik kurgusu, malzeme seçimleri bağlamında genelde düşey / yatay düzlemlerle sınırlanmış kentsel yapı birimlerinden farklı bir mekân kurmayı gerekli göreceklerdir. (Resim 7) Benzer doğal ögelerin renk (mono krom / renkli) ve doku (yumuşak / sert / pürüzlü / kaygan) gibi farklılaşan niteliklerini ve yapılarını (birikme / yığılma / sıkışma) gözlemleyen ve maket malzemesine aktarmaya çalışan öğrenciler, mekânlarını benzer ilkeleri gözeterek tasarlama gayreti göstereceklerdir.

Kırsal Bölgelerde Doğa, Yerleşim Birimi ve Sosyal Dinamikler

Stüdyo dizisinin ikinci aşamasında mimari bir miras, doğayla bütünleşmiş yapılı peyzaj ögeleri (setler, teraslar, duvarlar, bostanlıklar, tarlalar, kuyular, çeşmeler ve benzeri), doğal peyzaj ögeleri (kayalar, ağaçlar, su kaynakları, dereler ve benzeri) içeren kırsal yerleşkeler tasarım alanları olarak belirlenebilir. Bireysel tasarım alanlarının doğa ile yerleşke arasındaki geçiş bölgelerinde seçilmesi öğrencilere ölçek ve ögeleri farklılaşan mekânların ruhunu kavrama fırsatı tanıyacaktır. Bölgesel yaşam ritmini gözlemleyen öğrenciler konuk olduklarının bilincine vararak yaşamı paylaşmak ve yerel kaynakları değerlendirmek amacı güden (üretim / eğitim) kullanımlar önerebilecek, tasarımları üzerinden kendileri ve konuğu oldukları topluluk arasında köprü kurma gayreti göstereceklerdir. Kullanım önerilerinin alt programlarını geçiş alanlarının farklılaşan mekânsal karakterlerine göre konumlandıracak öğrenciler ölçek farklılıklarını, doğal ve yapılı peyzaj ögelerini, yerel malzemelerin özelliklerini makette özenle ifade edecek, bu ögelerden biçim, doku, ölçek, malzeme bağlamında ilhamlar alabileceklerdir.

Kentsel Doku ve Doğa Arasında Temas Hatları

Varolanın kavrandığı algı çalışmaları tarihî sokaklar gibi zengin doğal ve yapılı peyzaj ögeleri içeren kent mekânlarında da sürdürülebilir. Kentsel doku ile doğanın temas kurduğu hatlar ise öğrencilerin bu bölgelerin özgül mekân değerlerini deneyimleyecekleri stratejik öneme sahip tasarım alanlarıdır. Kent dokusunda bulunan bölgelere iki doku / iki ölçek / iki enerji arasında bir geçiş alanı olma özelliği veren kot farkları, yamaçlar, vadiler, kıyılar stüdyo dizisinin üçüncü aşamasında önem kazanan doğal olgulardır. Kent ile kentten evvel varolagelmiş doğa arasında konumlanan alanlarda öğrenciler doğa / varoluş / yeryüzü / kentleşme / ölçekler / sınırlar / geçişler / kopuşlar gibi olguları deneyimleme, doğa-mimarlık ilişkisi üzerine düşünme ve böyle alanlara mekânsal bir bütünlük ve kamusal bir değer kazandırma fırsatı bulurlar.

Biçimleri / dokuları / eğimleri, kentteki konumları ve barındırdıkları nüfus yoğunluğu farklılaşan tepeler zengin analiz çalışmalarına (fiziksel / sosyal) fırsat tanıyan doğal ögelerdir. Seyrek dokuda yerleşimler içeren tepelerde ağaçların bulunduğu boşlukların izi okunabilirken, yoğun yapılaşmış tepelerin doğal kimliği, ancak yükselti verisi üzerinden okunur, öyle ki dik tepeler kent zemininden gözlendiğinde beton yükseltilerin art arda sıralandığı geçirimsiz düşey yüzeyler olarak algılanırlar. Doğal verilere bağlı kot farkları içeren geniş alanlarda öğrenciler mahalle birimleriyle kentin kamusal alanları arasındaki ölçek / doku / kullanım farkları ile doğa-kent ilişkisi üzerine zengin tespitler yapabilirler. Tepelik bir coğrafyaya sahip İstanbul’un ilçelerinde ana caddeler genellikle vadi birleşimlerinde ve kıyı kenarlarında konumlanırken, konutlar tepe yamaçlarına yerleşir. Ana caddelerde konumlanan kamusal / yarı-kamusal yapılarla (otel / eğitim / eğlence / kültür / ofis yapıları) üst kotlara yerleşen konut bölgeleri arasındaki kopukluk kimi zaman kotlar arası farklardan ziyade sosyal iletişimsizliğe dayanır. Böyle iletişim kopukluklarının giderilmesini konu edinecek tasarım sorunsalları öğrencilere bölgesel zemin kotlarını ilişkilendirme / yaratma, kullanıcı profillerinin gereksinimlerini belirleme fırsatı sunarlar. Mahallelinin gündelik ihtiyaçları (eczane / terzi / bakkal / cafe) mahalle kotlarında karşılanırken, çevre sakinlerinin (sanat-zanaat atölyeleri / sergi alanları / kütüphane / sinema salonları / spor alanları / yeşil alanlar) ve kentlinin (kent müzesi / tiyatro / meydanlar) mahalle ve cadde kotlarından erişim sağladığı kapalı-açık-yarı açık mekânların kurgulanma süreci öğrencilerin sosyal ve fiziksel çevreye duyarlıklarını kuvvetlendirecektir.

SONSÖZ

Mimari ve sanat eserlerinin doğal ögelerin içerdiklerine benzer bir hakikat olgusu içermeleri halinde özgünlük kazanacaklarını belirten P. Zumthor mimarların ve sanatçıların doğaya karşı duyarlık geliştirmeleri gerektiğini vurgular.(8) Önerilen stüdyo dizisi mimarlık öğrencilerinin doğal ve yapılı çevrelerdeki ölçek ve mekân farklılıklarını bedensel olarak deneyimlemeleri, kırsal yerleşkelerde doğayla iç içe geçmiş yaşam kurgusunu gözlemlemeleri, doğal verilerin kent içindeki tasarımlara sağlayabileceği girdiler bağlamında bilinçlenmeleri amacıyla kurgulanmıştır. Doğada, kırsal bölgelerde, doğayla kentin temas ettiği alanlarda çarpıcı biçimde deneyimlenebilecek “yerin ruhu” olgusu, doğal bir verinin izine rastlanmayan, ancak yapay doğalar oluşturan kentsel peyzajlarda güçlüdür. Landform Building hareketinin temsilcilerinden mimar A. Stan geniş stadyumlar / alışveriş merkezleri / trafik akışı için kurgulanan labirent mekânlar / yapay kayak dağları / sörf kıyıları / göğe yükselen avlular-bahçeler gibi iç-dışın geçirgenleştiği yeni mekân tipolojilerinin kent peyzajlarını doğal peyzajlara benzer bir uzama dönüştürdüklerini belirtir. Doğal ortamda bireysel deneyimler edinebilen, kırsal yerleşkelerin doğayla kurduğu ilişkilerden ilham alabilen, kentte doğanın izini sürerek doğal verileri ve sosyal verileri ilişkilendirebilen öğrenciler doğal bir verinin izine rastlanmayan kentsel peyzajların ruhlarını yorumlayabilecek, yapay doğalar bağlamında özgün tasarımlar üretebileceklerdir. Mekânların ruhunu hisseden mimar adayları değişik mekânlar tecrübe etmek bağlamında heveslenecek, mesleki duyarlılarını seyahatlerinde edindikleri deneyimlerle zenginleştireceklerdir.

NOTLAR

1. Norberg-Schulz modern mimariyi ağır-hafif, iç-dış, yukarısı-aşağısı olgularından yoksunlukla eleştirir. Biçim / malzeme / ışık kullanımıyla iç-dış; güçlü düşey taşıyıcılarla yukarısı-aşağısı olgusunun vurgulandığı Ronchamp Kilisesi’ni övse de “yer” yaratma gayretinden ziyade biçimsel arayışların sonucu olarak değerlendirir. Chicago kentinin üç boyutlu gridal sisteminin modernizmin özgürleştirici imgesi ve doğal çevre verileriyle biçimlendiğini vurgulayan Norberg-Schulz aynı sistemin doğal çevresi farklı, özgün bir mimari miras içeren Boston’da tekrarlanmasını eleştirir. (Norberg-Schulz, 1980, ss.182-197.)

2. Norberg-Schulz doğal-yapılı çevrelerde üç temel ortam gözlemler: Doğal kuvvetlerin çeşitliliğinin ve gizeminin hissedildiği romantik peyzaj (K. Avrupa / Prag); Gökyüzüyle yeryüzüne ait kuvvetlerin ağırlık kazandığı kozmik peyzaj (K. Afrika / Khartoum); Doğal kuvvetlerle kozmik düzenin dengede olduğu klasik peyzaj (O. Avrupa / Roma). (Norberg-Schulz, 1980, ss.42-69.)

3. Doğal olgularda gözlemlenen spiral (girdaplar / fosiller / örümcek ağı ve benzeri) Fibonacci spiralinin, Le Corbusier’in modüler sisteminin, N. Foster’ın teknolojik yüzey ve strüktürel ögelerinin tasarımlarının temellendiği klasik bir doğa ikonudur. Çağdaş tasarımcılar atom / atom altı parçacıklar / DNA molekülleri / kara delikler gibi yeni ikonlarla organik büyüme süreçleri / doğanın kendini sürdürebilirliği / doğal zeminlerin sürekliliği gibi olgulardan ilhamlar almaktadır.

4. E. Husserl, M. Heidegger, M. Merleau-Ponty fenomenolojik deneyimi, bireyin dolaysızca yönlendiği bir durumu / nesneyi / olguyu duyuları üzerinden kavraması olarak tanımlar. Duyular ve duyguların koşullara bağlı olmaları somut olguların farklı algılanmasına sebep olur. Fenomenoloji, yaratıcılığın evrensellikle bireysellik arasındaki konumunu aydınlatır.

5. “Canlandırma”, “düzenlenme” gibi pratik / estetik sorunsalları önceleyen konu başlıkları tasarım alanları olarak seçilmiş kıyı şeritleriyle vadilerde konumlanmış meydanların fiziksel-sosyal çevrelerinden kopuk niceliksel büyüklükler olarak algılanmasına sebep olabilmektedir.

6. Norberg-Schulz, 1980, ss.42-45.

7. Baudelaire, C, 2003 (ilk basım:1863), Modern Hayatın Ressamı, İletişim Yayınları, İstanbul, s.114.

8. Zumthor, 2006, ss.31-33.

 

KAYNAKLAR

Allen, Stan, 2011, “From Biological to the Geological”, “Geological Form”, “Nature in the Plural”, “Landform Genealogy”, Landform Building: Architecture’s New Terrain, (ed.) Stan Allen, Marc McQuade, Lars Müller Publishers, Princeton University School of Architecture, Princeton, ss.20-42, 74-90, 284-293, 466-469.

Frampton, Kenneth, 1995, “Toward an Urban Landscape”, Columbia Documents of Architecture and Theory 4., Columbia University, New York, ss.83-94.

Jacobs, Jane, 2011, Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı, (çev.) Bülent O. Doğan, Metis Yayıncılık, İstanbul, ss.109-132.

Jenks, Charles, 2007, Critical Modernism: Where is Post-Modernism Going?, Wiley-Academy, London, ss.181-197.

Mitscherlich, Alexander, 1965, “Die Unwirtlichkeit unserer Städte. Anstiftung zum Unfrieden”, Anthologie zum Städtebau, (ed.) V. Magnano Lampugnani, Katia Frey, Eliana Perotti, 2005, Band III, Gebr. Mann Verlag, Berlin. ss.424-426.

Laugier, Marc-Antoine, 1989, Das Manifest des Klassizismus, Verlag für Architektur Zürich und München, ss.33-37.

Lynch, Kevin, 2011, Kent İmgesi, (çev.) İrem Başaran, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, ss.51-92.

Norberg-Schulz, Christian, 1980, Genius Loci-Towards a Phenomenology of Architecture, Rizzoli, New York.

Pallasmaa, Juhani, 2011, Tenin Gözleri: Mimarlık ve Duyular, (çev.) Aziz Ufuk Kılıç, YEM Yayın, İstanbul, ss.50-88.

Semper, Gottfried, 1878, Der Stil in den technischen und tektonischen Künsten oder die Praktische Aesthetik, Friedr. Bruckmann’s Verlag, München, Band I., ss.204-479.

Zumthor, Peter, 2006, Thinking Architecture, Birkhäuser, Basel. Boston. Berlin.

Bu icerik 42621 defa görüntülenmiştir.