408
TEMMUZ-AĞUSTOS 2019
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Mryleia Antik Kenti: Tarihin Üzerinde Yapılaşmak
    Defne Benol , Mimarlar Odası Bursa Şubesi önceki dönem MD-ÇED Kurulu Sekreteri
    Kübra Eğri, Mimarlar Odası Bursa Şubesi Mesleki Denetim Görevlisi
    Belçin Balçık, Mimarlar Odası Bursa Şubesi Mesleki Denetim Görevlisi

  • İyi İnsan, İyi Mimar
    Nilgün Fehim Kennedy, Dr., Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Emekli Öğretim Görevlisi

  • Alglerle Yeşeren Cepheler
    Ayça Tokuç, Doç. Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü
    Gülden Köktürk, Yrd. Doç. Dr., DEÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü
    Kutluğ Savaşır, Yrd. Doç. Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
MESLEK ETİĞİ

İyi İnsan, İyi Mimar

Nilgün Fehim Kennedy, Dr., Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Emekli Öğretim Görevlisi

Meslek pratiğinde etik dışı eylemleri engelleyebilmek ve daha iyi bir mimarlığı hayata geçirebilmek için sadece mesleki etik kuralları değil, birey olarak mimarın kendisiyle hesaplaşmasının yollarını da tartışabilmek önemli. Mimar bireyin kendisi için etik bir yaşamı yaratmadığı sürece etik ihlallerinin kaçınılmaz olduğunu belirten yazar, daha iyi bir mimarlığa giden yolun mimarın kendisiyle hesaplaşmasında saklı olduğunu vurguluyor.

 

Mimarlık meslek etiği tartışmaları genellikle yapılan etik ihlallerin ve bunları engellemek için gereken kuralların tanımlanması şeklinde sürdürülmektedir. Ancak kuralları koyanların da ihlal edenlerin de bireyler olduğu göz önüne alınırsa, bireysel sorumluluklar üzerinde de düşündürülmedikçe, tartışmaların bir boyutu eksik kalmaktadır. İoanna Kuçuradi etiğin hedefini şu şekilde tanımlamaktadır: “Kişi değerlerini ve kişilerarası ilişkilerdeki değerleri yaşanan hayata dayanarak anlatmak; bu değerleri değerleyen kişinin kendini kurarken, elden geldiği kadar çok olanaklara dikkatini çekmek; bu değerlendirmedeki problemleri belirterek, morallerin ve bunlara dayanan etik görüşlerinin tek tek durumları doğru değerlendirmede kişiyi neden yüzüstü bıraktığını göstermek; değerler adına bilmeden veya bile bile yapılan değersizliklerin nedenlerine işaret etmek; böylece de, kendi kendisiyle hesaplaşan kişiyi bu hesaplaşmada ve yaşarken daha dikkatli olması için uyarmak: etiğin yapabileceği bu kadardır.”(1)

Bu tanımlama etiğin esas olarak kişisel olduğunu göstermektedir. Bireyler kendilerini değiştirmediği sürece etik, soyut kavramların ötesine geçemez. Bu durumda “Meslek pratiğinde etik dışı eylemleri engelleyebilmek ve daha iyi bir mimarlığı hayata geçirebilmek için birey olarak neler yapılabilir?” sorusuna cevap aramak ve birey olarak mimarın kendisiyle hesaplaşmasının yollarını tartışabilmek önemlidir. Bu yazıda etik davranan mimarlar olmanın yolunun her şeyden önce iyi insanlar olmaktan geçtiği ve iyi insan olabilmek için neler yapılabileceği tartışılacaktır. Yazıda kullanılan görseller tartışma konusu olan çevreye, tarihe, malzemeye saygılı etik bir mimarlık için örnek olarak seçilmiştir.

Macar filozof Agnes Heller kendi ahlak felsefesinin tanımına şu soruyu sorarak başlamaktadır: “İyi kişiler vardır; bu nasıl mümkün oluyor?”(2) Heller’e göre bir ahlak felsefesi ortaya koymak için, az sayıda da olsa, iyi insanların şu anda var olduğunu varsayarak yola çıkmalıyız. Gerçekten de her ne kadar iyinin tanımı kültüre bağlı olarak belirsiz ve göreceli olabilse de iyi insanın kim olduğu konusunda hepimizin bir fikri vardır ve bu evrenseldir. Heller, ahlak kurallarının “çoğullaşma ve bireyselleşme etrafında billurlaştığı dünyaya”(3) dayanması gerektiğini söylerken, aynı zamanda iyi insan olmanın kişiselliğine de dikkat çekmektedir. Öte yandan, Kanadalı filozof Charles Taylor, sadece iyiyi aramaya ve bulmaya yönelen soruları sormaya başladığımız zaman kendimiz olduğumuzu iddia eder.(4) Başka bir ifadeyle iyiye yönelim kendimiz olabilmek için bir zorunluluktur. Ancak bu zorunluluğun kavranması da özgür irade gerektirmektedir ve bir tercih sorunudur. Bu anlamda Fransız filozof Michel Foucault iyiye yönelip, iyi insan olabilmeyi yani etik davranmayı bir özgürlük pratiği olarak tanımlamakta ve insanın iyi, güzel, onurlu, unutulmaz ve örnek teşkil edebilecek bir yaşamla yaratacağı bu özgürlük için kendisi üzerinde çok çalışması gerektiğini söylemektedir.(5) Dolayısıyla, mimar birey kendisi için etik bir yaşamı yaratmadıkça ve iyi bir insan olmayı seçmedikçe ve bunun için kendisi üzerinde çok çalışmadıkça etik ihlalleri kaçınılmazdır. Çünkü Heller’in dediği gibi, “Kadınlar ve erkekler, dünyamızın vatandaşları, yaşayan ve korkan ve acı çeken bizler ahlak normlarının, ahlaki söylemlerin ve ahlaki yükümlülüklerin taşıyıcı ve koruyucularıyız; dolayısıyla, biz ahlak felsefesinin baş kahramanlarıyız. Bizim bağlılığımız olmadan, normlar ancak birer gölge olur.”(6)

Eğer birey olarak bizler iyi insanlar olmadan etik bir yaşam ve etik bir mimarlık var olmayacaksa nasıl iyi insanlar olabiliriz? Bu sorunun yanıtını 2005 yılında kaybettiğimiz yirminci yüzyılın en etkili filozoflarından biri olan Paul Ricoeur’ün Oneself as Another(7) çalışmasında ortaya koyduğu iyi bir yaşam formülünde bulabiliriz. Ricoeur, iyi bir yaşamı tanımlamadan önce gündelik yaşamda birbirleri yerine kullanılsalar da “etik” ve “ahlak” arasında bir ayrım yapar ve etik kelimesini tamamlanmış iyi bir hayat hedefi için, ahlak kelimesini ise bu hedefe ulaşmamızı sağlayacak evrensel ve bağlayıcı nitelikteki normlar için kullanır. Bunlar birbirleriyle çelişmez, tam tersine birbirlerini tamamlar. Etik, bireyin özgüveniyle ilgilidir ve özgüvenli bir yaşam hedefimizdir, ahlak, bireyin özsaygısıyla ilgilidir ve ahlaki normlara uymak görevimizdir. Etik bir hedef olarak, ahlakı da kapsar.

Buradan yola çıkarak Ricoeur etik hedefimizi şu önermeyle tanımlar: “Başkalarıyla beraber ve başkaları için, adil kurumlarda, iyi bir hayat.”(8) Kitabında bu önermenin her bileşenini ayrı ele alarak inceler. Söz konusu hedefin mimarlar için ne anlama geldiğinin aynı yöntemle tartışılması önermenin somutlaştırılması açısından önemlidir.

…İYİ BİR HAYAT

Ricoeur, öncelikle, kişiye göre değişmeyen bir iyi hayat tanımı bulmaya çalışır. Ona göre hayat kelimesi parçalanmış, ayrı ayrı deneyimleri anlatmak yerine insanı bir bütün olarak tanımlar. İnsan eylemleri önem sıralarına göre belli bir hiyerarşi içerir ama bütün bunları birleştiren temel bir unsur vardır o da yaşam öyküsüdür ve yaşam öyküsü bir bütün olarak kendimiz için bir kimlik öyküsü yaratmamızı, ya da Kuçuradi’nin dediği gibi “kendimizi kurmamızı” sağlar. Dolayısıyla bizim etik hedefimiz bize özgüvenimizi kazandıran bütünlüklü bir kimlik öyküsü oluşturabilmektir. Bunu oluştururken niyetimiz, farklı etkenler ve hatta şans devreye girer ama öykümüz bir yandan da bir mükemmellik ölçütüyle ilişkilidir. Bu ölçüt yaşam pratiğimize içkin, onun içinde kendiliğinden yer alan ve onun ayrılmaz bir parçası olan ve bizi iyiye yönlendiren bazı değerlerdir. Bu değerler, bizlerin iyi bir doktoru, iyi bir mimarı, iyi bir ressamı, iyi bir satranç oyuncusunu tanımlamamıza da imkân sağlar. Bizler Charles Taylor’ın tabiriyle “yorumlayan hayvanlar”(9) olarak bütün bunları alıp, yorumlayarak bir bütün olan hayatımız içinde ana hedefimizle, eylemlerimizi yönlendiren anlık tercihlerimizin aynı doğrultuda olmasını sağlayabiliriz ve böylece özgüveni yüksek, yaşamından, kendisinden memnun bireyler haline geliriz. Böyle bir hayat iyi bir hayattır.

İyi bir hayat mimar için ne ifade ediyor? Bu soruyu cevaplarken öncelikle mimar bireyin kendisini iyiye yönlendirecek kimlik öyküsünü yaratmak zorunda olduğunu söyleyebiliriz. Hayatımızın anlamlı bir hikâyesinin olabilmesi için iyiye yönelmek nasıl bir zorunluluksa, iyinin ne olduğunu belirleyecek soruların cevaplarını vermek için tutarlı bir kimlik de bir zorunluluktur. Bu tutarlı kimlik mimar bireyin bir yandan mesleğinin içkin değerlerinden birisi olan sanatsal yaratıcılığını ve diğer mesleki becerilerini doğru biçimde kullanmasının, öte yandan da hayatının her alanında etik davranmasının ön koşuludur. Mimar için doğru olanı yapmak, örneğin, mesleğinin icrasında mutlaka serbest piyasa kurallarını uygulamak olmamalıdır. Mimar için doğru olanı yapmak yaşamını sürdürebilmek için ülkesinin tarihi ve doğal çevresini yok eden hükümet ya da özel sektör politikalarına hizmet etmek olmamalıdır. Bu noktada bütün bunların tersini yaparak isim ve servet yapmış ve maddi anlamda iyi bir hayata sahip mimarlardan bahsedebiliriz. Ama bu “iyi hayat” Ricoeur’ün tanımladığı anlamda iyi bir hayat değildir çünkü mimar ve birey olarak parçalanmış deneyimlerden oluşmaktadır. Tutarlı bir kimlik öyküsü bir bütündür ve sadece bugünümüzle ilişkili değildir. Kim olduğumuzu tanımlayan yaşam öykümüz, aslında nereden gelip, nereye gittiğimizle ilişkili olduğu için, geleceğimizi ve geçmişimizi de anlatır. Bu anlamda doğru olanı yapmak sonradan pişman olacağımız, bizi iyiye yönelimimizden alıkoyacak şeyleri yapmamaktır. İyi bir hayat hedefimize yani özgüvenimize ulaşmamızın önündeki en büyük engel özsaygımızı yitirmemizdir ve sonrasında pişman olacağımız tercihlerimiz, özsaygımızı yitirmemizin en önemli nedenleridir. Kişisel yeteneklerimizi, becerilerimizi, sınırlarımızı anlamak, hırslarımızı kontrol etmeyi öğrenmek, bu anlamda kendi potansiyelimizi gerçekleştirmek için uğraşabilmek sadece birey olarak değil, mimar olarak da bizleri daha yaratıcı, daha üretken yapacaktır. “Doğal ve tarihî değeri nedeniyle sit alanı ilan edilen bir araziye çok iyi bir bina tasarlamak mı bizi daha özgür kılar, yoksa o işi reddetmek mi?” gibi bir soruya vereceğimiz cevap aslında “etik nedir?” sorusuna vereceğimiz cevaptır. Bu cevap, yaşam öykümüzün nasıl yazıldığını açıklayan cevaptır.

BAŞKALARI İÇİN VE BAŞKALARIYLA BERABER…

Yaşam öykümüzün tam bir yorumu için başkalarının gözünde onaylanmaya ihtiyacımız vardır, başka bir deyişle, kendimiz olabilmek için başkalarına ihtiyaç duyarız. Ricoeur başkalarıyla olan etik ilişkimizi tanımlamak için Türkçeye “özen” olarak çevrilebilecek “solicitude” kavramını kullanır ve özen doğrudan doğruya özgüvenimizle, yani etik hedefimizle ilişkilidir. Özgüvenimiz bizim hem kendimize hem de başkalarına karşı hissettiğimiz samimi, kendiliğinden ortaya çıkan dostane duygularımız ve saygımız üzerinde yükselir. Burada bir karşılıklılık söz konusudur, çünkü aynı şey başkasının özgüveni için de geçerlidir.(10) İşte bu karşılıklı dostane duygular ve saygı özenolarak adlandırılır. Kendimize özen göstermekte ve başkalarının ihtiyacı olanı belirleyerek ona özen göstermekte pratik aklımız ve iyi insan olmakla ilgili evrensel kurallar bize yol gösterici olur ve en uygun yolu buluruz. Bu sayede özsaygımız ve dolayısıyla özgüvenimiz artar.(11)

Özen kavramının mimara uygulanması aslında meslek pratiğinde uyulması gereken etik kuralları da tanımlamaktadır. İlk olarak doğal ve tarihî çevrenin, hem insan hayatı üzerindeki çok önemli etkileri olduğu için hem de kendileri başlı başına birer değer olduğu için mimarın özenle yaklaştığı başkalarının arasında yer alması gerektiğini kabul etmeliyiz. Mimar çevreyi bir araç olarak görmemeli ve dahası sadece kendi ülkesinin değil, tüm dünyanın doğal ve kültürel mirasını korumalıdır. Malzeme seçiminden işlevine, arazi planından cepheye kadar tasarımdaki her ince detayda sürdürülebilirliği göz önüne alan, bağlamını varlığıyla ezmek yerine ona estetik bir değer katan bir anlayışla hayata geçirilen bir mimarlık, mimarın yaşam öyküsünün ve kimliğinin en görünür ve kalıcı parçasıdır. (Resim 1-4(12)

İkinci olarak mimar sahip olduğu uzmanlık bilgisini ve yaratıcılığını müşterisinin karşısında bir iktidar kurma aracı olarak görmemeli, ya da tam tersine müşterisini mutlak otorite olarak tanımamalıdır. Kullanılan dil bile iktidar kurmanın bir aracıdır. Müşteri için en kabul edilebilir olanı bulmak, müşteriye kabul ettirmek istediklerini saygı çerçevesinde anlatabilmek önemlidir, ancak bir anlaşma sağlanamayan durumlarda, kendi etik ilkelerinden vazgeçmek yerine projeden vazgeçmek cesaretine sahip olmak da bir erdemdir, çünkü bu mimarın tutarlı kimliği için gereklidir.

Üçüncü olarak mimar, mimarlığın esas patronunun yarattığı binaların gerçek kullanıcıları olduğu fikrini kabul etmelidir. Henri Lefebvre “kullanıcı” kavramının bile sorunlu olduğunu ve kaçınmamız gerektiğini söyler.(13) Çünkü kullanıcı dediğimiz anda bireylerin insan özelliklerini göz ardı etmeye başlar ve onları “herkese” dolayısıyla “hiç kimseye” indirgemiş oluruz. Hâlbuki David Harvey’in işaret ettiği gibi, mekânsal deneyimler, sosyal sınıf, etnisite, toplumsal cinsiyet gibi sosyal kategorilere göre farklı anlamlar içerirler.Bu farklı anlamlar farklı algılamalara, farklı tutumlara ve farklı değer yargılarına yol açtığı gibi, bu sürecin tamamı var olan sosyal yapının içselleştirilmesine de hizmet eder.(13) Bu nedenle mimar tasarım sürecinde farklı ihtiyaçları göz önünde bulundurmalı ve tasarımını ortama kullanıcıyı temel alarak değil, en dezavantajlıyı temel alarak yapmalıdır. Böylesi bir yaklaşım, mimarın gerçek yaşamında hiç karşılaşmayabileceği insanların yaşamlarına da saygıyla ve özenle yaklaşmasına neden olur.

Dördüncü olarak, mimar meslektaşlarını dostları olarak kabul edebilmelidir. Başka mimarları rakip olarak görmek ve işi alabilmek için çok büyük oranlarda fiyat kırmak sadece diğer mimarları etkilememekte, aynı zamanda ortaya çıkan mimarlığın kalitesini, dolayısıyla bireylerin ve toplumun yaşam kalitesini de etkilemektedir. Bunun dışında mimar başka mesleklerden uzmanlarla birlikte çalışmak zorundadır. Bu insanları katlanılması gereken yükler olarak görmek, saygı göstermemek ve çatışmak bizim tutarlı kimliğimizle uyuşmayacak davranışlardır.

Son olarak mimar hem tasarım hem de inşaat sürecinde yer alan herkesin iyiliğinden, güvenliğinden sorumlu olduğunu hissetmelidir. Müşteriyi, kullanıcıyı düşünen bir mimarın örneğin, binanın inşaatı sırasında can kaybına yol açan bir iş kazasındaki doğrudan olmasa bile dolaylı sorumluluğunu kabul etmesi ahlaki bir yükümlülüktür.

Bunların sonucunda mimar birey, özgüvenini oluşturmak yolunda bir adım daha atmış ve etik hedefine biraz daha yaklaşarak iyi insan olmaya başlamış olacaktır. Bunun tersine davranışlar ise mimarı sorumluluklarını üstlenmeyerek kendisini kayırmaya, özsaygısını yitirmeye, dolayısıyla özgüvenini yok etmeye götürecek ve bu durum başkalarına zarar verme ve adaletsizlikle el ele gidecektir. Bu nedenle karşılıklılık ilkesi mutlaka adalet içermelidir ve bu da bizi etik hedefimizin üçüncü bileşenine götürür.

…ADİL KURUMLARDA…

Kişilerarası ilişkiler için “özen” ne kadar önemliyse toplumsal ilişkiler için de “adalet” o kadar önemlidir. Adalet yüz yüze ilişkilerin ötesinde bir kavramdır ve sosyal kurumlarda eşitlik ile ilgilidir. Sosyal kurumlar ise belli bir tarihsel topluluğa ait olarak bir arada yaşamamızı sağlayan, kısıtlayıcı kuralların değil, ortak adetler ve geleneklerin bir arada tuttuğu yapılardır. Sosyal kurumların en büyüğü elbette ait olduğumuz toplumdur. Ricoeur’a göre toplum bir arada yaşayan bireyler toplamından daha farklı bir şeydir. Toplum bireylerin içinde yer aldığı bir paylaşım sistemidir ve bu sistem içinde adalet sadece ekonomik kaynakların adil paylaşımı anlamına gelmez. Adalet toplumda rollerin, görevlerin, avantaj ve dezavantajların da eşit ve adil paylaşımı anlamına gelir.(14) Adalet sadece yasalarla sağlanamaz. Bu yasaların dışında yazılı olmayan kurallar da vardır ve bireyler var olan yazılı, yazısız bütün kuralları sorgulamadıkça, beğenmedikleri kuralları değiştirmek için mücadele etmek yerine onları ihlal etmeye çalıştıkça adil kurumlar ortaya çıkamaz. Adil kurumları oluşturabilme mücadelesi aynı zamanda toplumsal bir mücadeledir. Dolayısıyla adil olmak isteyen bir mimarın yapması gereken toplumun dezavantajlı kesimlerinin yanında yer almak ve onların mekânsal ihtiyaçlarının çözümleri için hizmet sunmanın yollarını da aramaktır. Örneğin, kentsel dönüşüm projeleri, mimarın iş kapma yeri değil, kent yoksullarının barınma hakkına sahip çıktığı yerler olabilmelidir. Böylece mimar kendiliğinden toplumsal mücadelenin de bir parçası olur. Bu durum, Ricoeur’ün etik hedefini benimsemenin ve ona uygun yaşayabilmenin politik bir boyutu olduğunu gösterir. Bu politik boyut, şu veya bu politik görüşü desteklemekten farklı olarak, mimarlığı ele almakla ilgili bir politik boyuttur, kişisel bir duruştur. Böyle bir duruşu Oscar Niemeyer’in şu sözleri çok güzel ifade etmektedir: “Size mimarlığım ile ilgili şunu söylemek istiyorum: Ben mimarlığımı cesaret ve idealizmle ama aynı zamanda da gerçekten önemli olanın hayat, arkadaşlar ve bu adaletsiz dünyayı yaşamak için daha iyi bir yer haline getirmeye çalışmak olduğu bilinciyle yarattım.”(15)

Niemeyer’inkine benzer bir kişisel duruşun oluşturulabilmesi için, bireysel çabanın yanı sıra, genel olarak mimarlık mesleğinin, eğitimden başlayarak adil bir kurum olarak yeniden yapılandırılması ve kavramlaştırılması da gerekmektedir. Genç mimar adayları yeni bir mimarlığın gerekleri doğrultusunda eğitilmelidir. Mimarlık eğitimi müfredatına sosyoloji, sosyal psikoloji ve felsefe gibi derslerin dâhil edilmesi önemli katkılar sağlayabilir. Meslek pratiğinde, tıp ve hukuk meslekleri gibi, mimarlığın da temel insan hakları ile ilişkili bir servis hizmeti olduğu kabul edilmelidir. Mimarlığın doğası gereği içinde barındırdığı sanatsal yön ise, mimar işini etik bir biçimde yaptığı zaman kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Foucault, “Mimarlığın özgürleştirici bir etkisi var mıdır?” sorusuna verdiği cevapta özgürlüğün nesnelerle veya mekân düzenlemeleriyle değil, özgürlüğün bizzat kullanılmasıyla sağlanabileceğini söylemektedir. Ona göre mimarlık, ancak, mimarın özgürleştirici niyetinin, halkın özgürlükleri kullanma pratikleriyle buluşması sonucunda olumlu etki yaratabilir.(16) Bu buluşmayı sağlamanın yolu “başkalarıyla ve başkaları için, adil kurumlarda” yaşamaktan geçmektedir.

***

Ricoeur’ün etik hedefi, üç bileşeni ile kişisel (iyi bir hayat), kişilerarası (başkalarıyla ve başkaları için) ve toplumsal (adil kurumlarda) düzeyde nasıl iyi bir insan olunması gerektiğini gösterirken, mimar bireyin özelinde de iyi mimar ve iyi insan olmanın birbirinden ayrılamayacağını göstermektedir. Birey olarak bu etik yaklaşımı kişiliğimizin bir parçası haline getirebilirsek yani yaşam öykümüzü bu şekilde yazmaya çalışırsak kişisel dönüşümlerimiz etik bir mimarlığı hayata geçirebilir. Bunun dışında meslek örgütünün denetimleri, oluşturulan etik kurullar ve benzeri diğer önlemler sadece soyut kurallar olmanın ötesine geçemez. Mimar birey, yaşadığı toplumun bir üyesi ve bir dünya vatandaşı olarak, mesleğini icra ederken, kapitalist sistemin dengesini sağlayan, piyasanın görünmez ellerinden biri olmamalıdır. Mimarlık, doğası gereği, sisteme bağımlı olduğu için tam anlamıyla özgür olamasa da; mimar, birey olarak özgürdür ve iyi bir insan olmayı seçerek hem kendi yaşamında hem de başkalarının yaşamında bir fark yaratabilir. Oscar Niemeyer “mimarlık benim ideallerimi açıklamamın yoluydu: basit olmak, herkese eşit bir dünya yaratmak, insanlara, herkesin bir yeteneğinin olduğunu düşündüren iyimser bir bakış açısıyla bakmak. Ben, herkesin mutluluğundan başka bir şey istemiyorum. Bu neden kötü bir şey olsun ki?”(17) derken tüm mimarları, aynı soruyu kendilerine sormaya davet etmektedir.

NOTLAR

1. Kuçuradi, İoanna, 2003, İnsan ve Değerleri, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara, ss.108-109.

2. Heller, Agnes, 2006, Bir Ahlak Kuramı, (çev.) Ertürk Demirel, Abdullah Yılmaz, Koray Tütüncü, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s.24.

3. Heller, 2006, s.26.

4. Taylor, Charles, 1989, Sources of the Self, Cambridge, Harvard University Press, Massachusetts.

5. Foucault, Michel, 1997, Ethics-Subjectivity and Truth, cilt:1, Penguin Books, Londra.

6. Heller, 2006, s. 29.

7. Ricoeur, Paul, 1992, Oneself as Another, The University of Chicago Press, Chicago. (Başkası Olarak Kendisi başlığıyla Türkçeye de çevrildi.)

8. Ricoeur, 1992, s.172.

9. Taylor, 1989, s.47.

10. Ricoeur, 1992.

11. Ricoeur, 1992.

12. Lefebvre, Henri, 1998, The Production of Space, (çev.) Donald Nicholson-Smith, Wiley-Blackwell, Oxford-Cambridge.

13. Harvey, David, 1990, “Flexible Accumulation through Urbanization Reflections on ‘Post-Modernism’ in the American City”, Perspecta, sayı:26, ss.251-272.

14. Ricoeur, 1992.

15. URL1. “Quotes from Oscar Niemeyer (1907-2012)” [Erişim: 21.06.2016] archdaily.com/303376/quotes-from-oscar-niemeyer-1907-2012

16. Foucault, Michel, 2002, “Of Other Spaces: Utopias and Heterotopias”, Rethinking Architecture, (ed.) Neil Leach, Routledge, London-New York, ss. 350-379.

17. URL1.

Bu icerik 3306 defa görüntülenmiştir.