415
EYLÜL-EKİM 2020
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK KURAMI

Sınırlar ve Kopukluklar: Mimarlıkta Eleştiriye Kapitalizm Üzerinden Bakmak

Berna Göl, Dr. Öğr. Üyesi, Beykent Üniversitesi Mimarlık Bölümü

Türkiye mimarlık ortamında kapitalist üretim ilişkilerini iki farklı eleştiri kanadından odağına alan yazar, mimarlıkta kapitalizm eleştirisinden mimarlığın düşünümselliğine uzanan tartışmaları bir araya getirerek mimarlıkta eleştirinin sınırlarını araştırıyor.

 

“Bir başka deyişle, ‘taşı taş üstünde bırakmama’sı gereken dilin,
yani eleştiri dilinin kendisi bile bir ‘taş’tır.”

Manfredo Tafuri, The Sphere and the Labyrinth[1]

Mimarlık ve şehircilik üzerine Türkçe yayınlarda üretiminin sosyo-ekonomik bağlamından giderek daha sık bahsediliyor. Türkiye kentlerinde ve kırsalında kapitalizmin artık daha da belirleyici olduğu ifade ediliyor. Hatta bazı güncel tartışmalar, inşaat sektörünün sistemin en önemli çarklarından biri olduğunu ve bu coğrafyadaki kapitalist gelişmenin -güç ilişkilerinin yeniden üretilmesinin- inşaat, mimarlık ve şehircilik sayesinde mevcut ivmesini kazandığını dile getiriyor.[2] (Resim 1) Mimarlık bir pratikler bütünü olarak sosyo-ekonomik sistem içerisinde şekilleniyor ve o sistemi şekillendiriyor. Bir yandan da kendi sınırlarını aşarak değişmek / dönüşmek isteyen mimarlık, içinde bulunduğu sistemle kurduğu ilişkiyi sorgulama yoluna gidebiliyor. Tasarım pratiğiyle, tasarımın inşasıyla veya söylenen sözlerle bu sorgulamanın bir eleştiri halini alıp almadığıysa temel bir tartışma konusu teşkil ediyor. Sistem bağlamında işleyen ve mevcut ilişkileri yeniden üreten mimarlık, içinde bulunduğu şartlar altında bu sistemin eleştirisini bizzat yapabilir mi? Yoksa sistem eleştirisi ancak mimarlık alanı dışından bakılarak, mimarlık ürünlerine yönelik mi yapılabilir?

Bu tartışma, çeşitli düşünürler, tarihçiler ve eleştirmenler tarafından dağınık ve parçalı bir biçimde yürütülmüş. Fakat mimarlıkta çeşitli şekillerde süregelmiş kapitalizm eleştirisinin son yıllarda yeni bir hal aldığını iddia etmek mümkün. Farklı pozisyonlardan yola çıkan bu eleştirileri bir arada tartışabilmenin yolu, işaret ettikleri sınırları görmekten geçiyor. Zaten, eleştiri denen pratiğin temelini sınır kavramı oluşturuyor. Örneğin, Michel Foucault, bir felsefe yapma biçimi olarak eleştirel sorgulamayı şöyle tarif etmiş: “Kendimize ilişkin eleştirel ontoloji kesinlikle bir kuram, bir doktrin, hatta sürekli biriken bir bilgi yapısı olarak anlaşılmamalı; bir tutum, bir ethos, olduğumuz şeyin eleştirisi, hem bize dayatılmış olan sınırların tarihsel analizi hem de bu sınırların aşılmasının denenmesi olan bir felsefi yaşam olarak kavranmalıdır.”[3]

Eğer eleştirinin öncelikli amacı -mimarlıkta veya başka alanlarda- kabul görmüş sınırları aşmak, onları zorlamaksa, eleştirinin kendi sınırlarını ve dolayısıyla geçerliliğini de tartışmak gerekiyor. Bu makale Foucault’nun kullandığı “sınırların tarihsel analizi” fikrinden yola çıkarak kapitalizm kavramı üzerinden mimarlıkta eleştiriyi tartışmayı öneriyor. Bu doğrultuda, Türkiye mimarlık ortamında birbirinden farklı iki eleştiri kanadından bahsederek mevcut sınırları konuşmaya başlamak mümkün.

Birinci kanada ait eleştiriler genellikle mimarlık formasyonu alan kişilerin meslek içinden bakmasıyla gerçekleşiyor. Bu pozisyondan yapılan eleştiriler mimarlığa ait bir bilgi bütünü olduğu kabul ediyor ve bu bütünü ön planda tutuyor. İkinci kanat ise, mimarlığı çok daha büyük bir sistem içinde işleyen bir üretim alanı olarak görüp, eleştiriyi mimarlığın bu bağlamla kurduğu ilişki üzerinden ortaya koyuyor. İki yaklaşımın bir arada düşünülmemesi eleştiri ortamında bir kopukluk yaratıyor. Bu kopukluk uluslararası mimarlık çevrelerinde eleştiri üzerine yapılan birçok tartışmasının da temelini oluşturuyor.

KOPUKLUĞU TEŞHİS ETMEK

Neşe Gurallar’a ve Ali Artun’a ait iki ayrı eleştiri metnine bakarak mevcut kopukluğun hatlarını çizebiliyoruz.[4] Neşe Gurallar’ın “Nef İlkokulu Aracılığı ile Ulusal Mimarlık Ödülleri’ni Yeniden Düşünmek: Gültepe ve Ortabayır Mahallesi içinde ‘Ortabayır’, ‘Zafer’ ya da ‘Nef İlkokulu’” başlıklı metni (Resim 2) mimarlığın içinden yapılmış, mimarlığın kendi içindeki bazı çelişkilere değinen kapsamlı bir eleştiri metni örneği teşkil ediyor.[5] Yazının temel olarak Türkiye mimarlık ortamında ödül mekanizmasını tartışmak gibi bir önceliği var. Yazar, “tasarlayanın / yapının niyetleri ile gerçekleşenler arasındaki makas aralığının hangi noktaya kadar açılabileceği” sorusunun peşinden giderek, tasarım kararlarıyla mimarların (Çinici Mimarlık) aldığı riskleri, yapının çevreyle kurduğu -veya kuramadığı- ilişkiyi ortaya koyuyor. Yazı, tasarıma ait dört farklı açıdan yapıya bakıyor: sınır ve duvar tartışması (yapının kentle arakesiti), kamusal alanı genişletmek kaygısı (kamusalı genişleterek kente eklenme kaygısı), konvansiyonun dışına çıkmanın fiziksel bedeli (radikal yaklaşımların gerektirdiği uygulamada ortaya çıkan öngörülmemiş detaylar ve malzeme kullanımı) ve son olarak ana kütle yerleşim kararı ile iç mekân düzenleme sorunları. Bir eleştiri örneği olarak bu yazı, eleştirisini kapitalizm üzerine kurmuş gibi gözükmese de, ödül mekanizması olarak karşımıza çıkan mevcut değerlendirme kıstaslarını -dolaylı bile olsa- kapitalizm bağlamında sorguluyor. Gurallar bu kıstasları sorgularken tartıştığı, mimarlığın düşünümselliği (reflexivity) ve bu düşünümselliğin karşılığı.[6]

Mimarlıkta düşünümsellik, mimarlığın kendini sınırlarını görmeye çalışarak onları aşmaya çalışması anlamına geliyor. Gurallar’ın bir yapı üzerinden bahsettiği dört noktanın hepsi, günümüz mimarlık ortamında sorunları teşhis ederek onların üstesinden gelmekle ilgili oluyor. Piyasa koşullarıyla şekillenen ve hatta o piyasaya şekil veren mimarlık, bu düşünümsellikle tekil bir yapı üzerinden mevcut bağlamdaki birçok sorunu aşmaya çalışıyor. Her gün yeni sınırların çekildiği, kamusal alanların azaldığı kentte, yapının uygulanma koşullarının zaman ve bütçeyle sınırlı olduğu bir ortamda, mekân-işlev ilişkilerinin farklılaşmasına elvermeyen bir eğitim sistemi için yapı üretiyor. Operasyon alanı tanımlı mimarlık üretimi, kendi örgütlenmesini değiştirmeden -yani verili ekonomik ilişkiler içinde- karşılaştığı sorunların üstesinden tasarım yoluyla gelmek istiyor. Bu eleştiri metni örneği, yapının üstesinden gelmek istediği sorunları ve bu sorunlardan kaynaklanan çelişkileri meslek içinden bakarak sıralıyor. Ancak, bir yandan da bu çelişkilerin hepsi meslek alanı dışına işaret ediyor.

Diğer eleştiri kanadı, Gurallar’ın yazısından farklı olarak mimarlığın kendi alanı dışıyla ilişkisi üzerine yoğunlaşıyor. Bu eleştiri kanadına ait metinler, mimarlığın “meslek-içi” alanıyla ilgilenmiyor, hatta bu alan tanımını ya geçersiz, ya eksik, ya da anlamsız buluyor. Mimarlıkta kapitalizm eleştirisi gözeten metinlerin çoğu bu tür bir bakış açısına sahip. Örneğin, Ali Artun’un “Mimarın Şöhret Düşkünlüğü - Emre Arolat ve Guy Debord”[7] yazısı, mimar kimliğine ve bu kimliğin inşasına yönelik bir eleştiri ortaya koyuyor. Arolat’ın mimari projelerini (Resim 3) ve tasarım kararlarını kelimelere dökerken kullandığı eleştirel teori referansları -Guy Debord ve Feuerbach’tan alıntılarla projelerini sunması- ve bu referansların teşkil ettiği çelişkili durum Artun’un metnini temellendiriyor. Artun’un metni Gurallar’ınkinin aksine, mimari ürünlerin “niyeti” ile ya da tasarımın gündelikteki karşılığıyla ilgilenmiyor; yani mimarlıktaki düşünümsellik tartışmanın bir parçası olmuyor. Yazı, mimarlığın bir meslek olarak söylemlerle kendi alanını inşa etmesiyle ve piyasa mekanizmalarıyla hizalanarak onları yeniden üretmesiyle ilgileniyor.

Yukarıdaki iki eleştiri metninin arasındaki bakış açısı farkı mimarlıkta kapitalizm eleştirişine dair ne söylüyor? Mimarlığın düşünümselliği ile ilgilenen eleştiri kanadı mimarlığın bağlamıyla, ilişkilendiği piyasa mekanizmalarıyla beraber nasıl bir arada tartışılır? Kapitalizm eleştirisi, mimarlığın bağlamının ötesinde, aynı zamanda nasıl düşünümselliğiyle ilişkilenir?

Hélène Jannière, OASE dergisinin Constructing Criticism (Eleştirinin İnşası) isimli sayısında (Resim 4) mimarlıkta eleştirinin neye karşılık geldiğinin haritasını çizerken, iki temel bakış açısına işaret ediyor.[8] Birincisi mimarlık eleştirisini sanat veya edebiyat eleştirisine paralel bir pratik olarak görüyor; diğeriyse mimarlığın kendi alanı içinde eleştiriyi bir tür söylem olarak kabul ederek aktörler, teorik referanslar ve basılı medya üzerine eğiliyor. Gurallar’ın ve Artun’un yazıları arasındaki kopukluk, Jannière’in de tanımladığı bu iki farklı eleştiri yaklaşımına denk düşüyor. Hatta bu iki yaklaşım mimarlık dünyasında süregelen ve güncelliğini koruyan köklü bazı tartışmaların da temellerini oluşturuyor: (1) “eleştirellik” bir mimarlık ürününe atfedilebilir mi? Yani, “eleştirel mimarlık” diye bir şey mümkün mü? Mimari bir proje, tasarım kararlarıyla eleştirelliği taşımaya devam edebilir mi? Yani, mimarlıkta düşünümselliğin pratikte bir karşılığı var mı? (2) Tekil bir mimarlık ürünü ortaya çıktığı koşullara indirgenemez, estetik, formal ve kendini içeren bir obje olabilir mi?[9] Bu sorular, mimarlık disiplininin özerkliği (autonomy) özelinde büyük bir önem taşıdığından modern mimarlık tartışmalarının da merkezine oturuyor. Bugün görünür olan iki farklı eleştiri pratiği arasındaki kopukluk, mimarlıkta yüzyıllardır süregelen tartışmalara ve sınırlara işaret ediyor.

KURUCU SINIRLAR

Mimarlıkta kapitalizm eleştirisinin sınırlarından bahsetmeye Manfredo Tafuri’nin işaret ettiği temel çelişkilerden başlamak, ardından gelen ve özelleşen tartışmaları anlamak açısından önem teşkil ediyor. (Resim 5, 6) Tafuri, yarım yüzyıl kadar önce modern mimarlık ve avangart akımlar üzerinden “mimarlığın ideolojik işlevi”nin sorunlu olduğunu belirtmişti. Tafuri’ye göre bir disiplin olarak mimarlığı tanımlayan zaten kapitalist sistemin ta kendisiydi; mimarlık -ve tabii sanat- burjuva kültürünün bir parçası olarak ne yaparsa yapsın ancak sermaye ilişkilerini yeniden üretmiş olurdu.[10] Dolayısıyla, kapitalizmin dayattıklarına karşı duran bir mimarlık pratiği -ki modern mimarlık örnekleri politik duruşları ve toplumsal sorunlara deva olma kaygısı ile öne çıkıyordu- bile amacına ulaşamıyordu. Tafuri’ye göre, (modern) mimarlık sadece form üzerinden alternatifler üreterek içinde bulunduğu ideolojik krizi aşamıyordu; sonuçta, mevcut yapılar içinde mimari tasarımın karakteri kendi içinde çelişik bir ifade haline geliyordu; hatta kapitalist sistem kendine karşı duran her şeyden zaman içinde faydalanarak kendini yeniden üretmeyi başarıyordu.[11] Tafuri’nin bahsettiği kriz -ya da tasarımın krizi- modern mimarlığın sürekli kendini içinde bulduğu, çeşitli formlar ve söylemlerle aşmaya çalıştığı, fakat bu krizin gerçek sebeplerini bir türlü analiz edemediği bir haldi.[12] Sanat veya mimarlık bir defa üretim evrenindeki mekanizmalara dahil oldu mu, deneysel[13] niteliklerinden ödün vermek durumunda kalıyordu.[14]

Tafuri’nin bakış açısı mimari üretimin kapitalizm karşısında bir açmazda olduğunu belirtirken, ironik bir şekilde 1970’li yıllardan itibaren, Kuzey Amerika’da mimarlık çevrelerinde “eleştirel mimarlık” denemelerinin de ilham kaynağı oldu. Bu denemelerden daha sonra, “eleştirel mimarlık projesi” (the project of critical architecture) olarak bahsedildi. Peter Eisenman’ın tasarımda süreç üzerine yoğunlaşarak modern mimarlığın sınırlarından çıkma denemeleri mimarlıkta “dekonstrüktivizm” olarak anıldı ve Eisenman postmodernliğe işaret eden bir mimarlığın önde gelen isimlerinden oldu.[15] Eisenman’ın Tafuri’den hareketle ve Michael K. Hays’in metinleriyle desteklenen eleştirellik arayışlarına Bernard Tschumi de katıldı. Tschumi de Eisenman gibi hem teoriyle hem de mimarlığın tasarım alanında ürünler ortaya koyacak, Jacques Derrida, Tschumi’nin ve Eisenman’ın projelerini birer metin gibi okuyarak kendi düşüncesini yazıya dökecekti.[16] Bu isimler doğrudan (Eisenman) veya dolaylı olarak Tafuri’nin işaret ettiği temel çelişkiyi aşılması gereken bir sınır olarak gördü. Bu sınırı, yaratıcı üretimlerinin bir çıkış noktası olarak belledi.

SINIRLARI KONUŞMAMAK VE AŞAMAMAK

Tafuri’den ilhamla ortaya konan mimarlık pratikleri (tasarımlar veya metinler) giderek kapitalizm karşıtı vurgusunu -veya bir nevi direncini- bir kenara atma eğilimi gösterdi. Kimilerine göre kapitalizm karşıtı teorinin sonu gelmişti. Eleştirel mimarlık, eleştirisini tam olarak nereye yönelttiğini yeterince tartışmaktan kaçınarak, sadece eleştirel teorinin kavramlarını araçsallaştırmış oluyordu. Kimilerine göreyse “eleştirel mimarlık projesi” tükenmişti. Eisenman veya Hays’in öncelikli bulduğu mimarlığın özerkliği meselesi eleştiri, temsil veya anlamlama (signification) içeriyordu; fakat tasarımsal, edimsel ve uygulama açısından işlemiyordu.[17] Ancak, bu tartışmaları bugün başka türlü yorumlayanlar da var.

Bir grup, mimarlığın kapitalizm eleştirisini bir kenara bırakmasının mimarlıkla ilgili çok daha temel bir soruna işaret ettiğini düşünüyor. Örneğin, Reinhold Martin’in teşhisine göre postmodern mimarlık aslında biçimsel bir stil olmaktan çok “söylemsel bir oluşum”; postmodernle modern olanı birbirinden ayıran ise “ütopya”[18] fikri, yani başka türlü bir düzen ve dolayısıyla başka türlü bir dünyanın düşünülmeyişi. Aslında Eisenman ve çevresinin eleştirel mimarlık adı altında ilgilenmedikleri tam da buydu; mimarlıkta ütopya kavramı baskıcı ve tepeden inme olmak zorunda değil, ütopya aynı zamanda her an başka türlü bir şimdinin ne olabileceğini gösteren bir ayna da olabilir. Martin’e göre, ütopya bir tek idealliği ve ulaşılmazlığıyla olmayan yer anlamına gelmiyor, aynı zamanda şimdinin ayna tersi olarak her yerde bulunuyor. Yani “fetiş”leşen mimarlık üretimlerinin, dünya düzeninin neyin üzerine kurulu olduğunu unutturduğunu söylüyor. Martin bu iddianın izini hem mimar hem geliştirici John Portman[19] gibi bir isime bakarak sürüyor. Portman’ın projeleri ve projeleri üzerine sarf ettiği sözler kapitalist sistemde süregelen değer üretimi ve bu üretimin içerdiği çelişkileri açıkça gösteren bir örnek teşkil ediyor. Ayrıca Portman üzerine yazan Marksist teorisyen Fredric Jameson’ın eleştirisine bakarak Portman gibi mimarların yarattığı, kente sırtını dönen, dışa kapalı, insanlara dış dünyayı unutturan otelleri ve atriyumları inceliyor. (Resim 7, 8) Böylelikle, modern olanın postmodern olana dönüşme sürecini mimarın tasarımı ve düşüncesiyle beraber izlemiş oluyor.

Mimarlıkta postmodernliğin söylemsel oluşu, bir görüşe göre gösteri (spectacle) haline gelmesinden geçiyor. Andrzej Piotrowski, postmodern mimarlıkla ayrı bir boyuta ulaşan bu gösteri durumunun mimarlıkta süregelen bir eğilim olduğunu dile getiriyor. Piotrowski’ye göre 19. yüzyılın tüketim kültürü ve gündelik hayat pratiklerini inceleyerek mimarlığın ve bugün mimarlık söylemlerinin kapitalizmle kurduğu ilişkiyi anlamak mümkün. Kristal Saray’ın teknolojisi, fiziksel mekânı ve mimari elemanları, sergileri ve dönemin yazılı basınındaki temsilleri (Resim 9) insanlar üzerinde öyle bir etki yaratıyordu ki, fetişleşen mimarlık tüketim kültürünü hem besliyor hem de ondan besleniyordu. John Ruskin’in The Seven Lamps of Architecture (Mimarlığın Yedi Lambası) isimli kitabındaki sözlerine başvuran Piotrowski, mimarlığın bu tüketim kültürüne kutsallık ve güzellik kavramlarıyla dahil oluşunu, mimarlığın bir stile indirgenerek ticari bir tercih haline gelişini anlatıyor. Hatta şöyle iddia ediyor: Modernist mimarlığın önde gelen ismi Le Corbusier bile Ruskin’in kullandığı söylemsel yöntemlere başvurmuş; sadece Ruskin’in dilinde tanrısal ve sorgulanamaz olanın yerine Le Corbusier kendini yerleştirmişti. Bu bakış açısından hareket edince, Charles Jencks’in metinlerinden başlayarak postmodern denen mimarlığın stil ve anlatı olarak geçmişe referanslar üzerine kurulu olması pek de rastlantı sonucu değil. Postmodern teoriler diğer alanlarda tarihin konuşulmayan köşeleriyle (kolonyal, feminist ve benzeri perspektiflerle) uğraşırken, mimarlık alanı içinde “regresif” tutumlara zemin oldu. Piotrowski’ye göre 20. yüzyıl sonundaki disiplinlerarası söylemler eleştirelliği tamamlanmış projeler gibi lanse ederek mimarlığı kültürel pratikler ve politik ilişkiler üzerinden sorgulanma gereksinimini ortadan kaldırdı.  Böylelikle, mimarlık gösterinin bir parçasıyken, kendisi bir gösteriye dönüşmüş oldu.[20]

Mimarlık ve “gösteri” arasındaki ilişki üzerinden mimarlığa eleştirel bir pozisyondan bakan Gevork Hartoonian’a göre ise mimarlığın teknolojiyle ve estetikle kurduğu sorunlu ilişkiyi tartışmak mimarlığın kapitalist üretim ve tüketim sistemlerin içinde nasıl geliştiğini anlamamızı sağlayabiliyor. Hartoonian, Piotrowski’den farklı olarak mimarlığın gösteri ile kurduğu ilişkiyi imaj üzerinden okuyor. Bu amaçla, Bernard Tschumi, Peter Eisenman, Rem Koolhaas, Zaha Hadid, Frank Gehry ve Steven Holl gibi mimarları, yapıları ve yapıları üzerine söyledikleriyle tartışıyor. Ancak paralel bir şekilde, hem mimarlığın temsil araçlarından bahsetmiş oluyor (dijital üretim ve temsil tekniklerine istinaden) hem de mimarlık literatüründe bu temsil meselesinin dinamiklerinin izini sürüyor. Hartoonian’a göre, yüzyıl sonunda mimarlığın geleneklerini “yapı söküme uğratma” çabası Gottfried Semper’in çok daha öncesinde öne sürdüğü “nesnenin krizi” temasının modernitede yinelenmesinin bir parçası. Yani, paradoksal bir şekilde, tasarımda “radikallik” olarak anılan bu çabalar aslında bir disiplin olarak mimarlığın kapitalizm içinde hayatta kalmasını sağlıyor.[21]

SINIRLARI YENİDEN TARTIŞMAK

Eleştiri ve eleştirellik anlamında, Martin’in, Piotrowski’nin ve Hartoonian’ın metinlerinde bazı ortak yaklaşımlar mevcut. Üç yazar da, Ali Artun’un metninde olduğu gibi eleştirel teoriye başvurarak, “ütopya, fetiş ve gösteri” gibi kavramları ödünç alarak baskın sosyo-ekonomik düzenin getirdiği çelişkilerin izini sürüyorlar. Bu kavramlar sayesinde mimarlık (ve anlam) üretiminde “tartışılamaz” hale geleni ve bu tartışılamaz olanın neyin üstünü örttüğünü anlamaya çalışıyorlar. Artun’un metninden farklı olarak, Gurallar’ın büyük bir titizlikle yaptığı gibi bu üç metin, mimarlığın temsili ve mimarın rolü kadar, birebir mimarlığın fiziksel ürünüyle ve tasarım kararlarıyla da ilgileniyorlar. Artun’un kısmen yaptığı, Gurallar’ın ise görece mesafe aldığı şekilde Martin, Piotrowski ve Hartoonian, mimarlık tarihinde (değişmekte olsa da) bir süreklilik arayışındalar. Mimarlığın sözlü veya görsel temsilinden fiziksel nesnesine uzanan bir spektrumdan faydalanıp, önceden gelen eleştiri sınırlarını genişletmeye, tartışılmayanı tartışmayı başarıyorlar. Artun’un veya Gurallar’ın ayrı ayrı yürüttüğü eleştiri pratiğini bir arada ele almayı deniyorlar. Eleştirinin sınırlarını genişletmek veya geliştirmek, hem ortaya konmuş eski sınırların izini sürüp onlardan faydalanmaktan geçiyor hem de farklı eleştiri yöntemlerini bir arada düşünmeyi gerektiriyor.

Mimarlıkta kapitalizm eleştirisinin sınırlarını bugün tartışmaya olanak sağlayan çeşitli etkenler var. Öncelikle, kapitalizmin dönüşerek de olsa süregelen bir durum olması, tartışmayı geçmişten bugüne takip etmeye ve tartışmanın belli bir geçerliliği olmasına olanak sağlıyor. Ek olarak, yukarıdaki referanslardan anlaşabileceği gibi mimarlık içinde yeni eleştiri arayışları ve bu sayede eleştirel teoriyle kurulan yeni ilişkilerden bahsetmek gerekli.[22] Martin, Hartoonian ve Piotrowski aslında mimarlıkta eleştirel teoriden faydalanarak mimarlık literatürünü yeniden düşünen isimlerden sadece birkaçı. Bu yeni arayışlar Tafuri’nin de tanımladığı eski sınırlardan yola çıkıyor ve mimarlığı tarih üzerinden ele alıyorlar. Üstüne üstlük, tarihin “şimdi”de kurulduğunu ve her daim yeniden sorgulanması gerektiğini metinlerine yansıtıyorlar.

 



[1] Tafuri, Manfredo, 1987, The Sphere and the Labyrinth: Avant-Gardes and Architecture from Piranesi to the 1970s [Küre ve Labirent: 1970’lerden Piranesi’ye, Avantgart ve Mimarlık], (çev.) d'Acierno, P. ve Connolly, R.. Cambridge, the MIT Press, Cambridge / Londra, s.9.

[2] Birikim dergisinin “İnşaat Ya Resulullah” başlıklı sayısı konu üzerine çeşitli yaklaşımlarda birçok metin içeriyor, bkz: Resim 1

[3] Foucault, Michel, 2014, “Aydınlanma Nedir?”, Özne ve İktidar: Seçme Yazılar 2, (çev.) Akınhay Osman, Ayrıntı Yayınları, s.192.

[4] Gurallar’ın ve Artun’un metinleri, genel bir bakış açısı farklılığını ifade etmek adına, yazarların kendilerinden ve diğer yazılarından bağımsız olarak ele alınmıştır.

[5] Gurallar, Neşe, 2014, “Nef İlkokulu Aracılığı ile Ulusal Mimarlık Ödülleri’ni Yeniden Düşünmek: Gültepe ve Ortabayır Mahallesi içinde ‘Ortabayır’, ‘Zafer’ ya da ‘Nef İlkokulu’”, Mimarlık, sayı:380, ss.46-53.

[6] Arie Graafland mimarlığın eleştirel teoridekiyle ilişki kurmasını ve yansıtmalı eğilimler göstermesini mimarlığın düşünümselliği olarak kullanıyor. Graafland, Arie, 2010, “On Criticality”, Constructing a New Agenda, Architectural Theory 1993-2009 [Yeni Bir Gündem İnşa Etmek, Mimarlık Teorisi 1993-2000], (ed.) Sykes A.K., Princeton Architectural Press, New York, ss.396-417.

[7] Artun, Artun, 2012, “Mimarın Şöhret Düşkünlüğü - Emre Arolat ve Guy Debord”, e-skop, http://www.e-skop.com/skopbulten/mimarin-sohret-duskunlugu-emre-arolat-ve-guy-debord/611.

[8] Jannière, Hélène, 2010, “Architecture Criticism: Identifying an Object of Study” [Mimarlık Eleştirisi: Çalışmanın Amacını Belirlemek], OASE Journal for Architecture, cilt:30, sayı:81, ss.33-55.

[9] Stanek, Lukasz, Kaminer, Tahl, 2007, “Trans-disciplinarity: The Singularities and Multiplicities of Architecture” [Trans-disiplinerlik: Mimarlığın Tekillikleri ve Çoğullukları], Footprint, Delft School of Design Journal, ss.1-6.

[10] Fransız düşünür Henri Lefebvre de aynı dönemlerde Tafuri gibi mimarlığın diğer disiplinlerden ayrışmasının burjuva kültürünü beslediğini ifade etmişti. Fakat Tafuri’den farklı olarak Lefebvre, bu çelişkileri mimarlığın işlevselcilikle kurduğu ilişki ve gündelik hayat üzerinden irdelemişti. Tafuri’den farklı olarak Lefebvre, mekân üretiminde tepeden inme yaklaşımlara karşı durmanın mümkün olabileceği üzerinde duruyordu. Daha fazla bilgi için Lefebvre’in Gündelik Hayatın Eleştirisi ve henüz Türkçe’ye çevrilmemiş olan Toward an Architecture of Enjoyment [Keyifli Bir Mimarlığa Doğru] kitaplarına, veya Lukasz Stanek’in Henri Lefebvre on Space: Architecture, Urban Research, and the Production of Theory [Mekan üzerine Henri Lefebvre: Mimarlık, Kentsel Araştırma ve Teorinin Üretimi] kitabına bakılabilir.

[11] Tafuri, 1987; Aureli, Pier Vittorio, 2008, The Project of Autonomy: Politics and Architecture Within and Against Capitalism, cilt:4, Princeton Architectural Press.

[12] Tafuri, Manfredo, 1976, Architecture and Utopia: Design and Capitalist Development, (çev.) Luigia La Penta, B., the MIT Press, Cambridge / Londra.

[13] Deneysel (experimental) kelimesini Tafuri sanatın veya mimarlığın kendi eş-gerçekliğine (co-reality) paralel, bir tür niteliği olarak kullanıyor. Tafuri’ye göre bu niteliklerden ödün verilmesi görsel iletişimin üretim ilişkileriyle buluştuğu zaman daha da belirgin oluyor.

[14] Tafuri, 1976.

[15] Baird, George, 2004, “‘Criticality’and its Discontents” [Eleştirellik ve Hoşnutsuzlukları], Harvard Design Magazine, sayı:21, ss.16-21.

[16] Leach, Neil, 1997, “Jacques Derrida”, Rethinking Architecture: A Reader In Cultural Theory [Mimarlığı Yeniden Düşünmek: Kültürel Teori Seçkisi], (ed.) Leach, Neil, Routledge, London / New York, ss.300-301.

[17] Somol, Robert, & Whiting, Sarah, 2002, “Notes around the Doppler Effect and other Moods of Modernism” [Doppler Efekti ve Modernizmin Diğer Halleri Üzerine Notlar], Perspecta, 33, ss.72-77.

[18] Martin, Reinhold, 2010, Utopia’s Ghost: Architecture and Postmodernism, Again [Ütopyanın Hayaleti: Mimarlık ve Postmodernizm, Yeniden], University of Minnesota Press, Minneapolis / Londra.

[19] Martin, Reinhold, 2009, “Money and Meaning: The Case of John Portman” [Para ve Anlam: John Portman Örneği], Hunch, sayı:12,  Berlage Institute Report on Architecture, Urbanism and Landscape, NAi Publishers, Amsterdam, ss.36-51.

[20] Piotrowski, Andrzej, 2008, “The Spectacle of Architectural Discourses” [Mimarlık Söylemlerinin Gösterisi], Architectural Theory Review, cilt:13, sayı:2, ss.130-144.

[21] Hartoonian, Gevork, 2012, Architecture and Spectacle: A Critique, Ashgate Publishing, Farnham.

[22] Bu yeni eleştirel arayışa dair ipuçları elde etmek için Avrupa menşeli OASE veya Footprint gibi süreli yayınlara bakılabilir. Bu yayınlar Anglosakson mimarlık ortamının dışında durarak, mimarlıkta teori ve pratik ilişkisi üzerinde duruyorlar, bkz: Resim 4

Bu icerik 4309 defa görüntülenmiştir.