ETKİNLİK
Bauhaus’un 100. Yıl Etkinliklerine Küresel ve Azınlıkçı Çerçevelerden Bir Bakıṣ
Ekin Pınar, Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü
Mimarlık ve tasarım tarihi yazımına önemli katkılarda bulunan 100. yıl etkinlikleri, Bauhaus’un ele alınış yöntemleriyle ilgili sorgulamayı da beraberinde getiriyor. Bu etkinliklerde Bauhaus ve mirasının oynadığı rolü irdeleyen yazar, “Batı merkezli, beyaz erkek odaklı tarih anlayışını yıkmaya çalışmaları“ nedeniyle bu çalışmaların önemine dikkat çekiyor.
1 Nisan 1919’da Weimar’da kurulan Bauhaus tasarım okulu 100. yıldönümünde dünya çapında çeşitli etkinlikler ve çalışmalarla anılıyor. Sadece 14 sene sürmüş ömrüne ve bu zaman çerçevesinde Almanya’da dalga dalga yayılan Nazi etkisi nedeniyle önce Weimar’dan Dessau’ya, sonra da Berlin’e taşınmak zorunda kalmasına rağmen Bauhaus 20. yüzyıl tasarım tarihinde tartışmasız derecede önemli bir yere sahip. (Resim 1) Bu kısa soluklu göçebe okulun tasarım tarihinde iz bırakabilmesinin en önemli sebebi, kuruluşundan itibaren zaten uluslararası bağlantıları olan okulun Nazilerden kaçmak zorunda bırakılan öğretmen ve öğrencilerinin gittikleri yerlere Bauhaus’un tasarım yaklaşımının önemli prensiplerini taşımış olmaları. Mesela, Bauhaus’un kurucusu ve ilk yöneticisi Walter Gropius 1938 yılında Harvard Üniversitesi mimarlık bölümünün başına geçerken, Bauhaus’un temel dersinin eğitmenlerinden László Moholy-Nagy 1939’da Chicago şehrinde sonradan Illinois Institute of Technology’nin bir parçası haline gelen yeni bir Bauhaus kurdu. Bauhaus’un 1930-33 yılları arasındaki son yöneticisi Mies van der Rohe de IIT’nin sadece öğretmen kadrosunda yer almakla kalmayıp kampüsün yerleşim planını ve birçok binasını tasarladı. Öte taraftan Anni ve Josef Albers, Bauhaus’un temel dersinin ilkelerini 1950li ve 60lı yıllarda avangart sanatın gidişatını değiştiren iki kuşağın sanatçılarını yetiştirmiş önemli görsel sanat okulları olan Kuzey Carolina’daki Black Mountain College’a ve ardından Yale Üniversitesi’ne götürdüler. Howard Singerman’ın altını çizdiği gibi bu okullarda öğrencilerin iki ve üç boyutlu tasarımın ilkelerini ve malzemelerin eğilimlerini uygulayarak öğrenmelerini sağlayan ödevler, bu eğitim sistemini hem kendisinden önce gelen akademik sanat okullarından ayırdı hem de modern araştırma üniversitesi standartlarına yaklaştırmış oldu.(1) (Resim 2) Bauhaus çıkışlı öğretmenlerin tasarım ve görsel sanat eğitimine getirdiği kökten değişiklikler altmış ve yetmişli yıllarda Amerika’dan bütün dünyaya yayıldı.
Peki Bauhaus’un kuruluşunun yüzüncü yılı sebebiyle düzenlenen bir dizi etkinlik ve sergiler, yapılan kurgusal - belgesel filmler ve kaleme alınan yazılar, yukarıda ana hatlarıyla ortaya çıkan ve çoğunluk tarafından zaten bilinen hikâyeye ne gibi katkılarda bulunuyor? Bauhaus’un şimdiye kadar görmezden gelinmiş hangi özelliklerini ve üyelerini ortaya çıkarıyor? Bauhaus’un tek mirası olduğu varsayılan belli tasarım prensip ve süreçlerine eleştirel bakabilmemizi sağlayabilecek bir noktaya bizi ulaştırıyorlar mı? 100. yıl kutlamalarının kapsamında üretilen çeşitli işlerin sağladığı güncel bakış açıları çerçevesinde, ortaya çıkan bu önemli sorulara Bauhaus’un teknokratik mirası ve bunun alternatifleri, Bauhaus tasarım prensiplerine atfedilen evrensellik kavramı ve bunun getirdiği sorunların küresel çerçeveden tekrar değerlendirilmesi ve Bauhaus’un geri plana itilmiş, saklı kalmış tarihleri olmak üzere üç temel açıdan yaklaşabilmek mümkün.
Bauhaus’un teknolojiyle kurduğu sıkı ilişkinin izlerini okul üstüne yapılan çalışmalara göz gezdirince hemen göze çarpan standardizasyon, verim, rasyonellik, tasfiye, organizasyon ve işlevsellik gibi bazı anahtar sözcüklerde bulmak mümkün.(2) Aynı anahtar kelimelerin çokuluslu şirket politikalarının söylevlerini de temelden şekillendirdiğini hatırlayacak olursak, tam da teknolojik determinizm ve finansal çıkarların gezegenimizi küresel ısınmanın eşiğine getirdiği günümüz şartları altında, Bauhaus’un mirasına niçin başka bir açıdan yaklaşmamız gerektiği ortaya her zamankinden daha da net bir şekilde çıkmakta. Tasarım eğitimi, Bauhaus’un temelinde, topluluk duygusunun ve dayanışmanın ağır bastığı ütopik bir geleceğe doğru bir yol olarak hayal edilmiş olsa da, Amerika Birleşik Devleti bağlamındaki yeniden yapılandırılmalarının kâr amaçlı şirket kültürü ve kurumsal araştırma ve geliştirme politikalarının bir parçası olmaktan kendini kurtaramadığı bir gerçek. Günümüzde bu ilişkinin içselleştiğinin en iyi örneklerinden birini de Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle’nin Bauhaus’un yüzüncü yılı vesilesiyle yaptığı, Lydia Ranke yönetmenliğindeki 2019 yapımı üç kısımdan oluşan “Bauhaus World” belgeselinde görmek mümkün. Bauhaus’un uzun soluklu etkisini küresel bir perspektiften sunmak gibi önemli bir misyona sahip olsa da, belgeselin
özellikle ikinci bölümünün önemli bir kısmı IKEA ve benzeri şirketlerin reklamına dönüşmüş. Toplam 126 dakika süren belgeseldeki tek eleştirel bakış açısına sahip Mark Wigley’e ise 3 dakikadan az bir konuşma süresi verilmiş olup akademisyenin Bauhaus’un kısıtlayıcı bir bakış açısından ele alındığına ve bunun etkilerini modern tasarım ürünlerinin hayatımıza getirdiği tekdüzeliği ve kontrol ögelerini açıklıkla gözlemleyebileceğimize dair yorumları maalesef hiç ele alınmadan havada bırakılmış. Daha da vahimi ise IKEA’nın reklamına dönüşen bölümde, eşya üreticisi markanın Bauhaus’u örnek alarak “gündelik yaşamda devrim” gerçekleştirdiği iddiasının defalarca altının çizilmesi. Bu bağlamda, hatırlamamız gereken bir tarihsel detay ise, 1954 yılında Asger Jorn tarafından Bauhaus’un teknokratik değil deneysel taraflarının ele alınmasını amaçlayarak kurulan Imaginist Bauhaus isimli topluluğun, 1957 yılında Situationist International oluşumuna dönüştüğü ve bu oluşumun güncelliğini halen koruyan birer kapitalist toplum eleştirisi olan Raoul Vaneigem’in “Gündelik Yaşamda Devrim” ve Guy Debord’un “Gösteri Toplumu” isimli kitaplarını doğurduğu.(3) Bauhaus’un mirası ve etkilerine bu fazla irdelenmemiş ilişkiler açısından bakmamız belki de bazı kavramların içinin boşaltılarak bize Bauhaus’tan ilham almış eşya olarak pazarlanmasına eleştirel yaklaşabilmemizi de beraberinde getirebilir.
Bauhaus’tan yetişen tasarımcılardan Marcel Breuer, 1926 yılında son beş yıldır kendisinin tasarladığı veya tasarımına ortak olduğu sandalyelerin fotoğraflarını alt alta bir film şeridini andırır şekilde bir araya getirerek bir kolaj çalışması yaptı. (Resim 3) “Bir Bauhaus Filmi” ismini verdiği bu çalışma, Bauhaus’un dünyayla kurduğu ilişkiye dair iki önemli unsuru gözler önüne seriyor. Öncelikle, kolajın ilk karesini oluşturan, 1921’de Breuer’in Gunta Stölz ile beraber tasarladığı Afrika sandalyesi, Bauhaus tasarım anlayışının başlangıçta başka kültürlerden ne kadar etkilendiği ve bunları alıntıladığının bir kanıtı. (Resim 4) Kolajin Afrika sandalyesinden başlayıp Breuer’in çelik borulardan ürettiği meşhur Wassily sandalyesine uzanan ve havada sandalye yardımı olmaksızın oturan bir kadın görseliyle sonlanan sıralaması ise Bauhaus tasarımcılarının, batı kültürüne doğru evrildiği varsayılan sömürgeci bir tarih anlayışını benimsediklerine işaret ediyor. Bauhaus’un 100. yıl kutlamaları sırasında ortaya konan bir dizi çalışma ise bu son derece problemli tarih anlayışını yeniden değerlendirmeleri acısından son derece önemli. Bunlardan ilki, Van Bo Le-Mentzel tarafından Dessau’daki Gropius imzalı Bauhaus binasının küçük ve tıpatıp bir modeli olarak tasarlanan Bauhaus karavanı. (Resim 5) Ocak ayında Dessau’dan yola çıkıp Kongo, Berlin ve Hong Kong güzergâhını izleyecek çalışma, bir dizi atölye ve panel çalışması ile daha önce görmezden gelinmiş dünya tasarım tarihlerini ortaya çıkarmayı ve modernizmi sömürgeci ve Batı odaklı olmayan bir açıdan tekrar ele almayı hedefliyor.(4) Benzer şekilde, küratörler ve bir araştırma ekibinin oluşturduğu “Bauhaus Imaginista” isimli proje, 2016'dan beri Bauhaus tarihini küresel bir perspektiften tekrar inceliyor. Rabat, Hangzhou, Sao Paulo, Moskova, New York, Yeni Delhi ve Berlin gibi birçok şehirde yerel kuruluşlarla iş birliğiyle gerçekleştirilen sergi, atölye ve seminer gibi bir dizi “Bauhaus Imaginista”etkinliği, Bauhaus’un kozmopolit koşullarının uluslararası bir perspektiften yeniden okunmasına önemli katkılarda bulunmakta.(5) Bu etkinliklerin bulgularını da kapsayan küçük çaplı bir seyyar sergi ise Ankara’nın da içinde bulunduğu çeşitli dünya kentlerindeki Alman Kültür Merkezlerinde paylaşıma açılacak.
Bauhaus’un yüzüncü yılı sebebiyle ortaya çıkan birkaç başka çalışmanın, gerek zamanında Bauhaus okulunu oluşturan gerekse Bauhaus mirasını bir şekilde sahiplenen tasarımcı ve sanatçıların cinsiyet ve etnik çeşitliliğine yaptığı vurgu ise, Bauhaus’un beyaz erkek egemen perspektiften yazılan tarihinin görmezden geldiği kısımların farkına varmamızı sağlıyor. Bauhaus’ta öğretmenlik yapmış veya öğrenci olmuş kadınlara dair akademik çalışmalar zaten az da olsa yapılmıştı.(6) Ancak, geçtiğimiz iki sene içerisinde, Marianne Brandt, Anni Albers, Gunta Stölzl, Benita Koch-Otte, Marguerite Friedlaender-Wildenhain, Ilse Fehling ve Alma Siedhoff-Buscher gibi tasarımcılara ve ortaya çıkardıkları işlere dair kitlesel yayın araçlarında çıkan yazılar ve Tate Modern’de Ekim 2018’de açılan Anni Albers retrospektifi gibi büyük ölçekli birkaç sergi ise, Bauhaus’u var eden ama Bauhaus zamanında bile genellikle seramik ve dokuma gibi kadınsı sayılıp önemi azımsanan faaliyetlerde bulunmaya teşvik edilen kadınlardan daha geniş bir kitlenin haberdar olmasını sağladı.(7) (Resim 6)
Tarihsel önemi apaçık ortada olan Bauhaus okulunun tarihini eleştirel bir gözle ve güncel bir bakış açısından tekrar değerlendirebilmemizi sağlaması sebebiyle, Bauhaus’un 100. yıl etkinlikleri, mimarlık ve tasarım tarihi yazımına kayda değer katkılarda bulunmakta. Batı merkezli, beyaz erkek odaklı tarih anlayışını yıkmaya çalışmaları bu etkinlikleri önemli kılıyor. Tasarımın neo-liberal düzenin ve kontrol toplumunun bir aracı hale gelişinde Bauhaus’un ve mirasının oynadığı rolü daha yakından inceleyebilen bir etkinlik ise bu görevi üstlenecek tasarımcı, küratör ve tarihçileri halen beklemekte.
NOTLAR
1. Singerman, Howard, 1999, Art Subjects: Making Artists in the American University, University of California Press, Berkeley ve Los Angeles, s.119.
2. Örneğin, (ed.) Bayer, Herbert; Gropius, Walter; Gropius, Ise, 1938, Bauhaus, 1919-1928, The Museum of Modern Art, New York, sergi kataloğu. Dearstyne, Howard, 1986, Inside the Bauhaus, The Architectural Press, Londra. Forgács, Eva, 1995, The Bauhaus Idea and Bauhaus Politics, Central European University Press, Budapeşte. Smock, Wlliam, 2004, The Bauhaus Ideal: Then and Now, Chicago Academic Publishers, Chicago.
3. Knabb, Ken (ed.), 1981, Situationist International Anthology, Bureau of Public Secrets, Berkeley. McDonough, Thomas F. (ed.), 2002, Guy Debord and the Situationist International, MIT Press, Cambridge ve Londra.
4. “Bauhaus Bus Embarks on World Tour to Explore a Global Legacy”, hyperallergic.com/479162/bauhaus-bus-embarks-on-world-tour-to-explore-a-global-legacy/ [Erişim: 2.04.2019]
5. von Osten, Marion; Watson, Grant (ed.) 2019, Bauhaus Imaginista: A School in the World, Thames & Hudson, Londra, sergi kataloğu. “Events-bauhaus imaginista”, www.bauhaus-imaginista.org/locations [Erişim: 2.04.2019]
6. Örneğin, Wortmann, Sigrid Weltge, 1993, Women's Work: Textile Art from the Bauhaus, Chronicle Books, San Francisco. Kemker, Sandra, 2009, Bauhaus Women: Art, Handicraft, Design, Flammarion, Paris. Smith, T’ai, 2014, Bauhaus Weaving Theory: From Feminine Craft to Mode of Design, University of Minnesota Press, Minneapolis. Otto, Elizabeth; Rössler, Patrick, 2019, Bauhaus Women: A Global Perspective, Herbert Press, New York.
7. Bu yazılardan birkaçı: Twemlov, Alice, 2018, “Women of the Bauhaus”, frieze.com/article/women-bauhaus [Erişim: 02.04.2019]. Lutyens, Dominic, “Anni Albers and the Forgotten Women of the Bauhaus”, bbc.com/culture/story/20180919-anni-albers-and-the-forgotten-women-of-the-bauhaus [Erişim: 02.04.2019]. Slessor, Catherine, 2018, "Bauhaus histories tend to be disproportionately dominated by male protagonists", dezeen.com/2018/11/20/bauhaus-women-catherine-slessor-opinion/ [Erişim: 02.04.2019]
Bu icerik 8693 defa görüntülenmiştir.