DOSYA
AKDENİZ İKLİMİNDE MODERNİZM, MODERNİST İKLİMDE AKDENİZ: Yirminci Yüzyıl Katalan Mimarlığında Yerel Öğeler
Burcu Kütükçüoğlu, Yrd. Doç. Dr., Bilgi Üniversitesi, İç Mimarlık Bölümü
“Evrensel” değerlerin ve soyut bir dilin biçimlendirdiği erken dönem modern akımın en çarpıcı ve simgeleşmiş örneklerinin ortaya çıktığı 1920’lerin hemen ertesinde, bir grup Katalan mimar, çıkardıkları A.C. Documentos de Actividad Contemporánea adlı derginin 1931 yılı ilk sayısında, Barselona’nın kuzeyinde bir kıyı kasabasının geleneksel balıkçı evlerini yayımladılar. İçlerinde Josep Lluís Sert, Josep Torres Clavé ve Fernando García Mercadal gibi isimlerin olduğu bu grup, modern mimarlığın Katalonya’da tanıtılması ve yaygınlaştırılması amacı ile kurdukları Grup d'Arquitectes i Tècnics Catalans per al Progrés de l'Arquitectura Contemporània (G.A.T.C.P.A.C.) bünyesinde etkinlik gösteriyor ve A.C. adlı dergiyi de modern mimarlık ve planlama ilkelerinin anlatıldığı ve örneklendiği bir toplu iletişim aracı olarak kullanıyordu. Modern akımın takipçisi Katalan mimarların, dergilerinde bir Akdeniz kasabasını yayımlamaları, kasabadaki geleneksel evlerin yalınlığını, işlevselliğini ve netliğini övmeleri, aslında Le Corbusier’nin de parçası olduğu bir sürecin, modern mimarlığın Akdenizli kökenlerine dair bir söylencenin yaratılma sürecinin göstergeleri olarak yorumlanabilir.(1)
A.C. dergisinin Akdeniz temalı yayınları ileriki yıllarda devam eder. Örneğin, yerel İbiza mimarisinin örneklendiği 6. sayıda (1932), adanın tipik beyaz badanalı, prizmatik ve yalın evleri, “insan ölçeğinde, rasyonel, mantıklı, minimal, basit, iklimle uyumlu, düzenli ve temiz” olarak betimleniyordu.(2) Genç Katalan mimarlar, gerek bu sayıda olduğu gibi örnekler üzerinden, gerekse Sert’in 18. sayıda yayımlanan “Raices Mediterráneas de la Arquitectura Moderna” (Modern Mimarlığın Akdenizli Kökenleri) başlıklı makalesine benzer metinler aracılığı ile modern mimarlık prensipleri ile Akdeniz yerel mimarisinin özelliklerinin ne denli paralel olduğunu tekrar tekrar vurgulamaktaydılar. Savlarını güçlendirmek için Sert ve arkadaşları, yerel Akdeniz yapı örneklerini mimari çözümlemelere tabi tutuyor, “bezemesiz, saf kütlelerini”, Josep Rovira’nın deyimiyle(3), “hiç tereddüt etmeden” J.J.P. Oud’un 1927’de Stuttgart Weissenhof Yerleşmesi’nde inşa edilen projesine benzetebiliyorlardı.
1930’ların başında G.A.T.C.P.A.C. üyelerinin, Le Corbusier’nin de dolaylı desteğiyle ürettikleri bu iddialar, büyük ölçüde, biçimsel çözümlemeler ve analojiler üzerinden geliştirilmekteydi. “Akdeniz mimarisi” başlığı altında tartışılan, İspanya’nın kuzeydoğu kıyıları ve adalarındaki yerel yapıların, mekânsal, teknik ve yaşantıya dair özelliklerine sadece çok genel bazı yorumlarla değinilerek, daha çok, ilk bakışta minimal, modern projeleri çağrıştıran kütle özellikleri üzerinde duruluyordu. Oysa Fernand Braudel’in de dediği gibi, “Akdenizli olmak herşeyden önce iklime dayanır ve bu çok özel iklim, denizin bir ucundan öbür ucuna kadar hep aynı kalır; yaşam tarzlarına ve manzaralara, benzer nitelikler kazandırır”(4). Yaşam tarzları ve manzaraların yanı sıra, Akdeniz ikliminin yarattığı en önemli ortaklık, şüphesiz mimari biçimlerdir. A.C. dergisinin çeşitli sayılarında yayımlanan Akdenizli yapıların belki de en temel ve belirleyici özellikleri, özel bir iklim durumuna karşı sundukları cevaptır ve altı çizilen biçimsel özelliklerinin hemen hepsi de cevabın iç içe geçmiş bileşenleri.
Katalan modern mimarların güncel mimariyi Akdeniz yerel mimarisiyle ilişkilendirme çabaları sadece gözlem ve yorum yapma yoluyla değil, 1930’ların ilk yarısında üretmeye başladıkları yapılarla da destekleniyordu. 1934-35 yılları arasında Sert, meslektaşı Josep Torres Clavé ile birlikte Barselona’ya yakın bir kıyı kasabasında inşa edilmek üzere bir dizi haftasonu evi tasarlar. (Resim 1) 5 tip olan bu evlerin, Sert’in daha önceki projelerinin sahip olduğu pürist dilden farklı olarak, Akdenizli bir kimliği çağrıştırdığı göze çarpar. Garraf’ta inşa edilen haftasonu evleri, öncelikle küçük ve ekonomik olma kriterleri ile tasarlandıkları için minimal boyutlarda, basit, prizmatik kütlelerden oluşur.(5) Beyaz boyalı yalın kütleleri, üstüne oturdukları taş bazalarla birleşerek evlere, Sert’in muhtemelen hayalini kurduğu Akdenizli modern bir dil kazandırır. Evlerin Akdenizli görünümünü destekleyen diğer özellikleri arasında, ön cephe dışındaki cephelerde çok sınırlı sayıda ve küçük açıklıkların olması, İbiza yerel mimarisinde görülen yarı silindirik çıkıntılara ve bacalara sahip olmaları(6), bazı tiplerde geleneksel Katalan tonozu kullanılması ve kaba dokulu sıva ile bitirilen yüzeyleri sayılabilir.
Becerikli biçimde biraraya getirilmiş ve fotojenik yapılar üretmiş olan bu mimari özelliklerin iklim konusuyla nasıl ilişkilendiği düşünülecek olursa, ortaya biraz kararsız bir tablo çıkıyor. Öncelikle kütle özellikleri ele alınacak olursa, kompakt ve oldukça kapalı yapılar olmalarından dolayı ısı kazanımları düşük olduğu varsayılabilir, ancak her tipin manzaraya bakan cephesi boylu boyunca giden bir açıklık olarak ele alındığı için bu varsayımın ne derece doğru olacağı şüpheli. Bu anlamda, Akdeniz yerel mimarisinin kapalı kutuları ile modern mimarlığın dış mekânla bütünleşmeyi sağlayan büyük açıklıklarının evliliğinden ne derece iyi bir sonuç çıktığını deneyimlemeden söylemek zor. Garraf’taki evler malzeme kullanımı anlamında incelendiğinde, yapılara Akdenizli dili kazandıran en güçlü öğelerden biri olan taşın iklim kontrolü açısından hiçbir işlevi olmadığı görülüyor. Taş, bu evlerde, altlarındaki dolu bazayı destekleyen bir taşıyıcı olmanın ötesine gitmiyor. E tipi dışında, hiçbir evde taş duvarlar ana kütlede yer almıyor ve onun yerine bir başka yalıtım sistemi olarak kabul edilebilecek, ince, çift cidarlı bir yığma duvar kullanıldığı görülüyor. Kütle özellikleri ve malzeme kullanımına ek olarak, Akdenizliliğin özellikle Katalanlar için en önemli simgelerinden biri olan basık tonoz da, Garraf’taki evlerin sadece bazı tiplerinde kullanılıyor. Josep M. Rovira’nın Sert ve Torres’in bir yazısından(7) yaptığı alıntı bize, bu mimari öğenin, Garraf evlerinde, geleneksel yöntemlerle ve ısı yalıtımına da hizmet edecek biçimde, üç katmanlı olarak inşa edildiğini gösteriyor. Bu katmanlardan dışta yer alan ikisi dolu, ortadaki ise delikli tuğlalarla örülüyor. Bu yapıların iklimle ilişkisinde belki de en güçlü bağı kuran bu öğe, savaş sonrası dönemde bu Katalan mimarların çok farklı ve zengin yorumlarıyla biçimleneceğinin sinyalini veriyor.
G.A.T.C.P.A.C. üyelerinin henüz Akdenizlilik ve modernizm arasında, görselliğin ötesinde bağlar kurmasına, oluşturmasına çok fırsat olmadan, 1936’da İspanya İç Savaşı patlak verir. Kimi grup üyeleri savaş sırasında hayatını kaybederlerken, Sert ve Antoni Bonet gibi bazıları da başka ülkelerde yaşamak üzere bir çeşit sürgün hayatına doğru yola çıkarlar. 3 yıl süren savaş ve ardından gelen baskıcı Franco rejimi, Katalanlar için son derece bunalımlı bir dönemin başlangıcı olur ve gerek modernizm gerekse yerel kimlik tartışmaları 1950’lerin başına kadar sekteye uğrar. Katalan modernizminde yeni bir dönemin başlangıcı 1949’da toplanan 5. Ulusal Mimarlık Kurulu ve 1951’de kurulan Grupo R ile ilişkilendirilebilir.(8) 1950’lerin ilk yıllarından itibaren, gerek mimarlık kariyerine başlamış olan yeni bir neslin katkısıyla, gerekse sürgündeki G.A.T.C.P.A.C. üyelerinden bazılarının İspanya’da tekrar iş yapmaya başlamasıyla Katalan modernizmi, yeni kanallardan ilerlemeye devam eder.
Sadece İspanya’da değil, tüm dünyada savaş sonrası ortamı, hem modernizm hem de yerellik tartışmalarını 1930’lardakinden çok farklı yerlere taşımıştır. Bir yandan uluslararası üslup (international style) farklı coğrafyalara yayılmaya ve her yapı türüne soğuk bir kılıf olarak giydirilmeye devam ederken, diğer yandan, insanın yaşam alanlarına tekrar anlam ve kimlik kazandıracak arayışlar filizlenmekteydi. Yerelden öğrenmek, bu bağlamda tekrar önem kazanan ve belki de Bernard Rudofsky’nin çığır açan kitabı Architecture without Architects ile 1960’larda en etkin ifadesini bulacak olan eğilimlerden biri olmuştur. 1950’lerde, uluslararası ortamdaki arayışlara parallel olarak Katalonya’da, Akdenizli öğeler ile modernist dilin sentezlenmesi üzerine yeni yorumlar ortaya koyan projeler beliriyordu. Bu projeler, 1930’lardaki anlayıştan farklı olarak, Akdeniz yerel mimarlığının modern mimarlık diliyle olan akrabalığını ispatlamaya çalışmak yerine, Akdenizli öğeleri çok daha yenilikçi, yaratıcı ve ifadeli biçimde kullanmış, bu öğelerin modern mimarlığı dönüştürme potansiyelini ortaya çıkarmışlardır. İklim koşulları ile ilişkilenme de, bu öğelerin tekrar ele alınışında önemli araştırma alanlarından biri haline gelmiştir. 1950’lerdeki bu yeni deneyleri örneklemek için iki mimarın işlerine kısaca göz atmak açıklayıcı olacaktır. Bu mimarlar, 1946’da savaştan sonra ilk defa ülkesine dönen ve birkaç yıl sonra dostu Joan Miró için bir atölye tasarlamaya başlayan Sert ve 1950’lerin başında Barselona etrafında tek ev projeleri tasarlamakta olan José Antonio Coderch’dir.
Sert ve meslektaşları, 1930’larda G.A.T.C.P.A.C. bünyesinde yerellik tartışmaları yaparken, çoğunlukla İbiza mimarisini referans gösteriyorlardı ve ilginç biçimde, savaş sonrasında bu Katalan mimar, İbiza adasında inşa edilecek bir proje ile anavatanına dönüş yaptı. Proje, Sert’in, Joan Miró için Palma de Mallorca’da tasarladığı ve 1954-57 yılları arasında inşa edilen bir atölye yapısıdır ve en tanımlayıcı özelliği de, yerel öğelerin çok cesurca, modern dille sentezlenerek kullanılmasından doğan özgün bir dile sahip olmasıdır. (Resim 2) Bu öğelerin en çok dikkat çekeni, yapının dilini belki de en güçlü biçimde kuran yarım ya da kırık tonozlardır. Bunlar, Akdenizli ve yerel çağrışımlar yapsa da gerek yapım teknikleri gerekse formlarındaki dönüşüm artık onları Katalan tonozu olarak adlandırmayı zorlaştırıyor. İlginç olan, tonozların dönüşme nedenlerinin büyük ölçüde iklimlendirme ile ilişkili olması: Farklı kotlara yerleştirilmiş yarım tonozlar, aralarına yerleşen açılabilir çatı pencereleri sayesinde, hem güneş ışığının iç mekâna dolaylı olarak girmesine yol açıyor, hem de düşey havalandırma sağlıyorlar.(9) Garraf’taki evlerde çekingen bir tavırla ve sadece iç mekândan algılanacak biçimde kullanılan Akdenizli tonoz öğesi, bu sefer, hem teknik hem de görsel yaratıcılığın deney aracı haline geliyor ve yapının ifadesini biçimlendiriyor.
Miró’nun stüdyosunda iklimlendirme ile ilişkili olarak kullanılan tek öğe tonoz değil. Sert, sanatçı dostunun 1954 yılında kendisine yazdığı bir mektupta, Mallorca ikliminin yazları çok sıcak olduğunu ve büyük bir alanı ve yüzeyleri olan stüdyonun iklimlendirilmesini aklında tutması yönündeki uyarılarını dikkate alıyor(10) ve yapının cephelerinde ısı kontrolüne yönelik çözümler geliştiriyor. Öncelikle, atölyenin cephelerinde bolca sağır alan olduğunu söylemek gerekir, açıklıkların ise hemen hepsi, ek mimari öğelerle perdelenmiş durumda. Güneş ışığının iç mekânlara doğrudan girişine engel olan bu öğeler, yeri geldiğinde yatay, yeri geldiğinde düşey güneş kırıcılar ve bazen de panjur ya da kepenkler olabiliyor. Octavio Borgatello’nun ifade ettiği gibi(11), farklı kombinasyonlar haline kullanılan bu ışık filtreleri, yapının duvarlarına bir kalınlık ve derinlik veriyor ve sadece dış cephenin mimari dilini değil iç mekânların rengini ve atmosferini de belirliyor. Sert, tonozlarla ve güneş kırıcılarla çalışmayı ileriki yıllarda sürdürüyor. Fransa’nın güneyindeki Maeght Vakfı Müzesi’nde, Küba ve Güney Amerika’daki birçok projesinde ve daha sonra Barselona’daki Miró Müzesi’nde bu Akdenizli öğelerin farklı yorumlarını görmek mümkün. 1950’ler sonrası projelerinde ortak olan, bu öğelerin gerek iklimlendirme gerekse mimari dil kurma anlamında çok daha etkin olarak kullanılmaları ve 1930’larda hem Akdenizli hem de modern bir görünüme sahip olan Garraf evlerinin tersine, ne tam Akdenizli ne de tam modern görünmeleri.
1950’lerde yerelliği modernlikle sentezleyen ve bunu da Akdenizli öğeleri yorumlayarak yapan bir başka Katalan mimar, José Antonio Coderch. Coderch, G.A.T.C.P.A.C. değerlerini tekrar hayata geçirme ve aynı zamanda Katalan kimliğini yansıtabilecek mimari kodları kurgulama amacıyla 1951’de kurulan Grupo R’ın üyelerinden. Sert’den on yaş kadar genç olan ve 1940’ların sonunda ilk projeleri uygulanmaya başlanan Katalan mimar, Kenneth Frampton’ın deyimiyle, tipik bölgeselci bir tarz ile avangard modern dil arasında salınan işler üretiyor.(12) Coderch, mimarisinde, ulusal ve bölgesel etkilerin önemli bir yeri olduğunu kendisi de dile getiriyor ve bu etkilerin ona İspanya’nın dünyadan neredeyse tamamen yalıtılmış olduğu bir dönemde (İç savaş sonrası Franco rejimi) ışık tuttuğunu söylüyor.(13) Coderch’in yapılarındaki bölgeselci (yani Akdenizli) öğeleri anlamak için 1950’lerde tasarladığı ve gerçekleştirdiği bir dizi tek ev projesine ve Barselona’da, kent içinde uygulanan iki apartman binasına bakmak yeterince ipucu veriyor. Bu dönemde, orta-üst sınıf Katalan ailelerinin Barselona yakınlarındaki kıyı yerleşimlerinde sayfiye evi yaptırma arzuları sayesinde Coderch, birçok tek ev projesi gerçekleştirmiştir. Aralarında, 1953-55 yılları arasında yaptığı Esteve Evi, Torrents Evi (yenileme ve genişletme projesi), Masoliver Evi (gerçekleşmemiş proje), 1956’da uygulanan Catasus ve Ugalde Evleri ve 1962 tarihli Uriach ve Rozes Evleri’nin bulunduğu (Resim 3) bu projelerin çoğu, ilk bakışta, avangarddilin baskın olarak gözlemlendiği yüzyıl ortası modern evleridir. Evlerin Akdenizli kimliğini oluşturan öğeler, Sert’in 1950-60 dönemi yapılarında olduğundan daha az göze çarpar ve belki de daha incelikli nitelikte ve konumuzla, yani iklim kontrolü ile ilişkileri de en az onlar kadar güçlüdür. Öncelikle, parçalı kütleler aracılığı ile araziye yerleşme ve yönlenme, bu evlerin hemen hepsinde bulunan bir özelliktir. Bu anlamda, adeta yerel Akdeniz yerleşimlerindeki yapı kümelerini andıran kompozisyonları ile dikkat çeken Uriach ve Rozes Evleri, yatayda yayılan kütleleri aracılığıyla dış mekân ve günışığı ile zengin ancak kontrollü ilişkiler kuran Esteve, Torrents ve Catasus Evleri ve topoğrafya ile ilişkilerinden sıradışı plastik ifadeler doğan Masoliver ve Ugalde Evleri’nden söz etmek mümkün. Bu bağlamda, Gio Ponti’nin 1951’de Domus dergisinde yayımlanan yazısında Ugalde Evi’nden, “peyzajla buluşmanın Akdenizli prensiplerini” sergileyen bir yapı olarak bahsettiğini not etmekte fayda var.(14)
Bu evlerdeki diğer Akdenizli öğeleri Antonio Pizza, geleneksel çağrışımlar yaratan stilize portikolar, galeriler, balkonlar, bacalar ve çatılar olarak sıralıyor.(15) Bu listeye eklenmesi gereken ve tüm bu yapısal elemanlara göre çok daha geri planda ve ikincil olarak adlandırılabilecek bir öğe olan panjur, belki de Coderch’in Akdeniz bölgeselciliğine getirdiği en özgün katkının aracı oluyor. Akdeniz ikliminde, güçlü günışığı ile başetmenin ve iç mekânları gün boyunca serin tutmanın en yaygın yollarından biri panjur kullanımı. Panjurlar, hava sirkülasyonunu kesmeden gün ışığını engelleyen çok etkin iklimlendirme araçları ve bu nedenle farklı tipleri, boyutları ve renkleriyle Akdeniz mimarisinin vazgeçilmez, simgeleşmiş öğeleri. Coderch, 1950’lerde yaptığı tek evlerin hemen hepsinde, düşey ya da yatay ve genelde yere kadar inen açıklıkları panjurlarla kapatıyor. Özellikle Esteve, Catasus ve Uriach Evlerinde panjurlar, pencerelere takılmış ikincil elemanlar gibi değil, cephedeki açıklıkları bütünüyle örten ve cepheye ritmini, dokusunu, kısacası dilini kazandıran baş aktörlerden biri olarak rol alıyor. Saçaktan yere kadar düşey bir eksen boyunca uzanan panjurlar, bazı durumlarda da (örneğin Uriach Evi’nde olduğu gibi), açıldıklarında cephenin dışına doğru kayarak kendi başına ayakta duran yarı şeffaf düzlemler halini alıyor.
Akdeniz kültüründe, birincil olarak iklim kontrolüyle ilişkilenen bir yapı öğesi olan panjurun, Coderch tarafından bir mimari ifade aracına çevrildiği en çarpıcı örnekler Barselona’da kent içinde yaptığı iki apartman binası. Bu yapılardan ilki 1951’de tamamlanan Casa de la Marina, diğeri 1958-63 yılları arasında inşa edilen ve Compositor Bach Sokağı’nda yer alan bina. Her iki yapının da, cephelerinin çok büyük bir kısmını panjurlardan oluşan yatay ve düşey bantlar oluşturuyor. Panjurlar, sadece açıklıkların yüzeylerine takılan öğeler olmaktan çıkıp, balkonların çeperini dolaşan ve dolayısıyla yapıların cephelerinde ikinci birer cidar ve iki cidar arasında da gölgelik, serin yarı-açık mekânlar yaratan sofistike yapı bileşenlerine dönüşüyor. Bu iki binanın cephelerinde panjurların bu denli baskın bir rol oynaması, mimari ifade açısından çok ilginç sonuçlar ortaya çıkarıyor. Özellikle, İspanyol modernizminin başyapıtlarından biri olarak kabul edilen Casa de la Marina’da panjurlar, Antonio Pizza’nın deyimiyle, “duvarları demateryalize ediyor”(16), tekil öğeler olarak algılanmayıp, cepheyi yer yer yarı geçirgen bir zara dönüştüren düşey bantlar olarak okunuyorlar ve mimari ifade oluşturma potansiyelleri, en az iklim kontrolü açısından gördükleri işlev kadar öne çıkıyor. (Resim 4)
Sert’in ve Coderch’in yapıları, yüzyıl ortasından sonra Katalan modern mimarisinde, Akdeniz bölgeselciliğinin bulduğu ilginç ve yaratıcı ifadelere örnek oluşturuyor ve 1930’larda yaratılmaya çalışılan Akdenizlilik-modernlik ittifakından farklarını da açıkça ortaya koyuyorlar. 1950’ler Katalonya’sında inşa edilmiş, benzer birçok yapı bulmak mümkün. Örneğin, Antoni Bonet’in tasarladığı Casa La Ricarda (1953-62), Katalan tonozunun ve güneş kırıcı cephe sistemlerinin şiirsel ve yaratıcı yaklaşımlarla uygulandığı bir başka yapı.(17) (Resim 5) Tüm bu örneklerde, Akdeniz yerel mimarisinin öğeleri farklı kombinasyon ve yorumlarla biraraya getirilerek cesur ve yenilikçi biçimlerde kullanılıyor. Sonuçların genellikle, mimarlıkta modern dilin yeniden yorumlanması, geliştirilmesi ve özelleştirilmesi açısından son derece ilginç ve ilham verici olduğu şüphe götürmez, ancak iklim kontrolü konusuna geri döndüğümüzde akılda yine de bir takım sorular kalıyor. Yerel mimaride, tarihsel bir süreç içinde mükemmelleşmiş entegre bir sistemin parçası olarak çalışan bu yapısal öğeler, tekil biçimde, birbirleri ile ilişkileri gözetilmeden ve bambaşka modern bir yapı sisteminin parçaları olarak kullanıldığında iklim kontrolü açısından ne derece etkin oluyorlar? Bu soruya genel bir cevap vermek muhtemelen anlamlı olmaz ve her bir yapı, bire bir deneyimlendiğinde kendi özel cevabını oluşturacaktır.
NOTLAR
1. Pizza, Antonio, 1997, "The Mediterranean: Creation and Development of a Myth", J.LL. Sert and the Mediterranean, Ministry of Development and Architects Association of Catalonia, Barselona, ss.12-45.
2. Rovira, Josep M. 1997, "Architecture is His Cradle", J.LL. Sert and the Mediterranean, Ministry of Development and Architects Association of Catalonia, Barselona, s.65.
3. Rovira, 1997, s.64.
4. Braudel, Fernand, 1990, Akdeniz, Mekân ve Tarih, Metis Yayınları, İstanbul, s.16.
5. Garcia, C., Pesudo, J., Serra, C. 2006, "Weekend Homes", Sert: 1928-1979 Half a Century of Architecture, Joan Miró Foundation, Barselona, ss.77-79.
6. Rovira, 1997, s.75.
7. Rovira, 1997, s.75.
8. Lejeune, Jean-François, 2010, "The Modern and the Mediterranean in Spain", Modern Architecture and the Mediterranean: Vernacular Dialogues and Contested Identities, (ed.) Jean-François Lejeune, Michelangelo Sabatino, Routledge, New York, Londra, s.85.
9. Borgatello, Octavio, L. 1997, "Joan Miró’s Studio", J.LL. Sert and the Mediterranean, Ministry of Development and Architects Association of Catalonia, Barselona, s.191.
10. Rovira, 1997, s.77.
11. Borgatello, 1997, s.191.
12. Frampton, Kenneth, 1992, Modern Architecture: A Critical History, Thames and Hudson, Londra, s.316.
13. Pizza, Antonio, 2000, "The Tradition and Universalism of a Domestic Project", In Search of Home: Coderch 1940/64, (ed.) Colegio de Arquitectos de Catalunya, Barselona, s.121.
14. Lejeune, 2010, s.85.
15. Pizza, 2000, s.117.
16. Pizza, 2000, s.126.
17. Casa La Ricarda ile ilgili detaylı bilgi için bakınız: Kütükçüoğlu, Burcu, 2012, "Barselona Yakınlarında Bir Ev: Casa La Ricarda", Liman Kentleri: Amsterdam, Barcelona, Hamburg, (ed.) İhsan Bilgin, İdil Erkol, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, ss.151-166.
Bu icerik 12722 defa görüntülenmiştir.