415
EYLÜL-EKİM 2020
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNCEL

Dünya Mirası Ayasofya’yı Korumak ve Sunmak

Zeynep Ahunbay, Prof. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü Emekli Öğretim Üyesi

6. yüzyıldan itibaren İstanbul’da varlığını sürdüren Ayasofya, insanlığın ortak mirası olarak evrensel bir öneme sahip. Yapının çok katmanlı kültür varlığı yönünü vurgulayan yazar, tarihî yapıların yaşama “ortaklaşa” katılımlarının önemine dikkat çekiyor.

 

Dünya mimarlık tarihinin önemli yapıtları arasında yer alan Ayasofya, 6. yüzyılda İmparator Justinianus tarafından Hıristiyan aleminin büyük bir anıtı olarak yapılmıştır. Döşeme ve duvarlarını, etkili iç mekânını çevreleyen galerilerini bezemek için Marmara’dan, Ege’den, Akdeniz çevresinden renkli mermerler getirilmiş; altın ve gümüş mozaiklerle oluşturulan üst örtüsü ışıltılarıyla insanları cezbetmiştir. Otuz metreyi aşan bir yelken tonozla örtülen mekânı görenler renklerin uyumuna, kubbeden süzülen ışığın etkisine hayran olmuş; gezginler efsanelerini uzak diyarlara taşımıştır. (Resim 1)

1453 yılında Osmanlı egemenliğine girerek camiye çevrilen değerli yapıtın bakım ve onarımı için Fatih Sultan Mehmet kaynaklar tahsis etmiş; bir vakıf oluşturarak geleceğini güvence altına almıştır. Osmanlı döneminde sürekli bakım ve onarımlarla yaşatılan Ayasofya’nın statüsü Kurtuluş Savaşı sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kültür politikaları kapsamında değiştirilmiştir. Türkiye’nin çağdaş dünyanın bir parçası olmasından yana olan Atatürk’ün Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi tasarısı Bakanlar Kurulu’na sunulmuş ve bu önemli eserin geleceğini yönlendiren yaşamsal bir karar alınmıştır.

Ayasofya’nın müzeye dönüşümüne, 1931’de ABD’den T. Whittemore tarafından mozaikleri açığa çıkarmak için yapılan başvurunun etkisi olmuş olmalıdır. Mozaikleri açığa çıkarma önerisi, İngiltere, Fransa ve ABD tarafından desteklenerek Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine sunulmuş ve 1931’de Atatürk ve İsmet İnönü’nün onaylarıyla çalışma izni verilmiştir. 18 yıl süren mozaik projesiyle figürlü mozaikler gün yüzüne çıkarılmış, ortaçağ sanatının eşsiz örnekleri hayranlıkla izlenebilir olmuştur.

Ayasofya’nın 1934’de alınan Bakanlar Kurulu kararıyla müze olması, bir kültür varlığı olarak ilgi görmesini ve korunmasını, ortaya çıkarılan mozaiklerin özgürce ziyaretçilere sunulmasını, yapının içi ve dışında araştırmaların yapılmasını olanaklı kılmıştır. Camiden müzeye olan dönüşüm sürecinde, Ayasofya’ya Osmanlı döneminde eklenen mihrap, minber, hünkar mahfili, kitaplık gibi ögelere dokunulmamış; Fossati tarafından üstü örtülen mozaiklerin açığa çıkarılmasıyla anıtın tarihinin önemli parçası olan, üstün evrensel değerine katkı yapan bileşenleri algılanabilir duruma gelmiştir.

1985’te Türkiye Cumhuriyeti’nin UNESCO’ya başvurusu ile İstanbul’un tarihî alanları içinde Dünya Mirası Listesi’ne giren Ayasofya’nın korunması, bu tarihten sonra, yalnız Türkiye’nin değil, Dünya Mirası Sözleşmesi’ni imzalayan diğer ülkelerin de kaygısı ve sorumluluğu olmuştur. Dünya Mirası Listesi’ne alınan eserler tüm dünyanın kültür mirasıdır. Ülkeler, sınırları içinde bulunan, korumayla sorumlu oldukları kültür mirasını tüm dünya ile paylaşıma açarlar. Gerek duyulduğunda, koruma ile ilgili sorunları çözmek için uluslararası toplumun desteği istenir. “Dünya Mirası” statüsü, bir kültür varlığının evrensel değerlerinin korunmasının uluslararası toplumun katkısına açık olduğuna işaret eder. Nitekim UNESCO Ayasofya ile yakından ilgilenmiş, Ayasofya ile ilgili araştırmaları olan uzmanlardan oluşan bir heyet 1990’ların başında İstanbul’a gelerek Ayasofya’nın durumunu incelemiş ve yapılan çalışmaların bir bilim kurulu tarafından izlenmesini tavsiye etmişlerdir. Böylece 1993’te, Kültür Bakanlığı tarafından Ayasofya onarımları için danışmanlık yapan bir kurul oluşturulmuştur.

10 Temmuz 2020 tarihinde alınan bir Danıştay kararıyla Ayasofya’nın Müze statüsünün kaldırılması ve tekrar camiye dönüştürülmesi oldukça ani olmuş ve dünyada şok etkisi yaratmıştır. Cami tasarısının özellikle figürlü mozaiklere ne tür bir müdahale getireceği konusu, evrensel ve Bizans dönemi kültür mirasının korunmasıyla ilgili kuruluşlarda kaygı yaratmıştır. İki hafta içinde gerçekleştirilmesi hedeflenen camiye dönüşüm süreci öncesinde, yapılacak fiziksel müdahalelerle ilgili bir rapor ve proje hazırlanıp UNESCO’ya, Dünya Mirası Merkezi’ne iletilmemiştir. Oysa dünya mirası kültür varlıklarında yapılacak işlev değişikliklerinin onları nasıl etkileyeceği konusunda bir rapor ve proje hazırlanarak önerilen değişikliklerin belirtilmesi, üzerinde tartışmak ve onay almak üzere UNESCO’ya iletilmesi gerekmektedir. Evrensel değer taşıyan anıtları etkileyecek değişikliklerin gerekli süreçlerden geçmeden, hızla uygulamaya konulması, Dünya Mirası Sözleşmesi Uygulama Rehberi ile belirlenen kurallara aykırıdır ve bu nedenle Ayasofya’daki ani değişim UNESCO tarafından eleştirilmiştir. (Resim 2, 3)

Bizans sanatı ve dünya mirası yapıyla ilgili uluslararası kuruluşlardan gelen tepkiler ve uyarılar; kararın gözden geçirilmesi ve bu önemli kültür varlığına zarar verilmemesi yönündedir. Uluslararası Bizans Araştırmaları Birliği’nin 13 Temmuz 2020’de yayınladığı bildiride, alınan camiye dönüştürme kararının bir politik fırsatçılık olduğu ve Türkiye’nin uluslararası saygınlığını zedelediği belirtilmiştir. Princeton Üniversitesi’nden John Haldon imzalı açıklamada “II. Dünya Savaşı’ndan sonraki yılların deneyiminden öğrendiğimiz önemli bir şey, tarihi yeniden yazmanın kısa ömürlü ve verimsiz bir çaba olduğudur. Bu tür çabalar toplumu ve uygulanan kültürü zedeler. […] Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve başkanı, alınan karara karşı gelişen uluslararası tepkiyi dikkate almalıdır” denilmiştir.

World Heritage Watch’ın Ayasofya ile ilgili 13 Temmuz 2020 tarihli açıklamasında ise, Ayasofya’nın 1935’te müzeye dönüşümünün Türkiye’nin laik toplum olma yolunda ilerlemesinin bir işareti olduğu, tekrar ibadete açılmasının, anıt ve evrensel değerleri zarar görmediği takdirde mümkün olabileceği belirtilerek; “ancak o durumda kökeni ve tüm tarihi saygı görmeli, hem Müslümanların hem de Hıristiyanların ibadetine açık olmalıdır” önerisi yapılmaktadır. Bu beklenmedik önerinin ardından  “Dünya her zamankinden çok kardeşlik ve barış simgeleri aramaktadır. Tarih büyüklük gösterip barışa hizmet edenleri onurlandıracaktır” denilerek, Ayasofya’nın iki dine hizmet eden bir ibadethane olmasının uluslararası barışa katkıda bulunacağı ileri sürülmüştür.

İtalyan Bizans Araştırmaları Enstitüsü’nün 20 Temmuz 2020 tarihli bildirgesinde, Ayasofya’nın döneminin en büyük Hıristiyan yapısı olduğunu anımsatılarak, yapının sahip olduğu değerlerin güvenle geleceğe aktarılmasının ve etkili koruma yapılmasının önemine dikkat çekilmiştir. İleri görüşlü Atatürk’ün Ayasofya’nın potansiyellerini doğru değerlendirdiği, bütün insanlığın mirası olarak müzeye çevirdiği belirtildiği bildirgede, Fetih söyleminin yeniden gündeme getirilmesinin saçma bir jest olduğu, Danıştay’ın müze statüsünü iptalinin eserin estetik algısını tehlikeye sokacağı vurgulanmıştır. Ayasofya’nın araştırmaya açık bir belge olduğuna da işaret edilmiş, değerli bir elyazması gibi özenle korunması, bütünlüğünün zedelenmemesi gerektiği belirtilmiştir.

Koruma ve Restorasyon Uzmanları Derneği’nin konuyla ilgili bildirgesi de, yapılan işlev değişikliğinin olumsuzluğuna vurgu yapılmış, “Ayasofya siyasi tartışmalardan çıkarılarak, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da koruma disiplininin bir öznesi olmalıdır” denilmiştir.

Kültürler arası barış ortamının oluşması ve sürdürülmesi, karşılıklı saygı ve sevgiye dayanır. Çok katmanlı kültür varlıklarının korunması ve sunumu süreçlerinin özenle yürütülmesi, kültür varlığının somut ve somut olmayan değerlerinin zedelenmemesi gerekir. Ayasofya’nın döşemeleri, yüzeylerini bezeyen mermerler, duvar yüzeylerindeki, kemer, tonoz ve kubbelerindeki figürlü mozaikler onun sanat değeri taşıyan ögeleridir ve kullanım değişikliğinden etkilenmemeleri, zarar görmemeleri gerekir. (Resim 4)

Ayasofya’nın onu seven kişiler için anlamı ve değeri nedir? Bir Ortodoks dini yapıtı olarak Ayasofya Yunanistan’da, Balkanlarda, Rusya’da, Kafkaslarda yaşayan Hıristiyanların yürekten bağlı oldukları kutsal bir yapıdır. Onlar narteksten Ayasofya’ya girerken İmparator Kapısı üzerindeki İsa peygamberi, naosa girdiklerinde apsisin üstündeki Hazreti Meryem’i ve kucağındaki bebeği görmek isterler. (Resim 5)

Ayasofya’nın avlusundaki şadırvan, sıbyan mektebi, bitişiğindeki imaret, türbeler onun çevresinde gelişen külliyenin ögeleri olarak, diğer sultan külliyelerine benzer bir ortam oluşturmaktadırlar. Bir Müslüman avludan geçip Ayasofya’ya girdiğinde, mekânın büyüklüğünden, duvarlara asılı devasa levhalardan etkilenir. Mihrap, minber ona bu büyük mekânın cami olarak kullanıldığını, mozaikler daha önce bir kilise olduğunu anımsatır. Uzun tarihleri olan, değişik kültürler tarafından kullanılan yapılarda, zamanın izlerini korumak, yaşananları yansıtabilmek önemlidir.

Ayasofya’nın müze olması, iç mekânda hem Hıristiyan kültürünün hem de Osmanlı izlerinin yan yana bulunmasına olanak veren bir kullanımdı. Ayasofya’nın müze olması ona olan ilgiyi artırmış; dünyanın birçok ülkesinden sanat tarihçileri, arkeologlar, mimarlar, mühendisler Ayasofya’da araştırmalar yapmışlardır. Ayasofya’nın hâlâ pek çok bilinmeyeni vardır, yeni araştırmalarla bunların aydınlanması beklenmektedir. Dolayısıyla araştırmaların sürdürülmesine gerek vardır. Şu anda iç mekânın kuzey yönünde timpanum duvarı üzerinde bir çalışma devam etmekte iken onun için kurulan iskelenin en kısa zamanda kaldırılması istenmiştir. Dış cephelerde de hazırlanmış projelerin Koruma Kuruluna sunulması ve onay sonrası uygulamaya geçilmesi söz konusudur.

Restorasyon çalışmaları sabırla yürütülmesi gereken, zaman alan çalışmalardır. İç mekânın güney timpanum duvarındaki çimentolu sıvaların alınması ve altındaki kemer ve duvarın durumunun incelenmesi, sağlamlaştırılması düşünülürken; camiye dönüşüm dolayısıyla, güney tarafa iskele kurularak, benzer bir çalışmanın yapılması şu anda pek olası görülmemektedir. Oysa bu yaşlı ve hassas eserin bünyesinde sakladığı izlerin açığa çıkarılması, uzmanlarca incelenmesi, güvenlik durumunun değerlendirilmesi oldukça önemlidir.

Danıştay’ın 10 Temmuz 2020 kararından sonra, Ayasofya’nın 24 Temmuz 2020 tarihinde tekrar ibadete açılması için hızla eyleme geçilmiştir. Şimdilik ibadet yalnız zemin katta yapılmaktadır. Zemin kat döşemesi, dışında halıyla kaplanmış, apsisteki mozaikler perdelerle gizlenmiştir. İmparator kapısı üzerindeki ve narteks güney kapısı üzerindeki mozaikler de diyanet ilgililerinin isteği üzerine beyaz kapaklarla örtülmüştür. Bu perdelerin namaz saatleri dışında açık tutulacağı söylenmektedir. (Resim 6, 7)

Kültür mirasının korunması çok yönlü bir disiplindir. İnsanların kültür mirasına bağlılıkları, onunla ilişkileri kültür varlıklarının somut olmayan yönüdür. Özellikle çok katmanlı kültür varlıkları, çeşitli inançlara, geleneklere bağlı kişilerin ortaklaşa sevgiyle, yaklaşımları, kültür mirasına engelsiz ulaşımı gerektirir. Çok katmanlı, paylaşılan kültür mirası varlıklarının çağdaş yaşama katılımlarının hoşgörüyle, empati yeteneği kullanılarak tasarlanıp uygulanması gerekir.

Bu icerik 2753 defa görüntülenmiştir.