403
EYLÜL-EKİM 2018
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARİ TASARIM

Müze, Saygınlık ve Bir Küvet: Stedelijk Müzesi

Selin Yıldız, Dr. Öğr. Üyesi, YTÜ Mimarlık Bölümü

Stedelijk Müzesi’nin genişletilmesiyle ilgili 1992’den 2012’ye kadar süren ve mimari yarışmalar, ekonomik sıkıntılar, kamuoyu müdahalelerini içeren süreç, Benthem Crouwel Mimarlık Ofisi’nin projesinin kullanıma açılmasıyla sonuçlanmıştı. “Eski” müzenin “yeni” eki olan “küvet”, bu birlikteliğin hem gerekliliği hem de kurulma şekli üzerine bir tartışma başlatmıştı. Yazar, oldukça iddialı dış kabuğuyla tartışmaları sürükleyen projenin sürecine odaklanıyor.

 

17. ve 18. yüzyıldan kalma yapılardan oluşan, köklü bir kent olan Amsterdam, ana ulaşım kavşakları, eğlence kümeleri ve kültürel bölgelerin karakterize ettiği, fiziksel yoğunluk ve tematik kaynaşmanın oluşturduğu tarihî mirasa sahip turistik bir düğümdür. Tarih mirasa, miras ise kentsel kaynağa dönüşür. Bu kaynak sadece biçimi değil, metalaştırılan kentin amacını da değiştiren büyük bir “tarih endüstrisi” oluşturur.(1) Yılda 5 milyondan fazla turist ağırlayan Amsterdam’da bu endüstriyi besleyen ana mekânları müzeler oluşturur.(2) Rijks Müzesi, Anna Frank’ın Evi, Van Gogh Müzesi ve Stedelijk Müzesi bunların önde gelenleridir.

Amsterdam’ın Museumplein bölgesinde yer alan Stedelijk Müzesi 19. yüzyıldan günümüze değin modern sanat eserlerinin sergilendiği bir mekân olmasının ötesinde, modern sanat müzeciliği konusunda dünyadaki öncülerdendir. Müzenin yer aldığı 1890 tarihli, Amsterdam kent mimarı Weissman imzalı orijinal bina, neo rönesans stilinde ve simetrik planlı bir tasarıma sahiptir. (Resim 1) Görkemli merdivenleri, doğal aydınlatma prensibine sahip büyük sergi salonları ile meşhur, yapımında kırmızı tuğla ve taş malzeme kullanılan binanın inşası 1895’te tamamlanmış ve müze açılmıştır. Modern sanat koleksiyonları ise müzede 1920 yılında sergilenmeye başlamıştır.

19. yüzyıl sanat eleştirmeni ve hamisi John Ruskin’in sergi mekânlarının şatafattan kurtarılıp, yalınlaştırılmasını savunan öngörüleri, 20. yüzyılda modern sanat galerilerine ve müzelerine egemen olacak “beyaz küp” tarzının habercisidir.(3) 1938 yılında müze yöneticisinin tatilde olmasından yararlanan kürator Willem Sandberg, iç duvarlardaki tüm dekoratif ögeleri sökerek tuğla yüzeye sahip olanlar da dahil olmak üzere tüm yüzeyleri beyaz renge boyayarak sergiler için nötr ve temiz yüzeyler yaratmıştır.(4) Klasik forma sahip yapı içerisinde oluşturulan sade mekânlarda sanatın önüne geçebilecek başka bir şeye yer verilmemesi ile modern formlu eserlerin sergilenebileceği çağdaş alanlar oluşturulmuştur. Beyaz küp sergi mekânları ile yeni bir estetiğin oluştuğunu belirten sanat eleştirmeni Brian O’ Doherty “beyaz küp”ü şöyle tanımlar: “Her bir eserin diğerine saygılı biçimde yerleştirildiği; düşüncelere dalmayı engelleyici, dikkat dağıtan hiçbir şeyin olmadığı; beyaz duvarlar, nötr zemin ve süslemesiz mimari ile ilginin sanat üzerine yoğunlaşmasını amaçlayan mekânlardır.”(5) Bu anlayış ile Sandberg’in oluşturduğu sergi mekânları modern sanat müzeciliğinde Stedelijk’i “beyaz küp” kullanımında New York Modern Sanat Müzesi (MOMA) ile birlikte öncülerden yapmıştır. Bu öncülüğünün desteği ile toplulukları tarih, kültürel yapı ve barındırdığı eserler üzerinden bir araya getiren Stedelijk, uzun yıllar boyunca kullanıcı-kent ilişkisinde farklı platformların oluşmasına olanak sağlamıştır. Altan’ın da belirttiği gibi müze bir bakıma kentli ile kurduğu ilişkilerde onların anılarını paylaşan fiziki çevre nesnesi olarak “sessiz şahit”e dönüşmüştür.(6) 1945 yılında müze yönetimine Sandberg’in gelmesiyle Stedelijk Müzesi kentlinin belleğindeki altın çağını yaşamıştır.

EK YAPININ GELİŞİM SÜRECİ

Bir bina hiçbir zaman tek başına ve ayrık durmaz, anlamı yalnızca kendisinden kaynaklanmaz. Çünkü bir binanın özgül anlamı, hem kendi dönemindeki öteki binalarla olan ilişkileri, hem de öncelleriyle kurduğu ilişkiler çerçevesinde ortaya çıkar.(7) Stedelijk Müzesi çevresiyle birlikte düşünüldüğünde, oluşan bütünün bir parçası olarak, tek başına olduğundan daha büyük bir önem taşımaktadır. Bu bütünün içerisinde çevrenin sadece iyi düzenlenmiş olması günümüzde artık yeterli olmayıp, şiirsel ve sembolik olması da istenir.(8) Özellikle müzeler gibi iletişimin önemli halkalarının, sahip oldukları güçlü karakteristikleriyle net bir şekilde öne çıkarılmasıyla, bu alanların keşfedilmesi daha kolay ve cazip hale getirilebilir.(9) Böylece düzenli kullanıcıları ve yer aşinalığına sahip bireyler dışında kalan, bu mekânları kullanmayan kişiler için cezbedici yerler haline gelirler. Kentin tarihî dokusu içinde, onu yeniden yorumlayan, yorumunda yapısal ögeleri tekrarlayan ya da eklemeler yapan mimari ile halkın merakını körükleyen, adeta kendileri birer başyapıt olan, toplumu kendine çeken merkezler oluşur.(10) Stedelijk Müzesi ve zamanla değişen ihtiyaçları karşılamak odaklı gelişen ek yapısı, “müze” kavramının anlamını iç mekândan dış mekâna (kente) taşıyan bir süreçten geçmiştir.

II. Dünya Savaşı döneminde Avrupa’nın en önemli modern sanat müzesi haline gelen Stedelijk’in artan eser sayısı, binaya ek bir yapıyı zorunlu kılmıştır. Sandberg, modern ve çağdaş müzelerinin görevleri, işleyişi ve mimari ambiyansı ile ilgili düşüncelerini açıkladığı, 1950 tarihli makalesindeki görüşler doğrultusunda müzeyi modernize etmek için pek çok müdahalelerde bulunmuştur.(11) Yapı içerisinde önceden bulunmayan kafeterya, kütüphane, oditoryum gibi işlevleri de müzeye kazandırmıştır.

Oluşan yeni mekân ihtiyaçlarını karşılamak amaçlı üretilen ek yapıya Stedelijk, 1954’te Sandberg yönetiminde sahip olmuştur. Sandberg’in yeni bir müzeciliğin deneysel modeli olarak adlandırdığı ek yapı, özellikle Centre Pompidou ile popülerleşen “mimari ifadede esneklik” ideolojisinin erken bir örneğidir.(12) Özgün binanın güney cephesinde “Sandberg Eki”olarak bilinen, açık plana sahip, döşemeden tavana kadar büyük camla kaplı, her iki yönden doğal ışık alan ek bina müzecilikte serbest mekân ve esnek kullanım deneyimlerinin ilk denemesi olarak Sandberg’in düşüncelerini yansıtmıştır.

Sandberg, 1962’de düzenlediği müzecilik geleneğini derinden sarsan “Dylaby” (Dinamik Labirent) başlıklı sergide sanatçı ile müze arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlarken, ziyaretçiyi mesafeli bir gözlemci olmaktan çıkarıp etkin bir katılımcı haline getirmeyi teşvik eder.(13) Put kırıcı ve aktivist tavrın eseri olan, ziyaretçilere yeni duyumlar sunmayı amaçlayan “Dylaby” sergisi ile sanat çevrelerinde Stedelijk Müzesi’nin yeri pekişir.(14) “Dylaby”, gelecek yirmi yıl içinde müzeler aracılığı ile sanat ve toplum arasında anlamlı bir ilişkinin yeniden kurulması yönündeki fikirleri hayata geçirir.(15)

Centre Pompidou’nun açılışından sonra gölgede kalmaya başlayan Stedelijk, sürekli artan eser sayısı ve koleksiyonlara karşılık özgün ve ek yapısına ait sergi mekânı kapasitesi ile ilgili sorunlar yaşamaya başlar. Yüz yıla yakın süredir herhangi bir iklimlendirme kontrol ünitesi bulunmadan eserlerin sergilenmesiyle oluşan sıkıntılara ek olarak, 1986 ve 1997 yıllarında iki tablonun aynı ziyaretçi tarafından bıçakla kesilmesi, 1988’de üç önemli tablonun çalınması ve son olarak 1993’te çatıdaki su ve nem sorunları yüzünden eserlerin zarar görmesiyle oluşan skandallar, eserlerin güvenliği, sergileme ve saklama koşullarının yeterliliği konusunda yaşanan büyük eksiklikleri ortaya koymuştur.(16)

1977 yılında Centre Pompidou, 1997’de Guggenheim Bilbao, 2000’de Tate Modern’in açılışlarıyla Avrupa modern sanat müzeleri arasındaki öncülüğünü kaybedip, bu yönde hayli gerileyen Stedelijk için 1992 yılında yeni ek yapı tasarımı bağlamında mimari proje yarışması açılmıştır. Rem Koolhass, Wim Qust, Robert Venturi ve Carel Weeber’in davet edildiği yarışmayı Mart 1993’te Robert Venturi’ye ait proje kazanmıştır. (Resim 2) 1994 yılı sonunda fon yetersizlikleri ve Venturi’nin yeterli revizyonları yapmadığı gerekçesiyle anlaşmalar iptal edilip, ek yapının tasarımı Alvora Siza’ya verilmiştir. Yedi yıl gibi uzun bir sürenin sonucunda ortaya çıkan tasarım, çeşitli bahçe ve avlulara sahip, farklı kotlarda ilerleyen bir ek yapıyı ortaya çıkarmıştır. (Resim 3) Tasarımın uygulama maliyetinin beklenenden çok daha fazla olması ve Porto’daki Serralves Müzesi’ne ait planlama benzerlikleriyle oluşan rahatsızlıklardan dolayı Siza ile olan anlaşmada Aralık 2002’de iptal edilmiştir.(17)21 Haziran 2003’te Amsterdam sanat dünyasının önde gelen isimlerinin kurduğu Stedelijk Müzesi’nin Geleceği Komitesi tarafından Zirveye Dönüş (Back to the Top) isimli bir bildiri yayımlanmıştır. Komite, müzenin derin bir kriz içinde olduğunu belirtip, birinci sınıf koleksiyonlara sahip olduğu halde isminin taşıdığı saygınlığa yakışmayacak yetersiz ve işlemeyen fiziksel yapısına vurgu yaparak kamuoyu yaratmıştır. Siza ile olan anlaşmanın iptalinin ardından Komite yeni bir ihtiyaç programı hazırlamıştır.(18)

Ocak 2004’te yangın yönetmeliğindeki şartları yerine getiremediği için Müze kapıları ziyarete kapatılmış ve eserler Amsterdam Merkez İstasyonu yakınlarındaki eski Posta Binası’na taşınmıştır.(19)

“Stedelijk Müzesinin Geleceği Komitesi” tarafından hazırlanan program sonucunda açılan mimari proje yarışmasında, müzenin yalnızca görsel sanat ve tasarım sevenler için değil, tekrardan tüm Amsterdam için bir buluşma noktası olması amaçlanmıştır. Çağrılı gerçekleşen yarışmaya kamu yapıları konusunda kendini kanıtlamış, restorasyon ve ek yapı konularında deneyimli, beş Hollandalı mimarlık ofisi davet edilmiştir. Eylül 2004 tarihinde açıklanan sonuçlara göre yarışmayı, binanın girişini mevcudun tam ters yönüne, Museumplein’a doğru çeviren; Sandberg Eki’nin bulunduğu yere yerleştirilen “küvet” biçimli ek yapı tasarımlarıyla dikkati çeken Benthem Crouwel Mimarlık Ofisi kazanmıştır. (Resim 4) Sonuç jüri raporunda şöyle açıklanmıştır: “Benthem Crouwel “ikilik içerisinde birlik” kavramına şekil vermeyi başarmıştır. Bu mimari bir sorunsaldır. Bunun yanında müzenin yönünü Museumplein’a döndürmeyi başarmıştır. Bu da kentsel planlama sorunsalıdır. Bu tasarım ile Benthem Crouwel her iki alanda da ustalığını ortaya koymuştur.”(20)

KABUĞUN TASARIMI

Müzeler salt geçmişi korumakla kalmayıp tüm zamanların değerlerinin oluşmasına neden olurken, kültür korumacılığından kültür üreticiliğine geçmiştir.(21) Beyaz renk, 20. yüzyılda çağdaş sanatın sunumunda tercih edilen fon olmuştur. 20. yüzyıl sanatının büyük bölümü, modern müzelerin ve galerilerin beyaz duvarları, boş mekânları göz önünde bulundurularak üretilmiştir.(22) Beyaz sergi salonlarına sahip Stedelijk Müzesi için Mimar Crouwel, ek binanın tasarımındaki çıkış noktalarını kısaca şöyle tanımlar: “Stedelijk Müzesi’ni uluslararası haritaya yerleştiren yöneticisi Sandberg bizim başlangıç noktamız oldu. Dış mekân üzerine düşüncemiz 19. yüzyıl mimarisini koruyup, 21. yüzyıl teknolojisini ekleyip her şeyi Sandberg beyazına boyamak oldu.” (23)

1895 tarihli orijinal bina, karmaşık ve bol ayrıntılı bir dış görünüme sahipken, yeni ek bina buna duyulan saygıya ithafen tamamen farklı, herhangi bir eklem yeri olmayan pürüzsüz yüzeye sahip, geniş ve tek bir hacim olarak düzenlenmiştir. 8.000 m² yeni sergi alanı kazandıran ek yapının 100 metreyi aşan çelik taşıyıcı sistemi orijinal binanın güney cephesi boyunca ilerler. 65 metre serbest açıklığa sahip çelik taşıyıcı sistem, köprü yapısı sayesinde sadece 4 kolon ile yükün aşağıya aktarılmasını sağlar. (Resim 5)

Özgün yapının ölçeği ile eşleşen ek yapıya dışarıdan bakıldığında, içeriden beyaz kolonlarla desteklenen, yukarı doğru genişleyerek üç yöne doğru uzanan 12 metre genişliğinde bir saçakla bütünleşen, büyük, beyaz, parlak bir küvete benzeyen hacim olarak görünür. (Resim 6) Bu görüntüden dolayı halk arasında binaya küvet anlamına gelen “bathtub” denilir. Bu beyaz hacmin altındaki şeffaf, cam elemanların kullanılmasıyla yüzen bir form gibi görünen mekân aslında ikinci kattaki galerileri, oditoryumu ve ofisleri gizlemektedir. Tüm kamusal fonksiyonların zemin katta, meydanla bütünleşen şeffaf camla kaplı bölümüne alınmasıyla binanın geri kalanı, eski ve yeni bütünleşmesiyle müzecilik fonksiyonlarına hizmet etmektedir.

Yıl içerisinde -25 ile +35 arasında sıcaklık değerlerine sahip Amsterdam da yapının “küvet” olarak anılmasına sebep olan eğik yapılı, parlak beyaz yüzeyin yaratılması için ihmal edilebilir ısıl genleşme özellikleri olan malzemelere ihtiyaç duyulmuştur. Hollandalı mühendislik firması Solico tarafından aramid fiber ve karbon fiberin birlikte kullanılmasıyla üretilen neredeyse sıfır ısıl genleşme katsayısına sahip malzeme çelikten beş kat daha güçlü, alev almayan, ateşe ve darbeye dayanıklı, kir tutmaz yapıdadır.(24) Bu kompozit malzemeyle üretilen 15 m x 3,5 m

boyutlarındaki 185 panelin montajıyla Stedelijk Müzesi dünyanın sentetik kompozit kaplı en büyük binası olmuştur. (Resim 7)

Müzenin meydana uzanan 12 metrelik saçağı sadece estetik kaygılardan dolayı tasarlanmamıştır. Özellikle yılın en sıcak zamanlarında güney cephesinde saydam elemanların bolca kullanılmasından doğacak sıcaklık artışlarının önüne geçmek ve güneşin etkisinden korunabilmek ana tasarım ölçütü olmuştur. Dış avluda bulunan ziyaretçilerin soğuk ve yağışlı zamanlarda hava koşullarına karşı korunabilecekleri bir öge yaratma isteği ise ikinci ölçüt olmuştur.

Küvet görünümlü yüzeyin altında, zemin katta kullanılan cam yüzeylerin getirdiği şeffaflık ziyaretçilerdeki mekânsal sınırları kaldırarak, iç ve dış mekânlar arasında güçlü ilişkiler kurar. Stedelijk Müzesi’nin yeni ve güçlü imajı eski binayı arka plan olarak kullanan, üst katlardaki sentetik beyaz boyalı kesintisiz cephe elemanlarıyla oluşur.

Beyaz kaplı küvet formu aslında orijinal tasarımın ters çevrilmiş halidir.Amsterdam kent mimarı Weissman’a ait tasarımıyla özgün bina, gelenekselin içinde modern formu barındırmıştır. Benthem Crouwel tasarımı ek yapı ise modernin içinde geleneksel formu devam ettirmektedir.(25)

MEKÂN KURGUSU: ESKİ VE YENİ BİRLİKTELİĞİ

Cephede oluşturulan kontrast ile yeni ve eski açıkça bellidir. Dışarıdan bakıldığında 1895 ve günümüze ait iki farklı yapı gibi görünseler de “Sanatçılar eserlerini sergilemek için özgün yapıyı mı yoksa ek yapıyı mı seçmeli?” sorusuna yer vermeyecek şekilde özgün ve ek yapı içerisindeki sergi salonları birbirinden farksızdır ve bütün bir plan dâhilinde çalışır. (Resim 8) Bütünün bir modern sanat müzesi olduğunu işaret eden ek yapı ile özgün yapı arasında bir avlu veya bahçeye yer verilmeden tasarlanmış olması önceki tasarımlarda ortaya atılan bu önemli soruyu geçersiz kılmıştır.

Özgün yapıya ait kırmızı tuğla dış duvar, girişten geçildikten sonra ek binaya ait bir iç duvar halini alır. (Resim 9) Böylece iki yapı arasındaki zaman farkı ek yapının kamusal fonksiyonlarına ait bölümlerinde vurgulanmaktadır. Yapının özgün ve ek bölümlerinde iç mekân düzenlemelerinde uygulanan çözümler aynıdır. Aynı döşemeler, duvarlar, ışık filtreleri ve renkler kullanılmıştır. Sergi salonları arasında gezerken iki yapı arasındaki fark, köprü işlevli birleşim yerlerinde açılan küçük pencerelerden bakılarak anlaşılabilir. (Resim 10)

Ek yapının mekânsal kurgusunda giriş ve üst katlarının önemi büyüktür. (Resim 11-13) Yapının bölümleri arasında sürekliliğin sağlanması için düşey sirkülasyon elemanları vurgulanmıştır. Yapının giriş katında; karşılama, bilet satış, vestiyer, danışma, hediyelik eşya satış birimi, restoran, ana binadaki sergi salonlarına geçişler ve birinci bodrum katta bulunan kütüphane, okuma salonları ile eğitim birimleri arasında doğrudan bağlantılı merdivenler bulunur. (Resim 14) Weissman’a ait özgün yapıya Sandberg’in eklediği oditoryum ve sahne arkasında bulunan odalar gibi sergileme fonksiyonu dışındaki işlevlere ait mekânların sökülerek ek yapıda yer verilmesiyle zemin katta sergileme alanı toplamda % 40 oranında artmıştır. Özgün yapıda sadece müzeciliğe ait fonksiyonların yer verilmesiyle normal bir ziyaretçinin bir buçuk saatte tüm müzeyi gezebileceği yürüme rotaları oluşturulmuştur.

İkinci bodrum katta bulunan 1.155 m²’lik yeni sergi salonu ile üst kat galerileri arasında çalışan, 13 metre uzunluğunda, sarı bir yürüyen merdiven kovası tüm yapı içerisinde günümüz çağını yansıtan en belirgin ögedir. (Resim 15) Farklı katlardaki galeriler arasında yürüyen merdiven ile direkt bağlantı sağlanması ile her defasında zemin katın barındırdığı fonksiyonlarla karşılaşılıp ziyaretçilerin sanatla olan deneyiminin kesintiye uğraması engellenir.

Weissman tasarımı özgün yapıya ait görkemli merdivenin basamakları altında, kot farkından yararlanılarak yaratılan hacim “aile laboratuvarı” (family lab) olarak adlandırılır. Mekânda, zaman zaman küçük ziyaretçilerin sanatla ilişki kurmalarını sağlamak için sergilenen koleksiyonları konu alan video gösterimleri yapılır. Oluşan ilişkiyi güçlendirerek kendi yaratıcılıklarını ortaya çıkarmaları için haftalık atölye çalışmaları ve oyunlar düzenlenir. (Resim 16) Merdivenlerin çıktığı birinci katta ise yorulan ziyaretçilere dinlenme noktası olarak düzenlenen bir kafeterya bulunur. Ziyaretçilere kapalı çatı katında ise müze yönetim birimleri, ofisler ve müze çalışanlarının dinlenebileceği teraslar düzenlenmiştir.

SONUÇ

Bir yapının sürekliliğinin sağlanması yönündeki başarı, yapının strüktürel ve malzeme kalıcılığından öte, anlamı ve kullanıcı ile kurduğu ilişkiyi zamana paralel olarak güncellemeye dayalıdır. Günümüzde bu bağlamda küresel ölçekte birçok araştırma yapılmakta ve fikirler üretilmektedir. Stedelijk Müzesi’nin “küvet” biçimli ek binası tarihî yapının geleceğe taşınması konusuna hem fiziksel hem de anlamsal biçimlenme yaklaşımı ile örnek teşkil eder. Willem Sandberg'in adı Stedelijk Müzesi’nin tarihinde sıklıkla geçer. Tasarım kriterleri oluşturulurken tarihteki yerine vefa örneği gösterilerek Sandberg'in sergileme konusundaki düşünceleri ana unsur olarak seçilmiştir. Sandberg etkisi, sergileme pratiklerine yapılan vurgu ile başlamış, tasarım sürecinde müzenin imzasına dönüşen pürüzsüz beyaz yüzeylerin kabuğa yansıtılmasıyla baskın bir şekilde ortaya konmuştur. Fiziksel biçimlenme bağlamında, iki farklı zaman dilimini açıkça ortaya koyan, eski ve yeni yapılarıyla geçmiş ve geleceği bir araya getirerek “geleceğin heyecanını, geçmişin güvenliliğine bağlama”ya başarılı bir örnek sayılabilir.(26) Form, renk, malzeme, şeffaflık, detay farkı gibi yaratılan ikilik durumu dışarıdan oldukça belirgin iken, iç mekândaki birlik orijinal binanın yenilenmiş sergi salonları ile aynı mimari dili paylaşması ile ifade bulur. (Resim 17) Ek yapı müdahalesi ile yüzünü Museumplein’a dönen Stedlijk Müzesi, 100 yılı aşkın süredir sırtını dönmüş olduğu Rijksmuseum, Van Gogh Müzesi ve Concertgebouw Konser Salonu gibi simgesel yapılarla ve toplumsal olayları yaşamaya gebe meydanla artık direkt ilişki içerisinde olarak tarihsel sürekliliğini sağlamaktadır.

KAYNAKLAR

Altan, İlhan, 2015, Mimarlıkta Mekan Kavramı, Ofis Yayınevi, İstanbul.

Artun, Ali, 2006, Tarih Sahneleri - Sanat Müzeleri 1: Müze ve Modernlik, İletişim Yayınları, İstanbul.

Ashworth, G.J.; Tunbridge, J.E., 1990, The Tourist-Historic City, Belhaven Press, Londra.

Atagök, Tomur, 1999, Yeniden Müzeciliği Düşünmek, YTÜ Basım Yayın Merkezi, İstanbul.

Davidts, Wouter, 1998, “Nostalgia and Pragmatism: Architecture and the New Stedelijk Museum Amsterdam”, Architectural Theory Review, cilt:13, sayı:1.

Fischer, Gunther, 2015, Mimarlık ve Dil, (çev.) Fatma Erkman Akerson, Diamon Yayınları, İstanbul.

Giebelhausen, M., 2005, “The Architecture is The Museum”, New Museum Theory And Practise, (ed.) Janet Marstine, Blackwells Publishing, Singapore.

Grunenberg, Cristoph, 2006, “Modern Sanat Müzesi”, Tarih Sahneleri - Sanat Müzeleri 2: Müze ve Eleştirel Düşünce, (der.) Ali Artun, İletişim Yayınları, İstanbul.

Ibelings,H., 2013, Stedelijk Architecture, nai010 Publishers, Amsterdam.

Kimmelman, M., 2012, “Why Is This Museum Shaped Like a Tub”, New York Times, 24.12.2012, New York Baskısı.

Lorente, J. P., 2016, Çağdaş Sanat Müzeleri, (çev.) Şeyda Öztürk, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul.

Lynch, K., 2010, Kent İmgesi, (çev.) İrem Başaran, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.

Schipper, Kirsten (der.)  2010, BC AD:  Benthem Crouwel 1979-2009, 010 Publishers, Amsterdam.

URL1. “Tourism sector in Amsterdam continues to grow”, https://www.ois.amsterdam.nl/pdf/2014_factsheet_tourism.pdf [Erişim: 02.07.2016]

URL2. “Amsterdam City Report”, http://frieze.com/article/amsterdam-city-report [Erişim: 02.07.2016]

URL3. “Rapport Beschadigd Schilderij ‘Who’s afraid’ na ruim twintig jaar uitgelekt” www.nrc.nl/nieuws/2013/09/19/rapport-beschadigd-schilderij-whos-afraid-na-ruim-twintig-jaar-uitgelekt-a1431438 [Erişim: 01.10.2016]

URL4. “Welcome to the Bathtub: Amsterdam’s Stedelijk Museum Reopens with Addition by Benthem Crouwel”, www.adweek.com/digital/welcome-to-the-bathtub-amsterdams-stedelijk-museum-reopens-with-addition-by-benthem-crouwel

URL5. “Façade 'Stedelijk’ museum Amsterdam”, www.solico.nl/projects/stedelijk-museum-facade-amsterdam [Erişim: 15.09.2016]

URL6. “Stedelijk Museum”, www.ribaj.com/buildings/stedelijk-museum [Erişim: 07.06.2016]

 

NOTLAR

1. Ashworth; Tunbridge, 1990.

2. URL1.

3. Artun, 2006.

4. URL2.

5. Giebelhausen, 2005.

6. Altan, 2015.

7. Fischer, 2015.

8. Lynch, 2010.

9. Lynch, 2010, s.122.

10. Atagök, 1999.

11. Davidts, 1998.

12. Davidts, 1998, s.101.

13. Artun, 2006.

14. Lorente, 2016.

15. Grunenberg, 2006.

16. Vandalizm örnekleri için bknz: URL3.

17. Ibelings, 2013.

18. Davidts, 1998, s.100.

19. Ibelings, 2013, s.89.

20. Schipper, 2010.

21. Atagök, 1999, s.71.

22. Grunenberg, 2006, s.88.

23. Bülten için bknz. URL4.

24. Teknoloji bilgisi için bknz: URL5.

25. URL6.

26. Ashworth; Tunbridge, 1990, s.28.

 

Bu icerik 4325 defa görüntülenmiştir.