372
TEMMUZ-AĞUSTOS 2013
 
MİMARLIK'tan

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA

Santorini’de Kouvelas Evi ve Yeni Bir Yerelliğin Üretilmesi

Günkut Akın, Prof. Dr., Bilgi Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

Ne Santorini sıradan bir ada, ne de tanıtacağım küçük ev sıradan bir ev. Ege’de Kiklad adaları denilen grubun en güneyinde yer alan Santorini, MÖ 1620 ile 1530 arasında değişen bir zamanda insanlık tarihinin bilinen en büyük yanardağ patlamalarından birine sahne olmuş. 61 km3 magma ve kaya püskürttüğü hesaplanıyor. Külleri kara Yunanistan’ındaki Messina’dan, Nil deltasına kadar ulaşmış. Olasılıkla 110 km güneydeki Girit uygarlığı onun neden olduğu tsunami ile sona ermiş. Geç Bronz Çağı kronolojisinde, dolayısıyla Anadolu prehistoryasında bir kırılma noktası bu. Ancak jeologlar, 1950’lerde son kez aktif olan yanardağın geçmişinde, milyonlarca yıl önceye giden çok daha şiddetli patlamalardan sözediyorlar. Bunlardan birinde adanın altında biriken magmanın boşalmasıyla, üzerindeki kabuk çökmüş ve bugün Santorini’nin ortasındaki 7 ile 12 km arasında değişen boyutlardaki “kaldera” ortaya çıkmış. (Resim 1) Kaldera bu tür volkanik oluşumlara genel olarak verilen İspanyolca bir ad. Santorini’deki 400 metre derinliğinde dev bir lagün. Yaklaşık olarak, uzun ekseni kuzey-güney doğrultusunda olan oval bir biçime sahip. Kalderanın kuzey, doğu ve güneyini dik yamaçları ve 300 metreye ulaşan yüksekliğiyle hilal biçimli asıl ada çevreliyor. (Resim 2) 15 bin nüfuslu merkez yerleşme Fira da bunun üzerinde. Batıdaki iki ada, ovali tamamlıyor. Kalderanın ortasındaki Nea Kameni, 1950’de son kez püskürmüş olan yanardağ. Batısında bir küçük ada daha var.

Santorini’nin her yerinde volkanik geçmişin izleriyle karşılaşıyorsunuz. 100 metreye varan sertleşmiş kül tabakalarının yamaçları yalnız sahillerde değil, adanın içlerinde de ortaya çıkıyor. Dalgalar ve sert rüzgârların aşındırdığı bej renkli tüf yüzeylerin dışında, boşluklu ve masif bazalt kütlelerin siyah rengi de çok yaygın. Boşluklu olanı bir tür ponza taşı ve adadaki asal yapı malzemesi (Resim 3); yollar da onunla kaplanmış. Daha çok siyah renk, adadaki jeolojik şiddetin tanığı. Potansiyel tehdit hep var. Bunu unutmak istercesine ponza duvarlar sıvanıp beyaz ve yer yer pastel renklerde boyanmış. Fira akrilik (!) beyazın parlaklığıyla gözalıyor. Adalar grubunun oluşturduğu manzara, kentin yokuşlu yamaç dokusuyla buluşunca, olağanüstü pitoresk bir görünüm çıkıyor ortaya. Fotoğraf makinesini nereye çevirseniz bir kartpostal karesi görüyorsunuz. (Resim 4)

Bu pitoresk yerleşme uzun zamandır araştırmacı ve turistlerin ilgisini çekmekte. 1964’te MoMA’da ünlü “Mimarsız Mimarlık” Sergisi’ni açan Bernard Rudofsky, çok daha önce, 1931’de Viyana’daki Künstlerhaus’ta, Santorini’de yaptığı 26 suluboya resmi sergilemiş. Aynı yıl Berlin’deki Yapı Sergisi’nde de, yine bu adada çektiği anonim mimarlık fotoğraflarından oluşan bir sergi düzenlemiş. O sırada Bauhaus’un yöneticisi olan Mies van der Rohe’nin de örnek ev ve apartman dairesiyle katıldığı sergi bu. 1931 aynı zamanda Rudofsky’nin Santorini yapım teknikleri üzerine yazdığı doktora tezini savunduğu tarih: “Güney Kikladlar’da İlkel Beton İnşaat”. (1)

Ne var ki, Santorini’nin yöresel mimarlığına olan ilgi, bugün onun kartpostal imgesine duyulan bir histeriye dönüşmüş durumda. Dik faleze paralel giden birkaç yüz metrelik sokak insandan geçilmiyor. Kaldera yolcu vapuru dolu. Yamaçlardaki oteller, dükkânlar ve barlar tıklım tıklım. Anlaşılan burada evlenmek moda olmuş. Sık sık özellikle Uzakdoğulu gelin ve damatlarla karşılaşılıyor. Günbatımında herkes fotoğraf çekmek ve çektirmek için yolun deniz tarafında yer kapmak için itişiyor. Gece ise yanardağ gösterisi başlıyor. Kalderanın ortasındaki volkanik adanın yamaçlarından ışıklar akıyor. Havai fişekler patlıyor. Grotesk bir simülasyon bu. Kısacası kitle turizmi çağında geçmişte anlamı olan bir yer daha her gün yeniden sonuna kadar tüketilip duruyor.

KOUVELAS EVİ, 1994

Agnes Kouvelas, Santori’nin turistik merkezinden en uzak noktada evini tasarlamaya başladığında, bu evin neye benzemeyeceğini bildiğini tahmin etmek zor değil. Mimarlığı etik duruşla olan ortak paydada tanımlayan ödünsüz bir modernist o. Olasılıkla 1966 yılında mezun olduğu ve herhangi bir teknik üniversiteden çok da farklı olmadığını düşünebileceğimiz Atina Teknik Üniversitesi’ndeki modernist eğitimin de bunda katkısı var. Kouvelas yola çıkış noktasını şöyle açıklıyor: “Bu evi yaratırken, Yunanistan kültürel ortamında bugün egemen olan yapı üretimine başka bir konsept önermek istedim. Yapı yönetmeliklerinin katı kuralları doğrultusunda geleneği koruma adına sürüp giden reprodüksiyonların monotonluğuna karşı bir çare”. (2) Artık tedavülden kalkmış olan “yaratma”ya yapılan vurgu ve imitasyondan duyulan rahatsızlık, özgünlük / kopya sözcüklerinde ifadesini bulan iki terimli düşünce biçiminin bir uzantısı. Ancak buradan çıkılan yolda ulaşılan nihai ürüne baktığımızda, modernist düşünce biçiminin kategorik olarak dışlanamayacağını, hatta tam tersine değerli olduğunu da anlıyoruz. Diğer bir modernist yaklaşım da, çevrenin fiziksel koşullarını belirleyici bir etken olarak alması ve tutarlı bir şekilde ona işlevsel çözümler üretmesi. İklimsel konforu mekanik olmayan tasarımsal araçlarla çözmeyi öğreten yapı bilgisi burada gündemde. Bu bilginin amacı hazır çözümleri aktarmaktan çok, mimara kendi aklıyla yapısal çözümler üretebileceği bir mantığı vermekti. Bu aynı zamanda mimarın kendine güven duymasının koşuluydu.

Ancak bu ev salt işlevci düşüncenin bir ürünü olsaydı, bu denli etkili olmazdı. Biçim Kouvelas’ın güçlü olduğu diğer bir boyut. Yaratma da burada başlıyor. Aşağıda aktarılacağı gibi, Kouvelas bu biçimin Santori’nin doğasına ve inşa edilmiş çevresine ait olan kaynaklarını bir bir sayıyor. Ancak yine de, moda deyimle bir tür “duyumsanan miras” (intangible heritage) bu, yani esinlenmeler. Kouvelas’ın açıklamasına göre, biçime ulaşan süreç, Le Corbusier’ye ait olan ve açıkçası bana çok inandırıcı gelmeyen aforizma gibi: “Yaratmak sabırla araştırmaktır”. (3) Bu aforizmanın bana inandırıcı gelmeyen tarafı, biçimin araştırmanın toplamından daha fazla bir şey olması. Yine bir klişe kullanarak da olsa, yaratıcı sürecin sonunda “yıldızın parladığı bir an gerek”. Ancak bu dile gelecek bir şey değil. Yaratma tanımları bu nedenle eksik kalmak zorunda.

Konum, Yapım, Fiziksel Koşullar ve İşlevsel Çözüm

Yukarıda Kouvelas Evi’nin turistik merkezden en uzak noktada olduğu söylenmişti. Adanın güney ucuna yakın, Akrotiri denilen bir bölgede. Sahilden geri çekilmiş, bir yamaçtaki küçük bir düzlükte duruyor. (Resim 5) Santorini’nin asıl hazinesi olan Akrotiri kazı alanına (Resim 6), dik yamaçlarıyla Vlychada Plajı’na (Resim 7) ve prehistorik kente adını veren Akrotiri Köyü’ne bir kaç kilometre uzaklıkta. Santorini sıcak ve kurak bir iklime sahip. Ege’de çöl iklimi özellikleri gösteren iki adadan biri. Yağmur mevsimi yok, su kaynağı yok, ağacı az. Yine de siyah ponza taşlarıyla oluşturulmuş teraslarda zar zor kara üzüm ve domates yetiştiriliyor. Bir de Akrotiri’nin duvar resimlerinde de karşımıza çıkan safran var. Safran ve kimyon, sabah çiğinin nemiyle yetiniyorlar. Eski evlerde sarnıç var. Ama zaten artık su adaya dışarıdan taşınıyor.

Evin oturduğu düzlüğün güney ve doğu yamaçları, Akrotiri’nin arkeolojik sit alanı olarak boş bir tarla; kazı yapılana kadar öyle kalacak. Evin arkasındaki batı yönünde yükselen, kuzeyde alçalan dik yamaçlar var. Dört kişilik bir tatil evi bu. Yukarıda birkaç basamakla çıkılan açık mekân, ona açılan küçük mutfak ve büyük oda, aşağıda iki oda var. Odalar ferah tutulmuş, hepsinin ayrı kapısı, yerli dolabı ve banyosu var, birbirinden bağımsız birimler. Ancak zaten yaz boyunca, yaşamın dışarıda geçeceği öngörülmüş. (Resim 8, 9)

Ev kolay işlenen boşluklu bazalt ile inşa edilmiş. Yukarıda söylendiği gibi, adanın geleneksel inşaat malzemesi bu. Duvarlar yığma, döşeme betonarme. Yalnız üst kattaki odada ilginç biçimli bir tonoz kullanılmış. (Resim 10) Ekseni duvarlara paralel olmayan, arka köşeye doğru daralan, yükselen ve duvarlarla düzensiz arakesit çizgileri oluşturan sıradışı bir tonoz. Ahşap yokluğu nedeniyle, adanın çok eskiye giden ve geleneksel yapılarda yaygın olarak görülen beşik tonoz geleneği var. Öğütülmüş ponza ve kireçle hazırlanan harç ışınsal dizilmiş düzgün taşlar gerektirmiyor; boşluklu taşın hafifliği de tonoz yapımını kolaylaştırıyor. Bu, Roma döneminde sıkça görülen bol harçlı dökme duvar ve örtü tekniği. Rudofsky’nin sözünü ettiği “ilkel beton” da bu olmalı.

Tonozlu odanın ve mutfağın üstündeki düz damlar da tekrar kalın bir boşluklu bazalt tabakası ile kaplanmış. Yukarıda da söylendiği gibi evin kalın yığma duvarlarında da kullanılan bu taş çok etkili bir ısı izolasyonu sağlıyor. Ağustosta bile sıcak hiç hissedilmiyor. Sıvada ve döşeme karolarının üretiminde çimentoya katılan adanın iri taneli kumu onlara kavuniçi bir renk vermiş. Kapı ve pencere doğramalarında koyu patlıcan rengi mat bir boya kullanılmış. Kouvelas adalı ustaların bildiği yapım teknik ve malzemelerinin dışına çıkmamayı öngörmüş. Bu nedenle ustalar ilk kez karşılaştıkları farklı biçimleri uygulamakta çok da zorlanmamışlar. Hatta üst kattaki sıradışı tonozun, onlar için bir maharet gösterme fırsatı olduğu düşünülebilir. Kaba inşaat üç ayda bitmiş.

Evin önlem alınması gereken, en önemli fiziksel sorunu rüzgâr. Ancak çok kuvvetli estiği için içeriye yönlendirilmesi değil, savuşturulması gerekiyor. Bu çelişkili görülebilir. Ancak Kouvelas Evi yıl boyunca kuzeyden ve yazları kuzeydoğudan esen kuvvetli rüzgârlara maruz kalıyor. Bu biraz da onun konumundan gelen bir şey. Daha korunaklı bir yer seçileceğine ev yüksekte duruyor ve rüzgârlara karşı koyuyor. Ona “Rüzgârların Evi” denmesi bu yüzden. Yapının bütün özgünlüğü, tuhaflığı ve estetik kalitesi öncelikle rüzgâr savuşturma önlemlerinden ortaya çıkıyor. Bir kere ev subasmansız yığma duvarlarıyla yere sağlam basıyor. (Resim 11) Rüzgâr kuvvetiyle uçacak eften püften bir şey değil. Zaten bu psikolojik bir sağlamlık duygusu. Ama fiziksel olandan aşağı kalmaz.

Evin planlarına bakıldığında (Resim 8, 9), kalın duvarların içine açılan kapı ve pencerelerin bazılarının alışılmadık bir şekilde açılı yerleştirildikleri ve açıklıkların yanlarındaki duvar bölümlerinde tuhaf oyuklar bulunduğu hemen göze çarpıyor. (Resim 12, 13) Bazı açıklıkların altında da bu tür düzenlemeler var. (Resim 14) Bunlar bir tür huni gibi içlerine giren rüzgârı yönlendirip, pencere yanaklarındaki düşey (veya denizliğindeki yatay) yarıklardan açıklığın önüne doğru püskürtüyorlar. Dar yarıklardan şiddeti yoğunlaştırılmış bir şekilde çıkan rüzgâr pencere önünde bir perde oluşturuyor ve karşıdan gelen sert rüzgârın içeri girmesini engelliyor. (Resim 15) Rüzgârın önü rüzgârla kesiliyor. Ev yine de, açıklıkların üst bölümlerinden kontrollü bir şekilde havalanıyor ve içeri sinek böcek girmiyor. Ev açık, yoksa kepenkleri kapatıp içeriye tutsak olacaktı insanlar. Rüzgârın en sert estiği kuzey ve kuzeydoğu aynı zamanda en güzel manzaraya (kaldera yönü) açıldığı için pencereler bu manzaraya yönelmiş birer resim çerçevesi gibi, kepenkler ve sinek telleriyle engellenmiyor.

Boşluklu ve hafif taşla örülmüş kalın duvarlar, yine onlarla kaplanmış düz çatı ve en sert rüzgârların karşısına çıkıp onları savuşturmayı bilen çözüm elbette klimaya bağımlı değil. Modernliğin tadına işte burada varılıyor. Gerçekten işlevden yola çıkan ve kendi aklına güvenen bir tasarımın ayrıca biçim aramasına gerek yok. Ardındaki düşünce emeğini ve fiziksel koşullara getirilen zanaatsal - yapısal çözümü sezdiği için, evin biçimi alımlayıcıyı ikna ediyor.

Yerel Göndermeler ve Biçim

Planda hemen kendini belli eden alışılmadık duvar boşlukları ve oyuklar cephelerin estetik boyutunu oluşturuyor. (Resim 16) Neredeyse bezeme ve keyfi biçimlendirmeden vazgeçilmiş Gaudi yapıları gibi. Onun gibi tek defaya özgü ekspresyonist bir biçim. Yanardağın fırlattığı bir kaya kütlesi gibi doğanın içinden dolayımsız yükselen duvarlar, kapı ve pencerelerin düzensiz oyuklarıyla delik deşik. Tabii bu kalın yığma duvarın verdiği bir olanak. Ronchamp’ın güney duvarı gibi. Agnes Kouvelas, evin duvarlarının ona adanın tüf yamaçlarındaki rüzgâr erozyonlarıyla oluşan yüzey biçimlerini çağrıştırdığını söylüyor. (Resim 7) Amacı yeni bir yerellik yaratmak, yani geleneksel mimarlığın biçimlerini tekrarlayan bir kolaylığa ödün vermeden, ancak yine de “yerel” bir biçim üretmek olunca, yeni bir başlangıç için Kouvelas’ın elinde hangi biçimsel araçlar var? O, adanın verili somut biçimlerini soyutlayarak şu kavramlara varmış: Kütlesellik, erozyon, boşluk, biçim çoğulluğu, karşıtlık. Bunlar Kouvelas’a göre arketiplerdir. Yani Jung’un psikolojisine göre, insanlığın kolektif bilinçaltında sonsuz eski zamanlardan beri varolan ve bitimsizce sürecek olan ölümsüz imgeler. Bunların ardında adanın topografyasından, arkeolojisinden ve geleneksel mimarlığından gelme veriler var. Kuşkusuz Kouvelas bu arketipleri sıralarken, kendi inşa ettiği evdeki karşılıklarını da gözönünde bulundurmuş olmalı.

Örneğin adanın geçmiş mimarlığından esinlenen biçimlerden biri, üst odadaki tonoz. (Resim 10) Ancak epey dönüştürülmüş bir gönderme bu. Ronchamp’ın içerden algılanan örtüsüne daha fazla benziyor.

Ayrıca adanın beşik tonozları dışarıda da eğrisel biçimlerini gösteriyor. Burada düz çatının altına saklanmış. Açık mekânın pergolasını taşıyan güney yönündeki iki ayak Bodrum çevresinde de rastladığımız, üzerindeki çelimsiz ahşap kirişlere göre fazla büyük boyutlandırılmış taşıyıcılara benziyorlar. (Resim 17) Yine yeterli kesitte ahşap dikme bulunmayan yerlerde ucuz ve dayanıklı bir ikame. Burada kısmen dışarıdan asılmış gibi duran atektonik bir halleri var. (Resim 18) Ancak gerek onlar, gerekse doğudaki duvarın terasın önüne uzanan bölümünün kalın yan yüzü ve arkadaki mutfağın küçük bir pencereyle delinmiş sağır kütlesi, açık mekânı fazla güçlü yapı parçalarıyla çevreliyorlar. Burada bir ölçek çatışması var. Böyle bir çatışmanın dramatik etkisini farkeden 16. yüzyıl örneklerinden sözetmek bu yazının çerçevesini aşar. Kaldı ki, tasarım sürecinde gözönünde bulundurulan bir bilgi olma olasılığı az.

Evin asıl cephesi tabii ki doğu duvarı. (Resim 16) Yukarıda onun açık mekânın önüne kadar uzandığı söylendi. (Resim 19) Bu duvarın arkası boşaltılmış bir halde uzanması kalınlığını ve heybetini farketmemizi sağlıyor. İşlevsiz bir uzantı olmasına karşın, yine de onu bir giydirme duvar olarak (Robert Venturi, Richard Meier) algılamıyoruz. Fazla güçlü. Yukarıya doğru eğimli bir Mısır pilonu gibi. 15. yüzyılda, adadaki Venedik hâkimiyeti sırasında Santorini’de inşa edilmiş olan ve savunma yapılarını andıran “goulas”ların (Resim 20), Kouvelas’ın imgelemindeki çağrışımından söz etmek daha doğru. Onların da eğimli duvarları var. Fakat buradaki küçük bir eve göre fazla anıtsal. Yine ölçek çatışmasının dramatik etkisine dönüyoruz. Ancak kalınlığı gösterilen duvar, sağlamlığın teminatı. Yani mimarlığın kendini ifade etmesinin asal araçlarından biri. Alımlayıcıya dünyaya nasıl tutunduğunu, fırtınaya nasıl karşı durduğunu anlatıyor. Yukarıda söylediğim gibi yanardağın fırlattığı bir kaya sanki. Ne derseniz deyin, tektoniklik duygusu (5), çoğu anlam gibi insanın kendi bedenine dönüp anladığı bir şey. Yere sağlam basmanın ve direnmenin deneyimini kendi yaşamımızdan biliyoruz. Baudelaire’den yola çıkarak, doğanın saldırısına maruz kaldığında evin mahremiyet değerinin arttığını söyleyen Gaston Bachelard’ı hatırlayın. (6) Doğa güçlerine karşı evle nasıl dayanıştığımızı anlattığı “Ev ve Evren” adlı bölümün bir parçası bu. (7)

Mahremiyet, 24 yaşında kendi mimarlık bürosunu kuran Agnes Kouvelas’a göre bir şey değil. Genellikle ağustos aylarında çocuklar ve torunlarla bu evde çok dışadönük bir yaşam sürüyor. Zaten Bachelard’ın mahremiyeti de evin kendine ait bir duyguya sahip olması. O nedenle alımlayıcıyı içten yakalıyor. Juhani Pallasmaa olsa buna “sessizlik” derdi: “Yoğun bir mimarlık deneyimi tüm dış gürültüyü bastırır, dikkatimizi varoluşumuzun kendine yöneltir ve tüm sanatın yaptığı gibi bize temel yalnızlığımızı hatırlatır”. (8)

Yerelliğin bitmiş, kapanmış, dolayısıyla tekrarlanması gereken bir şey olmadığını, yeni yerellikler yaratılabileceğini söyleyen Agnes Kouvelas yeni bir kavramı gündeme getirdi: “Yerellikler-arası” (interlocality). Dünya üzerinde onun sözünü ettiği ve Santorini’de hayata geçirdiği türden yerellikler arasında dokunmuş sözsüz bir ağ. Mademki küresellik standartlaşma üretiyor, bizi kendimizle buluşturan yerellikler gerek. Kouvelas’ın getirdiği kavram tabii fenomenolojinin özneler-arasılık (transsubjectivity) kavramını çağrıştırıyor. Bachelard ile başladığımıza göre onunla devam edelim. Ona göre olguculuğun kesinlik saplantısına karşı fenomenolojinin dayanabileceği tek doğrulama özneler-arası onaydır. (9)

Özneler-arası onay elbette olgular dünyasında solda sıfır. Zaten Kouvelas, evini en uzak köşeye saklamış. O haşin doğanın yamacında suskun duruyor. Onu benim keşfetmem 2002’de Taşkışla binasında açılan görkemli Yunanistan Mimarlığı Sergisi’nde oldu. (10) Bir vitrinde karşıma çıkan plan ve fotoğraflarda ilk kez gördüğüm evin duvarlarındaki tuhaf açıklıklar aklıma takıldı kaldı ve 9 yıl sonra gidip onu gördük. Hatta birkaç gün kaldık. Ancak sadece çizim ve fotoğrafları görüldüğü halde 9 yıl sonra kendini hâlâ hatırlatan bir bina özneler-arasında iletişim kurabiliyor demektir. (11)

 

NOTLAR

1. Guarneri, A. B. 2010, “Bernard Rudofsky and the Sublimation of the Vernacular”, (ed.) J-F. Lejeune ve M. Sabatino, Modern Architecture and the Mediterranean, Vernacular Dialogues and Contested Identities, Routledge, Londra ve New York, s.233, 246.

2. Skousbøll, K. 2006, Greek Architecture Now, Studio Art Bookshop, Atina, s.300.

3. Le Corbusier, 1964, Creation is a Patient Search, Frederick A. Praeger, New York.

4. Jung, C. G. (1934), 1977, “Über die Archetypen des kollektiven Unbewussten” bölümü, Bewusstes und Unbewusstes, Fischer, Frankfurt a. Main, ss. 11-53:

5. Frampton, K. 2010, “Rappel à l’Ordre: The Case for the Tectonic”, The Craft Reader, (ed.) G. Adamson, Berg, Oxford, New York, ss.411-412.

6. Bachelard, G. (1958), 1994, Poetics of Space, Beacon Press, Boston, s.38.

7. Bachelard, 1994, “Ev ve Evren” bölümü, ss.38-74.

8. Pallasmaa, J. (2005), 2011, Tenin Gözleri, Mimarlık ve Duyular, YEM, İstanbul, s.64.

9. Bachelard, 1958, s.XIX.

10. 2002, “ ‘20. Yüzyıl Mimarlığı: Yunanistan’ Sergisinden İzlenimler”, Mimarlık, sayı:306, ss. 54-56. Bu sergi 1999’da Frankfurt’taki Alman Mimarlık Müzesi’nde açılmış, daha sonra Selanik, Paris, Atina , Lefkoşa, Roma ve Ankara’yı dolaşmıştır. Katalog için bkz. Condaratos, S. ve W. Wang (ed.) 1999, 20th Century Architecture, Greece, Prestel, Münih, Londra, New York. Agnes Kouvelas’ın evi için bkz. s.264.

11. Agnes Kouvelas mimarlığı üzerine daha fazla bilgi için yukarıdaki dipnotlarda sözünü ettiğim birkaç kaynak dışında, Yapı dergisinin 2013 Nisan sayısında Karin Skousbøll’un onun yakın tarihli işleri üzerine kaleme aldığı yazıya ve mimarın kendi web sayfasına bkz. www.couvelas.net

Bu icerik 6714 defa görüntülenmiştir.