373
EYLÜL-EKİM 2013
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • ‘Gezi’nen Toplum, Direnen Mekân
    Deniz Özkut, Doç. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi, Mimarlık Bölümü
    Göksun Akyürek Altürk, Yrd. Doç. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNCEL

Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı Yayınlanıvermiş, Neden Hiç Şaşırmadım Acaba?

Çelen Birkan, Mimar, Eski DPT Uzmanı

On beş yıl Devlet Planlama Teşkilatı’nda (DPT) çalışmış, önemli sorumluluklar üstlenmiş, eğitimimde çok özel bir yeri olduğunu düşündüğüm bir kurum ve ürünleri için “nerede o eski günler” edebiyatı yapacak değilim. Adım adım bu günlere nasıl gelindiğini, dolayısıyla bu gelişmenin benim ve benim gibi düşünenler için bir sürpriz olmadığını anlatacağım yalnızca.

Kurulduğu yıllarda bile ülke yöneticilerine bir numara büyük geldiği, ünlü “Bize plan değil, pilav lazım” sözüyle pekiştirilen Devlet Planlama Teşkilatı, yine de ilk üç-beş plan döneminde, birkaç önemli avantajını iyi kullandı.

Bir kere Başbakanlık’a bağlı, oldukça özerk bir müsteşarlık oluşu, kuruma bakanlıklar üstü bir kimlik kazandırıyordu. İkincisi, kamu sektörü için emredici, özel sektör için özendirici/caydırıcı olma niteliği, çoğu kamu elinde bulunan, eğitim (Yüksek Öğretim dahil), sağlık, konut gibi sosyal sektörler ve ülkenin en büyük yatırımlarını gerçekleştiren Karayolları, Devlet Su İşleri, İller Bankası gibi genel müdürlükler için olduğu kadar; Kamu İktisadi Teşebbüsleri (PETKİM, TÜPRAŞ vb.) gibi ekonomik sektörler için de, önceliklerin belirlenmesinde ve yatırımların doğru yerde, doğru zamanda gerçekleştirilmesinde oldukça bağlayıcıydı. DPT’nin iyi niyetli ve iyi yetişmiş yöneticileri, hepsi sınavla alınmış çalışanları ve akademik çevreden gördüğü destek önemli bir avantaj sağlıyordu. Kuruluş şeması gereği, Başbakan ve ilgili Bakan/Bakanların yanı sıra, DPT’de çalışan konu uzmanlarının da ‘söz hakkı’ verilerek katıldığı Yüksek Planlama Kurulu (YPK), çok işlevsel bir kurul olarak uzun yıllar varlığını sürdürdü. Ama hepsinden önemlisi, Beş Yıllık Kalkınma Planları hazırlık sürecine Özel İhtisas Komisyonu (ÖİK) aracılığıyla sağlanan, çok yaygın katılımdı.

Başta ilgili devleti kurumları ve üniversiteler olmak üzere, meslek odaları ve onların üst örgütleri, sivil toplum kuruluşları, sendikalar ve DPT uzmanlarının önereceği herhangi bir kurum veya kişi, gerek bu kurumları komisyonda temsil etmek, gerekse kendi kişisel görüş ve önerilerini yansıtmak üzere özel ihtisas komisyonlarında görev alabiliyor, kendi içinde alt komisyonlara bölünen/bölünebilen guruba katılarak kendini en yetkin hissettiği alanda görüş ve önerilerini iletebiliyordu. Bu görüşler DPT için bağlayıcı olmamakla birlikte, çalışmalara ışık tutuyor, plan hazırlıklarına mümkün olan en geniş çevrenin katılımını sağlıyordu. ÖİK’larının hazırladığı bu raporlar, çoğunlukla DPT tarafından basılıyor ve yıllarca bir referans belgesi olma niteliğini koruyordu. ÖİK’lar yalnızca plan hazırlık sürecindeki geçici komisyonlar olmayıp, gereksinim duyulan konularda danışma organı olarak sürekli hizmet verecek biçimde de kurulabiliyordu.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve bağlı odalar da, bu komisyonlara çağrılıyor ve katılan temsilciler, derin uzmanlık birikimleri ile çok etkili oluyorlardı. TMMOB temsilcileri, tüm katılanların saygısını kazanıp komisyonlarda yönetici görevlere seçilebiliyorlardı. Örneğin 1977 yılında çalışmalarını sürdüren Bölgesel Gelişme, Kentleşme, Konut Özel İhtisas Komisyonu Başkan ve Başkan Yardımcısı, Mimarlar Odası üyesiydi.

Özel İhtisas Komisyonu raporlarının kalkınma planlarına yansıyabilmesi için plan dönemi başlamadan en az bir yıl önce tamamlanmış ve DPT’ye teslim edilmiş olması, dolayısıyla çalışmaların rapor yazımına fırsat verecek bir süre önce tamamlanmış olması gerekiyordu. Bu başlıbaşına ciddi bir programlama gerektiriyordu; komisyonlara katılacak olanlar belirlenecek, gerekli onaylar alınacak, çağrılar yapılacak, toplantı yer ve zamanları ayarlanacak vs, vs. Toplantılar başlayıp komisyon başkanlığı belirlendikten, alt komisyonlar oluşturulduktan sonra, DPT temsilcileri ancak koordinatörlükle yükümlü olurlardı.

Şüphesiz uzman görüşleri her zaman dikkate alınmıyordu, ama en azından, tatildeki bir uzmanına telefon edip “baskılara daha fazla direnemedim, tüm sorumluluğu üstlenerek programa 150 adet imam hatip okulu ekledim, seni sadece bilgin olsun diye arıyorum” diyecek kadar uzmanına saygılı yöneticiler vardı. Baskılar daha sonra öylesine arttı ki, artık uygulamaları uzmanlara yansıtmak farz oldu.

Ülkeyi ve sorunlarını iyi tanıyan, çözümler üzerine kafa yormuş, işine gönül vermiş eski kadrolar giderek azaldı. Bu uzmanların birçoğu başka kurumlara genel müdür, müsteşar hatta bakan olarak gittiler. Meclise bol milletvekili ihraç edildi. Hatta bir dönem Meclis Başkanı bile eski bir DPT’liydi. Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, OECD; UNDP, FAO gibi uluslararası kuruluşlar da DPT’nin iyi yetişmiş kadrolarından yararlandılar.(Burada, BM’de görevliyken ASALA terör örgütü tarafından vurularak öldürülen, DPT Sosyal Planlama Dairesi Eski Başkanı, Mimar Evner Ergun’u saygı ve sevgiyle anmak isterim.)

Plan ve program fikri, paylaşım düşüncesinden önce zayıflamaya başladı. Birçok genel müdürlüğün bölge teşkilatları lağvedilerek öncelikler üst yönetimlerin keyfine göre belirlenir oldu. Birçok KİT özelleştirme kapsamına alındı, çoğu kapatıldı. Üretimin durma noktasına gelmesi sonucu, ülke tarımı yıllarca övünülen “kendi kendine yetme” özelliğini yitirip, her türlü tarımsal ürünü ithal eder duruma düştü. Birçok il ve hatta ilçede vakıf üniversiteleri kuruldu. Kamu eliyle gerçekleşen sosyal ve ekonomik yatırımlarda önemli düşüşler gözlendi.

Sınavsız alınan ve üçüncü yıl sonunda vermeleri gereken uzmanlık sınavından muaf tutulan yeni “yandaş” kadrolar kuruma doluştukça DPT işlevsiz bir kurum olma yolunda hızla ilerledi. Ülkedeki özelleştirme politikaları, plan ve programa uyma zorunluluğunu yok etti. Bu gidişat DPT’nin sonunu getirdi: Haziran 2011’de Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Başbakanlık’a bağlı bir müsteşarlık olan DPT’nin lağvedilerek işlevlerini yeni kurulan Kalkınma Bakanlığı bünyesinde sürdürmesi, bir başka deyişle hükümetin bir danışma organı olmaktan çıkıp, bürokratik yapının bir parçası olması kesinleşti.

Plansız davranmanın ayak seslerini yıllardır duymuyor muyuz? Plansız, programsız ve hiçbir uzman görüşüne başvurulmaksızın ilköğretimde birdenbire ortaya çıkan 4+4+4 sistemi bunun en güzel (!) örneği değil mi? Ya da her seçim döneminde açıklanan “çılgın proje”ler? Binlerce, yüz binlerce ağaç kestikten sonra “Pardon, güzergâhımız bu değilmiş” diyerek yoluna devam edenlere ne demeli? Herhangi bir plan veya program dahilinde hareket ettikleri iddia edilebilir mi?

Bu nedenledir ki artık yeni bir Kalkınma Planı’nın sessiz sedasız çıkmış olması, toplumda gündem oluşturmaması, beni hiç mi hiç şaşırtmadı. Nasıl olsa plan ve programla uzak-yakın bir ilişkisi olmayan, her şeyi çok iyi bildikleri ve bu nedenle de herhangi bir uzman görüşüne gereksinim duymadıkları açık olan yöneticilerimiz var!

 

Bu icerik 3964 defa görüntülenmiştir.