358
MART-NİSAN 2011
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR

  • Bir Fotoğraf
    Gürhan Tümer, Prof. Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü



KÜNYE
Yarışma Değerlendirme

Dışişleri Bakanlığı Yerleşkesi Mimari Proje Yarışması Kolokyum Notları

Derleyen: Zeynep Uysal, Mimarlar Odası Yarışmalar Komitesi Yürütücüsü

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen yarışmanın kolokyumu, 29 Kasım 2010 tarihinde Dışişleri Bakanlığı'nda gerçekleştirildi. Kolokyumun temel tartışma konularını, bakanlığın proje konusundaki tutumu, İstanbul - Ankara mimarlığının farkları ve genç mimarlarla usta mimarlar arasındaki ilişkiler oluşturdu.

Aytek İtez başkanlığındaki kolokyumda ilk sözü alan jüri başkanı Umut İnan, kurumun bu yöndeki isteği ve proje kapsamının büyüklüğünden dolayı yarışmanın iki kademede gerçekleştirildiğini belirtti. Arazinin zorluğu konusunda jürinin hemfikir olduğunu ifade ederken, tüm zorlayıcı koşullarına rağmen araziyi proje programına uygun olmaması nedeniyle geri çevirmedikleri için jüriye ve yarışmaya katılıp emek verdikleri için tüm ekiplere teşekkür etti.

İlk soru ikincilik ödülünü alan proje ekibi üyesi Semra Uygur’dan geldi. Uygur, konuşmasının bir meslek çalışanının değerlendirmesi olarak algılanmasını ve klasik bir “ikinci konuşması” olarak görülmemesini isteyerek sözlerine başladı. Bayındırlık Bakanlığı’nın uzun zamandır yarışma açmamış olduğunu ve Türkiye’deki mimarlık ortamını yeteri kadar tanımadığını düşündüğünü ifade eden Uygur, bakanlığın jüriyi oluştururken hangi kriterleri gözönünde bulundurduğunu sordu. Ayrıca, şartnamenin yeteri kadar başarılı olmadığını düşündüğünü, tüm kat planlarının 1/500 ölçeğinde istenmesinin genç yarışmacıların önünü kesmiş olduğunu ve iki aşamalı bir yarışma için verilen sürenin de oldukça kısa olduğunu belirtti. Jürinin, önsözde belirttiği kriterlere ve nitelik tanımlamalarına uymadığını düşündüğünü de belirten Uygur, diğer yarışma projelerinde, arazinin bağlamsal olarak düşünülmemiş olduğunu ifade etti. İkinci aşamaya gelindiğinde projelerini değiştiren yarışmacılar bulunduğunu söyleyen Uygur, günümüzde yarışmaların birer iş alma mekanizması olarak görüldüğünü, oysa mimarlığın bir söz söyleme, söylediği sözün sonuna kadar arkasında durma ve ana fikrini tutarlı bir şekilde sürdürme becerisi olduğunu ifade etti.

Bu eleştirilere cevaben söz alan Abdi Güzer, eleştirilerin bir bölümüne katıldığını belirtirken, yarışmaya hem sayısal olarak hem de proje çeşitliliği bakımından katılımın az olduğunu gördüklerini ve bunun nedeninin de yarışmanın iki aşamadan oluşmasıyla programın kapsamı ve sürenin kısa olması olabileceğini belirtti. Genç mimarların kamu yapıları için açılan yarışmalara çok ilgi göstermediğini, bunun nedeninin de Bayındırlık Bakanlığı'nın yapı yaptırma geleneğiyle ilgili olabileceğini belirtti. Bu geleneğin Türkiye mimarlığı ve mimarlarıyla bakanlığın arasını açtığını ifade eden Güzer, mimarlığın gündemi ve bakanlık yapıları arasında büyük bir ayrım olduğunu, ama bu yarışmanın bu ayrımı kırmak için bir fırsat sunmuş olduğunu belirtti. Ancak bu fırsatın çok iyi kullanılmamış olduğunu ve projelerin genelinde müthiş bir tipolojik ve şematik benzerlik gözlemlediklerini söyleyen Güzer, bunun bakanlık yapı geleneği ile ilgili bir şartlanmadan kaynaklanmış olabileceğini ifade etti.

Güzer, yarışmada birinci ve ikinci proje arasındaki farkların çok belirgin olduğunu ve jürinin seçiminin bu iki ayrı uçtaki proje arasında yapılan bir tercih olduğunu belirtti. Uygur projesini, ödül alan 12 projenin içinde gerçekten alternatif bir proje olarak gördüğünü belirten Güzer, topografyayı kullanışını ve kentsel ortama ulaşımını çok önemli bulduğunu söyledi. Jürinin ikincilik ödülü vermiş olma nedeninin, jürinin projenin fikrini anlamamasından ya da bakanlık yapı geleneği ile uyuşmadığını düşünmesinden değil, projenin bazı eksiklerini görmüş olmasından kaynaklandığını belirtti. Uygur’un eleştirileri üzerine söz alan Haldun Erdoğan ise, projelerinin kendi sayesinde ilk elemede elenmeyerek bu dereceye kadar geldiğini ve ayrıca topografyayı iyi kullandığı savına da hiç katılmadığını söyledi. Cem Açıkkol yarışmaların iş alma vesilesi de olabileceğini, bu nedenle bu eleştiriye katılmadığını belirtti.

Açıkkol ayrıca böylesi büyük kapsamlı bir yarışmanın deneyim gerektirdiği için ulusal bir yarışma olmaması, davetli / çağrılı bir yarışma olması gerektiğini jüriye karşı savunduğunu, ancak jürinin bu fikre sıcak bakmadığını belirtti. Deneyim sorununu aşabilmek amacıyla iki kademeli yarışma fikrinin ortaya çıktığını, ancak iki kademeli jüri sistemi konusunda Türkiye’de çok fazla deneyim birikimi olmadığını ve sistemin yönetmelikte de iyi tarif edilmediğini belirtti. İki kademeli yarışmalarda genellikle birinci aşamada jürinin çok fazla veri istediğini, bu yarışmada da projenin kapsamının büyüklüğü nedeniyle maalesef yine böyle olduğunu söyledi.

İkinci soru Hasan Özbay’dan geldi. Özbay projelerin dijital ortamda yayımlandığını, ama bu şekilde proje okumanın zor olduğunu ve yeterince sergilenmediği için de fazla inceleme fırsatı bulamadığını belirtti. Yapı programının çok yüklü olduğunu, programın 180 bin m2’lik alanı kapladığını, oysa Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın 80-90 bin m2 olduğunu belirtti. Arsanın ulaşım problemleri olduğunu da belirten Özbay, böyle bir belirsizlik üzerine 180 bin m2’lik bir program yerleştirmeyi doğru bulmadığını ve bu konuda yarışmacının daha iyi donatılmış olması gerektiğini ifade etti. Ayrıca Açıkkol’un yarışmanın davetli / çağrılı olması konusundaki fikrine katılmadığını, çünkü kurumun zaten çok az sayıda yarışma açtığını belirtti. İki aşamalı olmasına ise katıldığını, yalnız emeklerin biraz daha azaltılabileceğini düşündüğünü söyledi. Jürinin çeşitliliği çok benimsemediğini gördüğünü, birinci seçilen projenin 1970'lerin mimarlık örneklerine benzediğini ve yarışmada daha özgün fikirler gelmediyse bunun sadece yarışmacıların suçu olamayacağını belirtti.

Açıkkol, Özbay’ın çeşitliliğin olmadığıyla ilgili eleştirisine cevaben, bunun programdan kaynaklandığını belirterek, idarenin özellikle oda düzeni büro tipolojisini tercih ettiğini, bu tipolojinin ise çok farklılık göstermediğini ve çeşitlilik azlığına da bunun sebep olduğunu belirtti. Açıkkol, değerlendirme sırasında belli bir profesyonelliğe sahip, uygulamaya gidebilecek projeleri seçtiklerini ve ödül alan 12 projenin de bu nitelikte olduğunu belirtti. Haldun Erdoğan ise 1970'lerin mimarisine benzeyen bir yapı seçilmiş olması eleştirisine karşı çıkarak, jürinin önüne hangi proje geldiyse onu değerlendirdiğini dile getirdi.

Semra Uygur bu konuşmalar üzerine tekrar söz alarak, kolokyumların toplanıp meslek üzerine tartışılabilecek yegâne ortamlar olduğunu belirterek, yarışmalarda görülen İstanbul-Ankara ikilemine dikkat çekti. Bu yarışmada da bu ikilemi gözlemlediklerini ve bunun çoğu jüri üyesinin bakanlık kökenli olduğu jüri organizasyonundan kaynaklandığını belirtti. Uygur kendilerinin arkasında ruhu olan bir proje yapmak istediklerini, kimseyle rakip olmadıklarını ve yarışmaları da iş alma mekanizması olarak görmediklerini dile getirdi. Ayrıca jürinin projede mekân zenginliği aramadığının, Açıkkol’un oda düzeni şeklindeki büro tanımlaması ile anlaşıldığını belirterek, programın da genel olarak abartılmış olduğunu ve bu kadar çok sayıda salona ihtiyaç olmayabileceğini dile getirdi.

Bunun üzerine söz alan Açıkkol, alanın çok zorlu olduğunu, kuzeydeki yolun akıbetinin belli olmadığını ve alanın bir kısmında da arşiv binasının inşaatının hâlâ devam ettiğini belirtti. Kendilerinin de programı çok yüklü bulduklarını, ama idarenin ısrarcı olduğunu söyledi. Kamunun bina ihtiyacının gerçekten çok arttığını, şu an ihtiyaç duyulmasa da gelecekte bu metrekarelere ihtiyaç duyulabileceğini ve bu yüzden yapılmışken büyük yapılması fikrine katıldığını belirtti. Ayrıca yarışmaya sadece Ankara’dan değil, İstanbul ve Trabzon’dan da katılanların olduğunu belirten Açıkkol, Ankaralıların Bayındırlık Bakanlığı geleneğinden geldiğini, İstanbullu mimarların ise daha rahat olduğunu ifade etti. Açıkkol ayrıca mimarlığın sermayenin kölesi olduğu gerçeğinin de yadsınamayacağını söyledi.

İzleyicilerden Gönül Tavman, kamu yapıları üstünden güncel mimarlık çalışması yapmanın zor ve girdisinin çok olduğunu, ayrıca kamu yapısı yarışmalarına da İstanbullu mimarların katılmama nedeninin bu olabileceğini söyledi. Projenin alanı hakedip etmediğini değerlendirdiğinde ise, bu konuda ikincilik alan projeyi birinciden daha iyi bulduğunu belirtti.

Bu konuşmalar üzerine söz alan Umut İnan, Ankaralı yatırımcının diğer kentlerdekine oranla ne istediğini daha iyi bildiğini, sözkonusu bir kamu yapısı olduğundaysa da işlevi çözmenin en önemli kıstas olduğunu söyledi. Bu projede de fonksiyon şemasının ve protokolün nasıl çalıştığının çok önemi olduğunu, bu şartları tam sağlamayan ve şeması kilitlenmiş bir projenin bu arsada çok şansı olmadığını belirtti.

Haldun Erdoğan, Tavman’ın sözlerine katıldığını belirterek, bu yarışmanın bu nedenlerden dolayı İstanbul’a hitap etmeyebileceğini söyledi. Birinci gelen projenin ise jüri tarafından ittifakla seçildiğini, protokolü çok güzel bir hiyerarşiyle kurduğunu, sirkülasyonu ustaca çözdüğünü, yeşil alanı koruyarak araziyi iyi kullandığını ve diğer projelerden farklı olarak arşiv binası ile ilişkileri de çok iyi kurduğunu söyledi. Bunun yanı sıra birinci projenin eleştirilecek tek yanının cepheleri olduğunu, bunun da çözülebileceğini sözlerine ekledi.

İzleyicilerden Aykut Dönmez, bu yarışmada yine üstatların konuştuğunu, ancak genç mimarların duruma seyirci kaldığını söyleyerek, 2 ay gibi kısa süre içinde 180 bin m2 alanı çözüp, çizmenin imkânsız olduğunu dile getirdi. Erdoğan’ın cephelerle ilgili sözlerini de eleştirerek, mimarlıkta iç güzelliğin dışa yansıması gerektiğini düşündüğünü, projeye makyaj yapılacak olmasının mimarlıkla bağdaşmadığını ifade etti. Dönmez, ayrıca arazi kullanımı ve mimari yaklaşımı bakımından kendisinin de ikinci projeyi daha iyi bulduğunu ve Açıkkol’un sermaye ve mimarlık ilişkisi hakkındaki görüşünün de kendisinde hayalkırıklığı yarattığını belirtti.

Erdoğan ise bu projede fonksiyonun çok önemli olduğunu, mesleki görüş olarak işlev çözüldüğünde diğer problemlerin de çözüleceğini düşündüğünü söyledi. Açıkkol ise seçilen projelerin çizildikleri gibi uygulanamayacağını söylerken, konsept aşamasındaki bir yapı için cephe kararlarının verilmesinin çok da gerekmediğini belirtti.

Abdi Güzer bu konuşmalardan sonra söz alarak, fonksiyonun kendini ifade etmesinin zorunluluk olmaktan çıktığını, bunun modernist geleneğin etkisini yitirmesiyle oluştuğunu belirtirken, tasarımın revizyonist bir anlayışla yapılamayacağını, görünüşün de tasarımın başındaki bir girdi olduğunu savundu. Şu anda mimarlık alanında radikal bir anlayış olduğunu ve bunun da bakanlığın getirdiği kötü yapı geleneğini zorladığını belirtti. Bakanlığın tasarımı lineer bir süreç olarak görme alışkanlığı olduğunu, oysa görünüşün baştan ortaya konulacağını, sonradan düzeltilemeyeceğini ifade etti. Uluslararası medyada ödül alan mimarların bu yarışmaya rağbet etmediklerini ve bunun iki farklı anlayışın karşıtlığı meselesi olduğunun altını çizdi. Köklerini mimarlıktan değil, mühendislikten alan motomot bir anlayışa karşı takınılacak olan tutumun ve bu tutuma ne kadar açık ya da kapalı olunduğunun çok önemli olduğunu ve bu anlamda genç düşüncenin önünü açmak gerektiğini dile getirdi.

Bülent Ceylan, zarflar açıldığında hiç İstanbullu mimarın katılmamış olduğunu gördüklerinde hayrete düştüklerini, 15 bine yakın Mimarlar Odası üyesi olan bir kentte neden katılım olmadığını merak ettiklerini dile getirdi. Bu tarz yapıların Bayındırlık Bakanlığı’nın şartname ve kısıtlarına göre yapılıyor olmasının kısıtlayıcı olmuş olabileceğini ve bakanlığın prestij yapıları için imkân sağlaması gerektiğini belirtti. 40 projeyi incelediklerinde form bakımından güzel, ama fonksiyonu iyi çözememiş, uygulanamaz nitelikte birçok proje olduğunu gördüklerini, birinci ve ikinci projedeyse çözümlerin iyi olduğunu tespit ettiklerini ifade etti.

Onur Bezirci, bakanlık olarak oldukça az yarışma yapabildiklerini, ama kurumlarla ilişkiler iyi olduğu sürece yarışma yapmaya çalıştıklarını ifade etti. Kendi binalarını da yarışmayla elde edemediklerini, çünkü zaman ve bütçenin kısıtlı olduğunu söyledi. Danışmanların kurumlardan seçilmesinin ise doğal olduğunu ve Ankara-İstanbul ayrımı olduğunu düşünmediğini söyledi.

Hasan Özbay tekrar söz alarak, büyük bir yapı yerine büyüyebilen bir yapı yapılmasının neden düşünülmediğini sordu. Semra Uygur ise Açıkkol’un sermaye ve mimarlık ilişkisi hakkındaki görüşüne katılmadığını, tüm iyi tasarımların ideolojinin yansıması olduğunu, mimarın ideolojinin kölesi olmasını ise o mimarın kendi ideolojik sorunu olduğunu söyledi.

Üçüncülük ödülü alan proje ekibinden Eren Başak, modernist bir kültürden postmodernist bir kültüre geçmenin sorununu yaşadıklarını ve 180 bin m2’lik yarışma programının da dış ilişkilerde mevcut olan bir ihtiras göstergesi olduğunu belirtti. Ayrıca yarışmada araziye özgü çözümlerin daha çok olmasını beklediğini, birinci projenin ise böyle olmadığını ifade etti. Bu sözler üzerine Haldun Erdoğan üçüncü projeyi cesurca bulduklarını, görselliğinin çok ustaca kurulmuş olduğunu, ama iç çözümlerde iyi çalışmayan yerler olduğunu gözlemlediklerini belirtti.

Dördüncülük ödülünü alan ekipten Özgür Karakaş ise, soru cevaplarda yolla ilgili bir önerinin beklenmediğinin söylendiğini, kendilerinin de projeyi bu cevaba göre biçimlendirdiklerini ama bu belirsizliğin sıkıntı yarattığını ifade etti. Özcan Uygur ise yarışmada bir dünya görüşü çatışması olduğunu, bunu jüride gözlemleyebildiklerini ve jürinin verdiği imaj ve kompozisyonu nedeniyle katılımın bu kadar az olduğunu savundu.

Son olarak birincilik ödülü alan ekipten Ahmet Yertutan ve Süleyman Bayrak’ın projeyi layık olduğu boyutta tamamlamaya özen göstereceklerini ifade ettikleri konuşmaları ve teşekkürleri ile kolokyum son buldu.

Bu icerik 3961 defa görüntülenmiştir.