412
MART-NİSAN 2020
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: DOĞAYLA ÇEKİŞME, TÜKETİMLE İŞBİRLİĞİ: ANTROPOSEN

Kentsel Doğanın (Yeniden) Keşfi: Berlin Deneyimi*

Funda Baş Bütüner, Öğr. Gör. Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü

 

“Bakir doğanın en yakın komşusu sanattır.”(1)

                                                                                                                                                                                                                                             Karl Ganser

                                                                                                                                                                                                         

Yeryüzünün yaklaşık olarak yarısının insan kaynaklı faaliyetlerin izlerini taşıdığı düşünülünce, “insan eliyle büyük değişikliğe uğramamış”(2) doğal sayılabilecek alanların azaldığı veya kolay ulaşılabilir olmadığı söylenebilir. Bu durum, kentlerde alışılagelmiş doğa-kültür ayrımının sorgulandığı kentsel peyzaj tartışmalarını da beraberinde getirmiştir.(3) 20. yüzyılın ikinci yarısında birçok kentin gündeminde yer alan, “kentsel boşluk”(4) olarak da tariflenen post-endüstriyel ve post-altyapısal(5) alanlar, barındırdıkları kendiliğinden gelişen bitki örtüsü ve yaban hayatıyla doğa-kültür arasındaki ilişkinin yeniden düşünülmesinde etkili olmuşlardır. Güncel literatürde ve uygulamalarda, (ağırlıklı olarak) küçülen kentlerdeki boş ve metruk sahaların mimari ya da büyük ölçekli kentsel tasarım programlarıyla geri kazanılmasının mümkün olmadığı durumlarda geliştirilen peyzaj odaklı yaklaşımlarla, boşlukların barındırdığı, “kentsel yaban hayatı sahası”(6)( olarak da adlandırılan “yeni doğa” keşfedilmiştir.(7) Ancak günümüzde, iklim değişikliği ve sürdürülebilirliğe dair artan kaygıların da etkisiyle, kentsel yaban hayatı ve kentsel doğa odaklı yaklaşımlar yalnızca küçülen kentlerle sınırlı kalmayarak, birçok kentin peyzaj stratejilerine yön vermeye başlamıştır. (Resim 1)

Berlin, özgün tarihiyle, hem planlama ve peyzaj stratejilerinde hem de günlük hayat deneyiminde “boşluğun” “doğa” olarak atfedildiği kentlerden biridir. 1961-1989 yılları arasında kenti ikiye ayıran Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından yaşanan idari, mekânsal ve altyapısal belirsizlikler, boşlukların hakim olduğu bir kentsel doku üretmiştir. Bu dönemden sonra kentsel boşluklar farklı süreç ve stratejilerle Berlin’in gündeminde yer almış; bir yandan kentin Avrupa şehirleri arasındaki konumunun belirlenmesi amacıyla geliştirilen mimari ve kentsel tasarım programlarıyla yoğun bir inşa sürecine girmiş, öte yandan “birlikte büyüyen kent ve yeşil”(8) stratejisini benimseyen Berlin’de, doğanın ve yaban hayatının deneyimlendiği alanlar olmuşlardır. Berlin’in kentsel boşlukları, müdahale bekleyen edilgen alanlar olmanın ötesinde, kentin yönetimine, sosyal hayatına ve peyzajına yön veren özgün mekân ve örgütlenmeleri üretmişlerdir. Boşluklar, kentin çok katmanlı ve sürekli değişen ruhunu sürdürmenin hem aracı hem de ortamı olan peyzajın, önemli bileşenleridir.(9) Bu makalenin amacı da, Berlin’in boşluklar üzerinden deneyimlediği süreci tartışarak, yoğun yapılaşma baskısı altında olan ülkemiz kentleri için peyzaj odaklı eleştirel bir bakış geliştirilmesine dair düşündürmektir.

BOŞLUK VE PEYZAJ: “KENTSEL DOĞA”YA DOĞRU

20. yüzyılın ikinci yarısında post-endüstriyel ve post-altyapısal alanları tanımlamaya çalışan ve ağırlıklı olarak olumsuz çağrışımları olan boş, atıl, metruk, belirsiz, tanımsız, artık, kayıp, ölü ve gevşek gibi birçok kavram kent literatüründe tartışılmaya başlanmıştır. Estetik cazibe ya da belli bir işlev, program veya üretime sahip olmayan bu alanlar kentsel süreklilikte kesinti yaratan boşluklar olarak farklı ölçek ve bağlamlarda var olmuşlardır. Çevre kirliliği, metrukluk gibi insan faaliyetlerinin olumsuz izlerini taşımaları ve yeni yatırımlar için cazip bir çevre sunmamaları(10) boşlukları değersizleştirmiş; sahip oldukları potansiyelden çok, sorunlarıyla ön plana çıkarmıştır. Ancak, arazi sanatının da etkisiyle, boşluğun sahip olduğu değer, peyzaj odaklı tartışmalarda yer bulmaya başlamış ve bu alanlara dair yeni kavramsal zemin ve tasarım yaklaşımlarının oluşmasına katkı sağlamıştır.

Boşluğun Değeri

Kentsel literatürdeki tartışmanın aksine, post-endüstriyel ve post-altyapısal alanların alışılmışın dışındaki estetiği sanat alanında keşfedilmiş; sanatçılar metruk (alt)yapıların sahip olduğu değeri ve yarattığı dinamik ortamı çalışmalarıyla belgelemişlerdir. Post-endüstriyel alanlar üzerine yoğunlaşan Amerikalı sanatçı Robert Smithson’ın “Monuments of Passaic” (1967) adlı çalışması bunun bilinen bir örneğidir. Sanatçı, New Jersey’deki bir sanayi yerleşkesinde atıl kalan boru hatları, pompalama tesisleri ve benzeri (alt)yapıları fotoğraflayarak, ait oldukları dönemin değerli arkeolojik kanıtları olarak sunar. Smithson’a göre bu alanlar doğanın dinamik sürecinde insana ait olanın geçiciliğini gözler önüne sermektedir.(11)

Boşluğun sahip olduğu değerin anlaşılmasında arazi sanatının doğaya ve peyzaja yaklaşımı da etkili olmuştur. Doğanın / peyzajın hem ortam hem de malzeme olduğu arazi sanatında, sanatçıların doğadaki sürece ve yerel tarihe odaklanarak ürettikleri eserlerde ortaya koydukları tarihsel, coğrafik ve zamansal katmanlara dair sorgulama “yokluk” üzerine düşündürür. Michael Heizer’in Nevada yakınlarında 240.000 tona yakın toprak hafriyatıyla gerçekleştirdiği, yüzeyde iki büyük kesiğin yarattığı boşluktan oluşan “Double Negative” (1969-1970), sanatçı tarafından boşluğun yarattığı bir heykel olarak tariflenir.(12) (Resim 2) Yine Heizer tarafından gerçekleştirilen ve boşluğun barındırdıklarını vurgulayan arazi sanatı örneklerinden biri olan Effigy Tumuli heykelleri (1983-1985), boşluğun olumsuz çağrışımlı ifadelerle kavramsallaştırılmasına eleştirel bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Eski bir maden ocağı sahasında gerçekleştirilen heykeller, alanda yaşayan beş yerli hayvan türünün (kurbağa, yayınbalığı, kaplumbağa, yılan ve su böceği) devasa boyutta temsilleri olarak, (Resim 3) boşluk ya da metruk olarak tariflenebilecek sahada var olan yaban hayatına dikkat çeker. Heykelleriyle yüzeysel kozmetik sanata eleştirel yaklaşan Heizer, arazinin yerel özellikleri ve tarihini görünür kılmak ister.(13)

Yerleşim alanlarından uzak sahalarda gerçekleştirilen eserlerin yanı sıra kentsel ortamda üretilen arazi sanatı çalışmalarında da boşluğun değerine vurgu yapan örnekler mevcuttur. Alan Sonfist’in kentte doğayı (yeniden) hatırlatmak amacıyla New York’da gerçekleştirdiği “Time Landscape” (1978), insan odaklı anlatılan tarihe eleştirel yaklaşan ve doğanın da bir tarihi olduğuna değinen bir eserdir. Sonfist, New York’da yerleşimin yoğun olduğu bir bölgede 14x61 metre büyüklüğünde boş bir sahayı yöreye özgü türlerle bitkilendirerek, alanın kent kurulmadan önceki doğal halini canlandırmayı amaçlar. Yerel halk ve Manhattan’daki okulların katılımıyla gerçekleştirdiği çalışmasında, sanatçı, çevre ve çevre tarihi hakkında kamu bilinci oluşturma niyetindedir. Zaman içinde göç eden kuşlar ve diğer canlılar için bir yuva ve barınma sahası haline gelen “Time Landscape”, aynı zamanda kentlilerin doğayı deneyimlediği küçük ölçekli bir kentsel peyzaj olarak şehirde yer alır.(14)

Yeni Kavramlar, Yeni Yaklaşımlar

Sözü edilen örneklerde değinildiği gibi, arazi sanatıyla gelişen mekânsal, tarihsel, zamansal ve temsile dair sorgulama, peyzaj mimarlığında yeni bir dilin gelişmesini(15) ve kentsel boşluklara bakışa yön veren eleştirel kavramsal zeminin oluşmasını sağlamıştır. Kültüre ait olanın doğanın önüne geçtiği kentsel peyzajda, doğa kentsel boşluklar üzerinden yeniden keşfedilmiştir. Doğa-kültür arasındaki yeni ilişki biçimi peyzaj tasarımını da etkilemiş; “kamufle eden” ya da “güzelleştiren” yaklaşımların aksine, mevcut olanların keşfine ve alışılmışın dışındaki estetiğe vurgu yapan tartışmalar ve uygulamalar -özellikle post-endüstriyel alanlar üzerinden- gündeme gelmiştir. Bunların arasında en bilineni, 1990’larda Latz + Partners tarafından, Almanya’nın Ruhr bölgesinde tasarlanan Duisburg Nord Peyzaj Parkı projesidir. Endüstri mirası ve doğanın biraradalığının oldukça özgün bir yorumu olan tasarım, alanın mevcut özellik ve değerlerinden üreyen yeni bir park sistemi ortaya koyar. Latz + Partners’ın yaklaşımı, mevcut endüstri yapılarını korumanın ötesinde, yaratıcı potansiyelleriyle ele alan bir peyzaj önermiş;(16) böylece yeni kavramsal sorgulamaların gelişmesini de cesaretlendirmiştir. Post-endüstriyel kavramına eleştirel yaklaşarak, ifadenin çözümden çok problem üretmeye yönelik bir tarif olduğunu vurgulayan Elizabeth Meyer, aslında bu alanların, insanların kendilerine ait izlerin sonuçlarıyla yüzleştikleri yerler olduğunu belirtir.(17) Meyer’e göre mesele, post-endüstriyel alanların çevre kirliliği ya da metrukluktan arındırılarak park ya da rekreasyon sahası olarak geri kazanılmasına yönelik teknik çözümlerin ötesinde, yeni yaklaşımlarla tartışılmalıdır. Mevcut olanın kamufle edilmeden yeniden değerlendirilebileceği bu alanlar, insanların günlük hayat içindeki tüketim alışkanlıklarını sorguladıkları peyzajlar olarak düşünülmelidir. Aynı şekilde, Alan Berger post-endüstriyel alanların sanayileşme ve kentleşmenin doğal bir sonucu olduğunu belirterek, bu tür alanları “drosscape” olarak kavramsallaştırır.(18) Berger’e göre, “drosscape” tasarımcıya esnek stratejiler geliştirme imkanı tanır. Benzer bir yaklaşımla Kullmann, mimarlık ya da kent kuramları üzerinden bakıldığında “işlevsiz / faydasız” olarak tariflenebilecek peyzajların değeri üzerine dikkat çekerek, peyzajdaki aşırı programlanmışlığı eleştirir.(19) İşlevsiz / faydasız gibi görünen alanlardaki mevcut değerlerin benimsenmesinin kentsel peyzaja katkılarını, peyzaj odaklı bir çerçeveden tartışır.

Tüm bu tartışmalar, kentsel mekâna ve peyzaja bakışı etkileyecek yeni (melez) bir terminolojinin gelişmesini desteklemiştir. “Doğa” ve “yaban hayatı” gibi “kent” ile biraradalıkları düşünülmeyen kavramlar, kentsel boşluklar üzerinden tartışılmaya başlanmıştır. İnsan - doğa arasındaki döngüsel ilişkinin izlerini barındıran, önce doğanın insan faaliyetleriyle istila edildiği, daha sonra tekrar doğanın hakimiyet kazandığı terk edilmiş endüstri sahaları, ulaşım altyapıları ve metruk araziler, dördüncü tip doğa olarak düşünülebilir.(20) (Resim 4) Dördüncü tip doğa, “doğa” ya da “yaban hayatından” farklı olarak, insan faaliyetlerinden oldukça etkilenmiş ve bunlara ait izleri halen taşıyan alanlardır.(21) İnsanların doğayla ilişki kurmasının mümkün olabileceği en az düşünülen bu alanlar, aslında, özgün bitki ve canlı türlerinin barındığı kentsel yaban hayatı sahalarıdır. Günümüzde, kentlerde yaşayan birçok insanın doğayı “kent” perspektifinden ya da kentsel yeşil alanlar üzerinden deneyimlediği düşünülürse,(22) her ölçek ve bağlamdaki boş alanın barındırdığı yaban hayatının sunduğu deneyim oldukça önemlidir. Bunun ötesinde, kentsel biyoçeşitlilik, kentsel ısı adası etkisinin hafifletilmesi ve yağmur suyu yönetimi açısından sahip oldukları potansiyeller göz önüne alınca, kentsel boşlukların farklı mekân tipleri (doğa parkı, hobi bahçesi, yağmur suyu parkı, kentsel çayır, geçici etkinlik sahası gibi) üzerinden kente kazandırılmaları öncelikli olmuştur.(23)

“Doğa” ve “yaban hayatı sahası” üzerinden gelişen kavramsal yaklaşımın pratiğe yansıması kentsel mekânın ve peyzajın üretiminde ve deneyimlenmesinde yeni yöntem ve işbirliklerini beraberinde getirmiştir. Toplum katılımı, boşlukların kent mekânı ve peyzajın bir bileşeni olarak kabul görmesinde ve bu konuda sürdürülebilir stratejiler geliştirilmesinde asıl belirleyicisidir. High Line (New York), Westergasfabriek Kültür Park (Amsterdam) ya da Südgeländ Doğa Parkı (Berlin) gibi örneklerde deneyimlendiği gibi, alanların keşfedilme ve geri kazanılma süreci topluluk temelli örgütlenmelerle gelişmiştir. Ancak, uzun yıllar vazgeçilmiş, gözden çıkarılmış ve çoğunlukla güvenlik sorunu yaratan alanlar olarak kentlilerin hayatında yer alan boşlukların “kentsel doğa” ya da “kentsel yaban hayatı sahası” olarak benimsenmesi ve bu konuda kamu bilinci yaratılması, entegre bir süreci gerektirmektedir. Bilimsel ve politik çabaların yanı sıra, eğitim de sürecin önemli bir parçasıdır. Boşlukların barındırdığı doğa ve yaban hayatına dair merak uyandırmak ve bilinir kılmak için düzenlenen çevre eğitim programları ve geziler, bu tür alanların benimsenmesini kolaylaştıracak estetik anlayışın gelişmesini desteklemiştir.(24) Böylece, deneyime dayalı öğrenme mekânı ya da yaşayan bir laboratuvar olarak da tariflenebilecek kentsel boşluklar,(25) insan ve doğa / yaban hayatı arasındaki ilişkinin (yeniden) kurulmasına büyük katkı sağlamışlardır.

BERLİN: SINIR . BOŞLUK . DOĞA . YABAN

Berlin, kentsel boşluk, doğa ve yaban hayatı sahası üzerine yapılan tartışmanın hem kentsel gelişim stratejilerinde hem de günlük hayatta benimsendiği özgün bir örnektir. Tarih boyunca yaşadığı yıkım, ayrılma, birleşme ve dönüşümler, kentin dokusunu, peyzajını ve altyapısını kökten etkileyerek, Berlin’i boşlukların nitelendirdiği bir kent yapmıştır.(26) Boşluklar Berlin’in dinamik kent tarihinin ürettiği çoklu ve değişken sınır durumlarının mekânsal tezahürü olarak da görülebilir. 1961’den 1989’a kadar katı bir sınır olan duvar ve duvar bölgesinin ayırdığı Doğu ve Batı Berlin’de bölünmenin sonucu atıl kalan kentsel sınırlar (nehir kenarı, demiryolu gibi) birleşmenin ardından, sınır olma durumunu yitiren duvar bölgesiyle birlikte kentteki boşlukları üretmişlerdir. Bu durum, boşlukların çeperde yer aldığı alışılagelmiş kentsel durumun aksine, merkezde geniş sahalar kapladığı bir kent yaratmıştır.(27) Bu dönemde kente hakim olan mekânsal, altyapısal ve idari belirsizliklerin de etkisiyle kentsel boşluklar günlük hayatın parçası olmuşlardır. Duvarın yıkılmasıyla, boşluk olarak atfedilen alanların geri kazanılmasında hem kendiliğinden gelişen / örgütlenen hem de mimari ve kentsel tasarım programlarıyla yönetilen birbirinden farklı süreçlerin bir arada işlediği özgün bir kentsel mekân / peyzaj üretimi deneyimlenmiştir.

Birincil hedefin diğer Avrupa başkentleri arasındaki konumunun belirlenmesi olan Berlin için geliştirilen kentsel gelişim stratejilerinde, mimarlık ve kentsel tasarım programları boşlukların kente kazandırılmasında asıl belirleyici olmuştur. Ancak, kentsel boşluların geri kazanılma deneyimi yalnızca mimarlık ve kentsel tasarımın yönlendirdiği bir süreç olmamıştır. Berlin’e özgü olan, aynı zamanda yoğun yapılaşma baskısı altındaki kentler için de ilham verici olabilecek durum, geçici kullanımların kentsel boşlukların yeniden kazanılmasında sunduğu alternatif yaklaşımdır. Birçok kentin aksine, geçici kullanımlarla sahiplenilen kentsel boşluklar Berlin’de ölü mekânlar olmamıştır; farklı aktörler tarafından sahiplenilen ve kamusal mekâna alternatif ortak mekânlar yaratan kullanımlarla (plaj barları, açık hava tiyatroları, hobi bahçeleri gibi) değerlendirilmişlerdir. Kendiliğinden gelişen mekânsal bir örgütlenme ortaya koyan bu durum, Londra ya da Paris gibi bir Avrupa kenti yaratma hedefiyle örtüşmediği için kenti yönetenler ve gayrimenkul geliştiriciler tarafından bir süre göz ardı edilmiştir.(28) Ancak, bu dönemde, kentsel boşlukların Berlin’e özgü hallerini ve yeni kentsel kültürün şekillenmesinde sundukları potansiyelleri ortaya koymak üzere yapılan tartışmalar ile günlük hayattaki işleyişin başarısı, kenti yönetenler tarafından da fark edilmiştir. Böylece, 2000’lerden itibaren, boşlukların Berlin’in kentsel dokusundaki değeri ve geçici kullanımların yarattığı mekânsal örgütlenmenin kent için geliştirilen “yaratıcı kent” markasını destekleyen bir durum olduğu fark edilerek, boşlukların kullanımına ilişkin düzenlemeler resmi politika ve belgelerde yer almaya başlamıştır.(29)

Berlin’deki kentsel boşluklar topluluk odaklı etkinlikler ve geçici kullanımların ötesinde kentsel peyzajın gelişiminde de etkili olmuştur. Uzun yıllar atıl kalmanın sonucu kendiliğinden oluşan peyzaj, kentsel boşlukları “doldurma(ma)nın” özgün hali olarak, stratejilere yön vermiştir.(30) Kentin duvarla ayrıldığı dönemde atıl kalan kentsel sınırlar boyunca gelişen yaban hayatı, duvarın yıkılmasının ardından Berlin’deki kentsel doğayı üretmiştir.(31) Kent içindeki demiryolu sahaları Berlin’de kentsel doğanın en belirgin üretecidir. 1945-1989 arasındaki politik durumdan ötürü kullanım hakları Doğu Berlin’de olan demiryolları, Batı Berlin’de kısıtlı seferlerle devam eden, kısmen atıl kalmış bir altyapı bırakmıştır.(32) Atıl kalan demiryolu sahalarında gelişen bitki örtüsü, duvarın yıkılmasının ardından Berlin’e özgü peyzajı yaratmış ve bugün, seferlerin halen devam ettiği demiryolu boyunca kentin güneyinden merkeze uzanan çizgisel peyzajın kurgulanmasında ilham verici olmuştur. Güneyde Südgeländ Doğa Parkı’ndan Flaschenhals Park ve Gleisdreieck Park ile merkeze uzanan sistem, farklılaşan kesit ve dokusuyla, kent içinde kesintisiz peyzaj deneyimi sunmaktadır. Konutların ve mahallelerin arasından geçen demiryolu sahasını sakınılacak, ıssız bir alan olmaktan çıkartan, günlük hayat rutini içinde kolay ulaşılabilir bir mekân olarak kente kazandıran bu sistem içinde Südgeländ Doğa Parkı “kentsel yaban hayatı sahası” olarak ön plana çıkar. Almanya’da kentsel-endüstriyel doğanın hem koruma statüsüne sahip hem de ulaşılabilir olan ilk örneklerinden biri olan Südgeländ Doğa Parkı, yaklaşık 18 hektarlık bir sahada sanat, demiryolu altyapısı ve doğanın bir arada olduğu bir park olarak tanımlanır.(33)

Manevra ve tamir alanı olarak işlevini sürdürdüğü döneme ait demiryolu altyapısını (raylar, lokomotif deposu, su kulesi, sinyalizasyon kulesi, döner platform gibi) halen barındıran alan, (Resim 5) 1952’de tren seferleri sona erince, büyük ölçüde atıl kalmıştır. Bu tarihten itibaren yıllar içinde demiryolu boyunca, Südgeländ’ı ulaşılabilir ve fark edilebilir olmaktan uzak tutan, yoğun bitki örtüsü ve yaban hayatı gelişmiştir. (Resim 6) 1970’lerde alanın tekrar yük taşımacılığına açılması planlanmış, ancak bu karar protestolarla karşılanmıştır. Südgeländ’ın doğa alanı olarak korunması için doğa severler tarafından bir inisiyatif kurulmuş, ve alanın türler açısından sahip olduğu zenginliği ve alandaki nadir türleri araştıran ekolojik incelemeler yapılmıştır.(34) İncelemelerin sonucunda, çok çeşitli türleri barındıran flora ve fauna belgelenmiş; Südgeländ 1999 yılında doğa rezervi ilan edilerek 2000 yılında doğa parkı olarak açılmıştır. Lachmund’un belirttiği gibi, bu tür alanların “boş arazi”, bitki türlerinin de “yabani ot” olarak görüldüğü yaygın yaklaşımın aksine bir süreci deneyimleyen Südgeländ’da, türlerin korunması hem bilimsel hem de politik çabaların bir sonucudur.(35)

Parkın tasarımcıları Kowarik ve Langer’e göre, insan kaynaklı faaliyetlerin izlerinden oldukça etkilenmiş bir alan olarak Südgeländ birçok kültürel katmanı içermektedir; dolayısıyla alanda gelişen doğanın kültürel bir temeli vardır.(36) Tasarımcılara göre parkın planlanmasında karşılaşılan temel zorluk koruma ve kullanma arasındaki dengenin kurulmasıdır. Alanda yer alan türlerin birçoğu insanların erişiminden uzak olduğu için gelişmiştir. Dolayısıyla insan erişiminin sağlanması birçok nadir türün yok olmasına sebep olacak; öte yandan da kentlilerin erişebileceği bir doğa alanı olarak, kentsel doğaya dair farkındalık yaratmada oldukça önemli bir adım olacaktır. Bu çelişkiden hareketle tasarımcılar, parkın planlanmasındaki genel yaklaşımı, kültür ve yaban hayatı arasındaki ilişkiyi kısmen kontrollü kısmen de kendiliğinden gelişmeye olanak verecek şekilde kurgulamak olarak belirtirler. Bu amaçla parkta farklı bölgeler önerilmiş; kimi bölgelerde yaban bitki örtüsünün gelişimine müdahale edilmemiş, bazı bölgelerde de bakım çalışmalarıyla kontrol sağlanmıştır.(37) Parkın en özgün bölümü, nesli tükenme tehlikesi altında olan ve aralarında demiryolu sahasında barınmayı tercih eden bitki ve hayvan türlerinin de yer aldığı doğa koruma alanıdır.(38) İnsan izlerinin yaban hayatı üzerindeki etkilerini asgari seviyede tutmak için, parktaki doğa koruma alanında dolaşım yaklaşık 600 metre uzunluğunda yükseltilmiş metal bir platformla sağlanmaktadır. (Resim 7) Demiryolu morfolojisinden üreyen bir mekân olarak ince-uzun yapıya sahip Südgeländ Doğa Parkı, kot farkları ve yoğun ağaç dokusunun sağladığı mekânsal derinliğe sahiptir. Mevcut durumda tren seferlerinin halen devam ettiği iki hat arasında kalan park, hem doğaya hem de kültüre ait olanın bir arada deneyimlendiği “kentsel doğa” örneğidir. Parktaki yaya dolaşımı boyunca insan-doğa arasındaki etkileşimi desteklemek üzere sanat objelerine yer verilmiştir. (Resim 8) Kent içinde, mevcut banliyö hattıyla kolayca erişebilecek park, sunduğu doğal ortamın yanı sıra ekoloji, çevre koruma ve doğa üzerine etkinlik ve eğitimleri içeren bir programa sahiptir. Böylece park, gezinti alanı olmanın ötesinde, öğrenme ortamı olarak da Berlin’in kentsel peyzaj altyapısında yer alır.(39)

SONSÖZ

Uzun yıllar düzensizliğin bir parçası olarak görülen, yok sayılan ya da mimari / kentsel tasarım programlarıyla doldurulan kentsel boşlukların “doğa” ya da “yaban hayatı sahası” olarak keşfi, kentlerdeki farklı süreçlere (iklim değişikliği, sürdürülebilirlik, kentsel biyoçeşitlilik, sosyal etkileşim gibi) katkı koymuştur. Bu açıdan Berlin, üzerinde düşünülmesi gereken bir deneyime sahiptir. Duvarın yıkılmasının ardından geçen otuz yıla rağmen Berlin halen büyük ölçekli mimarlık ve kentsel tasarım projelerinin geliştirildiği, inşaatların devam ettiği, boşlukların doldurulduğu “bitmemiş” bir şehirdir. Öte yandan, “birlikte büyüyen kent ve yeşil” ilkesinin benimsendiği kentte boşluklar, “doğa” ve “yaban hayatı sahası olarak” Berlin’in esnek ve değişime açık tarafını tutmaktadır.

Bu makalede tartışılan Berlin deneyiminin ardından kavranması gereken en önemli konu, kentsel gelişim ve peyzajın bir arada ve entegre stratejilerle işlemesinin gerekliliği ve bu süreçte, her ölçek ve bağlamdaki alanların taşıdığı değerin yadsınmamasıdır. Dolayısıyla, mesele kente yeni bir yeşil alan kazandırmanın ya da kişi başına düşen yeşil alanın sayısal değerini arttırmanın ötesinde, kentsel gelişim ve peyzajın bir arada ilerlemesini sağlayacak ortak zeminin oluşturulmasıdır. Bu noktada, “kentsel doğa” ve “yaban hayatı sahası” tanımları oldukça ilham vericidir. Her iki tanımın da pratiğe yansıması, kabul görmesi ve sürdürülmesinde kritik olan konu, farklı alanlardan işbirliklerinin sağlanmasıdır. Boşlukların barındırdığı doğa ve yaban hayatının keşfi topluluk odaklı bir süreç olarak başlamış olsa da, bilimsel çalışmalarla belgelenerek, politik olarak desteklenmekte ve kamu bilinci oluşturmaya yönelik eğitim ve etkinliklerle devam etmektedir. Bu tartışmaların ışığında, son söz olarak vurgulanması gereken bir konu da, yoğun yapılaşma baskısı altında olan ülkemiz kentlerinde boşlukların ya da inşası yarım kalan mimari / kentsel tasarım uygulamalarının kente geri kazandırılmasında “kentsel doğa” ve “kentsel yaban hayatı” üzerinden yol gösterici stratejiler geliştirilebileceğidir.

KAYNAKLAR

Corbin, I. Carla, 2003, “Vacancy and the Landscape: Cultural Context and Design Response”, Landscape Journal, cilt:22, sayı:1, ss.12-24.

Deutsche Umwelthilfe, 2014, A New Relationship Between City and Wilderness. A Case for Wilder Urban Nature, Berlin.

Langer, Andreas, 2012, “Pure Urban Nature: Nature-Park Südgelände, Berlin”, Urban Wildscapes, (ed.) Anna Jorgensen, Richard Keenan, Routledge, New York, ss.152-159.

Stadtlandschaft Berlin: Natürlich Urban Produktiv, 2014, Senatsverwaltung für Stadtentwicklung und UmweltStrategie, Berlin.

Thierfeldera, Holle; Kabischb, Nadja, 2016, “Viewpoint Berlin: Strategic Urban Development in Berlin - Challenges for Future Urban Green Space Development”, Environmental Science and Policy, cilt:62, ss.120-122.

van Bohemen, Hein, 2002, “Infrastructure, Ecology and Art”, Landscape and Urban Planning, sayı:59, ss.187-201.

NOTLAR

1. Südgeländ Doğa Parkı’nın girişinde yer alan alıntıdan çevrilmiştir: “Die Kunst İst Der Nachste Nachbar Der Wildnis”, (çev.) Murat Özbank.

2. “Doğa” sözcüğünün Türk Dil Kurumu, Genel Türkçe Sözlükdeki açıklaması.

Kaynak: http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5c6d2ef1492716.55058681 [Erişim: 21.03.2019]

3. Qviström, Mattias, 2012, “Network Ruins and Green Structure Development: an Attempt to Trace Relational Spaces of a Railway Ruin”, Landscape Research, cilt:37, sayı:3, ss.257-275.

4. “Kentsel boşluk”, İngilizce “urban vacancy” ifadesinin Türkçe karşığı olarak kullanılmıştır. Makalede geçen “boşluk” kelimesi İngilizcedeki “empty” ya da “void” kelimesinin ifade ettiği maddesel boşluğu değil, “vacancy” kelimesiyle işaret edilen insan varlığı ya da insan faaliyetlerinin yokluğu ve belli bir sahipliliğin olmama durumunu anlatmaktadır.

5. Demiryolu, yol, viyadük, köprü gibi altyapı sahalarının, işlevlerini yitirdikten sonraki dönemi ifade eden İngilizce “post-infrastructural” kavramının Türkçe karşılığı olarak kullanılmıştır.

6. İngilizce “urban wilderness” kelimesinin Türkçe karşılığı olarak kullanılmıştır.

7. Doron, terkedilmiş alanlar ve endüstriyel kalıntıların yeni yaşam alanlarının oluşumuna ve biyolojik çeşitliliğin gelişimine olan etkisine dikkat çekerek, bu tür alanları “yeni doğa” olarak tanımlar. Doron, Gil, M., 2007, “…badlands, blank space, border vacuums, brown fields, conceptual Nevada, Dead Zones…”, Field: Architecture & Indeterminacy, cilt:1 sayı:1, ss.10-23. http://field-journal.org/wp-content/uploads/2016/07/g-doron.pdf

8. “Kent ve Birlikte Büyüyen Yeşil (City and Green Growing Together)” stratejisi, sürdürülebilir bir kentsel gelişim için, Berlin’in mevcut değer, zorluk ve potansiyelleri göz önüne alınarak belirlenen ve 2030 yılına kadar kentsel gelişimi yönlendirecek yaklaşımlardan biridir. Bkz. Berlin Strategy: Urban Development Concept Berlin 2030.

https://www.stadtentwicklung.berlin.de/planen/

stadtentwicklungskonzept/download/strategie/BerlinStrategie_Broschuere_en.pdf

9. Sheridan, 2007, ss.97-119.

10. Nassauer, J. Iverso; Raskin, Julia, 2014, “Urban Vacancy and Land Use Legacies: A Frontier for Urban Ecological Research, Design, and Planning”, Landscape and Urban Planning, sayı:125, ss.245-253.

11. Weilacher, Udo, 1996, Between Landscape Architecture and Land Art, Birkauser, Basel, Berlin, Boston.

12. Fox, L. William, 1999, Mapping the Empty, University of Nevada Press, Nevada.

13. Arazi sanatındaki büyük ölçekli çalışmaları, eserlerin üretim sürecinde kullanılan araç ve yöntemlerden (iş makinaları, dinamit gibi) dolayı, mevcut arazi yapısına ve doğaya zarar vermekle eleştiren tartışmalar da mevcuttur. Weilacher, 1996.

14. “Greenstreet: Time Landscape”, https://www.nycgovparks.org/parks/greenstreet-mz31/history [Erişim: 21.03.2019]. “Time Landscape”, http://www.alansonfist.com/landscapes_time_landscape_description.html [Erişim: 21.03.2019]

15. Weilacher, 1996.

16. Stilgenbauer, Judith, 2005, “Landschaftspark Duisburg Nord - Duisburg, Germany”, Places, cilt:17, sayı:3, ss.6-9.

17. Meyer, Elizabeth, 2007, “Uncertain Parks: Disturbed Sites, Citizens, and Risk Society”, Large Parks, (ed.) Julia Czerniak, George Hargreaves, Princeton Architectural Press, New York, ss.58-85.

18. Berger, Alan, 2006, Drosscape: Wasting Land in Urban America, Princeton Architectural Press, New York.

19. Kullmann, Karl, 2014, “The Usefulness of Uselessness: Towards a Landscape Framework for Un-Activated Urban Public Space”, Architectural Theory Review, cilt:19, sayı:2, ss.154-173.

20. Kowarik ve Langer kentteki doğayı dört tip üzerinden tartışır ve her bir türün kentsel peyzaj altyapısı içinde ulaşılabilir olmasının gerekliliğine dikkat çeker. Birinci tip doğa, daha çok kentlerin çeperinde yer alan, ormanlar, sulak alanlar ya da nehir kıyıları gibi doğal yaşam alanlarıdır. İkinci tip, çayır/mera, otlak, tarla ya da kentsel tarım sahaları gibi, kültürel peyzajın parçası olan ekilebilir arazilerdir. Üçüncü tip doğa, parklar, mezarlıklar gibi peyzaj tasarımıyla (insan eliyle) oluşturulmuş, belli bir işleve dayalı ve biyolojik çeşitlilik içeren alanlardır. Kowarik, Ingo; Langer, Andreas, 2005, “Natur-Park Südgelände: Linking Conservation and Recreation in an Abandoned Railyard in Berlin”, Wild Urban Woodlands. New perspectives for Urban Forestry, (ed.) Ingo Kowarik, Stefan Körnern, Springer-Verlag, Berlin, ss.287-299.

21. Jorgensen, Anna; Tylecote, Marian, 2017, “Ambivalent Landscapes - Wilderness in The Urban Interstices”, Landscape Research, sayı:4, ss.443-446. Deutsche Umwelthilfe, 2014. Kowarik; Langer, 2005, ss.287-299.

22. Deutsche Umwelthilfe tarafından hazırlanan raporda Avrupa’da kültürel peyzajın hakim olduğu, dolayısıyla Avrupalıların gerçek yaban hayatını çok bilmediği ve doğayı kentsel peyzaj üzerinden deneyimledikleri belirtilmektedir. Deutsche Umwelthilfe, 2014, ss.8.

23. Lokman, Kees, 2017, “Vacancy As a Laboratory: Design Criteria for Reimagining Social-Ecological Systems on Vacant Urban Lands”, Landscape Research, cilt:42, sayı:7, ss.728-746.

24. Kentlerdeki yaban hayatı sahalarının desteklenmesi ülke genelinde bir strateji olan Almanya’da, konuyla ilgili bilinç ve bilgi düzeyini geliştirmek için çevre eğitim programları düzenlenmektedir. Örneğin Berlin’de, “Long day of urban nature” ya da “Long night of the science” gibi yıllık etkinliklerle, kentliler için bilim programları ve rehberli doğa ve bitki tanıma gezileri düzenlenmektedir (Deutsche Umwelthilfe, 2014)

25. Lokman, 2017, ss.728-746.

26. Huyssen, Andreas, 1997, “The Voids of Berlin”, Critical Inquiry, cilt:24, sayı:1, ss.57-81.

27. 2000’lerin ortasında Berlin’deki yeşil ve açık alanların % 14.4’ü boş alan olarak sınıflandırılmıştır. Kentsel Gelişim Bölümü bünyesinde yapılan çalışmada beş tip boş alan tespit edilmiştir: terk edilmiş endüstri sahaları (500 hektar), liman, demiryolu ya da havaalanı gibi terk edilmiş altyapı sahaları (yaklaşık 100 hektar), kentin doğusunda yer alan kullanılmayan binalar / yapılar (140 hektar), yaklaşık 1000 adet yapı parseli (170 hektar) Colomb, Claire, 2012, “Pushing the Urban Frontier: Temporary Uses of Space, City Marketing, and the Creative City Discourse in 2000s Berlin”, Journal of Urban Affairs, cilt:34, sayı:2, ss.131-152.

28. Colomb, 2012, ss.131-152. Sheridan, Dougal, 2007, “The Space of Subculture in the City: Getting Specific About Berlin’s Indeterminate Territories”, Field, cilt:1, sayı:1, ss.97-119.

29. Colomb, 2012, ss.131-152. Cupers, Kenny; Miessen, Marcus, 2002, Spaces of Uncertainty, Mueller + Busmann Verlag, Wuppertal.

30. 2010’ların başında, kente yön veren üç entegre politika geliştirilmiştir: Kentsel Gelişim İklim Planı, Berlin Bioçeşitlilik Stratejisi, Kentsel Peyzaj Stratejisi. Kentsel Peyzaj Stratejisi kapsamında belirlenen üç ana başlıktan biri olan “kentsel doğa” yeşil alanların gelişimi, kentteki bioçeşitlilik, iklim değişikliği sorunu ve kentteki kültürel çeşitliliği desteklemek gibi çok farklı konulara vurgu yapmaktadır. Peyzajın yalnızca güzelleştirme eylemi olmadığı, sosyal ve ekonomik olarak da üretken olmasının önemine değinilen stratejide, hem kent içinde doğanın geliştirilmesi hem de uzun vadede bioçeşitliliğin desteklemesi amaçlanır. Stadtlandschaft Berlin: Natürlich Urban Produktiv, 2014.

31. Yirmisekiz yıl boyunca insansız bir bölge olarak iki tarafı ayıran duvar sahası, kendiliğinden gelişen bitki örtüsü ve yaban hayatını barındıran bir alan olmuştur. Doğal bir düşmanın olmadığı, güvenli bir ortam sağlayan duvar sahasında barınan ve hızla artan yabani tavşan popülasyonu bunun bir örneğidir. Duvar sahasının ürettiği peyzaja bir diğer örnek de, Berlin Duvarı’nın yıkılmasının hemen ardından, duvarın doğusunda ve batısındaki mahallelerde (Prenzlau Berg ve Wedding) yaşayanların, açığa çıkan sahipsiz alanı (bugün Mauer Park olarak bilinen alan) bitkilendirmesidir. Barnstone, D. Ascher, 2016, “Between the Walls: The Berlin No-Man’s Land Reconsidered”, Journal of Urban Design, cilt:21, sayı:3, ss.287-301.

32. Kowarik; Langer, 2005, ss.287-299.

33. Langer, 2012, ss.152-159; “Veranstaltungen im Natur-Park Schöneberger Südgelände”,

https://gruen-berlin.de/natur-park-sudgelande/veranstaltungen. [Erişim: 18.01.2019]

34. Kowarik; Langer, 2005, ss.287-299.

35. Lachmund, Jens, 2012, Greening Berlin, MIT Press, Massachusetts.

36. Kowarik; Langer, 2005.

37. Kowarik; Langer, 2005, ss.287-299.

38. Südgeländ Doğa Parkı çok çeşitli türleri barındırmaktadır; 30 kuş türü, 57 örümcek türü, 95 yaban arısı cinsi, 350’den fazla bitki cinsi ve 49 mantar türü belgelenmiştir. Doğa koruma alanı içinde barınan kum kertenkelesi Avrupa genelinde koruma altında olan bir türdür. Nesli tükenmekte olan çekirge türleri de alanda mevcuttur. Senatsverwaltung für Stadtentwicklung und UmweltStrategie, Schöneberger Südgeländ Nature Park Brochure. Alanı özgün kılan tür çeşitliliğinin en önemli sebeplerinden biri demiryollarının (özellikle yük taşımacılığı yapılan hatlar aracılığıyla) birçok hayvan ve bitki türü için göç koridoru oluşturmasıdır. Südgeländ’daki bazı türlerinin alana demiryolları aracılığıyla geldiği bilinmektedir. “Protected Zones for Flora & Fauna”,

https://gruen-berlin.de/en/natur-park-suedgelaende/about-the-park/protected-zones-flora-fauna [Erişim: 29.01.2019]

39. Lokman, 2017, ss.728-746

Bu icerik 2895 defa görüntülenmiştir.