KENTLEŞME
Yıkarak Kentleşme: Yıkma Odaklı Kentsel Müdahaleler Üzerine Yeniden Düşünmek
Melek Pınar Uz Baki, Öğr. Gör., Başkent Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Burcu Ateş, Arş. Gör., Başkent Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Kentleşme olgusunu tartışmaya açan farklı metinlerde odaklanılan “yapma” edimi yerine kentsel gelişim ve dönüşüme dair müdahalelerde iktidar tarafından bir disipline edici araç olarak kullanılan “yıkma” edimine odaklanan yazarlar, “yıkarak kentleşme” kavramını ortaya atarak yeni bir kavramsallaştırma olanağı sunmaya çalışıyor.
Kentleşme olgusunun ortaya çıkışından bu yana kentsel yenileme, dönüşüm ve canlandırma kavramları altında yapılan yıkımlar, yapma ve yıkma eylemlerinin birbirlerine nasıl koşullandırıldığını göstermektedir: potansiyel rant bölgelerindeki mevcut yapıları yıkma faaliyetleri, belirli bir tarihsel dönemin izlerini ya da sembolik mimari atıfları silme üzerine kurulu mimari inşa pratikleri, savaş ve bölgesel çatışmalar sonucunda bölgedeki kentlerin yok edilmesi ve sonrasında gelen öneri projeler. (Resim 1) Bir başka değeri yıkmak koşuluyla yapmanın bütüncül bir kentleşme pratiğinden farkı, iktidar ve onun oluşturduğu ilişkiler kümesinin bilinçli yok etme niyeti ile açıklanabilir. Burada bahsi geçen ilişkiler kümesini Michel Foucault'nun biyoiktidar çözümlemesi üzerinden ele almak kentsel yıkımlara ve bu yazıda “yıkarak kentleşme” olarak adlandırılan kentleşme biçimine dair alternatif bir okuma geliştirmek adına önemlidir. İktidar normlarıyla belirlenen inşalara dayanan böylesi bir mimarlık üretimi içerisinde yıkarak kentleşme olgusunun bir “disiplin aracı” haline geldiğini ileri sürmek yanlış olmaz. Kentlerin geçirmekte olduğu dönüşüm, “yıkma” eylemi aracılığıyla norm dışı unsurların ayıklanma süreci olarak değerlendirilebilir.
Özellikle son yıllarda yoğun bir biçimde tanık olunan, yapı ve kent üretiminde yapma pratiğinin koşulu haline gelen yıkma eyleminin, kentleşme süreçlerinin kontrol edilmesinde iktidar mekanizması için bir strateji olduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda, yıkım müdahalelerini daha iyi çözümleyebilmek adına kentleşme olgusunun yeniden kavramsallaştırılması önemlidir. Kentleşme sorunsalını, mimarlık ve planlama akademiyasında sıklıkla tartışıldığı üzere, çarpık, bağlam-dışı ve niteliksiz bir yapma eylemi olarak tanımlamak yerine biyoiktidar ilişkilerini içeren bir kavramsallaştırma aracılığıyla yıkma eylemi odağıyla yeniden tanımlamak mümkün olabilir. Böylelikle müdahalelerin ardındaki iktidar odaklarını geleneksel bir iktidar biçimi yerine biyoiktidar olarak yorumlamak, kente ve kentleşmeye dair yeni sorgulamaları gündeme getirebilir.
YAPMA-EDİMLİ KENTLEŞME AÇILIMLARI
Kentleşme olgusu ile ilgili yapılacak bir araştırmada karşılaşılacak ilk çalışmalardan birisi şüphesiz “dünya insan popülasyonun yarısından fazlasının kentlerde yaşadığı” bilgisini sunan ve yaşadığımız “kentsel çağ” içerisinde kentleşme sorunsalını bir operasyon alanı olarak ele alan Birleşmiş Milletler raporları olacaktır.[1] Kentleşmeyi artan “kentli” nüfus ile ilişkilendiren bu raporlar kentleşmeye sebep olarak kırdan kente göçleri ele alır ve göçlerin kentsel “yapılaşmaya” yönelik kurduğu baskıyı ön plana çıkarır. Bu raporlardaki tanımlara göre kentleşme sürecinde hakim olan “yapma” edimidir; hızlı kentleşme, çarpık kentleşme, küresel kentleşme, gezegensel kentleşme gibi kentlerde artan nüfusa ve yapılaşmaya işaret eden alt kavramlar da bu edime benzer bir biçimde türemiştir.
Mimarlık, planlama, coğrafya, sosyoloji ve siyasal bilimler gibi alanlarda kentleşme olgusuna odaklanan birçok çalışma da kavramı “yapma” edimi üzerinden çözümleyen bir yazın sunar.[2] Kentlerin oluşumuna ve gelişimine dair atıflarda bulunan bu geniş seçki kentlerin merkez-çeper çatışması nezdinde büyümesini ve böylelikle farklı mekânsal ve sosyo-ekonomik karakterlere sahip kentsel alanların oluşumunu konu edinir. Türkiye’deki kentleşme pratiğini odağına alan yazınlara bakıldığında da durumun farklı olmadığı görülmektedir.[3] Sosyal, ekonomik, politik ve kültürel boyutları ile birlikte kentleşme kavramı genel bir ifade ile “sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplumsal yapısında artan oranda örgütleşme, iş bölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikim olayıdır”[4].
Türkiye’de kentleşme dinamiklerini inceleyen yazınlar değişen ekonomi politik süreçlerden hareketle kentleşme olgusunu farklı kavramsallaştırmalar aracılığıyla çözümlemeye çalışmıştır. Örneğin, Türkiye’de Kentleşme Yazıları’nda İlhan Tekeli Türkiye’de kentleşme süreçleri kavrayışını beş aşamada tarifler.[5] Kentli olmayanların kentli yaşantısına yabancı davranışlarına bir sorun olarak bakılan ve dolayısıyla, kentleşme olgusunu doğuran toplumsal sebeplerin göz ardı edilmesine sebep olan ilk aşama, göçlerle artan kentleşmenin engellenebilir bir yer değiştirme olarak tanımlanır. Öngörülemeyen kentleşmenin kesintisiz sürüşüne karşılık onu denetim altına alacak ve bir nevi kır-kent dikotomisini kuvvetlendirecek ikinci aşama, “kır itiyor, kent çekiyor” gibi mekanik analojileri ve söylemleri kapsar. Tekeli’ye göre üçüncü aşama kentleşmeye kente gelenlerin kültürel dönüşümü üzerinden bakan kentsoylu retoriği üretmiş ve kente gelen kesimin sorununu “kentteki köylülüğe” indirgemiştir. Bu ikili yapılanmanın kültürel bir sorun olmaktan çok yapısal bir sorun olduğunun kavranmaya başlandığı dördüncü aşama kentleşmeyi piyasa mekanizması içinde kalkınma deneyi geçiren bir ülkenin kaçınılmaz sonu olarak ele alırken, Türkiye’de o dönemde yeni yaygınlaşmaya başlayan görüşler eşiğinde beşinci aşama ise kentleşmeyi az gelişmiş kapitalizmin temel süreçleri içerisine oturtmaya çalışır.
Tarık Şengül de, yalnızca zaman boyutunu ele alan ve mekânı göz ardı eden bir dönemleme girişiminden kaçınmış ve kentleşmeyi her bir dönemin bir sonrakinin bağlamını oluşturduğu kentsel ve kent-üstü ilişkilerin katmanlaşması olarak ele almıştır.[6] Bu katmanlaşma içerisinde Şengül Cumhuriyet sonrası kentleşmeye odaklanarak süreci üç dönemde açıklar.[7] Birinci dönemi, 1923-50 aralığına tekabül eden ve yeni modern devletin kentsel gelişimini ifade eden bir süreç olarak nitelendirir. Bu dönem bir önceki katmanın bağlamını oluşturan Osmanlı dönemi kentsel yapılanmasından ciddi kopuşları, ulus-devletin kentleşmesini sağlayan yapılaşmaları içerir. Emek gücünün kentleşmesi olarak tanımlanan ikinci dönem ise 1950-80 aralığını kapsar ve özellikle II. Dünya Savaşı sonrası kırsal alanlardan kentlere göç eden nüfusu odağına alır. Bu dönem bir önceki dönemin ithal ikameci sanayileşme stratejileri sebebiyle kentsel alanların gelişimine dair yatırımların düşük olduğu ve kırsal nüfusun kurduğu gecekonduların giderek arttığı bir katman olarak ele alınır. Üçüncü dönem, sermayenin kentleşmesi ise 1980 sonrasına tarihlenir ve bir önceki “sanayileşme” odağının yerini “kalkınma” odağının aldığı bir dönemi tarifler. Bu dönem altyapı, ulaşım ve konut gibi yatırımların arttığı ve böylece sermayenin kentlerde daha önce sızmadığı alanlara nüfuz ederek hakim hale geldiği bir sürece denk gelir.
Türkiye’de kentleşme olgusunun kavrayışına ve yeniden kavramsallaştırılmasına yönelik 1923-80 aralığını odağına alan eleştiriler ve bu kavrayışa dair geliştirilen öneriler kapsayıcı bir literatür sunmaktadır. Bunun yanında, özellikle 1980 ve sonrasını kendi içerisinde tekil olarak ele alan çalışmalar da mevcuttur. Bu çalışmalar arasında Doğan Kuban 1980’li yılların, fiziksel çevre yapılaşmasının kent ve mimarlık sorunu olarak ele alınarak Tekeli’nin getirdiği eleştirinin aksine, “kırsalın kentleşmesi” olgusuyla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini savunmuştur. Kuban bu dönemi yerleşmiş kentli gereksinimlerinin yerini kentlileşmeye çabalayan kırsal nüfusun mekânsal ihtiyaçlarına bıraktığı bir dönem olarak tanımlar. Kent ile kır arasındaki ayrımın farkına varmayan aktörlerin varlığı sebebiyle iyi niyetli dahi olsa imar faaliyeti üzerinden gerçekleştirilen her yapma faaliyetinin plansız bir yıkım ile başladığını vurgular.[8] Mine Kazmaoğlu ve Uğur Tanyeli ise 1980 dönemini “toplumsal değişimler” süreci, mimarlığı da bu değişime paralel olarak üretilen ve tüketilen bir uğraş olarak ele alır.[9] Disipliner doğası gereği mimarlığa ilişkin genel değerlendirmelerin yalnızca “mimari üretime” odaklanılarak yapılmasını eleştirirken mimarlığın tümel kavrayışı için hem üretim hem de tüketim alanlarının incelenmesinin zorunlu olduğunu vurgulamaktadırlar.
Doğan Hasol’a göre 1990’lı yılların dikkat çekici özelliği “kent toprağının değerinin spekülatif yoldan aşırı artması”dır. Bu değer artışı ile birlikte günümüzde de etkilerinin “yıkıcı” bir şekilde devam ettiği rant odaklı bina yapma faaliyetlerinin önü açılmıştır. Buna bağlı olarak başta İstanbul, Ankara gibi birçok büyük şehirde yoğun yapılaşma görülmüş, farklı sebepler nezdinde bu metropoller haricindeki bölgelerde de kentleşmenin arttığı gözlemlenmiştir. Neoliberal ekonomi politikalarının ve küreselleşmenin en baskın şekilde hissedildiği bu dönemde, güvenlikli konut siteleri ve alışveriş merkezleri özellikle metropol kentlerde modern kent yaşamının simge mekânları haline gelmiştir.[10] Ülkenin güney ve batı bölgelerinde turizm odağının gelişmesiyle artan bir kentleşme biçimi görülürken, doğu ve güneydoğu bölgelerinde ise düşük yoğunluklu savaş hali çevre kentlerin göç almasına neden olmuştur.
Yukarıda değinilen ve benzeri çalışmalara bakıldığında Türkiye’de kentleşme sürecinin kavranmasına dair, farklı yaklaşımlar ve eleştiriler geliştirilmiş olsa da kentleşme olgusunu yapma edimi ile ilişkilendiren bir yazın biçiminin baskın olduğu görülmektedir. Burada bahsedilen yapma edimi, kentleşme olgusunun kavranması için süregelen “tipik” yazın biçimlerine bir temel oluşturmaktadır. Bu çalışmada dikkat çekmek istenilen odak ise, kentleşme olgusunu yıkma edimi üzerinden yeniden okumak üzerine kurulu “atipik” bir bakış açısı ortaya koyarak Türkiye’de kentleşme olgusuna dair bir kuramsal mikro-altlık[11] oluşturmak ve olgunun farklı biçimlerde algılanmasına yönelik yeni bir kavramsallaştırma[12] sunmaktır. Çalışmanın ardındaki temel itici güç ise Türkiye kentlerinde / bölgelerinde farklı biçimlerde süregelen yıkım faaliyetlerinin özellikle 21. yüzyıl itibariyle bir iktidar denetim / disiplin aracı olarak kullanılması ve kentlerin / bölgelerin “yıkarak yapmaktan” öteye giden bir yıkım operasyonuna maruz kalması olarak tariflenebilir.
YIKARAK KENTLEŞME
“Yıkarak kentleşme” kavramının Türkiye kentleşme sürecindeki yeri, değişen ekonomi politik bağlamlara göre farklılık gösterse de, ulus-devletin oluşumunda etkili olan modernizm paradigmaları ile “yıkma” edimi kentlerin gelişiminde bir araç olarak kullanılmıştır. (Resim 2) Günümüze değin değişen paradigmalar aracılığıyla özellikle 2000’li yıllarda yoğun bir biçimde artan yıkım operasyonları yalnızca mekânsal bir müdahale aracı olarak kalmayıp toplumsal olanı da etkilemiştir. Bahsedilen müdahale biçiminin mekân-politik kodlarını deşifre edebilmek ve yıkarak kentleşme olgusunu kavramsallaştırabilmek için “yıkım” sebeplerini, süreç içerisindeki aktörleri ve ilişkileri tariflemek gereklidir.
Kentleşmeyi yıkma eylemi üzerinden yeniden kavramsallaştırmak, bu edimi tetikleyen iktidarı ve odaklarını gündeme getirmeyi zorunlu kılmaktadır. İktidarı, Foucault’nun modern iktidarı çözümlediği biyopolitika kavramına atıfta bulunarak ele almak Türkiye’de 21. yüzyıl kentleşmesi üzerine farklı kavramsal sorgulamalara işaret edebilir. İktidarın “nasıl”ı hakkında sorular sormak, kavramı anlayabilmek adına önemlidir: “İktidar nasıl işler?” ve/veya “İktidarın işleyişini nasıl analiz etmek gerekir?”[13]
Foucault’nun iktidar paradigması merkezcil, tekil bir iktidarı öne sürmez; ona göre iktidar bir “ilişkisellik” kümesidir.[14] Bu sebeple, çoklu iktidar kümelerinden ve hatta iktidar öznelerinden bahsetmek mümkündür. Böylece ilişkiler üzerinden tanımlanan modern iktidar, 17. yüzyılın sonuna kadar özellikle Batı toplumlarında hüküm sürmüş hukuksal-söylemsel odaklı geleneksel iktidar modelinin neredeyse anti-tezi olarak ortaya çıkmıştır.[15] Bu modern iktidar modeli, salt sınırlayıcı olan ve bireylerin yaşam hakkı üzerinde söz sahibi olmasıyla tanımlanan “negatif” iktidar anlayışının aksine üretken, yaşamı desteklediği düşünülen ve yaşamın sağladığı güçleri sınırlandırmaya değil, artırmaya çalışan “pozitif” bir iktidar modeli olarak karşımıza çıkar.[16]
Hukuksal-söylemsel iktidarın sınırları tanımlı, keskin ve yaptırımcı aygıtlarının yerini biyoiktidar ile birlikte normlara dayalı aygıtlar almıştır. Biyoiktidarın öne çıkan en önemli özelliklerinden biri “hakikat yaratma gücüdür”.[17] İktidar ürettiği hakikat söylemleri üzerinden bireylerin yaşamlarını kuşatarak belirli ilişkilerin düzenlenmesine işlerlik kazandıracak normlar üretir. Oluşturulan kurallar bütünü ile, norm kavramı zorla uygulanan, baskıyla bireylerin hayatına yön veren bir olgu olmanın ötesinde bir gerçeklik durumu olarak algılatılır. Biyoiktidar, bireylere neyin norm neyin norm dışı olduğunu doğrudan dile getirmez. Bunun yerine, toplumsal mutluluk, refah ve zenginlik sağlama öngörüsü ile devlet aklına uygun öznellikler yaratır ve bireyleri seçimlerinde özgür bırakır. Oysa norm dışına çıkanlar anomalilikle, delilikle ya da suça eğilimlilikle tanımlanıp, ötekileştirildiğinde tam anlamıyla özgür kalamazlar.[18] Böylelikle, oluşturulan normlar üzerinden “şeyleri” tanımlar, sınıflandırır, denetler, dönüştürür, kullanır ve bazen de yok eder.
Kentleşme olgusuna iktidarın hakikat söylemlerinin bir tahayyülü olarak bakmak kentte yapılan ve yıkılan “şeylerin” maruz kaldığı normlar kümesiyle yüzleşmemizi sağlar. Bireyler gibi kentsel alanlar ve yapılar da norm içi ve norm dışı olmak üzere ayrıştırılır. Norm dışında kalan her şeyde olduğu gibi kentte ve mekânda da normal olmayanlar yıkıma maruz kalır ya da dönüştürülür. (Resim 3) Kent üzerinden yeni güç ilişkileri tariflemek ve kentsel gelişim vaadiyle bu ilişkileri arzu edilen mekânsal odaklara dönüştürebilmek adına üretilen normlar, yıkarak kentleşme olgusunun ardındaki sebepleri de açıkça ortaya koyar. Bunlara iktisadi açıdan bakıldığında, modernizm paradigmalarının yönlendirdiği liberal iktisadi yaklaşımdan günümüz neoliberal iktisadi anlayışına uzanan bir ekonomi politik süreç ile karşılaşmak mümkündür. Bu süreçlerin toplumsal düzeyde de gerek mekânsal gerek sosyal karşılıkları olmakta ve böylece biyoiktidarın oluşturduğu ilişkiler kümesi içerisinde norm içi ve dışı olarak tanımlanan şeyler, bireyler, sınıflar, topluluklar ve mekânlar tanımlanmaktadır.
Biyoiktidarın kentsel ve dolayısıyla toplumsal bir denetim / disiplin aracı olarak yürüttüğü yıkım faaliyetleri mekânın ve kentin diyalektiğini bize bir kez daha hatırlatır.[19] Kendisi karmaşık bir ilişkiler bütününün tezahürü olan ve böylece yalnızca fiziki ölçütlerle kavrayamayacağımız mekân,[20] iktidar tarafından ideolojik yıkım faaliyetlerinin aracı haline getirilir. Yıkarak kentleşme olgusu kapsamında ele aldığımızda, mekân, yeni bir mekânın yaratımı ya da yalnızca bilinçli bir boşluk[21] tanımı için yıkılabilen ve böylece yalnızca fiziksel yanıyla kavranabilen bir olgu haline gelmiş olur: Anormal olan eskinin yerine normlara uygun yeninin inşa edildiği ya da eskinin “anomalilerinden” arındığında kalan boşluğun teşhir edildiği kentsel mekânlar. Yıkarak kentleşme ile süregelen tüm yıkımlarla birlikte karşılaşılan yeni “yapımlar” ya da “boşluklar” kentsel gündelik hayata akseder ve böylelikle yıkımlarla karşılaşmak neredeyse “normal” bir gündelik pratik haline gelir.[22] (Resim 4)
Yapma ve yıkma; mekân ve boşluk; normal ve anormal ikilikleri[23] üzerine kurulu yıkarak kentleşme olgusunun Türkiye kentleşmesi bağlamındaki izlerini sürebilmek için, katı bir dönemleme yöntemine gitmekten kaçınarak, farklı tarihsel ve coğrafi odaklar aracılığıyla yıkım faaliyetlerini ortaya koymak gereklidir. Tarihsel dönemler içerisinde hakim olan farklı ekonomi politik paradigmalara rağmen kentleşmede yıkım edimi değişen ölçeklerde etkin olsa da var olmuştur: Kenti daha “modern” bir kent haline getirme savıyla birçok kentte tarihî ve doğal dokunun tahrip edilmesi ile yapılan yollar, caddeler, ölçeksiz meydanlar; yaşamı daha “iyi” bir yaşama dönüştürme iddiasıyla yürütülen ve “plansız, düzensiz, kontrolsüz” olarak tanımlanan yerleşimleri ortadan kaldıran kentsel dönüşüm projeleri; “kalkınma” motivasyonuyla inşa edilen, kültürel ve doğal miras alanlarının talanıyla sonuçlanan HES’ler ve diğer yapılaşmalar[24]; “tehdit” ve “terör” unsurlarını ortadan kaldırma söylemiyle yaşamların, tarihî ve kültürel alanların yok edildiği savaş ortamları. (Resim 5)
Yıkarak kentleşmeyi barındıran tüm bu örneklemeler ve daha fazlası bize yıkma ediminin ardındaki belki örtük belki de apaçık sebeplere, aktörlere ve yapılaşmalara dair ipuçları verirken biyoiktidarın çoklu ilişkisel kümelerini de hatırlatmaktadır. Bu çoklu ilişkileri deşifre etmek, yıkımları yüzeysel kavramsallaştırmalardan öte farklı bağlamlar üzerinden yeniden okumaya teşvik etmesi açısından önem taşımaktadır.
“İktidarın görünür, görünmez tüm aygıtlarını kullanarak, akıl-yürütme biçimlerini, hakikat algılarıyla gündelik hayatımızın kılcal damarlarına dahi dikte eden / biçimlendiren siyasî iktidarı, onların yapıları ve ajanları / aktörlerini tahlil etmeden, planlamanın ve / veya tasarımın kıymeti kendinden menkul ‘epistemik’ kodlarıyla, Suriçi’ne, Silopi’ye, Cizre’ye, Nusaybin’e, Şırnak’a (ya da İstanbul Balat’a, Taksim’e, Tarlabaşı’na, Ankara AOÇ’ye, Devlet Mahallesi’ne, Tuzluçayır’a, Altındağ Önder Mahallesi’ne ya da İzmir Ege Mahallesi’ne) dair haklı sözümüzü nasıl söyleyeceğiz?”[25]
SONUÇ YERİNE
Son dönemlerde sıkça deneyimlediğimiz ve artık neredeyse normalleştirilen kentsel dönüşüm uygulamaları ve yıkımların ardından gelişen yapma biçimlerini sorgulamak ve bunların ardındaki karmaşık ilişkiler kümesini tekrar tekrar ve farklı perspektiflerle gündeme getirmek, gerek kentleşmenin kavramsallaşmasına gerekse de mimarlığın ve planlamanın bu ilişkiler kümesindeki pozisyonuna dair eleştirel bir söz ortaya koyabilmek adına önemlidir. Bu noktada, yazının başında bahsedilen, Foucault’nun iktidarın “nasıl”ı hakkında sorduğu sorularına bir tanesini daha eklemek gerekir: “Bireyler başkaları üzerinde iktidar uyguladıklarında ne olur?”[26] Bu soruya verilecek olası cevap(lar) ya da onu takip edecek diğer sorular biyoiktidarın çoklu ilişkiler kümesinin doğurduğu karmaşık eylemler kümesinin de sorgulanması gerektiğini işaret eder.
“İktidar, mümkün eylemler üzerinde işleyen bir eylemler kümesidir: eyleyen öznelerin davranışlarının kaydolduğu imkan alanı üzerinde yer alır: kışkırtır, teşvik eder, baştan çıkarır, kolaylaştırır veya zorlaştırır, genişletir ya da sınırlar, aşağı yukarı muhtemel hale getirir; uç noktada kısıtlar ya da mutlak olarak engeller; ancak eylemde bulundukları ya da bulunabilecekleri ölçüde eyleyen özne ya da özneler üzerinde eylemde bulunma biçimidir. Başka eylemler üzerindeki bir eylem kümesi.”[27]
Buradan hareketle vurgulanması gereken, iktidarın tek ve sabit doğrultuda ilerleyen bir yöntem ile eylemediğidir. Böylelikle başka bir soru da gündeme gelebilir: Merkezcil ve tekil bir iktidar biçimi sunmayan biyoiktidarın yaşamın her alanında yarattığı ilişki kümelerinin yıkıcı operasyonlarını, Ulus Baker’in de vurguladığı gibi, gündelik hayatın tam da içinden açığa çıkabilecek mikro-pratiklerle tersine çevirmek mümkün olabilir mi?
“Çağımızda her şey, özellikle siyasal eylem’in aldığı biçimler, bizi kurumların değil hareketlerin, kimliklerin değil saptamaların, makro olguların değil mikro olguların önem kazandığı bir düşünce çerçevesi oluşturmaya zorlamakta.”[28]
Baker’in vurgusundan hareketle, özellikle son yıllarda ortaya çıkan mikro şehircilik ve mekân üretimi pratiklerinin yeni bir kentleşme biçimini sergilediğini belirtmek gerekir. Daha katılımcı ve özgürleştirici bir şehircilik sunan, insan, toplum ve çevre odaklı bu pratikler gerek mekân gerekse de kent olgularının kavranmasında tekil bir yaklaşımın işlemeyeceğini bir kez daha hatırlatır: Yazının tamamını ele geçiren, iktidar odaklı ilişkiler aracılığıyla ortaya çıkan kentleşme biçimlerinin ötesinde gündelik hayatta beliren iktidar odaklarını ters yüz eden bir karşı-iktidar kentleşme pratiğinin birçok coğrafyada sürdüğünü anımsamakta fayda var.[29]
KAYNAKLAR
Altıntaş, Safiye, 2014, “1980'li ve 1990'lı Yılların Mekânsal Panoramasından İstanbul: Kentsel Mekânda ‘Ayrı’calık ve ‘Güven’lik”, Birikim. www.birikimdergisi.com/guncel/1123/1980-li-ve-1990-li-yillarin-mekansal-panoramasindan-istanbul-kentsel-mekanda-ayricalik-ve-guven [Erişim: 29.07.2019]
Baker, Ulus, 2012, Dolaylı Eylem, Birikim Yayınevi, İstanbul.
Brenner, Neil, 2013, “Theses on Urbanization”, Public Culture, cilt:25, sayı:1.
Eraydın, Ayda, 1994, “Mekân Organizasyonuna İlişkin Değişen Paradigmalar”, Toplum ve Bilim, sayı: 64-65.
Foucault, Michel, 2000, Özne ve İktidar, (çev.) Işık Ergüden, Osman Akınhay, Ferda Keskin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Foucault, Michel, 2008, Birth of Biopolitics, Palgrave Macmillan, New York.
Harvey, David, 2007, “Neoliberalism as Creative Destruction”, The ANNALS of the American Academy of Political and Social Science, cilt:610, sayı:1.
Hoyt, Homer, 1962, World Urbanization: Expanding Population in a Shrinking World, The Urban Land Institute, Washington.
İmamoğlu, Bilge, 2006, “Ankara’da İyi Şeyler Olmuyor: Tehlike Altındaki Cumhuriyet Dönemi Yapıları”, Mimarlık, sayı: 331.
Schumpeter, Joseph Alois, 1942, Capitalism, Socialism and Democracy, Routledge, London, New York.
Kazmaoğlu, Mine; Tanyeli, Uğur, 1986, “1980’li Yılların Türk Mimarlık Dünyasına Bir Bakış”, Mimarlık, sayı:221.
Keleş, Ruşen, 1995, “Kentleşme ve Türkçe”, Dilbilim Araştırmaları Dergisi, sayı:6.
Keleş, Ruşen, 1996, Kentleşme Politikası, İmge Kitabevi, Ankara.
Kingsley, Davis, 1955, “The Origin and Growth of Urbanization in the World”, American Journal of Sociology, cilt:60, sayı:5.
Kuban, Doğan, 1986, “1980’lerde Türkiye’de Mimarlık: Genel Bir Değerlendirme”, Mimarlık, sayı:221.
Lefebvre, Henri, 1991, The Production of Space, Blackwell, Oxford, Cambridge.
Mumford, Lewis, 1956, The Natural History of Urbanization, http://habitat.aq.upm.es/boletin/n21/almum.en.html [Erişim: 01.07.2019]
Özkazanç, Alev, 2005, “Türkiye’nin Neoliberal Dönüşümü ve Liberal Düşünce.” içinde Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 7: Liberalizm, İletişim Yayınları, İstanbul.
Özkuş, Bora Yasin; Gürel Unur, Nihan, 2017, “Boşluk ve Yıkım Üzerine: Kuşdili’nde Çayır, Sinema ve Diğer Fragmanlar”, Mimarlık, sayı:397.
Sargın, Güven, Arif, 2008, “Yakın Dönem Kentleşme Süreçlerine İlişkin Eleştirel Notlar”, Mülkiye Dergisi, 261.
Sargın, Güven, Arif, 2018, “İcraatın İçinden: Kapitalizmin Eril Rejiminden Devrimin Özgürleştirici Makinasına [ya da yıkarak inşa etmenin “alaturka” tecellisi üzerine notlar]”, Çatışma, Planlama ve Tasarım, (ed.) Olgu Çalışkan, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara.
Sargın, Güven Arif, 2019, “Forum: Kriz Koşullarında Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Demokrasi”, https://gasmekan.wordpress.com/2019/03/24/forum-kriz-kosullarinda-yerel-yonetimler-kentlesme-ve-demokrasi [Erişim: 01.07.2019]
Soja, Edward; Kanai, Miguel, 2006, “The urbanization of the World”, The Endless City: The Urban Age Project, (ed.) Ricky Burdett, Deyan Sudjic, Phaidon, Londra.
Şengül, Tarık, 2001, Kentsel Çelişki ve Siyaset, İmge Kitabevi, İstanbul.
Tanyeli, Uğur, 2016, Yıkarak Yapmak: Anarşist Bir Mimarlık Kuramı için Altlık, Metis Yayınları, İstanbul.
Tekeli, İlhan, 1982, Türkiye’de Kentleşme Yazıları, Turhan Kitabevi, Ankara.
UN- Habitat (United Nations Centre for Human Settlements), 1996, An Urbanizing World: Global Report on Human Settlements, Oxford University Press, Oxford.
Wallenstein, Sven- Olov, 2019, Biyopolitika ve Modern Mimarlığın Ortaya Çıkışı, Lemis Yayın, İstanbul.
[1] UN- Habitat (United Nations Centre for Human Settlements), 1996.
[2] Kingsley, 1955, ss.429-437. Mumford, 1956. Hoyt, 1962. Soja; Kanai, 2006, ss.54-68. Brenner, 2013, ss.84-114.
[3] Tekeli, 1982. Eraydın, 1994, ss.53-76. Keleş, 1995, ss.1-5. Şengül, 2001.
[5] Tekeli, 1982, ss.327-346.
[7] Şengül, 2001, ss.97-152.
[8] Kuban, 1986, ss.29-30.
[9] Kazmaoğlu; Tanyeli, 1986, ss.31-48.
[11] Tanyeli, 2016, s.11.
[12] Tekeli, 1982, ss.327-346.
[13] Foucault, 2004, ss.69-76.
[14] Foucault, 2004, ss.69-76.
[15] Keskin, Ferda, 2000, “İktidar, hakikat ve entelektüelin siyasi işlevi”, M. Foucault içinde Özne ve İktidar, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s.16.
[17] Foucault, 2000, ss.69- 76.
[18] Foucault, 2000, ss.69- 76.
[19] Joseph Alois Schumpeter’in 1942 yılında yayınlanan Capitalism, Socialism and Democracy kitabında bahsettiği ve kapitalizmin en esaslı gerçekliği olduğunu ifade ettiği “yaratıcı yıkım” (creative destruction) kavramını David Harvey neoliberalizm ve kentleşme ilişkisini açıklamakta kullanmış, üretim ve tüketim ilişkilerinin sürekli kılınabilmesi için gerekli olan yıkıp yeniden yapma eğilimlerini eleştirmiştir. Schumpeter, 1942. Harvey, 2007, ss.22-44.
[21] “Mekânın fiziksel boyutundan öte içinde barındırdığı olayların deneyiminin belirleyici olduğu düşünülürse kentsel boşlukların, bu açıdan ‘zamanı kayıt altına aldığı’, ‘kentin hikâyesini’ anlattığı söylenebilir.” Özkuş; Gürel Unur, 2017, ss.56-61.
[22] “Şu an içine düşürüldüğümüz ya da kendi irademizle yer aldığımız bu savaş ortamını sadece sınırlarımızın ötesinde değil, sınırlarımızın içinde, ülkenin tam da göbeğinde çok şiddetli bir şekilde yeniden üretiyoruz. Üstelik, makro ölçekten mikro ölçeğe kadar geniş bir yelpazede deneylediğimiz, ölçeklerarası geçirgen bir savaş durumu söz konusu... Özetle, sınırlarımızın dışına çıkmaya bile gerek kalmadan savaş ve yıkım her daim hayatımızın bir parçası konumunda.” Sargın, 2019.
[23] Tanyeli yapma ve yıkma ilişkisini bir ikilik olarak ele almak yerine tamamlayıcı unsurlar olarak öne sürer. Tanyeli, 2016, s.9.
[24] Bu metin yazıldığı sırada ODTÜ Kavaklık Direnişi ikinci ayını çoktan tamamlamıştı.
[25] Sargın, 2018, ss.2-19.
[26] Foucault, 2000, ss.69-76.
[27] Foucault, 2000, s.74.
[29] Özellikle son yıllarda tasarım-araştırma-uygulama kavramlarını bir araya getiren mimarlık, kentsel tasarım ve planlama ofisleri, dayanışmalar ve ağlar buna örnek verilebilir. Buna dair ayrıntılı bir seçki için; bkz. http://www.spatialagency.net
Bu icerik 4306 defa görüntülenmiştir.