372
TEMMUZ-AĞUSTOS 2013
 
MİMARLIK'tan

YAYINLAR



KÜNYE
YAYIN DEĞERLENDİRME

Mimarlar Odası: Bir “Ruh” İşi…“Tanıklarından Mimarlar Odası 1954- 1990” Kitabı Üzerine Kişisel Notlar

Aydan Erim, Mimarlar Odası 1972-73 (18.), 1973-74 (19.), 1992-94 (33.) dönem MYK Üyesi

Mimarlar Odası’nın kuruluşunun 50. yılı oldukça kapsamlı bir program ve coşkuyla kutlanmıştı. “Mimarlığa Saygı Yürüyüşü”, Anıtkabir ziyareti, bir sempozyum ve resepsiyon içeren “50. Yıl Buluşması”, “50. yıla özel sergiler” ve “50. yıla özel yayınlar”ın yanı sıra, Genel Merkez ile İstanbul ve Ankara Şubelerinde Oda tarihinin derlenmesi çabaları hız kazanmış ve 50. yıl sonrasında da gündeme alınmıştır. Örneğin, 2006-08 yıllarını kapsayan 40. Dönem Merkez Yönetim Kurulu Çalışma Raporu’nda “Oda Tarihi Derleme Çalışmaları Komisyonu”na geniş yer verilmekte ve çalışma alanları “sözlü tarih çalışmaları”, “kurum tarihi çalışmaları”, “Mimarlığa Emek Verenler Yayın Dizisi” olarak tanımlanmaktadır. 60. yıla gelirken, öngörülen bu tarih çalışmalarının geçen on yılın ilk yarısında daha etkin yürütüldüğü ve hızının giderek kesildiği görülüyor.

İstanbul Şubesi’nde yapılan sözlü tarih çalışmalarının dördü, 2006 yılında kitap olarak yayımlandı, yukarda değinilen çalışma raporuna göre çekimleri tamamlanan yedi, devam eden bir söyleşi daha vardı. Ankara Şubesi “Sekreter Üyeler Gözüyle Mimarlar Odası Ankara Şubesi”nin 50 yılını yayımlamıştı; Mesleğe Emek Verenler kapsamındaki çalışmalar belgesellere dönüştürüldü ama yayımlanmadı. Genel Merkez inisiyatifi ile yapılan bir dizi söyleşi de, editörlüğünü Çetin Ünalın’ın yaptığı bu kitapla arşivlerimize girdi.

Gerek doğanın gerekse yapılı çevre ve yapıların korunması konusunda her zaman örnek bir tutum ve davranış sergileyen Odamız, ne yazık ki kendi kurumsal belleğini aynı titizlikle koruyamadı. Odanın belge birikiminin önemli bir bölümü taşınmalara, su ve mazot baskınlarına kurban gitti; bu kayıpları telafi etmek de, üyelerimizin kişisel arşivlerini Odaya kazandırmak konusunda hiçbir zaman sistemli ve sürekli bir çaba gösterilmediği için olanaksız. Bu nedenle, yapılan sözlü tarih çalışmaları kurum belleğini yeniden kazanabilmek açısından önemli; ancak saptama hızımızın, tanıkları kaybetme hızımızın önünde gitmesi kuşkusuz daha da önemli. Umarız yitirilen ivme, yaklaşan 60. yıl ile yeniden kazanılır.

Sözlü tarih çalışmalarının tarih araştırmaları içinde artık, çekinceler olsa da, giderek artan bir kabul, saygınlık ve ilgi gördüğü açık. İnternet arama motoru Google’a “sözlü tarih” yazdığınızda, karşınıza yaklaşık 1.530.000, İngilizce “oral history” yazdığınızda da yaklaşık 130.000.000 kayıt çıkıyor.

Bu kitap üzerinde konuşurken de, kaynaklarda rastlanan genel kaygıları içeren bir dizi soru sormak olası: Sözlü tarih gerçekten “tarih” midir? Öznellik / nesnellik sorunları nasıl aşılır? Kimlerle, neden konuşuldu? Kimlerle neler konuşuldu ya da konuşulmalıydı? Sözel ya da görsel kayıtlar, vücut dili ve tonlamadan yoksun metinler haline getirilirken başarılı mıydı? Bu kaygıları çoğaltıp gidebilirsiniz, ama herhalde hiçbir zaman “ne gerek vardı” denilemez.

Sunulan derlemeye “amaç”, “dönem”, “ön hazırlık”, “tanıklar” bağlamında bakarsak:

“Amaç”, kitabın önsözünde, “Bu sözlü tarih çalışması, Odanın kuruluşunun 50. yılı nedeniyle dönüp geriye bakmak, geçmişi olumlu, olumsuz yönleriyle değerlendirmek, bu sürece ilişkin bir belge bırakmak amacıyla yapılmıştır. Oda tarihinin yazıya dökülmeyen parçalarının dönemin tanıklarının ağzından aktarıldığı bu kitap, Oda’nın 60. yılına yaklaşırken bilgi ve belge olarak sizlerle buluşuyor. Umarız bu çalışma benzer çalışmalarla yaygınlaştırılır, daha sonraki yılları da kapsayacak şekilde genişletilerek bu mücadelenin farklı tanıklarının ağzından zenginleştirilerek sürer. Daha da önemlisi Odanın 60 yıllık toplumsal ve mesleki mücadelesi kapsamlı çalışmalarla, belgelere dayalı yazılı dokümanlara dönüşür.” olarak tanımlanıyor.

Kapsam, Mimarlar Odası’nın 1954-1990 yılları. Bu yılları kurumlaşma çabalarını 1954 yılına getiren “Kuruluşa Doğru”, “Kuruluş, 1954-1960”, “Kurumlaşma, 1960-1967”, “Değişime Doğru, 1967-1971”, “12 Mart Dönemi - Odada Değişim, 1971-1974”, “İki Darbe Arası, 12 Eylül’e Doğru, 1974-1980”, “12 Eylül ve Sonrası, 1980-1990” dönemleri içinde ele alarak, 2003–2005 yılları arasında gerçekleştirilen yedi toplantıdaki tanık aktarımlarından ve toplantılara çağrılan ama kişisel zorunluluklarla katılamayan bazı tanıklarla yapılan ikili görüşmelerden oluşuyor ve tema serilimini en baştaki “Kuruluş Öncesi Mimar ve Mühendis Örgütlenmesi” yazısı ile açıyor.

Söyleşiler için ciddi bir ön hazırlık yapıldığı görülüyor. Önsözde verilen bilgilere göre, “Çalışmalar sırasında Mimarlar Odası Merkez Karar Defterleri ve Çalışma Raporlarının tümü elektronik ortama aktarılmış, her dönem konuşmacılarına, dönemlerine ait olanlar anılarını tazelemeleri ve üzerinde çalışma yapabilmeleri için önceden iletilmiştir.” Ayrıca her bölüm başında o dönemin öne çıkan toplumsal / siyasal özellikleri, Oda gündemine yansımaları vb. genel çerçeve olarak sunulmakta, böylelikle aktarılan anıları, bu genel hava içinde algılamak kolaylaşmakta.

Gene önsözde, “Bazı pratik nedenlerle geçmiş yılların Merkez Yönetim Kurulları üyelerinden ağırlıkla Ankara kökenli olanlar toplantılara katılmıştır.” açıklaması var. Bu 25 kişi tabii ki Odaya veya mesleğe emek verenlerin tümü değil; tümünü temsil etmeleri de söz konusu değil. Ama pratik nedenlerle de olsa bir grup seçilmiş ve zengin bir anılar birikimi ‘zapta alınmıştır’, bu da önemli bir kazançtır. Biraz sayılara bakacak olursak: Kapsanan dönem, 20.12.1954 - 08.04.1990’daki 31. Dönem sonuna kadar geçen toplam 35 yıl, 4 ay ve 11 gün. Bu yıllar içinde 33 Merkez Yönetim Kurulu seçilmiş, iki dönemde ara seçimlerle iki yönetim oluşmuş. Bu kurullarda 134 kişi görev almış, bunların 70’i bu yıllar içinde, salt bir kez yönetim kuruluna girmiş ama aralarından 8’i bu görevi başkan olarak yapmış. Odanın üst yönetiminde yer alan bu 134 kişinin önemli bir bölümü artık aramızda yok, ağızlarından tek laf alamayız. Yaklaşık on yıl önce yapılan bu toplantılara konuşmacı olarak katılan 25 tanıktan 7’sini de o yıllardan bu yana yitirdik.

Burada, sözlü tarih literatüründeki önemli bir kavramı hatırlamakta yarar var: “Sözlü tarihçinin kaygı sendromu”. Oda olarak, “yerine konulması mümkün olmayan bilgilerin her an elden kayıp gittiği paniği” olarak tanımlanan bu derde tutulmakta yarar olduğunu düşünüyorum.

Bunlar kitabın ‘kuru’ tanıtımı, emeği geçenlere ancak teşekkür edebiliriz. Ama kitabın bir de “sıcak” yanı var ki o da işte kurumsal “ruhumuzu” yansıtıyor, anılara anılar ekliyor.

Oldukça eskimiş bir ‘tanık’ olarak, örneğin, kendimizi mutlu–mesut “Odacı” diye tanımladığımızda, “estağfurullah” diyenlere nasıl güldüğümüzü hatırlıyorum…

Örneğin, Arif Şentek’in söyleşisinde aktardığı, Ankara Şubesi’nin 1970’teki genel kurulunda ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı olarak yaptığı ve ortalığı birbirine katan konuşması öncesi, “söz verilsin mi, verilmesin mi” tartışmaları sırasında, kim olduğunu şimdi anımsayamadığı bir üyemizin, “Ne yani, Çöpçüler Derneği Başkanı gelse onu da mı konuşturacağız!” dediğini hatırlıyorum…

Örneğin, nesiller arası geçişlerin sertken bile acımasız olmadığını, saygı ve sevgiye her zaman yer olduğunu, İzmir’de Nejat Ersin’i ağlattığımızda, Ergun Unaran’a koşup “Ağabey biz bir iş yaptık, Nejat Ağabey arkada ağlıyor, ne olur yanına git” dediğimizi hatırlıyorum…

Örneğin, Odaya emek verenlerin ne kadar ‘ego’suz olduğunu, dünkü öğrencinizin bugünkü ‘elemanı’ olmaktan kimsenin gocunmadığını, aksine gururlandığını hatırlıyorum…

Örneğin, Odayı besleyen bu taze kanın insanı “Bu çocukları zahir eti de kemiği de Oda’nın diye mezun etmişler” diye keyiflendirdiğini hatırlıyorum…

Örneğin, Odanın genel siyasi duruşuna en ters düşen görüşteki örgüt yöneticilerinin bile yerel gazetelerde Oda yaklaşımlarını savunan yazılar yazdığını hatırlıyorum…

Örneğin, 1974–1980 döneminin tartışıldığı bölümün sonundaki soru / cevap faslındaki “Acaba sizin dönemlerde araştırmaya ne kadar ücretler veriyordunuz, bir ücreti var mıydı araştırmaların? / Hiç / Neden, yani araştıran insanların emeğinin karşılığını ödememek doğru bir şey miydi? / Hep gönüllü hizmetlerdi onlar” diyalogunu okuyunca, Odaya emek vermenin, verilen bir “emek” olarak değil de, bir “yaşam biçimi” olarak algılandığını hatırlıyorum…

Örneğin, ilk elli yılın büyük bir bölümünün Odanın mali açıdan en sancılı yılları olduğunu hatırlıyorum. Öte yandan da, “Oda mahcup olmasın” diye, “turistik” olmaya on dakika bile fırsat bulunamayan toplantılara aile bütçesinden gidildiğini ya da Birleşmiş Milletler’in 1992 Rio Çevre Zirvesi’nde yaşandığı gibi, başka bir kurum tarafından yollandığınız bir toplantının “hükümetler dışı” kısmına Oda temsilcisi olarak kayıt yaptırıldığını, Odanın varlığının duyurulmasının bir refleks olduğunu hatırlıyorum…

Bu yazıya son nokta konulurken, tüm yurda yayılan “Taksim Gezi Parkı Direnişleri” devam ediyordu. Kitabı bugünlerde okursanız Oda tarihinin, yaşanan tüm dış baskılar, iç çatışmalar, farklı renkler, kimlikler, ideolojilerle ama ana yolundan zerre sapmadan süregelen “ruhu” itibariyle, sanki elli yıl sürmüş ve daha da bir elli yıl süreceği belli olan bir “Gezi Parkı Direnişi” olduğu ve olacağı duygusuna kapılıyorsunuz. Aferin bize…!

Bu icerik 5650 defa görüntülenmiştir.