MİMARLIK ELEŞTİRİSİ
Rasyonel ile Doğal Arasında: Gökçeada Lise Kampüsü
Deniz Aslan, Doç. Dr., İTÜ Mimarlık Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi
“Yakın çevresiyle uyumunu sağlayan parçalı yapısı ve boyutlarıyla alışılmış eğitim binası algısının dışına çıkan; parçalı çözüm mantığının bir uzantısı olarak açık, yarı açık ve kapalı (avlu-bahçe, atölye, toplantı vb) mekân parçalarını eğitimin yanı sıra, ada sakinlerinin kullanımına açarak kentsel komşuluğun değerini artıran tasarım anlayışı; insan ölçeğine yabancılaşmayan ve çoğunlukla var olan yapı lekelerinin içinde çözülerek alandaki yeşil dokuya zarar vermeyen kütle oluşumu; kampüs içi geçişleri sağlayan ve avluları çevreleyen insan ölçeğinde tasarlanmış kütlelerin geometrik ayrışmalarını bir arada tutan bütünsel ve geçirgen plan kurgusu; cam ve taş kaplamalı cepheler, ya da beyaz betonarme saçak ve çıkmalarla zenginleşen yeni modernist tavrın basit ve anlamlı dokunuşlarla sıradanlığı kıran mimari ifadesi nedeniyle” Gökçeada Lise Kampüsü, 2020 Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde “Yapı Dalı Ödülü”ne değer görüldü. Yazar projeyi, program kurgusundaki rasyonel kararlar ile malzeme seçimlerinin yönlendirdiği doğal ilişkilenmeler arasındaki gerilim üzerinden deneyimliyor.
Gökçeada Lise Kampüsü Mimari Proje Yarışması kişisel yorumumla “kumpanya” tipi bir yarışma olmasına rağmen PAB Mimari Tasarım’ın birincilik ödülü kanımca iyi yol almış ender yarışma projelerinden. Genellikle pek de verimliliği olmayan Türk usulü yarışmalara olan güvensizliğimi defalarca her ortamda dile getirdiğim için bu sorunsala parmak basmazsam olmaz diye düşünüyorum. Ancak özellikle eğitimle ilişkilendirebileceğim yarışmalar ya da düşünmeye davet içeren çalıştaylar her zaman ilgimi çekmiştir. Bu nedenle sevgili Alper Ünlü ve Ozan Özener’in bu yarışmaya birlikte girme teklifini hiç düşünmeden kabul etmiştim. Yine aynı nedenle Mimarlık dergisinden tam da bu proje için bir mimarlık eleştiri yazısı istenmesi beni çok heyecanlandırdı. Hele mimarları PAB olunca yazı benim için daha da heyecan verici olacaktı. Bu arada korkulmasın, kendi projemizden söz etmeyeceğim tabii ki. Çok benimsemiş olduğum bir işin üstüne, aynı işin bir başka müellif grup tarafından üstlenilmiş olmasını sapı samana karıştırmadan nasıl değerlendirebilirim diye düşündüm. Bu yazımda, 30 küsur sene İTÜ Mimarlık Fakültesi proje stüdyolarında edindiğim “kendimi stüdyoya getirmeme” deneyimime sarılarak objektif görüşlerimi dile getirmeye; fena halde bayağılaşmış olan mimarlık eleştiri ortamına dair, mimarlıkla ilgisi olmayan sözüm ona mimarlık trollerinin var olma pratiklerinden pek de haz etmeyen bilinçaltımdan sıyrılmaya çalışacağım. Bu arada İpek Yürekli’nin son senelerin en taze mimarlık yazılarından “Kassandra ve Hektor Kardeşlerden Troya Müzesi’ne”sini okumuş olmanın da rahatlığıyla kendime küçük notlar almaya başladım adaya dair.
Gökçeada / İmroz bir uç beylik gibi Kuzey Ege’nin son kalesi. Bir adadan çok bir yarımada etkisi veren gümrah doğası ve yerleşkeleriyle Gökçeada biraz hüzünlü, biraz acayip, biraz yalnız bir adadır hafızamda. Son vapuru kaçırma alışkanlığımdan olsa gerek, biraz çekinik bir his vardır içimde. Bir de sürgün yeri imgesi özellikle yatılı okul fikriyle garip bir sarmal oluşturuyor zihnimde. Bu nedenle bu sefer son vapuru yakaladım ve soluğu lise kampüsünde aldım. Hızla, içine girmeden, çevreyle kurduğu ilişkiyi kavramaya çalıştım. (Resim 1) Anadolu Lisesi, Meslek Lisesi, yurt, spor salonu, konferans salonu ve kütüphaneden oluşan yoğun programı ve kapladığı alandan dolayı ölçeğin kaçmış olma korkusu da aklımın bir kenarında duruyordu. Yine özellikle esas giriş cephesi, taş zemin çeperlerinin adaya tutunma kararlılığı ile birlikte yalın program, atipik arkitektonları taşıyan bu arayüzü deneyimlemek, anlamaya yönelik ilk eylemim oldu. Bu hızlı okuma bir gün batımına denk gelmişti ve taş duvarların güneşle birlikte canlanması beni çok heyecanlandırmıştı. Yarışma dokümanlarından hatırladıklarım, son proje çizimleri ve yerindeki nitelikleri karşılaştırdığımda; devlet ihalesiyle yapılan işte yaşanmış olabilecek idari ve yapım sorunlarını, bu konularda pek de hoş anıları olmayan bir mimar olarak, kısmen fark ettiğimi söyleyebilirim. Bununla birlikte devlet yapım ihalelerindeki performansın çok üstünde bir sonucu da görmezden gelemiyorum. Kalan incelememi ertesi sabaha bırakmak üzere adanın değişen yüzüne, abartılı karayolları istinat duvarlarını görmemeye çalışarak (Agridia) Tepeköy Rum Lisesi’ne karşı yeniden kendimi ada, kahve ve eğitim üzerine notlar almaya verdim.
Gün doğumunu takiben minik bir Tepeköy yürüyüşüyle başlayan günün hedefi tekrar lise kampüsüne ulaşmak olduğundan, planlar üzerinden aldığım notların ve kendime sorduğum soruların hızlıca üstünden geçerek hedefime ulaştım. Yanlış hatırlamıyorsam orta yaşlarında bir çınar yeni bir ufki hat oluşturan silüetin önünde evsahipliği yapmakla birlikte, sanki varlığıyla da bu tektonik hali benimsediğinin altını çiziyordu. (Resim 2) Bu taş cephe aslında eğitim ve yaşam arasında bir denge kurmaya çalışırken adaya uzanan eğitim bloklarının altında biraz eziliyormuş gibi duruyordu. Buna karşın belki gelecekteki olası sokağın da ipuçlarını veriyordu. “Nasıl olsa çevre yapılaşır” bakış açısı biraz da Türkiye’de yaşamanın bir tezahürü olmalı, insan bazen kanıksıyor bu durumu. Yine de çınarın gölgesi ve farklı boşluklardan oluşan bir kendindelik bana yeterli olurmuş hissi verdi. Diğer taraftan salt eğitim bloklarının dışla kurmak istediği hayata katılma hali de iyi duruyordu. (Resim 3) O kadar bağımsız ve programatikler ki sığışamıyor, fotoğrafta yer almak istiyorlar. Mimarlık zaten çelişkilerle dolu, anlamak da bir o kadar çetrefilli olduğundan, bu düşünsel egzersiz beni yaşantının içine çekti. Cephe boyu oluşturulan bu yerinde vurgu, tam da bu noktada, şehirle zamansız bir ilişki kurma üzerine. Gerek giriş gerek kafeterya gerekse bizi yan cepheden bir ara sokağa alan kütüphane, adalıyı bu kampüsü kullanmaya davet ediyor. (Resim 4) Bu manada etkileyici bir geçirgenlikten söz etmek olası. Hem kentsel bir mekân hem de okul yaşantısı birbirlerine dönüşüyorlar.
Kent jargonu kullanmak istersek meydan girişi, yan sokaklar ve doğa yoluna takılı yurt programlarının baktığı yerleşke, başka bir deyişle iç içe geçmiş iki farklı eğitim programı ile ferahlatan ve ortakçıl faaliyetlerle kültürlenmeye olanak tanıyacak avlulardan oluşan bir enerji alanı. (Resim 5) Anladığım kadarıyla iki ayrı lisenin buluşma hali farklı yönetim modellerinden dolayı pek gerçekleşememiş şu ana kadar. Ancak mimari kararlar bu mucizeye evsahipliği yapabilecek açıklıkta ve kurguda. Eğitim kollarında / bloklarında derslikler, atölyeler, koridorlar, boşluğun deneyimi, gün ışığı, doğal havadan yararlanma ve teraslardan yeniden avlu kurgusuyla buluşmak, mevsimsel farkındalığın öğrenci, öğretmenler ve tüm diğer paydaşlarca yaşanması, böylelikle bilişsel olanın yanında amorfolojik ve bioritme dair de yaşantıların varlığı, kanımca kampüs yaşantısını çok özel kılıyor. (Resim 6, 7)
Zemin programlarının özellikle dıştan taş duvar olarak okunurken avlu ya da sokaklara girerken şeffaf cephelerle karşılaşılmasının kodlama açısından bir sorun oluşturup oluşturmadığını bayağı düşündüm. Aklıma takılan iki soru daha oldu: İlki, net beyaz dilin, daha rasyonel olanın ya da net eğitsel yalınlığın -tarafsızlığın- ahşapla zedelenip zedelenmediğiydi. Siyah doğramaların iç içe çoğalan bir çerçeveleme etkisiyle bu iki meselenin bileşkesinde fazlasıyla hücresel bir görünümde, birbiri içinde var olan ve sonunda da doğada erimek isteyen niyetten ufak bir uzaklaşma eğilimi oluşturup oluşturmadığı ise ikinci sorum oldu. Şeytan detaylarda gizlidir, misali. İkincisinden başlarsak ahşap, zemin kotunda taşla kuvvetli bir tamamlayıcı, bir anlamda yerel olana da gönderme; ancak eğitimin nötr alanında fazla sıcak, biraz dekoratif olmuş. Hele koridorlardaki renklerin / renkliliğin kuvvetli ve brütal varlığı göz önüne alındığında, doğramaların da çerçeve etkisiyle, ahşabın tam olarak yerini bulmadığına kendimi ikna ettim. İlk sorumun yanıtı ise içte gittikçe hafifleyerek, yer yer açık seçik ortaya çıkmasının bu karşıtlıkla birlikte güçlü bir derinlik hissi verdiği yönünde oldu. Hatta bir sokaktan bakıldığında avluların, üstlerinden geçen eğitsel kollarla, tüm derinlikleriyle algılanmaya yakın bir hissi sürdürme başarısına hayran kaldığımı bile söylemem gerekiyor.
Fazla uzatmadan görüşümü yarışmalardaki jüri raporlarında olduğu gibi ifade edeyim: Zemin yaşantısının ada ve doğayla buluşma niyeti olarak sokaklar, meydanlar ve avlulardan oluşan iç kurgunun yarattığı derinlikler, yaşantı fırsatları, hem eğitsel bloklar hem de zemin geçişleri ile yaşanan tüm bu fırsatlarda mimari programın akıl ve etkileşimlerle geliştirilip kurgulanması ve anlamlandırılması son derece güçlü ve yetkin bulunurken; eğitsel kollarda yakalanan netliği, bir anlamda tarafsızlığın ve netliğin vurgusu olan dil içinde doğal ahşabın kullanımı, biraz kuşkuyla karşılanmıştır. Bütün derdimiz bu olsun…
Kampüsün entegre biçimde kentin sosyal donatı ve rekreasyon hizmetlerine de destek vermesi, özellikle mevcut ağaç dokusuna özenle yaklaşan arazinin tepe noktalarına kullanıcıyı ulaştırırken bu yolculuk sırasında amfi tiyatro ve yurtlarla ilişkinin kurulması, ağaçlıklı yol ile bu hedefin güçlendirilmesi kanımca çok yerinde kararlar. (Resim 8) Alanın gerektiğinde tümüyle bir kamusal kullanıma dönüşmesi, hatta adanın önemli günlerinde ortak hafıza içinde yeni bir sosyalleşme alanının elde edilmiş olması çok büyük bir kazanım olarak gözüküyor. Zemin kat programlarında yer alan sanat, müzik vb etkinlik mekânlarının da bu sosyal hayatin informel parçaları olabileceğini şimdiden görmek mümkün. Spor ve konferans salonları her ne kadar tamamlanmamış olsa da bunların gelecekte yine kamusal yaşantıya çok ciddi katkıda bulunacakları anlaşılıyor. Bu açık olma hali, eğitimin bir kavrayış olarak melezlenmesine bir nebze de olsa katkı sunabilir. Etkileşim üzerinden okunduğunda farklı statüdeki eğitim düzeylerinin gerek öğrenciler gerek öğretmenler gerekse çevrede yaşayanları informel fırsatlarla kuşatması tüm bu gözlemlerimi pekiştiriyor.
Yakın zamanda, alan içinde eksik olan ve yapımı diğer aşamaya ertelenen salon ve peyzaj unsurlarının da tamamlanmasıyla çok değerli bir eğitim programı tam anlamıyla hayata geçmiş olacak. Tüm süreçleriyle böylesine incelikli bir işin hayat bulmasını çok ama çok değerli bulduğumu belirtmek istiyorum.
Dönüş yolunda yine feribotu kaçırıyor ve adada kalıyorum. Aslında hoş bir Gökçeada deneyimini biraz da balıkçılarla sohbet, belki bir kalamar daveti almak, biraz da açık denizde olmanın tadını çıkarmaya ayırıyorum.
SON SÖZ
Çokça başvurulan “Vadedilen yenilikçi, şeffaf, alternatif bir eğitim ortamını yaşatmak sadece mimari ile mümkün mü?”, “Bu ne mene bir durumdur, nasıl kavranır?” sorguları zor mesele doğrusu. Tüm akılların hazır olması çok önemli, özellikle eğitim gibi temel bir meselede.
KÜNYE
Proje Adı: Gökçeada Lise Kampüsü
Proje Yeri: Gökçeada, Çanakkale
Proje Ofisi: PAB Mimarlık
Tasarım Ekibi: Pınar Gökbayrak, Ali Eray, Burçin Yıldırım
Proje Ekibi: Pınar Gökbayrak, Ali Eray, Burçin Yıldırım, Çağlar Yılmaz, Sinem Yardımcı, Ekin Aytaç, Arzu Meyvacı, Serkan Polat
İşveren: Çanakkale İl Özel İdaresi
Yapımcı: Taşlar Yapı
Statik: Tektaş Mühendislik
Mekanik: Körfez Eta Mühendislik
Elektrik: Apsis Proje
İç Mekân Tasarımı: PAB Mimarlık
Peyzaj: PAB Mimarlık
Fotoğraflar: Yerçekim
Proje Tarihi: 2014-2016
Yapım Tarihi: 2016-2019
Toplam İnşaat Alanı: 16.811 m2
* Görseller TMMOB Mimarlar Odası Ulusal Mimarlık Ödülleri arşivinden alınmıştır.
Yürekli, İpek, 2021, “Kassandra ve Hektor Kardeşlerden Troya Müzesi’ne”,
Mimarlık, sayı:422, ss.52-55.
Bu icerik 3036 defa görüntülenmiştir.