315
OCAK-ŞUBAT 2004
 
MİMARLIK'TAN

ODADAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • 9+1

    anlama / anla(t)ma / anla(ş)ma
    Tansel Korkmaz

    Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi, Tasarım Kültürü ve Yönetimi Programı

    9+1 Yuvarlak-Masa Toplantıları Moderatörü

ÖĞRENCİ BULUŞMASI

KONGRE: 15. YAPI VE YAŞAM: UIA 2005'e DOĞRU "KENTLER VE MİMARLIK" ÜZERİNE

  • Boşluğun Mimarisi
    Emre Demirel

    Araş.Gör., Hacettepe Üniversitesi,

    İç Mimari ve Çevre Tasarımı Bölümü

  • Günümüzde Koruma / Restorasyon Çıkmazı
    S.Sarp Tunçoku

    Yrd.Doç.Dr., Mimar - Restorasyon Uzmanı,

    Sivas - Cumhuriyet Üniversitesi,

    İnşaat Mühendisliği Bölümü

    Kayseri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Üyesi



KÜNYE
MİMARLIK TARİHİ

1922, Chicago Tribune Mimari Proje Yarışması

İhsan Duygulu

Mimar

1922 yılında, Chicago Tribune Gazetesi için ‘dünyanın en güzel ve farklılaşan büro binası’nı elde etme amacıyla açılan yarışmaya, Holabird ve Roche ve Root ortaklıklarının yanısıra Eliel Saarinen, Walter Gropius, Adolf Meyer, Bruno Taut gibi ünlü mimarlar katılır. Süreci ve sonrasındaki tartışmaları ile dönemin önemli olaylarından biri olan yarışmayı, John Howell ve Raymond Hood kazanır. Geç teslim ettiği için değerlendirmeye alınmayan Adolf Loos’un projesi, eşi ve kendisinin arşivdeki mektupları ile, dönemin Amerikan mimarlığına eleştirel bir bakış getiriyor.

Adolf Loos:

“The Chicago Tribune Column:

Programda istenilen, tasarımcının gözü önündedir: ‘...dünyanın en güzel ve mükemmel ofis binasını dikmek’ (...to erect the most beautiful and distinctive office building in the world). Öyle bir bina yap ki, resmini veya gerçeğini bir kere görenin hafızasından bir daha kaybolmasın. Sonsuza kadar Chicago kenti kavramı ile ayrılmaz olan bir anıtın kurulması, San Pietro’nun kubbesi (Roma), eğri kule Pisa ile olduğu gibi. Bütün aydın insanların görür görmez “The Chicago Tribune” gazetesini kişiliği ile ilişkilendirecekleri bir binanın planlanması.

Bu hedefe nasıl erişilir? Dünyanın en yükseğini yaparak, Woolworth Building’den de yüksek? 400 ayak yükseklik sınırlaması bunu olanaksızlaştırıyor. Çevredeki binalardan alçalarak, ‘New York Herald’ veya ‘Morgan Building’deki hilenin tekrarlanması. Bu tür bir taklit, yarışmanın anlamına uymaz. Yoksa Kübist Berlin veya 1848'li yılların Belçika’sından kaynaklanan, gelenekleri olmayan mimari formları seçmek; Alman, Fransız ve Avusturyalı yapı sanatçıları gibi... Ama bütün bu geleneği olmayan şekiller, pek kısa sürede yerlerini yenilerine bırakıp bayan şapkaları gibi değiştiklerinden, mal sahibi kısa sürede evinin demode olduğunu anlayacaktır.

O halde tek çare olarak, tipik Amerikan gökdeleni yapmak kalıyor. Gökdelen hareketinin başlarında, temsilcilerini birbirinden ayırmak kolaydı; ancak bugün uzman olmayanlar için, resmini gördüğü yapının San Francisco’da mı, yoksa Detroit’de mi bulunduğunun anlaşılması zor.

Bu bakımdan tasarımcı, bir sütuna karar vermiştir. Büyük boyutlu sütun gelenekseldir: Napoleon’un Place Vendome'deki sütununa ilham kaynağı Trajan Sütunu’dur.

Bu fikre karşı hemen mimari ve estetik endişeler ortaya çıkmakta: İçinde oturulan bir sütun inşa etmek meşru mu? Ancak buna karşılık olarak, gökdelenlerde kaygılanılmadan kullanılan en güzel motiflerin kaynağının, içinde yaşanılmayan anıtlar olduğunu ileri sürebiliriz; Metropolitan Building, Kral Mausolos'un mezarıdan, Woolworth Building, Gotik kilise kulesinde örnek alındığı gibi.

Yine de kuşkumuz olmasın, bu fikri açıklamak ağır özverilere neden olacaktır: Başka mimarların yapmasına sorunsuzca izin verilenler, isim yaptığım gelenek ciddiyetimde, ilkelerime sadık kalmadığım suçlamasını getirecektir. Ancak ben ilkelerimi terk etmedim ve tasarımımın arkasında duruyorum. Sadece mimar değilim, gazete işletmesi ile bütünleşmiş, aynı zamanda bütün modern sanat dergilerinin yazar ve çalışanı ve genç yaşlarda New York'da gazeteci (art critic) idim, bundan ötürü bir gazete binasının hangi sınıra kadar mimari ile ilişkiye girebileceğini iyi bilmekteyim. Bu tasarım bir ‘Chicago Tribune’e yaraşır, ancak daha küçük gazeteler için kendini beğenmişlik olurdu.

Korkarım projeme yönelebilecek en fazla eleştiri, süslemelere yer verilmemiş olmasından kaynaklanabilir. Benim öğretim, yani geçmişin bezemelerinin yerine soylu malzemelerinin kullanılması, burada dev boyutta ifade edilmeli. Tek bir malzeme kullanılmalı; siyah, parlatılmış granit.

Hiçbir çizimsel tasvir, bu sütunun etkisini tanımlayabilecek güçte değil, küpün siyah düz yüzeyleri ve sütunun yivleri, izleyiciyi etkisi altına alacaktı. Bu bizim doymuş ve modern çağımızda bile bir sürpriz, bir olay olabilirdi.

Yapı izin verilenden daha yüksek değil, ancak abaküsün perspektif etkisinden daha yüksek görünmekte.

Ben mekan (hacim) da israf ettim, her tür anıtsallık mekan (hacim) aleyhine olmakta -yüksek giriş holleri, geniş merdivenler: Mal sahibi şunu göz önünde bulundurmalı, gerçek kibarlık dar çaplı kullanımlarla sağlanamaz, tam tersi derin etkiler ile elde edilir; bunu ‘New York Herald’ ve ‘Morgan Building’ kanıtlamıştır.

Bugüne kadar büyük sütunlar hiç bir zaman Yunan değil, sadece Roma tarzında dikilmişlerdir.

Bu fikir, bugüne kadar hayallerde uyurken, şimdi şekil kazanacak. O büyük Yunan dor sütun yapılacak, Chicago’da olmazsa başka bir kentte, ‘Chicago Tribune’ için olmazsa başka birisi için. Benim tarafımdan olmazsa başka bir mimar tarafından.”

Adolf Loos, 1923, “The Chicago Tribune Column”, Zeitschrift des österreichischen Ingenieurs und Architekten-Vereins, no:3/4, Viyana. (Almanca orijinalinden yazar tarafından tercüme edilmiştir.)

Elsie Altmann-Loos(1):

“Chicago Tribune:

1922 yılının başlarında ‘Chicago Tribune’ gazetesinin sahibi Mr. Mac Cormack, gazetesinin yeni binası için bir yarışma açtı. Yarışmaya dünyadaki tüm mimarlar çağrıldı ve şartname bütün gazetelerde ilan edildi. Mr. Mac Cormack(2) dev şirketinin bütün büro ve makinalarının yer bulacağı büyük bir bina, bir çeşit gökdelen istiyordu; ayrıca basın patronları için özellikle lüks bürolar ve bir kaç konut. Birinci ödül hayal gibi bir para miktarı ve ayrıca yapının uygulama ve yönetimi.

Loos müthiş bir kule tasarladı, bizim Babil Kuleleri’ni düşlediğimiz gibi bir şey, gerçekten büyük bir proje. Loos aylarca o tasarım üzerinde çalıştı, Kulka ve Fischer'in yardımları ile. Son günler korkunçtu, projenin zamanında Chicago’da olabilmesi için belirli bir gemiye verilmesi gerekiyordu. Kulka ve Fischer bizim evde deli gibi çalışıyorlardı; son günlerde ben bile çinilemede ve paketlemede yardım ettim. Bir tek Loos'un acelesi yoktu ve neredeyse geciktirmeye çalışıyordu. İçimde belirsiz bir his, onun projenin geç teslim edilmesini istediğini söylüyordu; bir şekilde birinciliğin ancak bir Amerikalıya verileceğini sezmiş olmalı. Loos sonuçta tek Avrupalı mimar değildi, başka katılımcılar da vardı.

Ve gerçekten Loos’un projeleri zamanında yerine varmadı, değerlendirme dışı kaldı. Birinciliği vasat bir proje ile bir Amerikalı aldı. Bununla insanlığa bir yenilik bildirmiyorum.

Ancak kimsenin bilmediği hikaye şudur: Loos ve ben, 1923 Nice'de ikamet ederken, takriben aylardan Şubat'dı. Bir İngiliz gazetesinde Mr. Mac Cormack'in, ki o ara Monte Carlo’da bulunuyordu, belirli bir gece, Cannes'deki bir kutlamaya katılmak için ‘Train Bleu’ ile yolculuk yapacağını yazıyordu. Bu, o zamanların en büyük lüks treni idi ve özel araba ile gitmekten daha iyiydi.

Söz konusu günün sabahında Loos, erkenden Monte Carlo'ya giderek ‘Train Bleu’den Nice yönüne bir bilet aldı. Monte Carlo, Nice arasındaki kısa saatlerde Mr. Mac Cormack'in sempati ve anlayışını kazanacağından emindi. Ona, projesinin zamanında varmadığını anlatacak ve mutlaka görmediği bu projeyi incelemesini rica edecekti. Mr. Mac Cormack’ın, kendisini trende bulma fikrine hayran kalacağından emindi. Tipik bir Amerikalı olduğundan, otelde mutlaka kabul etmeyecekti.

Loos akşam Nice'den geri döndüğünde yorgun ve hayal kırıklığı içinde idi. Gerçektende Mr. Mac Cormack Monte Carlo'da ‘Train Bleu’e binmiş; ancak iki Amerikalının refakatinde. Üçü de neşeli imişler ve aralarında yüksek sesle ve çok konuşuyorlarmış. Loos, ünlü adamın kompartımanına önceden haber vermeden girip hemen anlatmaya başlamış: Projesi hakkında, nasıl olduğu, nasıl planlandığı, şekli ve geç intikal ettiği ile ilgili. Mr. Mac Cormack sabırsız ve saldırıdan rahatsız görünmekteymiş. Loos'a, yanındakilerle önemli iş görüşmelerinde bulunduğunu ifade etmiş. Ancak Loos dileğinde ısrarlı olarak, Mr. Mac Cormack'ı projesi ile ilgilenmesi için ikna etmeye çalışmış; ancak o zaman ‘Chicago Tribune’ yapısı bir dünya olayı olabilirdi. Mr. Mac Cormack, Loos'u pek de nazik olmayan bir şekilde kompartımanı terk etmesini ve daha fazla rahatsız etmemesini söylemiş. Kazanan ödülü hak etmiş ve o başka yapı ve projelerle ilgilenmemekte imiş.

Bu Loos için korkunç bir darbe oldu. Bir Amerikalının böyle davrandığına inanamamıştı. Gerçekte hiç bir zaman birincilik için büyük umut taşımamıştı; bu çok düşsel olurdu. Ama Loos yaratısını, projeyi, annenin çocuğunu savunduğu gibi savundu. O fikirleri için savaşmaya alışkındı, o tekrar ve tekrar geri itilmeye alışkındı. Fakat, bir Amerikalıdan böyle bir davranış beklemiyordu.

Bugün ve burada belirtmek isterim ki, Mr. Mac Cormack, Loos'un projesine bakıp onu anlamış olsa idi, onu yaptırsa idi, Chicago bugün önemli bir yapıya sahip olurdu, bir tane daha gökdelene değil.”

Elsie Altmann-Loos, 1984, Mein Leben mit Adolf Loos, ed. Adolf Opel, Ullstein, Frankfurt/M-Berlin. (Almanca orijinalinden yazar tarafından tercüme edilmiştir.)

1929 yıllındaki New York Borsası çöküşüne kadar olan süre, Amerikan mimarlığının sayıca fazla, ancak düşük nitelikli ürünler verdiği bir dönemidir. Avrupa kültür ve sanatına gizli ve açık yürekli hayranlık en üst düzeydedir. Amerikalı mimar adaylarının düşleri, Paris Ödülü’nü kazanmak, L'Ecole des Beaux-Arts öğrencisi olmaktır. Doğu kıyısının önemli üniversiteleri L'Ecole des Beaux-Arts hocalarını transfer ederken, küçük ve önemsiz okullar, daha az ünlü Fransız mimarları hoca olarak kazanmaya çalışırlar.

Chicago kentinin, 1871 yangını sonrasında yeniden inşa edilmesi gerekir; ızgara planlı kentin dikdörtgen blok ve parsellerine, kaldırımın bittiği yerden yükselen dikdörtgen prizma palazo-gökdelenler dikilir. Bir yandan asansör, çelik taşıyıcı sistemler gibi yeni olanaklar ve para, diğer yandan Avrupa kültürüne bağımlılık; buna rağmen bağımsız bir mimarlık oluşturma uğraşları. Paranın satın alabileceği her şeyi satın alabiliriz düşüncesi, en üstün ve en iyinin onlarda olduğunun kanıtını satın almak, "üstünlüklerini" kendilerine ve dünyaya göstermek.

1847 yılında iki katlı bir kulübenin üst katında, altlarında bir bakkal dükkanı, tek odalı ofisi olan Daily Tribune, 1922 yılında Chicago Tribune olarak, kendisine "dünyanın en güzel ve mükemmel ofis binasını yaptırma"(3) amacındadır.

Uluslararası katılımlı bir yarışma, Amerikan mimarlarının eski dünyadaki meslektaşlarından "üstün" olduklarının kanıtlanması için bir araç, ulusal özgüvene de katkısı olabilirdi. Burada ileri sürülen bu savın doğruluğunu, Jüri Başkanı Alfred Granger'in raporundan açıkça çıkarabiliriz: “Bu dünya yarışmasının sevindirici bir sonucu, Amerikan tasarımının üstünlüğünün sergilenmiş olmasıdır; ancak tek bir yabancı katılımcı, üstün bir kazanç ve gerçekten harika bir tasarım sergilemiştir; fakat bu proje, Fransa, İtalya veya İngiltere gibi Avrupa’nın bilinen kültür merkezlerinden değil, kuzeyin küçük ülkesi Finlandiya'dan gelmiştir”(4).

Söz konusu olan Eliel Saarinen'in projesidir; ayrıca Dwight G. Wallace ve Bertell Grenman isimli Chicagolu mimarların projeye yardımcı olmaları, Amerikan mimarların özgüvenlerinin yara almamasına katkısı olmuştur. Projenin Finlandiya’dan geldiği jüri tarafından biliniyordu; rapordan edindiğimiz bilgiye göre jüri 23 Kasım’da “Chicago kentine, Michigan Avenue ve Tribune'e yaraşır” 12 proje belirlemiş, Saarinen’in projesi 29 Kasım’da gümrük işlemlerini tamamlayıp yarışmaya katılmış, seçiciler projenin “dev” güzelliğinden etkilenerek, geç teslim edilmesine karşın, yarışmaya dahil edip, sonuçları 3 Aralık 1922’de ilan etmişlerdir.(5) Jürinin perde arkasındaki gücü Louis H. Sullivan, Architectural Record’da yayımlanan yarışma yorumunda, bütün yabancı katılımları yok saydığı halde, Amerikan katkılı ve "sanat devi" ülkelerden gelmeyen yarışma ikincisini ağdalı sözlerle övebilmiştir: “Bu bir ses... Çınlayan ve zengin... Hayatın zenginliği ve neşesi arasında duyulan...” (...It is a voice, resonant and rich, ringing amidist the wealth and joy of life.)

Saarinen'in başarısını ya da bir yabancı olarak ikinci olabilmenin güçlüğünü daha iyi anlayabilmek için, üçüncü projenin müelliflerini tanımanın yararı var: Holabird ve Roche firmasının ortakları, Chicago'da etkin mimarlık geçmişi olan kişilerdi; bir bakıma Chicago Okulu’nu temsil ediyorlardı. Baba-oğul Holabirdler, Burnham ve Root ortaklığından oğul John Root, Martin Roche ve Ed. Renwick, portföylerindeki projeler ile -Chicago Building (1903-04), Chicago Temple (1922-23), Monadnock Building (1891-93), County Building (1907) ve City Hall (1911) gibi- yarışma tarihine kadar geçen süre içinde Chicago kent merkezini (Loop) şekillendirmişlerdir.

John Ruskin’in (1819-1900) ünlü "Stones of Venice"(1851-1853) kitabında, özellikle "The Nature of Gothic"(6) bölümü, dikkatleri Ortaçağ’a, Avrupa mimarlığının "güzelliğine" çekmiştir. Ağırlıklı olarak 20. yüzyılın üçüncü on yılına kadar, Gotik tarz (Neo-gotik veya Gothic revival), Amerikan mimarlığında, özellikle "gökdelen"lerde, çokça kullanılan bir seçenekti. Gotikte kullanılan dikey çizgiler yapı yüksekliğini görsel olarak destekler ve olduğundan daha yüksek gösterir.

Uluslararası Chicago Tribune Yarışması’nda birinci gelen Gotik kulenin mimarlarının özgeçmişlerinden, ulusal jürinin beklentilerine ve zamanın beğenisini karşılamadaki başarısını anlayabiliriz: John Howell, o tarihte 54 yaşındadır, MIT ve Harvard eğitiminden sonra Paris Güzel Sanatlar Okulu’ndan diploma almış. Yarışma ortağı, 42 yaşındaki Raymond Hood, yine MIT’de okumuş ve Fransız Ecole Nationale des Beaux-Arts mezunudur. Her ikisi de, dönemlerinde bir Amerikan mimarının alabileceği en iyi eğitimle donanmışlardı. Bu bağlamda, “Mimaride en iyi eğitim, o günün en iyisini ve yarını yaratmada yeterli veya gerekli midir?” veya “Mimaride en iyi eğitim nedir?”, diğer bir değişle “Mimarlık ne kadar öğrenilebilir?” konuları tartışmaya açılabilir.

Tribune gazetesi, o güne kadar yapılmışların en iyisini isterken, bunu bu proje ile elde ettiğini düşünüyordu.Yani jüri üyelerine, Sullivan’a, gazete sahibi ve danışmanlarına, Amerikan sanat çevrelerinin bir bölümüne göre, bugüne kadar yapılmış ve yapılabilecek en iyisi bunlardı!

Bu bağlamda tartışmayı sürdürürsek, kurumsal sanat eğitimi ve anlayışının, olağandışı ürün verenlerle çatıştığını, Egon Schiele - "Viyana Akademisi" ilişkisi ile örnekleyebiliriz. Devamında, mimarlıkta en iyi yerleşik eğitimi almadan, dünyayı şekillendirecek, benzersiz fikirler üretilebileceğini biliyoruz.

Charles-Edouard Jeanneret, Chaux-de-Fond Sanat Okulu’ndan sonra kendi yolunu tutmayıp, eğitimini ünlü okullarda tamamlasaydı, belki de Le Corbusier olmadan, o okulların yüzlerce mezunlarından biri olarak kalırdı. İyi eğitimli ve etkin mimarlar Howell ve Hood, benzer profildeki, iyi eğitimli, yaptıklarından emin Alfred Ganger, Ed. Beck ve Holmes Onderdonk'dan kurulu jüriye ve onları etkilemiş olabilecek diğerlerine kendilerini anlatabildiler; ancak her iki tarafın, dünyanın en iyisini ne yaratabildiğini, ne de seçebildiğini biliyoruz.

Taş yontucunun oğlu, duvarcı ustası Loos, Amerikan mimarlığını ve mentalitesini iyi biliyordu; ne de olsa Dresden'deki eğitiminden sonra, üç yıl Amerika’da kalmış, bulaşıkçı, parkeci ve duvarcı olarak çalışmış, bu arada Amerikan mimarlığını, özellikle Sullivan'ı incelemişti. Başka bir “geri dönücü” (re-immigrant) olan Brecht'den farklı olarak, Amerika ile ilişkilendirdiklerine saygı duymuştur.

Loos’un, jürinin hiç olmazsa dikkatini çekebilecek olağanlıkta bir projeyi tasarlayabileceğinden hiç kuşkumuz olmasın. Aslında, ilke olarak yarışmalara itibar etmezdi. Michael Meydanı’ndaki bina için açılan sınırlı katılımlı yarışmaya çağrılı olmasına karşın katılmamış, sonradan mal sahipleri yarışmasız onu görevlendirmişlerdi. Mimarlık uğraşını bir para kazanma yolu olarak görmemiştir; kaldı ki yaşamında fazla para da kazanamamıştır. Esas çabası, fikirlerini gerçekleştirmekti. Projeleri, yerleşik anlayışa aykırılıklarından ötürü ağır eleştiriler alırken, Loos onları kuramsal boyutta savunuyordu. "Chicago Tribune Sütunu", bu bağlamda bir yarışmayı kazanmaktan öte, bir fikri tanıtma uğraşıdır. Onun yarışmalarla ilgili yargısını Otto Wagner için yazdıklarından anlayabiliriz:

"... Ama Otto Wagner bir sanatçıdır ve bundan dolayı ona birincilik yasaklanmıştır. Yaşantısının sayfalarını karıştırırken, ne tür şahane fikirlerin gerçekleşmediğini ve hangi tasarımların onunkilere yeğlendiğini görerek, öfkeden ağlanabilir. Her yerde vasat, sanatçıya karşı zafer kazanıyor. Gerçekten ben bu düş kırıklığı ile dolu yaşamı istemezdim. Ben bunun için yeterince güçlü değilim."(7)

Chicago Tribune Yarışması’nda Gropius, Loos ile aynı kaderi paylaştı; Adolf Meyer ile hazırladıkları "modern" proje dikkate alınmadı. Gropius-Meyer projesi, sonradan Giedion tarafından, ünlü eserinde tanıtıldı; böylece Gropius bir bakıma yarışma sonucunun intikamını almış oldu. Aynı şekilde, Bruno Taut'un projesi de elenenler arasındadır. Yarışmaya katılmayan Hilberseimer ve Scharoun'un da proje üstünde çalıştıkları biliniyor. Bugünün izleyicisi için Tribune binası, Chicago ırmağının yanındaki ayrıcalıklı konumuna karşın, kent içinde kaybolmuş, ifadesiz, sönük ve heyecansızdır.

Avrupa, sanat ve felsefede yön gösterici ve öncülüğündeki savaş öncesinin üstünlüğünü zayıflayarak da olsa İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında da sürdürebildi. Avrupa kentlerinin tarihsel geçmişlerinin yüklediği sorumluluk, Frankfurt, Moskova veya Paris banliyösü gibi ender örnekler dışında, 5-6 katlı yapılardan daha yükseklerini, günümüzde bile çoğunlukla engellemiştir. Buna karşın Amerika’da, 1853’de Otis tarafından güvenli asansörün tanıtımı ile tetiklenen, yüksekliği insanın fiziksel olanakları ile sınırlanmayan “mimari tip-gökdelenler” konusunda çok yol kat edildi. Bu deneyimleri, yarışma tarihine kadar geçen yetmiş yıl için, ancak mühendislik tekniklerinin gelişmesi ve üretimin rasyonelleştirilmesi diye açıklayabiliriz. İlk motorlu arabalarda, yeni bir teknoloji ve üretim tarzlarının ürünleri oldukları halde, uzun süre pistonlu motorla hareketlenen, çeki hayvanı olmayan at arabaları olarak kaldılar.

Yüksek yapıların, uzatılmış palazo veya Gotik kule taklitleri olmaktan kurtulmaları, özgül birer yapı türü olduklarının anlaşılması uzun zaman almıştır. Ludwig Mies van der Rohe’nin ilham çakması, bu yolda bir boyut atlamasıdır. Mies'in bir projesi herhalde yarışma jürisi tarafından ne anlaşılır, ne de seçilirdi; halbuki sonraki on yıllarda Chicago, "Miesien"liğin kalesi oldu. Mies ise "Novembergruppe" için 1919-1922 yılları arasında hazırladığı öncü “Miesien” tasarıların ilkelerine, 50 yıla yakın sadık kaldı, bir bakıma kendisini yenileyemedi.

Amerikan mimarlığının gökdelen tutkusu, arazi darlığının bir sonucu olmasa gerek. Taşra kentleri ve metropollerin suburbleri, düşük yoğunlukları ile geniş alanlara yayılırlar. Ülke geniş, özellikle gelişim dönemi olan 19. yüzyılın ikinci yarısında arazi boldur. Buna rağmen, Amerika’nın az insanlı bölgelerinde bile gökdelen benzeri oluşumlar vardır. O halde neden gökdelen sorusunun cevabını Claude F. Bragdon'un fikirlerinde bulabiliriz:

"Alçakgönüllü komşularının zararına yukarıları delen, komşularının havasını ve ışığını çalan gökdelen, tek bir kişinin, bir grup adamın güç kullanma arzularının gökyüzüne yazılmış kocaman bir simgesidir. Kurnaz ve güçlülerin, günümüzün karakteri olan pervasız ve tükenmek bilmeyen saldırganlığın simgesi..."(8)

Demek bir banka binası bir gökdelen olmalıdır; ancak bir gazete binasının ruhu bu mudur? Loos bu yarışmaya, özenle bu kelimeyi kullanmaktan kaçınsa da, niye birçoğu gibi bir gökdelenle katıldı? Schillerci değerleri birbirine mi karıştırdı?(9) Yoksa, tanıdığı Amerika’yı en doğru ifade eden simge gökdelen olduğu için mi?

Dipnotlar:

1. Elsie Altmann Loos, 1919-1926 yılları arasında Adolf Loos ile evli idi.

2. İsim aslında Colonel Robert R. Mc. CORMICK olduğu halde, tercümede orijinal metne sadık kalındı.

3. Şartname Metni.

4. Jüri Raporu.

5. Jüri Raporu; 42.

6. Ruskin, John, 2003, Stones of Venice, Reprint Edition, Da Capo Press.

7. "Reichspost" gazetesi, 13 Temmuz 1911 in Adolf Opel, ed., 1988, Konfrontationen, Georg Prachner Verlag; 51.

8. Gilmartin, Gregory F., Thomas Mallins, Robert A. M. Stern, 1987, Architecture and Urbanism Between the Two World Wars, New York; 815.

9. Schiller, Friedrich, 1974 (ilk basım 1793), “Zerstreute Betrachtungen über verschiedene aesthetische Gegenstaende“, neue Thalia, İNFORMATİON ÜBER GESTALT, Bertelsmann, Düsseldorf; 84-94.

Fotoğraflar: İhsan Duygulu

Çizimler: Chicago Harold Washington Kitaplığı’ndaki belgelerden kopyalanmıştır.

Bu icerik 5954 defa görüntülenmiştir.