372
TEMMUZ-AĞUSTOS 2013
 
MİMARLIK'tan

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK ELEŞTİRİSİ

RASYONEL ÇİZGİ İÇİNDE “MİMARİ OYUNLAR”: Vehbi Koç Vakfı Gölcük Ford Otosan Kültür ve Yaşam Merkezi

Berin F. Gür, Doç. Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü

Tülin Hadi ve Cem İlhan ortaklığındaki TeCe Mimarlık, yapılarını biçimlendiren temel felsefelerini “varlık, doğa ve insan merkezli bir yaklaşım”(1) olarak ifade eder. Bu anlamda, Vehbi Koç Vakfı Gölcük Ford Otosan Kültür ve Yaşam Merkezi(2), “doğa ile insanların arasına koyulan mesafenin kaldırılması” (3) için bir fırsat olarak görülür. VKV Yaşam Merkezi’ni önemli kılan, mimarların arsanın zorlukları ve karmaşık program ihtiyacı ile başetmelerini sağlayan mimari kompozisyona dair yetkinlikleri kadar, bu kompozisyon kararlarını uygularken sahip çıktıkları, “yapıları, insanı, doğaya yaklaştıran bir vasıta” olarak ele alan tutumlarıdır. Bu yazıda, Gölcük gibi önemli bir deprem bölgesinde yer alan yaşam merkezinde, arsanın getirdiği zorlukları potansiyele çevirip, yapıları ve dolayısıyla kullanıcıları tabiatla buluşturarak “doğal bir yaşama ortamı” (habitat) oluşturan mimarların tutumunu bir ikilemin, “ikili” kavramın varlığı üzerinden tartışacağım: “Rasyonel” ve “mimari oyunlar”.

TeCe Mimarlık’ın VKV Yaşam Merkezi’nde gerçekleştirdiklerinin “rasyonel çizgi içinde mimari oyunlar” olarak yorumu, mimarların kendilerine rasyonel sınırlar içinde bir özgürleşme bölgesi açmalarından ötürüdür. Bu anlamda “mimari oyunlar”, (yapı grubunun deprem bölgesinde yer aldığı düşünüldüğünde) yapım, taşıyıcı sistem ve aynı zamanda işlevsellik bakımından akılcı, tutarlı, sözünü net söyleyen bir çizgi içinde, mimarların özgürce hareket edebildikleri bir alanı ifade eder. Bu alan, farklı duyusal deneyimlere, keşiflere ve algılamalara yol açan; yapılara dışavurumcu bir ifade kazandıran ve dolayısıyla mimarların, “ ‘yer’in söylediklerini dinleyerek”(4) bilinçli veya sezgileriyle (intuition), içgüdüsel (instinctive) olarak oynadıkları mimari oyunları içermektedir. Bir anlamda mimarlar, deyim yerindeyse rasyonalist çizgiyi zorlamakta, onun araçlarıyla ve söylemleriyle oynamaktadır.

Alvar Aalto için, “Mimarlık, doğa ile insan arasındaki bir arabulucudur”(5). VKV Yaşam Merkezi’ndeki “mimari oyunlar”, tam da bu arabuluculuğu sağlamak ve arsanın zorluklarıyla başetmek üzere oynanır. Aalto’ya göre “insan oyuncudur”; “kültürel bir olgu” olarak öneme sahip “oyun,” insana özgü “doğuştan gelen bir vasıftır”.(6) Mimari oyunlar da insanın merakını cezbeden, onu deneysel arayışlara, keşfe, düşünmeye yönlendiren, kimi zaman içgüdüsel / sezgisel olarak gelişen, kimi zamansa bilinçli bir şekilde yapılan mimari eylemleri veya kullanılan mimari araçları ifade eder. Bu oyunlar, salt rasyonel ve mantıksal olan mimarlığı, Aalto’nun deyimiyle “insancıl”laştırır. “Mimarlığın İnsancıllaştırılması” (The Humanizing of Architecture) başlıklı makalesinde Aalto, mimarlıkta, ekonomik ve teknik anlamda fayda sağlamak üzere salt bir enstrüman olarak kullanılan ve bunun sonucunda rakamlara ve işlevselliğe indirgenen katı rasyonalizmin eleştirisini yaparken, “gerçek rasyonalizmin” insan davranışlarının bütün alanlarını içerecek şekilde, yani “insanca (ölçülerde) rasyonel” (humanly rational) olması gerektiğini savunur.(7) Bu noktada mimari oyunlar, biçimi işlevselcilik ve teknik / ekonomik formüller arasında hapseden “katı” rasyonalist söyleme, duyusal deneyimlere imkân veren insani bir boyut kazandırarak onu dengeler ve tamamlar. TeCe Mimarlık ve işveren için, yaşam merkezinin kendisine “görüp dillendiremediğimiz, elle tutulamayan ama hisle yakalanan olguları nüfuz ettirebilmek” ve binanın “işlevsel, hoş ama yaşama ait değerleri de koruyan ve sürdüren bir bina olması” öncelikli olmuştur.(8) Bu anlamda, yaşam merkezinin özellikle tuğla cephelerinin hatırlattığı Aalto, bana göre, tuğla ile yaptığı deneysel arayışlarından daha çok aslında, “mimarlığın insancıllaştırılması” ve “insanca rasyonel” tartışmasıyla gündeme getirdiği, mimarlığı insan ve tabiat arasında bir vasıta olarak gören tutumuyla etkin bir referans oluşturmaktadır.

Burada, VKV Yaşam Merkezi’ni mimarlık-tabiat-ve-insan arasındaki ilişkileri kuran mimari oyunlara odaklanarak okuyacağım. Bunu yaparken de, insanı merkeze alan bu oyunları görsel algı (visual perception) ve insan bakışı (human gaze) ile ilişkilendirerek, öncelikle yapıların kompozisyonunu ve doğal yaşama ortamının nasıl biçimlendiğini tartışacağım.(9) Bu okumaya, “rasyonel / rasyonalite”, oyunların getirdiği özgürleşmenin sınırlarını belirleyen bir kavram olarak eşlik edecek. Bu nedenle, mimari oyunları tartışmadan önce arsanın deprem bölgesinde olmasının ve geometrisinin getirdiği zorluklardan ve sonrasında mimarların aldığı stratejik kararlardan bahsedeceğim.

PROBLEM

Gölcük’te yer alan arsa, kuzeydoğuda endüstriyel peyzajın ve güneybatıda antrepolar ve lojistiğin arasında sıkışmış yoğun ağaçlıklı bir tabiat niteliğindedir. Yapı yapma sınırını, kuzeydoğuda 1999 Gölcük depreminin etkisiyle oluşan ve topoğrafyada 4-5 metre keskin düşüşe neden olan fay hattı, güneybatıda ise taşıt yolu belirlemektedir. Doğal bir oluşum olan fay hattı, yoğun ağaçlıklı bir yeşil şerit oluşturarak yapı alanını Ford Otosan’a ait tesislerden ayırır. Fay hattı sebebiyle oluşan doğrusal, ince-uzun geometrideki arsa (yaklaşık 55 x 500 metre) ve üzerindeki korunması gereken çok yıllık ağaçlar, yaşam merkezinin yerleşimini zorlarken, deprem gerçeği ve zemin suyu yüksekliği yapılarda taşıyıcıların kesitlerini büyütmekte ve bodrum kata izin vermeyerek servis mekânlarının kurgusunu zorlamaktadır.(10) Merkez, genel olarak spor ve kültür etkinlikleri olmak üzere farklı programları (sergi salonları, çok amaçlı salon, sanat atölyeleri, kafeterya, açık ve kapalı spor alanları) içermektedir.(11)

STRATEJİ

TeCe Mimarlık, “mevcut doğal dokunun içinde onunla yarışmayan”(12) yapı grubu tasarlayarak tabiatla buluşan bir yaşama ortamı, başka bir deyişle, doğal bir “habitat” oluşturmayı amaçlar. Bunun sonucunda, yapı kütlelerini tabiat içinde eritmek üzere programların ayrışması (spor ve kültürel etkinlikler olarak) ve ayrı kütlelerde çözümü, program kütlelerinin arada kalan (açık ve yarı açık gölgelendirilmiş) dış mekânlar vasıtasıyla birbiriyle ve doğal peyzajla ilişkilenmesi, bu kütlelerinin açıldığı ve çevrelediği, merkezde konumlanmış ortak bir sosyal toplanma ve dağılma alanı oluşturma ve mevcut ağaçları koruyarak yola paralel şekilde doğrusal konumlanma ana kararları alınır.

MİMARİ OYUNLAR

İnce-uzun geometrideki yoğun ağaçlıklı bir arsada stratejik ana kararlar nasıl gerçekleştirilir sorusu beraberinde bir dizi taktiksel kararları getirir. Mimari oyunlar kapsamında değerlendirdiğim bu kararlar, tasarım sürecini yönlendiren bir dizi eyleme ve mimari elemana işaret eder. Mimarların bu noktada tasarıma karşı tutumu, önce bir gözlemci ve sonrasında bir sorun çözücü olmanın çok daha ötesindedir. Mimari oyunlar, bazen sezgisel bazen de bilinçli olarak “ ‘yer’in söylediklerini dinleyerek” uygulanan, kurallarını mimarların denetlediği, içselleştirilmiş eylemlerdir. İnsanı merkez alan bu oyunlarda, yapıların arsadaki konumlanmaları ve biçimlenmeleri, insan bakışı ile ilişkilendirilerek denetlenir. Bu anlamda oyunlar, algıya ve görüşe (vision) odaklanır; algıyı denetler, yönlendirir; algı sürecini uzatarak insanın merakını cezbeder, düşündürür, keşfe ve farklı deneyimlere çeker. VKV Yaşam Merkezi’nde oyun, aslında bildiğimiz, bizlere yabancı olmayan araçlarla, rasyonalitenin araçlarıyla oynanır. Fakat sürecin sonucunda bu araçlar artık bildiğimiz araçlar değildir; yeni bir durumla karşılaşıyormuşuz gibi bize yabancı gelirler. Bu yabancılaşma algı sürecini uzatır ve düşünme süreçlerini başlatır. Açılar ve cephe yüzeyleriyle oynanan bu oyunlar, mekânı kullanıcıya bir dizi perspektif imajlarla, perspektif sekanslarıyla algılatır; açılar kullanıcıyı yönlendirip tabiatla buluştururken, odak elemanlar onların dikkatini çeker. Burada “göz” en temel unsurdur; açılar görüş alanını duruma göre genişleterek veya daraltarak her bir bağımsız yapı kütlesini en uygun yere konumlandırırken, aynı zamanda bu kütleleri de birbirine bağlar. (Resim 1)

“Bazı binalar, nedenlerini açıklayamasanız da size kendinizi iyi hissettirir” diyen Ömer Kanıpak, “sadece mimari jargonla ifade edilemeyecek bir beceriyle çizilmiş” olan yaşam merkezinin “tasarımında içgüdülerin de rol aldığının” altını çizer.(13) Bildik mimari araçlara ve elemanlara yabancılaştığımız ve muhtemelen bu gerekçeyle de sadece mimari jargonla açıklamanın yetersiz kaldığı bu yapı grubunda içgüdülerin yönlendirdiği mimari oyunlar, aslında rasyonel ve görsel algı anlamında da işlevseldir. Buradan sonra, beraberinde getirdiği bir dizi taktiksel eylem ve elemanlarla oynanan bu oyunlara odaklanıp tartışacağım.

Açılar-Açılanma:

Fay hattının oluşturduğu kot farkı nedeniyle ince-uzun doğrusal bir geometriye sahip arsa, bağımsız program kütlelerinin cephe verdiği, merkezde yer alan ortak bir toplanma-dağılma alanını oluşturacak ve bu kütlelerinin bütüncül olarak algılanmasını sağlayacak şekilde konumlanmasını zorlamaktadır. Bu nedenle, açılanmalar yapı grubunun kompozisyonunda önemli bir taktiksel karar olarak gelişir. Bunun sonucunda oluşan açılı yapı yüzeyleri (oblique planes) yani cepheler ve açılı dış alanlar (oblique fields), yaşam merkezi içinde kullanıcıyı yönlendirmekle kalmaz, perspektifler kurgulayarak eni dar arsada derinlik yaratır.

Constantinos Doxiadis, antik Yunan kenti mekân kurgusunu “görüş açıları” (visual angles) üzerinden çözümlediği doktora tezinde, yapıların kompozisyonunun tesadüfi olmadığını savunur. Yapı grubunu çevresiyle birlikte bir bütün olarak algılatmak amacıyla, mimarların yapıları giriş noktasından belirlenen görüş açılarına göre konumlandırdığını ve doğrultularını belirlediğini tartışır.(14) Yaşam merkezindeki açılanmalar da benzer bir mimari kaygının olasılığını akla getirir.

Mimarlar yapı grubu bütününü, bir sahneyi kurgularcasına insan bakışını ve onun tabiatla deneyimini dikkate alarak tasarlar ve bu sahne üzerinde konumlandırır. Bu anlamda, ilk bakışta düzeni bozuyor gibi görünen kültür merkezinin içerdiği kafeterya ve sergi alanları kütlesinin açılı konumu bilinçli bir tutumun sonucudur. (Resim 2) Buradaki açının referansı kuledir; kuleyi odaklayan açılı cephe onun farklı noktalardan algılanmasını sağlamakta ve orta alana yönlendirmektedir. (Resim 3, 4) Bu açılanmayla, fay hattına ve taşıt yoluna paralel giden baskın hareket aksını kaydırıp değiştiren mimarlar, ince-uzun doğrusal arsada zor olanı başarır: Açılanma, farklı programları içeren yapı kütlelerinin bütün olarak algılanabilmesini sağlar ve her birinin cephe verip çevrelediği, merkezde ve ana girişle ilişkilenen ortak bir toplanma alanı oluşturur. (Resim 5) Açılı cephe yüzeyinden ötürü perspektiften algılanan kütle, hem derinlik oluşturarak arsanın dar kesitlerini açar, hem de tabiatla doğrudan temas kurulan yüzeyleri artırır; bir anlamda tabiat için boşluklar açar. (Resim 2, 4)

Yaşam merkezinin tasarımda önemli bir rolü olan bu açılanma, kütleler arasındaki gerilimi artırır ve dengeyi alışılmıştan farklı bir şekilde kurar. Bu nedenledir ki, tesislere yaklaşırken uzaktan dikkati çeken kule dahil, yapı grubu içinde başat konumda olan bir kütle yoktur. Her yapı, bakış, görüş, algı ve deneyim anlamında önem taşımakta, tasarlanmış sahnenin kurgusal elamanları olarak yapması gerekeni, görevini yapmaktadır.

Bu tartışmayı biraz daha açacak olursak; kuleye referansla yapılan açılanmanın sonucunda doğal olarak gelişen diğer bir açı ise, yaşam merkezinin ana giriş kapısından görüş alanına giren ilk yapının, kültür merkezinin, yola bakan cephesiyle okunan açıdır. Bu kapıdan girildiği anda, uzaktan ilk algılanan yapılar olmasına rağmen kule ve spor merkezi görüş alanına girmez; açılı yüzeyler öncelikle kültür merkezine yönlendirir. (Resim 6, 7) Bu anlamda, giriş noktasından bakıldığında kültür merkezi, diğer yapılara göre daha çok öne çıkmaktadır. Ve fakat, bu yönlenmeye rağmen, yapının girişi kullanıcının merakını cezbetmek üzere bilinçli olarak gizlenir. (Resim 8) Dolayısıyla, kuzeydoğuda fay hattına bakan cephedeki açılanma kule odaklı belirlenirken, bu cephede tam tersi bir durum vardır: Bu sefer odak noktası yaşam merkezi ana giriş kapısıdır; kule ise görüş alanına orta alana doğru ilerledikçe girmeye başlar. (Resim 9, 10) Bu anlamdaki oyunlar, kullanıcının mekânı (yapıları ve doğal çevreyi) algılama sürecini geciktirir ve uzatır. Böylece, onu daha çok tabiatla vakit geçirmeye, tadına varmaya ve düşünmeye yöneltir. Aslında oyunlar bize tanıdık olan bildiğimiz araçlarla (yani, açılar ve yüzeylerle), fakat onların farklı yorumlarıyla oynanır. İşte, “mimari jargonla” ifade edemediğimiz, ilk defa karşılaşıyormuşçasına ilgimizi çeken, bilinçli ve/veya içgüdüsel bu yorumlar insanı “yer”e, doğal yaşama ortamına odaklar.

Arsanın dar-kısa kesiti üzerinde yer alan ve yaşam merkezinin orta alanını çevreleyen birbirine paralel açılı yüzeylerse, görüş açısındaki daralma veya genişlemeye bağlı olarak kütlelerin boyutlarıyla ilgili optik oyunlar oynamaktadır. Açılanma sonucu, kültür merkezi yüzeyleri ön cepheden (front-view) görüş alanına girmeye başladığı için yapıyı bütünsel okumak mümkünken, spor merkezinde görüş açısı daraldığından cephe gittikçe tabiat içinde yok olmaktadır. (Resim 11) Bu anlamda, kültür merkezi orta alana tam cepheden girmeye çalışıp onu sınırlarken spor merkezi tabiata doğru yönlendirmektedir. Kültür merkezinin bu sınırlandırmasına karşın, kuleyi odaklayan uzun ve açılı cephesi arkasındaki doğal ortamın varlığını ima etmekte; orta alanı akıcı biçimde bu cephe üzerinden tabiata açmaktadır. (Resim 12) Kısa açılı yüzeyler, aynı zamanda orta alandaki simetri aksını kaydırarak tabiatı yapılarla birlikte içine alan tek bir çerçeveye karşın, görüş alanına giren ve birbirini farklılaşarak takip eden perspektif çerçeveler kurgular. (Resim 12)

İnce-uzun arsanın getirdiği zorluklarla başetmek üzere taktiksel bir karar olarak gelen bu açılar, yaşama ortamı içinde yapılara ve tabiata farklı bakış açıları sunarak deneyimi zenginleştirmektedir. Fay hattı ve yol arasında sıkışmış eni dar arsa, program kütlelerini ön cepheden bütüncül olarak okumaya imkân vermez. Aslında, mimarların önerdiği fay hattı içindeki seyir terasları yapıların bütün olarak ön cepheden algılanabileceği yegane alanlardır, fakat uygulanmamıştır. Bu durumda, kütleleri köşelerden (oblique-view) okumak dışında bir seçenek kalmaz. Açılanmalar, ince-uzun arsada, köşelerden farklı bakış noktaları yaratarak, hem yapıları perspektiften okutur, hem de derinlik kazandırarak kompozisyonu oluşturan yapıların bütün olarak algılanmasını sağlar. (Resim 13)

Yaşam merkezinde kurgulanan perspektifler sadece dışarıda değil içeride de devam ettirilir ve iç-ve-dış mekânlar arasında algıda süreklilik sağlanır. Yola sağırlaşarak sırtını dönen, buna karşın, doğal peyzaja bakan cephelerde şeffaflaşan yapılar, planda ve kütlede programları ayrıştırmaya ve tabiatla ilişkilenen ara mekânlar üretmeye imkân verecek şekilde eklemlenir. (Resim 14) Bu anlamda, spor merkezi ve kültür merkezini oluşturan alt program elemanları planda ve kütlede birbirinden koparken, ara mekânlarla bütünü kurgulayacak şekilde birbirine bağlanır. Ara mekânlar farklı programlar ve içeri ile dışarı arasındaki geçişleri sağlarken, eklemlenmeler içeride farklı perspektif çerçevelerin deneyimlenmesine imkân verir. Özellikle kültür merkezi iç mekânında dar kesitte düzenli aralıklarda tekrar eden ahşap makasların tanımladığı mekânsal çerçeveler, içerdiği program anlamında hareket / dolaşım yönünde belirli sekans aralıklarında değişerek (kafeterya, toplantı salonu, sergi salonu gibi) farklı deneyimler sunmakta; kafeteryanın açılı konumuna karşın çok amaçlı salonun dik açılı olarak eklemlenmesi perspektife giren iç cepheler oluşturmaktadır. (Resim 15, 16)

Mimarlar, ağırlıklı olarak perspektiften algılanan yapıların dış yüzeyleriyle optik oyunlar oynayarak bazı yanılsamalara neden olurlar. Özellikle, yapıların yola bakan cephelerinde bilinçli olarak oynanan bu oyun, kaba-blok (solid-mass) etkiyi koruyacak şekilde cam yüzeylerle bölünmüş cepheleri, köşeden baktığınızda perspektifte kapanan bir yüzey olarak okutur. (Resim 17) Bu yanılsama yaşam merkezini çevreleyen duvarda da uygulanır. Duvar, “içeriyi gösteren ama perspektife girdiğinde kapanan, optik oyun içeren bir çeper”(15) olarak tasarlanır.

Kule:

Tasarım sürecinde, “kitlelerin ayrıştığı, parçalandığı, ... [ortadaki] açık alanın da ilk adım atılan, girilen yer olduğu, onun da bir kuleyle tarif edildiği bir şemaya”(16) doğru yönelen mimarlar için kule taktiksel bir elemandır. Yukarıda tartıştığım insan bakışı ve görüş açısı konularıyla paralel olarak önem kazanan “panoramik görünüm,” görüş alanının kısıtlı olduğu ince-uzun arsada bir fırsat olarak önem kazanır ve dolayısıyla kule, kenti, yaşam merkezini ve tabiatı yukarıdan seyretmek için yapı grubunda yerini alır.(17) Özellikle 18. yüzyılın sonlarında gündeme gelen seyir kuleleri genelde merkezde konumlanırken, burada kule “bilinçli olarak simetri merkezine”(18), geometrik merkeze oturtulmaz. “Alana yaklaşırken dikkat çeken ve kompleksi vurgulayan bir odak elemanı”(19) olmasına karşın kule, daha önce bahsettiğim gibi başat bir eleman da değildir. (Resim 18)

Tasarım sürecinin erken aşamalarında spor merkezine bitişik çözülen kule, ara dış mekânlar kurabilmek için bu kütleden ayrılır.(20) Bu kopuş, dış mekânda süreklilik sağlarken, kule bağımsız bir eleman olarak hem orta alanı denetler, hem de spor merkezini çerçeveler. (Resim 10) Onun spor merkeziyle yakın teması, bütün yapı grubu içerisinde, kütleler ve açık alanlar arasında dengeleri kurmaya yardımcı olur. Basketbol sahasının yer aldığı ana kütlenin boyutlarından kaynaklanan etkisini, şeffaflığı ve narinliğiyle hafifletirken cephe verdiği orta alan boşluk sağlayarak dengeyi kurmaya yardımcı olur. (Resim 19) Böylece, doğru orantılanmış yapı parçaları ve doğal boşluklar bütünü kuracak şekilde biraraya getirilir.

Kaba-blok etkiyi güçlendiren tuğla kaplı cepheleriyle yatayda uzayan yapılara karşın, düşeyde yükselen ve geçirgen bir malzemeyle kaplanan kule, seyir ve saat kulesi olarak çalışan işlevsel ama öncelikle, simgesel ve bağımsız kütlelerle doğal boşluklar arasındaki ilişkiyi ve dengeleri kuran yapısal bir elemandır. (Resim 19, 20) VKV Gölcük Yaşam Merkezi’nin kulesi, eski Roma kentlerinin önemli bir yapısı olan campanile, çan ve saat kulesini çağrıştırır. Campanile önündeki meydanı tanımlayan ve şehrin görkemini uzaklardan okutan simgesel bir elemandır. Venedik San Marco Meydanı’ndaki çan kulesi yatayda uzayan ve meydanı çevreleyen yapılarla tezat içindeyken, meydanın en hâkim elemanı olan bazilikanın düşeyi vurgulayan kütlesiyle uyum içindedir. Çan kulesinin bazilikaya bakan cephesinde yer alan loggetta, sundurma, bu cepheyi diğerlerinden farklılaştırarak, baskın yönü bazilika cephesi olarak sunar. Yaşam merkezinde ise kule yönsüzdür; dört cephesi eş olan yapı, spor merkeziyle yakın temasına rağmen çevresine benzer tepki verir ve zeminde sürekliliği kesmemek üzere yere basmaz; yerden kopuktur. (Resim 21)

           

Yüzeyleri Ufalamak”(21):

Yapılarda kaba-blok etkiyi güçlendiren ve çekicilik kazandıran tuğla kaplama cepheler, duyusal deneyimleri tetikleyerek mimarlığı, hazır paket çözümlerin sunduğu standart deneyimlerden özgürleştirir. TeCe Mimarlık’ın Aalto’nun “mimarlığın insancıllaştırılması” tartışmasını izler biçimde, cephelerde “endüstriyel üretimin dayattığı standart kalıplara karşı el emeğinin değerini gündeme getirmek”(22) üzere peşine düştükleri ifade arayışları, rasyonel sınırlar içinde oynanan, mimarlığı insana yaklaştıran oyunlardır.

Tuğlaların “örgüsü ile oynayarak çok zengin bir tezyinat [süsleme]”(23) yaratabileceklerinin farkında olan mimarlar, özel üretim degrade tuğla elemanları, dokunma hissi veren bir doku yaratacak şekilde ileri geri yerleştirerek ışığın duvarlar üzerinde farklı zamanlarda farklı etkiler yarattığı yüzeyler elde ederler. (Resim 22) Endüstriyel bir üretim olan tuğlanın duyuları tetikleyen bu uygulaması mimari bir kapris değildir; aksine, mevcut hazır cephe sistemlerine tepkisel olarak el işçiliğini mimarlıkla buluşturmak için alınan bir kararın ve içgüdüsel bir denemenin sonucudur. Küçük birimlerle “yüzeyleri ufalayarak” kaba-blok cepheyi ölçeğe getiren bu oyun, bir düzen içinde tekrar eden, denetim altına alınmış dışavurumcu bir ifade arayışıdır.(24) Başka bir deyişle, boyutlarıyla bir standart getirmesine karşın tuğlanın özgürleştiren bu deneysel kullanımı kontrolün bırakılmadığı ve bu anlamda Aalto’nun “esnek” (flexible), “insanca standartlaştırma” (humane standardization)(25) tartışmasını hatırlatan bir arayıştır.

Sonuçta, TeCe Mimarlık’ın Vehbi Koç Vakfı Gölcük Kültür ve Yaşam Merkezi, insanı ve tabiatı merkeze alan bir tutumla, ikilemlerin buluştuğu ve birbirini tamamladığı, aralarındaki gerilimlerin çözüldüğü bir yaşama ortamı sunmaktadır. Bu ortam, tasarımda sezgilerin ve içgüdülerin düşünme süreçlerinin bir parçası olduğu; mimari oyunların rasyonalist çizgiyi her ne kadar zorlasa da onu yok saymadığı ve bu çizginin “insanca ölçülerde” korunduğu bir mimari yaklaşımın ürünüdür. Mevcut hazır çözümlerin çekim alanına kapılmayarak hareket özgürlüklerini sonuna dek koruyan mimarlar, sabit boyutlardaki endüstriyel bir malzemeyle, tuğlayla, standartlaştırılamayacak bir deneyim sunarlar. Bu anlamda, ikili kavramlar, ikilemler, Aalto’nun ifadesiyle insan davranışlarının bütününü içerecek şekilde “mimarlığın insancıllaştırılması” noktasında çözülür. Mimari oyunlarsa bu süreçteki en önemli araçlardır.


NOTLAR

1. İlhan, 2011, s.44

2. 2012/13. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nde “Yapı Dalı” kategorisinde ödül alan yapı grubu, 2010-2011 yılları arasında inşa edilmiştir. Bu metinde “Vehbi Koç Vakfı Gölcük Ford Otosan Kültür ve Yaşam Merkezi,” “VKV Yaşam Merkezi” veya “yaşam merkezi” olarak kısaltılacaktır.

3. Yüksel, 2012.

4. Yapı dergisinde yayımlanan söyleşiden: Hadi ve İlhan, 2011, s.99. Konuşan: Cem İlhan  

5. Bu konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için bkz. Menin, Samuel, 2003.

6. Aalto, 1997a, s.234

7. Aalto, 1997b.

8. Hadi ve İlhan, 2011, s.101. Konuşan: Tülin Hadi

9. Burada bahsedilen gezinen, çimlerde, kafeteryada oturan, spor yapan insanın görsel algısı ve bakışıdır.

10. Deprem riski ve zemin suyu yüksekliği nedeniyle bodrum kat yapılamıyor olması yapıların kütlesel etkisini artıran bir fırsata çevrilir. Servis veren mekânlar zemin katta ve üst ara katta çözülürken, teknik hacim çatıda gizlenerek kütle etkisi artırılır.

11. Yaşam merkezi, 27.000 m2 bir alan içinde 4.700 m2 kapalı alana sahiptir. Bu durum, doğa ile yapılı kapalı alan arasındaki oran açısından önemlidir.

12. İlhan, 2011, s.44

13. Kanıpak, 2011.

14. Doxiadis doktora tezini 1936 yılında Almanya’da tamamlamış; tez 1937 yılında Almanca ve daha sonra 1972’de İngilizce olarak basılmıştır. İngilizce basımı için bkz. Doxiadis, 1972. Ayrıca bkz. Kostas Tsiambaos, 2009, “The Creative Gaze: Doxiadis’ Discovery”, The Journal of Architecture, cilt:14, sayı:2, ss.255-275.

15. Hadi ve İlhan, 2011, s.101. Konuşan: Cem İlhan

16. Hadi ve İlhan, 2011, s.101. Konuşan: Cem İlhan

17. 25 metre yüksekliğindeki kule, göçmen kuşların uçuş hattı üzerinde yer alan bu bölge için bir anlamda gözlem evi olarak da çalışmaktadır. Cem İlhan’la yaptığım 7 Nisan 2013 tarihli söyleşiden.

18. Cem İlhan’la yaptığım 7 Nisan 2013 tarihli söyleşiden.

19. İlhan, 2011, s.44.

20. Ön aşamalarda kule, kantin olarak düşünülen ve baza gibi çalışan bir yapı ile spor merkezine bağlanmıştır. Cem İlhan’la yaptığım 7 Nisan 2013 tarihli söyleşiden.

21. Hadi ve İlhan, 2011, s.101. Konuşan: Tülin Hadi

22. İlhan, 2011, s.44.

23. Yüksel, 2012.

24. Bu tür arayışlar ilk değildir. Mimarların da referans verdiği gibi, Alvar Aalto ve Amsterdam Okulu mimarlarının ve özellikle Michel de Klerk’in yapılarında görmek mümkündür. Yapılarında, Aalto tuğlayla deneyler yaparken, Klerk bir anlamda fanteziler inşa eder.

25. Aalto, 1997c, s.175.


KAYNAKLAR

Aalto, Alvar, 1997a, “Experimental House at Muuratsalo”, Alvar Aalto in His Own Words, (der.) Göran Schildt, Otava Publishing, Helsinki, ss.234-235.

Aalto, Alvar, 1997b, “The Humanizing of Architecture”, Alvar Aalto in His Own Words, (der.) Göran Schildt, Otava Publishing, Helsinki, ss.102-107.

Aalto, Alvar, 1997c, “Art and Technology”, Alvar Aalto in His Own Words, (der.) Göran Schildt, Otava Publishing, Helsinki, ss.171-176.

Doxiadis, C. A. 1972, Architectural Space in Ancient Greece, The MIT Press, Cambridge, Mass.

Hadi, Tülin ve Cem İlhan, 2011, “Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Yaşam Merkezi”, söyleşi: Yasemin Keskin Enginöz, Yapı, sayı:361, ss.98-104.

İlhan, Cem, 2011, “Doğal Endüstriyel”, XXI, sayı:101, ss.42-46.

Kanıpak, Ömer, 2011, “İyi Tasarlanmış Bir Yer”, Radikal, 15 Ağustos 2011 tarihli nüsha.

Menin, Sarah ve Flora Samuel, 2003, Nature and Space: Aalto and Le Corbusier, Routledge, Londra, New York.

Yüksel, Heval Zeliha, 2012, “Cem İlhan’la Söyleşi”, 10 Mayıs 2012, www.mimdap.org/?p=89397 (Erişim tarihi: 5 Nisan 2013)


Yapı Künyesi:

Mimari Proje: Tülin Hadi, Cem İlhan (TeCe Mimarlık)

Proje Ekibi: Keriman Afyonlu, Aydoğan Özsoy (TeCe Mimarlık)

Proje Yöneticisi: Alper Çelik

İşveren: Vehbi Koç Vakfı

Ana Yüklenici: ARK İnşaat

İç Mekân Tasarımı: TeCe Mimarlık

Peyzaj Projesi: TeCe Mimarlık

Statik Projesi: Arup

Mekanik Projesi: Atakar Ltd.

Tesisat Projesi: Atakar Ltd.

Elektrik Projesi: Anel

Aydınlatma Projesi: Anel

Proje Tarihi: 2009-2010

Yapım Tarihi: 2010-2011

Arsa Alanı: 27.000 m2

Toplam İnşaat Alanı: 4.700 m2

Bu icerik 8860 defa görüntülenmiştir.