KENTLEŞME VE MİMARLIK
			Mimarlık Semineri 1969’dan 2015’e
			
			Türkiye’nin kentleşme politikalarının sadece mimarlar değil, farklı disiplinlerden uzmanlar tarafından değerlendirildiği ve bir çözüm arayışından çok, sorunların ve tespitlerin ortaya konulmasını hedefleyen Mimarlık Semineri, 46 yıl aradan sonra mart ayında Mimarlar Odası İstanbul BK Şubesi tarafından düzenlendi. Katılımcıların “aradan geçen yıllara rağmen konuşulan sorunların benzer nitelikte olması” vurgusu, seminer başlığının “1969 Mimarlık Semineri Bağlamında Geleceğe Bakmak” olarak belirlenmiş olmasının tesadüf olmadığını gösteriyor.
			
			
			
			
			Mimarlık Semineri 2015'in Ardından
Doğan Hasol 
  Mimar
Aynı temalı bir seminer  yaklaşık 46 yıl önce, 1969 yılının son günlerinde Ankara’da ODTÜ’de yapılmıştı.  O tarihe kadar Odanın pek çok noktasında görev aldıktan sonra 1969 Ekim ayı  başında askerlik için ayrıldığımdan, anılan seminere katılamamıştım. Ancak seminere  ilişkin Mimarlık dergisinin 74. ve  75. sayılarında yer alan Önder Şenyapılı’nın özet değerlendirmelerini  okumuştum.
46 yıl sonra, bu kez  İstanbul’da düzenlenen iki günlük seminere katılma şansım oldu. Aradan geçen  yaklaşık yarım yüzyıllık süreye karşın, sorunlarda şaşırtıcı bir benzerlik  vardı. Oysa geçen süre içinde dünyada pek çok şey değişmişti, Türkiye’de de  değişmiş olması gerekirdi. Ülkede mimarlık alanındaki değişim, sorunların daha  karmaşık, çözümlerinin daha içinden çıkılmaz hale gelmesinden ibaretti. Oysa  iki dönem arasında ciddi farklar vardı. 20. yüzyılda dünya, sanayi çağını  yaşıyordu… Söylemlerde anlayış olarak toplum önplandaydı. Şimdi artık bilişim  çağı olarak anılan 21. yüzyıldayız. Yükselen değer olarak emeğin yerini bilgi  aldı. Bugün bir yandan da küreselleşme, neoliberal ekonomik politikalar ve  bireysel ya da grupsal çıkarlar önplandadır. Bu süreçte devlet, bu işlerin  aracı haline getirilmektedir. Liberal ekonomi, Fransızca, “Laissez  faire, laissez passer”  yani “Bırakın yapsınlar, bırakın  geçsinler” kuralına dayanır. Oysa bugün neoliberalizmle karşı karşıya  olduğumuz durum, “Bırakın yapsınlar,  bırakın satsınlar” şeklinde… O anlayışa göre, satılan, satılabilirliği olan  her şeydir, vatan toprağı bile olabilir.
Bu seminerde görevli olduğum  oturumun konusu, “Türkiye Mimarlık  Eğitimi Politikasına Doğru” idi. Kanımca, “mimarlık eğitimi” mimarlığın bileşenlerinden yalnızca biri ve bir  yandan da ülkenin genel eğitim politikasına çok bağımlı. Aslında öncelikle  üzerine eğilmemiz gerekenin, “Ülke  Mimarlık Politikası” olduğunu düşünüyorum.
Bugün ülkemizde  “mimarlık”ın ‘zavallı’ duruma gelmesine neden olan engellerin şunlar olduğunu  söyleyebiliriz: Kentsel planlama ve kentsel tasarım boşlukları ya da  yoklukları… Kamu kesiminin çarpık mimarlık anlayışı… İş verme düzenindeki  bozukluklar… Delik deşik yasalar, yönetmelikler… Eğitim sistemindeki  bozukluklar… Plan yapma yetkilerindeki kargaşa (kamuda belediyelerin yanı sıra,  plan yapma yetkisine sahip on sekiz farklı kurum sözkonusu)… Mesleki yetkinlik  aranmayışı… Kamunun meslek örgütlerine uyguladığı baskılar…
İşte bundan dolayı, ülkede  iyi mimarlık için öncelikle, “Ülke Mimarlık Politikası”na ihtiyacımız var.  Mimarlar Odası bu politikayı bir an önce belirleyip uygulanmasını sağlamak  üzere gerekli adımları atmalıdır. Bu konuda Mimarlar Odası’nda ve Mimarlık  Vakfı’nda ciddi çalışmalar yapılmıştı. Her iki kurumda da çeşitli ülkelerdeki  deneyim ve mevzuatı derleyen ciddi bir birikim olduğunu biliyoruz.
Yine dönelim seminerdeki “Türkiye Mimarlık Eğitimi Politikası”  oturumuna… Bülend Tuna o konuda çok ayrıntılı bir bildiri hazırlamıştı.  Tuna’nın saptamalarına göre, YÖK sistemi içinde 2014’te öğrenci kabul eden 101  mimarlık bölümü var. (Geçen kısa süre içinde yenileri açılmış olabilir.) Bunlar  eğitim düzeyleri ve olanakları birbirinden çok farklı, devlet ya da vakıf  okulları. Her iki grupta da iyi öğretim kurumlarının yanında, mekân, öğrenci  sayısı, eğitim kadrosu, öğretim araçları bakımından çok yetersiz olanları da  var. Okulları değerlendirecek zorunlu bir “akreditasyon” (denklik) sistemi yok.  Eğitim süresinin uluslararası ölçütlere göre yetersizliğinin yanı sıra  mezuniyet sonrasında mesleğe kabul de otomatik… Herhangi bir “yetkinlik”  sistemi sözkonusu değil. Bizdeki, yalnızca niceliğe dayalı oluşumlar AB ve onun  dışındaki uygar ülkelerin sistemleriyle bağdaşmıyor.
Bugünküne benzer tutarsız  bir durum, 1969 Semineri sırasında da özel yüksekokullar süreci ile  yaşanıyordu. Bu tür okullar ticari amaçlı olarak kısa sürede pıtrak gibi  çoğalmışlardı. Mimarlar Odası ve İnşaat Mühendisleri Odası’nın ortak çabaları,  konunun Anayasa Mahkemesi’ne taşınmasını sağlamış ve o okullar AYM tarafından  Anayasa’ya aykırı bulunarak 1971 yılı başında kapatılmıştı. Bugün, hem devlet  okulları hem de vakıf okulları için, nitelik sorunlarıyla karşı karşıyayız.  Mimarlık eğitiminde durum böyle… Uygulamaya ilişkin olarak yukarıda  sıraladığımız engeller de dikkate alındığında ülke mimarlığının ciddi bir  bunalımda olduğunu söyleyebiliriz. Ülkedeki demokrasi bunalımı, mimarlığa da  yansıyor.
Mimarlık, Avrupa Birliği  tarafından, tıp ve hukukla birlikte, insana doğrudan yönelik üç meslekten biri  olarak kabul edilmiştir. AB’ye üyelik sürecinde yalpalamaya başlamamızdan önce,  o meslekler için AB ile uyum sağlama adına hükümet tarafından bazı adımlar  atılmaktaydı. AB ilişkilerinin rafa kaldırılmasıyla o süreçten de vazgeçilmiş  gibi görünüyor.
Bugün mimarlık, özel  kesimde neoliberal ekonominin egemenliği altındadır, kamu kesiminde ise siyasal  iktidarın dayatmalarıyla karşı karşıyadır. Siyasal iktidar, sistemin  iyileştirilerek çağdaş standartlara eriştirilmesi yerine, geçmişteki yapılara  öykünen bir üslup yaratma tutkusuyla tarihselci-ulusalcı bir mimarlık üretme  peşinde. Mimarlık bu değildir. Bilinmelidir ki bir ülkenin kültürel düzeyinin  göstergesi olan mimarlık, yalnızca mimarlara bırakılan bir iş olmadığı gibi,  geçici iktidar sahiplerine de, onların dayatmalarına da bırakılamayacak türden  özgün bir üretim alanıdır. 46 yıl sonra yine aynı sorunların konuşulmamasını  dileyelim.
 
 
 
Dostlar Sofrası
Güven Birkan
  Mimar
Herkesin mimarlık  heveslisi olduğu bir toplumda, mimarların da mimarlıktan başka her şeyi konuşma  eğiliminde olmasına şaşmamak gerek. Zaten mesleğin içinde bulunduğu koşulları  çözümlemeli bir bakışla ele alınca, başka çare de yok gibi; mantık hemen  sorunların kökenine kayıyor ve en geneli konuşmaya başlıyoruz. Böyle olunca da  hangi meslek grubunun toplantısında olduğumuz fark etmiyor.
Ama bir de öbür uç var:  Akademisyenler kendilerini, üzerinde yoğunlaştıkları alanlarla sınırlı  hissediyorlar ve bu alanı genele bağlamayı, üzerlerine vazife olmayan işlerle  uğraşmak olarak görüyorlar. Mesleki toplantıların bu iki ucu birleştirmede  önemli katkısı olmalı, ama olabildi mi?
45 yıl öncenin  Ankara’sında, bilim adamları ile çeşitli meslek grupları oldukça içiçe yaşıyor,  yurt sorunlarını günlük yaşamlarının bir parçası olarak sürekli bir arada  tartışıyorlardı. Herhangi bir örgütlü / formel toplantı, bu yaşamın bir salona  yansımasından ibaretti.
Beş bin mimardan oluşan ve  üç büyük kentte yoğunlaşan bir meslek topluluğunda bireyler birbirini uzaktan  da olsa tanıyor, bir uçta söylenen, kısa sürede öbür uçta yankılanabiliyordu.  Bu nedenle de meslek pratiğinin yanı sıra ve ağırlıkla genel sorunlarla  ilgilenenler ile pratiğe daha fazla yoğunlaşıp genel sorunlara uzaktan  bakanları, iki farklı grup olarak ayırt etmek, şimdiki kadar kolay değildi.  Günümüzdeki bir meslek toplantısında, meslek pratiğinin güncel konuları ile  yurt sorunlarının bağlantılı olarak ele alınamayışında, topluluğun hacminin on  katına çıkmış, uğraşı alanlarının çeşitlenmiş, toplumsal konumların  farklılaşmış oluşunun herhalde önemli rolü var.
1969 Mimarlık Semineri’nde  konuşmacıların eninde sonunda ya da ortasında, genel yurt sorunları ile meslek  sorunları arasında bağ kurma gereği duymaları ve bunu yapabilmeleri, o yılların  toplumsal ortamının bütünsel yapısından kaynaklandığı düşünülebilir.
Birileri bir bomba  patlatmamış ise, toplantı heyecanının, kendi içinde oluşması belki de söz  konusu değil; o heyecan dışarıda varsa, kapı aralığından içeri de sızar  herhalde. 45 yıl öncesinin gençlik hareketlerinin, yaş sınırı tanımaksızın  herkesi etkilemiş olması, 1969 Semineri’nin içeriğinin sadece hazırlanmış  sunuşlarla değil, katılımcılarla, spontane olarak belirlenmesine yol açmıştı.  Dört günlük seminerin 450 katılımcısının tam yarısının öğrenci oluşu ve onların  tartışmalara etkin katılımı o günlerin havasının salona yansıması olsa gerek,  toplantı bir üniversite yerleşkesinde düzenlenmediği halde.
Kimin ne ile uğraştığının  bilinmediği bir meslek topluluğunun kendi sorunlarını tartışması pek de kolay  olmasa gerek; herkes kafasında, meslek bağlantılı da olsa, kendi yaşadıklarını  evirip çevirmekte, bunların ortak noktalarının neler olduğu pek de  bilinmemektedir. Meslek örgütünde oturtulabilmiş bir sicil sistemi olmadığı  gibi, topluluğun yapısını ortaya koyacak güncel bir anket çalışması da yoktur. 1969’da  yapılmış gibi görünen anket de, aslında zaten bilinenini yanıt verenlere  söyletmek üzere düzenlenmiştir sanki. 2050’de düzenlenecek bir sonraki  geleneksel Mimarlık Semineri’nde, hâlâ mimarlık olarak anılan bir meslek kalmış  ise, umarız üyelerinin niteliğini ve eğilimlerini ortaya koyacak bir çalışma  yapılmış olur. O zaman toplantının gündemi ve içeriği de şimdiki ile aynı  olmayabilir.
Belki de sadece mesleğin  değil, kentlerimizin ve doğamızın en çok yıkıma uğradığı bir dönemi yaşıyoruz.  Ama doğal / kültürel değerlerin korunması mücadelesi veren sivil toplum  örgütlenmesinin de giderek güçleniyor olması karamsarlığa düşmemizin önündeki  tek engel. Bu mücadelede tuzumuzun ne olabileceğine ilişkin tartışmalar, 2015  Semineri’nin en önemli katkısı olsa gerek.
Bu seminerin, eski / yeni  dostları buluşturma, yani geçmiş ile geleceğin bağını kurma gibi gündeme  paralel yürüyen bir görevi yerine getirmedeki rolü, iki semineri de yaşamış  olanlar için çok değerli. Düzenleyenlerin fikirlerine ve çabalarına sağlık.
 
 
 
Bazı Karşılaştırmalı Notlar
Arif Şentek
  Mimar
1969  Mimarlık Semineri’ni, o seminere katılanlarla birlikte beş yıl önce bir atölye  çalışmasında gözden geçirmiştik. Ankara’da 2010’da yapılan Mimarlığın Sosyal  Forumu kapsamında düzenlediğimiz ve bir anlamda bir sözlü tarih çalışması  diyebileceğimiz bu atölye çalışmasında konuşulanlar daha sonra bir kitap  halinde yayınlandı.
1969  Semineri’nin düzenleme kurulunda yer alan Önder Şenyapılı 2010 atölye çalışmasında,  “40 yıl önce söylenenler tamam da, şimdi ne yapacağız onu konuşalım” diyordu.  Sanırım “Mimarlık Semineri 2015”, Şenyapılı’nın bu beklentisini karşılıyor.  Seminerde, günümüz mimarlık ortamının aynen 1969’da olduğu gibi en geniş  kapsamıyla ele alınarak irdelenmesi ve neler yapılabileceğinin tartışılması  amaçlanmıştı. Bence seminer bu amacına ulaştı. Başta son beş yıl boyunca bu işi  ısrarla kovalayan Kubilay Önal olmak üzere semineri düzenleyenlere, katılanlara  ve katkıda bulunanlara teşekkürler.
1969-2015  seminerlerini karşılaştırmak aradan geçen 50 yıla yakın bir sürede nereden  nereye geldiğimizi görme açısından yararlı olacaktır. Kısaca değinelim:
  - 1969 Semineri’nde “alt yapı üst yapıyı belirler”  mantığıyla, ekonomiden, siyasetten, sosyal bilimlerden hareketle mimarlığın  tartışılması öngörülmüş, seminer programı buna göre hazırlanmıştı. 2015  Semineri’nin de genel program yaklaşımı aynıydı. Burada tehlike “altyapı / toplumsal yapı” tartışmaları  ile mimarlık arasındaki bağın net bir biçimde kurulamaması. Bu açıdan 2015 Semineri  daha mı başarılı oldu? Bunu daha ayrıntılı tartışmalıyız.
- Ekonomistler, sosyal  bilimciler yine tartışmalarda ağır basıyordu. İlginçtir, örneğin Ruşen Keleş,  Aziz Konukman ve Mustafa Sönmez üç gün boyunca çok yoğun katkılarda bulundular.  Seminerin sonunda, konuşulanların mimarlığa yönelik bir sentezinin yapılması da  Ruşen Hoca’ya kaldı. 1969 Semineri’nde, tartışmaların bir sonuca doğru  yönlendirilmesinde galiba mimarlar daha aktifti.
- 1969 Semineri’nde katılım  daha yoğundu. Özellikle mimarlık öğrencileri “eğitime seminerde devam edeceğiz” diye okullarını bırakıp topluca  gelmişlerdi. Bu kez seminer öğrencilerin ayağına gelmişti ama nedense ortalıkta  pek öğrenci görülmüyordu. Oda yöneticilerinin de seminere ilgi gösterdiğini  söyleyemeyiz. Öğrencilerin ve Oda yöneticilerinin eksikliği, meslek  örgütlülüğümüzün yakın geleceği açısından önemli soru işaretleri taşıyor.
- Seminer internet üzerinden  canlı olarak veriliyordu, muhtemelen mimarlar ve mimarlık öğrencileri  tartışmaları uzaktan izlemeyi tercih etmişti. İnternet yayınına 1.000 dolayında  giriş olduğu söylendi. Bunu belki günümüzün belirleyici bir özelliği olarak  değerlendirmeliyiz.
- 1969 Semineri’nde bir grup  mimar, meslek alanında yeni politikaları oluşturmanın, yeni mücadele yolları  aramanın dinamizmi içinde tartışmalara aktif olarak katılıyordu. Örneğin, Yavuz  Önen ve arkadaşlarının sunduğu “korsan  bildiri”, gelecek 50 yılın işaretlerini veriyordu. Bu seminerde böyle bir dinamizmi  ne yazık ki göremedik.
- Seminerde konuşan kimsenin cebinde  “hazır reçeteler” veya bir “sonuç bildirisi taslağı” yoktu. Ancak  tartışmalar alabildiğine geniş bir ufuk açıyordu. Seminer, daha sonra  sürdürülecek tartışmalara kaynaklık edecek zengin bir birikim sağladı. Bu  birikimi değerlendirmek, yeni görüşler geliştirmek artık meraklılarına kalıyor.
 
 
 
Mimarlık Semineri Dün, Bugün ve Yarın
Akın Atauz
  Şehirci
Bu yazı, dünyaya arayış  dolu gözlerle bakan bir öğrencinin ve meslek pratiği, profesyonel anlamda  çoktan sonlanmış birinin izlenimlerini ve düşüncelerini, iki soru çerçevesinde  özetlemeye çalışıyor. Dün, Türkiye ve Mimarlık Semineri nasıl bir özellik  taşıyordu?
  - Değişmekte  olan bir Türkiye vardı, ya da yakın bir gelecekte değişim olacağı beklentisi  oldukça yüksekti.
- Bilime  olan inanç ve bilimin gösterdiklerinin eninde sonunda geçerli olacağı ve kazanacağına  inanç çok güçlüydü.
- Sosyalizm,  geniş kitleler tarafından yeni yeni tartışılıyordu ve bu umut vadeden bir  tartışmaydı.
- Mimarlık  hep estetikle ve seçkin sınıfların hizmetinde olan bir meslek olarak  algılanmaktaydı ve belki o güne kadar gerçekten de böyleydi.
- Ancak  yeni ve genç mimarlar, özellikle mimarlık öğrencileri, mimarlığın ne olması  gerektiği, toplumla nasıl ilişkilenebileceği konularında arayış içindeydi.
- Mimarlık  mesleği ile sosyalizm arasında veya alternatif bakış açılarıyla mesleğin  yeniden düşünülmesi ve kurulmasının olanakları üzerinde, heyecanla düşünen bir  kitle oluşmaktaydı ve herkes bunu hissedebiliyordu.
- Yenilik  / yeni düşünce / yeni politika / yeni mimar tipi ve benzeri çok taze, çok  beklenilmedik bir biçimde hızla oluşmuş ve heyecan verici bir mecra yaratmış  durumdaydı.
- Diğer  meslekler / disiplinler de bu çağrıyı duyuyor ve bu çağrıya yanıt veriyor,  mimarlara yaklaşıyordu.
- O  güne kadar hiç olmamış şeyler oluyor, yapılmamışlar yapılıyor, denenmemişler  deneniyordu; Türkiye’yi yakında devrimci bir gelecek beklediğine dair umutlar  ve beklentiler çok yüksek ve tazeydi…
Bugün, Türkiye ve Mimarlık  Semineri nasıl bir özellik taşıyor?
  - Toplumda  daha iyi bir geleceğe dair beklenti küllenmiş veya hiç kalmamış gibi. Toplum bu  tür (daha iyi gelecek vaat eden düşüncelerle / ütopyalarla) artık pek  ilgilenmiyor.
- Düş  yok. Düş görme dönemi bitmiş. Kâbus var ve kâbuslu bir geleceğin sıkıntısı  içinde herkes.
- Bütün  yollar denenmiş ve hiçbiri bir sonuç vermemiş, her deneyim bir hüsranla  sonuçlanmış, yenilgi çok fazla tadılmış, herkes bunun farkında..
- Meslek  alanında gerçekleştirilen (çoğu söylemsel) onca arayışa rağmen, artık yeni  arayış heyecanını kaybolmuş.
- Mesleki  olarak dünyada ve Türkiye’de pek çok yeni deneyim ortaya konulmuş, tartışılmış  ve nerdeyse tartışılarak eskitilmiş ya da bu deneyimler marjinalleşmiş.
- Diğer  disiplinlerle işbirliği sonuç vermiş, alışılmış bir uygulamaya dönüşmüş, ancak  sonuç olarak, akademinin ya da kalıplaşmış yaklaşımların bir parçası olmanın  ötesine geçememiş, 
- Sosyalizm  tartışmaları, toplumun geleceği üzerine düşünme ve düş kurma arayışları dinmiş…  Artık kimse böyle grand-düş kurma / büyük arayış içinde değil. Bunları gerçekçi  ve uygulanabilir, hatta işe yarar çabalar olarak görmüyor.
- Mimarlık  öğrencilerinin, meslek eğitiminin sağlayabileceği sertifikadan başka hiçbir  şeye ayırabileceği bir zaman kalmamış.
- Mimarlık  mesleği, yeniden inşaat sektörünün köleleştirdiği bir konuma sıkıştırılmış.
- Kentler,  eskisinden daha büyük sorunlarla karşı karşıya ve bu sorunların çözümü çok daha  karmaşık bir hal almış durumda.
Eğer burada yazılanlarda  gerçeğin bir payı varsa, nasıl bir gelecek bekliyor Türkiye’yi ve mimarlık  ortamını? Mimarlık Semineri’nin gidişatına bakarak, bir şeyler söylenebilir mi?
Yukarıda söylenenler  kısmen doğru olsa bile, bundan olumsuz bir gelecek anlamı çıkmaz kanısındayım.  Seminer, mücadelenin devam ettiğini gösteriyor. Şimdi, bir umudumuz var. İyilik  yapıp denize atıyoruz. Bakalım kimler bilecek değerini ve nasıl anlamlandıracak  Mimarlık Semineri’ni?
 
 
 
Mimarlık Semineri 2015 ve Gelecek
Zuhal Ulusoy
  Prof. Dr., Kadir Has Üniversitesi, Mimarlık  Bölümü
Mimarlar Odası İstanbul BK  Şubesi, Eğitim ve Kültür Araştırmaları Mesleki Bilimsel Çalışmalar Kurulu’nun  1969 Mimarlık Semineri’nden yola çıkarak düzenlediği Mimarlık Semineri 2015 5-7  Mart tarihleri arasında gerçekleşti. Tanıtım yazısının başında Gürol Gürkan’ın  1969’taki Mimarlık Semineri’nin açış konuşmasına atıfla “Mimarlıkta devrim  topluma yönelişle olacaktır” sözü yer almakta, “geleceğimize ilişkin kaygıların  oldukça çoğaldığı bugünlerde; mimarların, mimarlık ortamının kendini yeniden  sorgulayarak, 1969’da da yapıldığı gibi ‘içe  dönük bir eleştiri ile ilgili bütün kurumlarla yapmakta olduğu hesaplaşmayı  kendisiyle de’ yapması gerektiği açıktır.” denmekteydi.
Mimarlık mesleğine ve  disiplinine son derece kapsamlı yaklaşan programın uzun soluklu  bir hazırlık çalışmasının ürünü olduğu kuşkusuz. Programda 1969’daki ilk  seminer katılımcılarının da yer alması anlamlıydı. Her biri kendi konularında  kapsamlı sunumlar yaptı, katkıda bulundu, aradan geçen süreyi ve mevcut durumu  değerlendirdi. İçerik olarak da 2015 Mimarlık Semineri’nde 1969’dakinde dile  getirilenlere benzer sorunların devam ediyor olması, yakınmaların,  eleştirilerin tekrarlanması açısından önceki seminerle bir paralellik olduğu,  1969’daki seminere bir tür saygı duruşu yapıldığı da söylenebilir.
Açılış oturumundan kapanış  oturumuna kadar tüm semineri izledim. En belirgin izlenimim 1969’daki semineri  karakterize ettiğini tahmin ettiğim heyecanın, 2015’teki Mimarlık Semineri’nde  neredeyse hiç bulunmadığı yönünde. Böyle bir başlıkla yola çıkan etkinlikte  geleceğe dair pek az umut vardı. Daha da az olan ise coşkuydu. Aradan geçen 46  yıl boyunca zaman zaman olumlu gelişmeler olsa da bugüne gelene kadar o  seminerin dayanağı olan heyecanın kaybedilmesi bana kalırsak dikkat çekici bir  durum. Oysa coşku olmadan, umut olmadan gelecek nasıl kurulabilir?
Elbette zihin açıcı,  mevcut duruma taze bir bakışla yaklaşmamızı teşvik eden konuşmalar da yapıldı.  Aklımda kalanlar arasında İlhan Tekeli’nin dile getirdiği araçsal olmayan,  kucaklayıcı bir demokrasi olarak tanımladığı yeni bir demokrasi talebini; Sema  Erder’in kavramların, kuramların sokaktaki karşılığını görme isteğiyle  akademisyenlere yönelttiği özeleştiri çağrısını; Belkıs Uluoğlu’nun mimarlık  bilgisini yeniden düşünme gereğine yaptığı vurguyu; Sezai Göksu’nun katılımı  bir mücadele alanı olarak tanımlamasını; umut veren dayanışmacı katılım  örneklerini paylaşan Yaşar Adanalı’nın süreç içinde birbirinden öğrenmeye açık  olmaya dair söylediklerini sayabilirim. Bilişim teknolojisinin sunduğu, sanatla  bilimin, farklı disiplinlerin gerçek anlamda birlikte ve iç içe olmasının önünü  açan olanakların paylaşıldığı oturum, elbette geleceğe açılımın en güçlü ve  çarpıcı şekilde konuşulduğu ortam olmuştur.
Son olarak, geleceği  konuşurken yeni bir dile, yeni terminolojiye, yeni kavramlara, yeni tanımlara  ve bunlar arasındaki ilişkilerin yeni yorumlarına ihtiyaç olduğu söylenebilir.  Temel kavramların bugün yüklendiği anlamları yeniden düşünmek zorundayız. Emek  ve emekçinin yeni açılımları neler? Üretim ve üretim ilişkileri günümüzde nasıl  çeşitleniyor? Sermayenin yapısı ve dolaşımı günümüzde nasıl gerçekleşiyor?  Bilim, teknoloji, yenilikçilik, bu temel kavramları nasıl dönüştürüyor? Bu  zamanda, içinde bulunduğumuz tarihsel kesitte siyaset nasıl yapılır? Ve  mimarlık kuramı, eğitimi ve pratiği bunun neresinde yer alır?
 
 
 
Mimarlık Semineri 2015'in Zihinlerimizdeki Tortusu
Bülend Tuna
  Mimar
Mimarlık  Semineri 2015, 5-7 Mart tarihleri arasında MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu’nda  gerçekleştirildi. 1969’un izinden giden bir yaklaşımla uzunca bir süredir hazırlıkları  sürdürülen seminer, benzerlikleri, farklılıkları, katkıları ve tartışmalarıyla  çok yönlü irdelenmeyi hak eden bir zenginlikteydi. 68 hareketliliğinin  ertesindeki arayışın benzer şekilde 2015’de de gündeme gelmesi, sorunların çok  yönlü irdelenmesi, böylesi disiplinler arası katkılarla bütüncül bir bakış  açısının arandığı bir ortamın hazırlanması gerekiyordu.
Bu  denli önemli bir etkinliği düzenleyen İstanbul BK Şubesi’ne, özellikle de EKA-MBÇK  (Eğitim ve Kültür Araştırma Mesleki Bilimsel Çalışma Kurulu) çalışmalarına  katkı verenleri içtenlikle kutluyorum. Bu etkinliğin canlı yayın bağlantıları  sağlanarak yaygın bir şekilde izlenebilirliğinin artırılması da ayrı bir  takdiri hak ediyor. Bu olanağın Odanın farklı etkinliklerinde uygulandığını  görüyoruz. Kent mücadeleleri konusunda dikkatlerin Odanın üzerinde olduğu bir  dönemde bunun yaygın bir iletişim olanağı sağladığını söyleyebiliriz. 
Seminerin  oldukça zengin içerikli bir programı vardı ve bu, seyirci ilgisinin de yoğun  olmasına yol açmıştı; seminerle ilgili ilk tespitimiz olarak bu katılım  istekliliği belirtilebilir. Mimarlar Odası’nın özellikle son yıllarda kent  yağmasına karşı mücadele eden kişi ve kuruluşlarla birlikteki aktif mücadelesi,  doğal olarak konuya duyarlı kamuoyunun dikkatlerini üzerine çekiyor. İçinde  bulunduğumuz bu karabasan ortamından çıkış yollarının arandığı, farklı ve yeni  bir şeylerin dile getirildiği ortamların bir başka önemi de burada ortaya  çıkıyor. 1969’daki seminerde dile getirilen, tartışılan konular, katılımcıların  bu tartışmalarda dile getirdikleri savların, ileri sürdükleri görüşlerin,  düşüncelerin sonraki yıllarda Oda söyleminin zenginleşmesine önemli katkıları  olduğu bir gerçek. 2015 Semineri’nin de bu yöndeki arayışlara katkısı  olacağını, Oda söylemini besleyeceğini düşünebiliriz. 
1969  Semineri programında yer alan siyaset, ekonomi, planlama, sosyoloji, eğitim  gibi konuların yanı sıra 2015 Semineri programında doğal olarak çevre, bilişim  gibi yeni oturum başlıklarına da yer verilmişti. Bu çok yönlü kavrama  istekliliği de üç gün boyunca günde on saat kadar süren oldukça yorucu bir  yoğunluğa yol açmıştı. Bu yoğunluk içerisinde seminer katılımcılarının,  tartışmalara yeterince yer ayrılmadığı yönündeki serzenişleri haklı  görülebilir. Seminer ele aldığı konuların güncel boyutlarıyla vurgulanmasını,  farklı yönlerin sergilenmesine olanak veren bir tartışma yürütülmesini  sağlamış, ancak bazı değinilmeyen ve / veya yeterince ele alınmayan konuların  benzer irdelenmelere gereksinimini de hissettirmişti. Bu da başta semineri  düzenleyen EKA MBÇK’ya ve Odanın diğer organlarına seminerin bıraktığı yerden  farklı ağırlıklarla, belki farklı bileşenlerin katkılarını da içerecek şekilde,  konular üzerinde yeterince tartışılabilecek sürelerin sağlanabildiği ortamların  oluşturulması görevini veriyor. Bizlere düşen de tartışmaların yükünü  hazmedebilmek, yeni yaklaşımları, farklı görüşleri sakin bir şekilde düşünmek,  seminerin zihnimizdeki tortusunu hissetmektir. 
Seminerde  mimarlık eğitimi ile ilgili bildiri sunma görevi bana verildi, 9. oturumda  “Türkiye Mimarlık Eğitimi Politikası Arayışları” başlığıyla bir sunuş  gerçekleştirdim. Doğan Hasol’un moderatörlüğünde, Neslihan Dostoğlu, Boğaçhan  Dündaralp ve Tonguç Akış’ın tartışmacı olarak katıldığı oturumda dile  getirilenleri burada aktarmayacağım, bunlar diğerleri gibi Odanın internet  sayfasında yer alıyor. Ancak oturum sürecindeki tartışmalar ve mimarlık eğitimi  konusunda başka ortamlarda da yapılan benzer değerlendirmelerle ilgili birkaç  söz söylemek isterim.
Mimarlık  eğitimi ile ilgili tartışmalara altlık olabilmesi için öncelikle yeterli bilgi  aktarımının sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle Odanın sicil  kayıtlarından ve mimarlık okullarıyla ilgili değişik ortamlardan derlediğim  sayısal verileri paylaşıyorum. Mimarlık okullarının sayısı ve öğrenci kontenjanlarının  durumu elbette herkesi irkiltiyor. Bu tablo içerisinde doğal olarak iyi niyetli  arayışların, kimi olumlu gelişmelerin aktarılmamış olması, niceliğin tek kriter  olarak görülmemesi gerektiği, niteliğin bu veri karşılaştırmalarının ötesinde bir  anlamı da olabileceğinin hatırlatılmasına yol açıyor. Ama ne yapalım ki  niceliğin bu denli kontrolsüz artışının her türlü nitelik arayışının üstünü  örttüğü de bir gerçek.
Mimarlık  ve Eğitim Kurultaylarının sekizincisini gerçekleştirmek üzereyiz, bu ortamlarda  mimarlık ve mimarlık eğitiminin ortak sorunları, birbiriyle bağlantılı olarak  çok yönlü bir şekilde ele alındı, irdelendi, raporlar hazırlandı. Ülkemizdeki  siyasi iklimin bu çağrılara kulak verecek bir duyarlılıktan hızla uzaklaşması  elbette hazindir; ülkenin diğer sorunları gibi eğitim, özellikle de mimarlık  eğitimi konusu ciddi bir sorun yumağı haline gelmiş durumdadır. İşte bu ortamda  “Türkiye Mimarlık Eğitimi Politikası” üzerinde çalışmak, beraberlik ve söylem  birliği sağlamak önem kazanıyor. Mimarlık ve mimarlık eğitimi ortamındaki  kurum, kuruluş ve oluşumların hem kendi içlerinde, hem de birbirleriyle doğal  olarak farklı görüşleri, yaklaşımları olabilir. Öncelikle kendi içlerinde,  sonra da birlikte bu hayati konunun hak ettiği titizlikle ele alınması,  ortaklaşalığın aranması, bulunması, bunun yapılabilirliğinin görülmesi  gerekiyor. 
“Mimarlık  Semineri 2015” üzerine kısa değerlendirme notlarını bu yöndeki bir çağrıyla  bitirelim. Mimarlık eğitimiyle ilgili güçlü bir sesin “Türkiye Mimarlık Eğitimi  Politikası”nın oluşturulması zamanı gelmiştir. Bu hem mesleğimize, hem de bugün  mesleği tercih edecek gençlere, yarının mimarlarına karşı bir görev olarak  önümüzde durmaktadır.
 
 
 
Nasıl Bir Mimarlık Ortamından Bahsediyoruz?
Eser Yağçı
  Yrd. Doç. Dr., MSGSÜ, Mimarlık Bölümü
68  hareketi hiç şüphesiz dünyanın büyük kesiminde etkileri görülen, önemli düşünce  ve eylem akışlarını tetikleyen bir kırılma noktasıydı. Evrensel değerleri  sahiplenme idealine yönelmiş bir nesil, savaşlarla hesaplaşırken silahları hep gizli  tutulan başka türlü bir savaş dünyaya hâkim olmaya başladı. Yaşamın güç, gücün  ise yeniden üreterek tüketme üzerinden sürdürüldüğü, ayrıcalıklı olan ve zayıf  olan arasındaki bu yeni savaş türü özgürlüğü de pazara çıkarttı. Bu olgulara  paralel sosyal ve ekolojik çözülmeler, kültürel refleksler ve yansımaların  eşiğinde, insan ve mekân ilişkilerini dönemin dinamikleri içinde anlamaya  yönelik bir etkinlik olarak, 1969 Mimarlık Semineri, “Toplum Yararına Mimarlık”  söylemine tutunan Mimarlar Odası tarihinde önemli bir yer edindi. Dünya'daki  çalkalanmalara rağmen, Türkiye’deki mimarlık ortamının hızlı bir modernleşme  sürecini sürdürdüğü bir döneme denk gelen 1969 Semineri, toplumsal sorunları  ekonomi-politik olgularla birarada tartışmaya açarak, geleceğe yönelik  öngörüleri çoğunlukla bu akslarda ortaya koymuştu. Bildiri ve tartışmalar  günümüze kadar referans alınan değerli saptamaları içermekle birlikte,  olumsuzlukların üstesinden gelinebilecek devrimci ideallere tutunmaktaydı.
Günümüze  kadar arada geçen yıllarda gerek dünyada gerek bulunduğumuz coğrafyada meydana  gelen hızlı dönüşümler, bitişler, başlangıçlarla mimarlığı ilgilendiren birçok  dönüm noktası tespit etmek mümkün. Peki, günümüzde insan-mekân ilişkileri kadar  insanlar arası ilişkileri örgütleyebilen, doğanın akışına müdahale edebilen  mimarlar, bu olgulardan nasıl etkilendi ya da bunlar üzerine ne kadar  düşünüyor? Dünyada kültür çalışmaları ve tartışmaları yanı sıra mimari  üretimlerin dayandığı anlatılarda bu sorgulamalar sıklıkla yapılırken, Türkiye’de  akademik çalışmalar dışında mimarlık alanını sorgulayan sözlü veya yazılı  kültürün kısıtlı kalması sorunu nasıl aşılabilir? Mimarlık hangi yeni alanlara  nüfus ediyor? Bireyin ve toplumun gerçekliğini ne oranda kavrıyor?
Bu  gibi birçok sorunun biriktirilip tartışmaya açılması gereksinimi, güncele  yönelik sorgulamaları tetikleyecek, 1969 Semineri’ndeki gibi çok alanlı ve çok  bağlamlı bir kurguyu referans alacak bir başka seminerin kurgulanmasında etkili  oldu. İstanbul BK Şubesi Eğitim ve Kültür Araştırmaları Mesleki Bilimsel  Çalışma Kurulu, farklı alanlardan gelen danışmanlarla birarada böyle bir  etkinliği gerçekleştirmeye yönelik çalışmalarını uzun süre sürdürmüş ve 1969  Semineri’ni referans alan semineri sonuçlandıracakken İstanbul’un merkezinde  başlayıp tüm ülkeye yayılan Haziran hareketi gündemi yeniden belirledi. Böyle  bir hazırlık süreci sonuna yaklaşmışken mimarlığın konusu olabilecek olgular bu  yeni kırılma noktası ile ister istemez öne çıktı. Sonuçta 5-7 Mart 2015’te  Mimarlık Semineri’nde 2015 Açılış-Kapanış oturumları dahil olmak üzere belirgin  temalara yönelmiş toplam on dört oturum gerçekleştirildi. Agresif  ekonomi-politikalar odaklı kurgulanmaya koşullanmış insan-mekân ilişkileri ve  bu ilişkilerin ele alınış biçimlerine yönelik saptamalar, Türkiye’de mimarlığın  1969 Semineri’ndeki kadar umutlu bir ortamda olmadığını açıkça ortaya koydu.  Mimarlık Semineri 2015’in ardından, insanı, doğayı ve evrensel değerleri  önemseyen bir mimarlık ortamından uzaklaşma kaygıları hâkim olsa da, seminer  oturumlarının bütünüyle ortaya koyduğu analitik çerçeve mimarların hangi  odaklara yönelerek daha iyi bir mimarlık ortamını çoğulcu bir süreç ürünü  olarak kurgulayabileceklerine dair birçok ipucu vermekte. Umalım ki bu ipuçlarını  yakalayarak yeni tartışmalar eşliğinde insanı ve doğayı odağına alacak  mimarların sayısı artsın, böylece dünya mimarlık ortamındaki gelişmeler  içindeki yerimizi de etraflıca tartışıyor olalım!
 
 
 
Sorularla Mimarlık Semineri 2015
Yüksel Demir
  Doç. Dr., İTÜ, Mimarlık Bölümü
1969 Mimarlık Semineri’nin  Hazırlama ve Uygulama Komitesi üyesi olan Gürol Gürkan’ın “Mimarlıkta Devrime  Doğru” başlığıyla komite adına yaptığı açıklama konuşmasında Gürkan,  toplantının gerçekleştirildiği bağlamı özetle: “Çağımızın özelliği bilimsel  eleştiri olmuştur. […] Sorunlara duygusal yaklaşımlar hiç kimseyi doyurmamakta,  tepeden inme kararlar artık buyruk niteliğinde sayılmamaktadır. […] Mimarlık  tanımları, kurulmuş mimarlık eğitimi temelleri, gelişen ve yapı değiştiren  toplumun gerisinde kalmıştır. […] Mimarlığımız tutarlılığını yitirmiş,  çağdışına düşmüş; eğitim yöntemlerinin geçerliliği kalmamıştır.” sözleriyle  ifade ederken, seminerden beklenilenleri de “Mimarlığın oturması gereken  temellerin ve mimarlığın yeniden tanımlanması gereklidir. […] Temellerin tanımlanmasından  sonra, bu temellere uygun düşen mimarlık biçimi ve buna uygun düşen eğitim  yöntemleri için öneriler geliştirilecektir.[…] Bundan böyle ‘Mimarlar Odası  Toplum Hizmetinde’ yerine ‘Mimarlık Toplum Hizmetinde’ denilebilmelidir.”  ifadesiyle tanımlamıştır.
İlhan Tekeli 2015 Semineri’nde  yaptığı konuşmada 1969 Mimarlık Semineri’nin o dönemin mimarları tarafından  mimarlıkla ilgisiz bulunduğunu ifade edip bugün yaşanan demokrasi krizinin  mimarlıkla ilişkisini irdeleyerek demokrasi restore edilmeden mimarlığın  meselelerinin çözülemeyeceğini ortaya koydu. Buna karşılık Doğan Kuban, İlhan Tekeli’nin  demokrasi vurgusuna ironik bir katkı yaparak demokrasinin olmadığını,  kendisinin de artık bugünkü durumu anlamaya ve açıklamaya yetecek bir  bilgisinin olmadığına inandığını, hatta hiçbir şey bilmediğini söyledi. Ancak o  da Henri Lefebvre’ye atıfla “kentli olma hakkı”nı gündeme getirerek temel hak  ve özgürlükler olmayınca kentli hakkından söz edilemeyeceğini ifade edip,  teknik, bilimsel, mesleki düzlemlerde verilmesi gereken kararların siyasi  düzlemde veriliyor olmasını eleştirdi ve bilimin iktidara gelmemesi durumunda  sorunların çözülemeyeceğini söyledi.
Gürkan’ın açış  konuşmasında ifade edilen o dönem değerlendirmesi ile Tekeli ve Kuban’ın açış  konuşmaları ile ifade edilen güncel durumla ilgili değerlendirmelerde temel  olarak “toplum”, “demokrasi” ve “bilim” kavramlarının, “mimarlık” ile  ilişkisinin vurgulandığı görülüyor. 2015 Semineri’nin izleyen oturumlarında da  ağırlıklı olarak bu eğilim devam etti. Demokrasi-mimarlık ilişkisinin öneminin  ortada olduğu ve üzerinde başka değerlendirmeler de yapılacağı varsayılabilir.  Bu bağlamda yukarıda da özetlendiği gibi her iki seminerde yapılan kuvvetli  vurgu nedeniyle mimarlığın özellikle felsefe, bilim ve sanat ilişkisi üzerinde  durulmasına gerek olduğu kanısındayım. Özgür ve zengin bir sanat ortamının varlığının,  ancak sağlıklı bir demokrasi sayesinde mümkün olabileceğini hatırlayarak...
Bu gerekçeyle akla gelen  bazı temel soruları paylaşmayı ve bu sorulara birlikte yanıt aramayı  öneriyorum:
  - Mimarlığın,  felsefe, bilim ve sanat alanlarında güçlenmeden, meslek alanına yapılan siyasi  dayatmaları (Osmanlı & Selçuklu, çılgın proje ve diğerleri) ve bunların  doğa, kültür ve toplum üzerinde oluşturacağı geri dönüşü güç, olumsuz  etkilerinin engellenmesi, sağlam bir mimarlık kültürü oluşmasına katkıda bulunulması  mümkün müdür? 
- Mimarlık  meslek alanındaki bütünleşme olmadan mimarlık-toplum bütünleşmesi sağlanabilir  mi? Mimar-mimar bütünleşmesi olarak özetlenebilecek bu durum nasıl  gerçekleştirilebilir? 
- Mimarlık  Semineri 2015 katılımcı profili, mimarlık meslek alanı profilini ne ölçüde  temsil etti? (Bu soruyu yanıtlamak için Mimarlar Odası’nın üye profili  güncelleme anketinin sonuçlarından yararlanılabilir. Bu nedenle anketin üyeler  tarafından doldurulması büyük önem arz ediyor. Selim Balcısoy’un seminerdeki  sunumunda ifade ettiği gibi: Veri önemli!)
- Meslek  örgütü meslek insanları arasındaki bütünleşmeyi ne ölçüde başarabiliyor?
- Mimarlık  Semineri 2015 katılımcı profili içinde, mimarlığın hizmetine adanması önerilen  toplum ne ölçüde temsil edildi? 
- Toplum  mimarlığın ne ölçüde farkında? Mimarlık ve meslek örgütü toplumla bütünleşmeyi  ne ölçüde başarabiliyor? Yoksa topluma rağmen ya da toplumun gıyabında toplum  için mi çalışılıyor?
- Mimarlık  alanıyla diğer alanlar arasındaki bütünleşme hangi düzeyde?
- Yukarıdaki  sorular bütün meslek alanları için yanıtlanmadan, mimarlık alanının misyonunu  yerine getirmesi mümkün müdür?
- Konuştuğumuz  kadar dinliyor muyuz?
- Eleştirdiğimiz  kadar yapıyor muyuz?
- Önerdiğimiz  kadar soruyor muyuz?
Yukarıda sıralanan  sorulara yanıtlarınızı ve ek sorularınızı #mimarliktoplum etiketiyle sosyal  medyada paylaşır mısınız?
			
			
			Bu icerik 7271 defa görüntülenmiştir.