337
EYLÜL-EKİM 2007
 

MİMARLIK DÜNYASINDAN

ETKİNLİKLER

DOSYA: Türkiye’de Yeni Konut Eğilimleri

  • YAYINLAR
    İpek Özbek Sönmez

    Yrd. Doç. Dr., DEÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

MİMARLIK’tan 337
İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET



KÜNYE
YAYIN DEĞERLENDİRME

Sinasos: Mübadeleden Önce Bir Kapadokya Kasabası

Aslı Özbay

Mimar

Türkiye’ye ilk kez, 1916’da, İstanbul’da yapılması öngörülün Türk-Alman Dostluk Evi için açılan yarışma dolayısıyla gelen Bruno Taut, ikinci gelişinde Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’ne öğretim üyesi olarak atanmış; aynı zamanda Ankara’da Maarif Vekâleti’nin mimarlık bürosunu yönetmiştir. Taut’un mimarlık anlayışını ortaya koyan bir kuram kitabı olan Mimarî Bilgisi, 1938 yılında Güzel Sanatlar Akademisi öğrencileri için yayımlanmıştır. Gürhan Tümer, birtakım başlıklar altında kitapta ilginç gelen noktalara değiniyor.

* Balta, Evangelia, ed., Mayıs 2007,Sinasos: Mübadeleden Önce Bir Kapadokya Kasabası – Resimler ve Anlatılar, Birzamanlar Yayıncılık, İstanbul; 240 sayfa.

Bazen bir kişinin ısrarlı gayreti, beklenmedik önemde sonuçlara yol açabilir. Serafim N. Rizos böyle bir adam. 1882 Sinasos doğumlu bir aydın. Tutkuyla sevdiği memleketini çok özel kılmayı başarmış bir aydın.

Mayıs ayında Birzamanlar Yayıncılık tarafından Türkçesi yayımlanan “Sinasos: Mübadeleden Önce Bir Kapadokya Kasabası” isimli kitap, Serafim Rizos’un Lozan Antlaşması’yla terk etmek zorunda kaldığı memleketini, Kapadokya’nın en özgün yerleşimlerinden biri olarak tarihimize not düşüyor. Çünkü Rizos 1924’de, artık Türkiye Cumhuriyeti’nin parçası olan ata yadigarı topraklarını mübadeleyle terk etmeye hazırlanırken, geride bırakacaklarını fotoğraflarla belgelemeye karar veriyor ve bunu başarıyor. Köyü fotoğraflatmakla kalmıyor, 1969’da öldüğü güne kadar yazdığı yüzlerce sayfalık anılarıyla, köyünün yaşantısını, kişilerini, öykülerini ölümsüzleştiriyor. Rizos bu maceraya nasıl başladığını şöyle anlatıyor:

“… Aklımdan hiç çıkmayan ama bir türlü açıkça söyleyemediğim sorunlardan biri de köyümüzün fotoğraflarının çekilmesiydi. Düşüncelerimizde, programımızda böyle bir proje yoktu. Gündelik sorunlarla öylesine meşgul ve maddi kaynaklar açısından öylesine dardaydık ki, böyle bir lükse ilişkin herhangi bir teklifim hemen reddedilecekti. Konuyu Komite Başkanı, rahmetli kardeşim Rizos’a açmayı düşündüm. Çekimin önemini anlattım ve bana hak verdi. Harcamalarda sıkı davranmamı önererek, diğer Komite üyelerini bu iş için bir ödenek ayırmaya ikna etmeyi üstlendi. Gerçekten de fotoğraf çekimleri için 20 Türk liralık bir kaynak tahsis edildi. Ancak 20 lirayla ne yapılabilirdi? Kastro’da (Ürgüp) bankerlik yapan iyi kalpli Pandazidis kardeşlerin çocukları, Iosif’in oğlu Anastasis Pandazis ile Ilia’nın oğlu Isaak Pandazis’in bir fotoğraf makinelerinin olduğunu duymuştum. Onları bularak, 20 lira karşılığında ve belirli bir zaman aralığı içinde (1 Haziran 1924’ten ay sonuna kadar) köyün farklı bölgelerini birlikte dolaşmak ve işaret edeceğim her şeyin fotoğrafını çekmek üzere anlaştım. Benim istediklerimin dışında başka evlerin de fotoğraflarını çektiklerinde, ücretlerini ev sahiplerinden alacaklardı…”

Böylece Ürgüp’e bağlı Sinasos (bugünkü adıyla Mustafapaşa) 82 fotoğrafa eşlik eden anılar, şarkılar, öykülerle dolu bir kitaba konu oluyor.

Bu durum Kapadokya’daki yegane örnek… Köyün görkemli evleri ve mahalle siluetleri başta olmak üzere, kişilerini, anıtlarını ve peyzajını da konu alan bu özgün kitaba ait güncel bir derlemeyi 2004’de gerçekleştiren tarihçi Evangelia Balta, 1924 dokümanını geç dönem fotoğraflar ve metinlerle destekliyor. Bu Rumca yayını izleyen Türkçe baskı sayesinde ise bizler, kendi topraklarımızda 80 yıl öncesine kadar yaşanmış çok kültürlü bir geleneğin izlerini sürme şansı buluyoruz.

Sinasos, Ürgüp’ün 6 km. güneyinde küçük bir yerleşim. 1924’e kadar Ortodoks ve Müslüman Osmanlıların birlikte yaşadığı bir köy. Köyün ilk bakışta fark edilen ayırt edici özelliği, evlerinin güzelliği… Rum-Ortodoks köylüler, İstanbul’da sürdürdükleri ticari faaliyet sayesinde ulaştıkları refahı, öncelikle büyük ve bezemeli evlerinde yansıtıyorlar. Konstantinopol’ün yaşam kültürünü benimsiyor ve köylerine taşımayı hedefliyorlar. Bu sayede, kitapta örneklerini gördüğümüz ve bugün pek çoğu sapasağlam ayakta duran güzelim konakların oluşturduğu küçük ama görkemli doku ortaya çıkıyor.

Önsözde, kitabın Sinasos’daki Rum-Ortodoks kültürüne özellikle odaklandığı vurgulanıyor ve bu duruma dair çeşitli sorgulamalar yapılıyor. Ancak sayfalar arasında dolandıkça, köyde 600 Ortodoks - 150 Müslüman ailenin yaşadığı, bu ailelerin genellikle aynı mahalle içinde yan yana evlerde oturduğu, eğlencelerinin danslarının birçok ortak özellik taşıdığı ve hatta köyün Müslüman erkeklerinin çoğunlukla kaya-oyma ve taş işçisi olduğu gibi özgün bilgilerle karşılaşıyoruz. Özlemle kaleme alınmış anıları okudukça, ortak yaşam kültürünün naifliği ve huzurunu algılıyor, duygulanıyoruz. İşte size birkaç örnek:

Zurnacı ve Ressam Kosti Meletiyadis

“… Halk müzisyeni, zurnacı, halk ressamı ve komedyen Kosti Meletiyadis'i unutup ondan bahsetmemek olmaz. Bana anlattığına göre, çocukluğunda İstanbul'a gitmiş ve Unkapanı'nda akrabalarından birine ait bir havyarcıda çalışmaya başlamış. Oradan bir gemiyle gizlice İtalya'ya kaçmış, zurna çalıp resim yapmayı orada öğrenmiş… Meletiyadis, yetenekli müzisyen olduğu kadar yetenekli bir ressamdı da. Fırça ve renklere tutkundu, resim sanatının bütün türlerinde çok yetenekliydi. Bir tek ikonalarla uğraşmadı, o konunun uzmanı ressam Yorgi'ydi. Fakat evlerin boyanmasıyla dekorasyonunda eline kimse su dökemiyordu…”

Kilise Yapan Hasan Usta

"... Baba evimin büyük bir bölümü masa şeklindeki büyük bir kayaya oyulmuştu. Bütün kardeşlerim gibi ben de bu “kayadan kesme”lerde doğduk. Kayanın tepesinde, hatırladığım kadarıyla, çepeçevre erik ağaçlarıyla çevrili beş dönümlük bir alan, mahallemizdeki Türklerden Ali Ağaya ait bir bağdı, iki dönümü de Gareçendemlerindi... Dağın eteklerinde doğudan batıya bahçeler sıralanıyordu: Taşa oyulmuş iki sarnıcıyla teyzem Anastasia Çağasa’nın bahçesi, kardeşim Rizos ile Garayannus’un patosları, dağın uzantısı piramit şekilli bir kayaya oyulmuş patosuyla bizim bağımız, evimizin çatısındaki kısa duvar, içine kışlık yakacak tezeğimizi koyduğumuz “kapsiyona”mız… Yandaki başka bir damda yine taşa kazınmış harman ve üzüm basma yerimiz, az ileride de taşa kazınmış hamamımız vardı. Bu iki dam çok kaba bir şekilde yontulmuştu. Ama hamamın yontulma şekli öyle zarif ve güzeldi ki, hemen dikkati çekiyor ve işini seven bir ustanın elinden çıktığı anlaşılıyordu. Bu zarafet belki de kullanılan aletlerin daha gelişmiş olmasına bağlanabilir. Bir sanat eseri gibi, bir heykeltıraş yaptı sanırdın...

Kufulardan (köyümüzün meşhur Türk kayacı ailesi) biri olan kayacı, oyuğu derinleştirip girişe çok güzel bir oda eklemişti. Bu, belki de Kufuların en güzel eserlerinden biriydi. Kufu ailesi, ortaçağdan gelme kayacı esnafından bir aile olmalıydı. Hıristiyanların, kiliselerinin kayaya kazınması işini hep Kufulara yaptırması, Ayios Nikolaos’un onlara görünerek kilisesini nasıl kazımaları gerektiğini gösterdiğini anlatan söylence, bana hep bu ailenin eskiden Hıristiyan olduğunu, daha sonra ise bilinmeyen bir nedenle din değiştirdiğini düşündürürdü. Yaşlı Hasan Kufu Ağayı, ezik burnu, cübbesi, ütüsüz fesinin üzerine sardığı yeşil sarığı ve çivili kundura değil de dikişli deriden hafif Kayseri işi ayakkabılarıyla her gördüğümde, ne biz Hıristiyanlara ne de Türklere ait olmayan eski zamanların bir insanı olduğunu düşünürdüm..."

Kitapta bir yandan yaşantıyı ve köyün önde gelen kişilerini öğrenirken, diğer yandan yıkılmış yapılara ait fotoğraflar sayesinde kent içi boşlukları anlamlandırıyor, yapı öykülerinin peşine düşme imkânı buluyoruz. Burada çalışan mimarlar için eşsiz bir kaynak oluşturan fotoğraflar, Kapadokya’nın en görkemli konaklarına ait çok değerli bir albüm oluşturuyor.

Kapadokya, Türkiye’nin en büyük şanslarından biri. Bizler bu şansı yeterince kullanmıyor, olağanüstü doğası ve çarpıcı yerleşimleriyle bir hazine olan bu bölgeye hak ettiğinin çok altında ilgi gösteriyoruz. Kapadokya’nın özgün tarihini, sosyal yapısını, mimarisini, doğasını derinlemesine bilmiyor, araştırmıyoruz. Kendisi de Ürgüp’ten göçen Kapadokyalı bir ailenin çocuğu olan Evangelia Balta’nın Yunanistan’daki arşivlerden derleyip bize ulaştırdığı bu kitap, daha araştırılmayı bekleyen birçok öyküyle ilgili ipuçları sunuyor.

Dahası, Serafim Rizos’un yüzlerce sayfalık anılarının devamının da yayımlanmakta olduğunu müjdeliyor. Anıların tümünü okumayı merakla bekliyor, vatanına hasret giden bu değerli aydın insanı şükranla anıyoruz.

Bu icerik 6472 defa görüntülenmiştir.