426
TEMMUZ-AĞUSTOS 2022
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK GÜNDEM

Gezi Direnişi ve Mimarlar Odası

Bülent Batuman, Doç. Dr., Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı Bölümü Başkanı

“Gezi, Türkiye’de siyasal İslam’ın inşa ettiği kentsel hegemonyanın ve bunun kurucusu olan kentleşme sürecinin baskıcı-yıkıcı karakterine karşı biriken toplumsal tepkinin patlamasıydı. Söz konusu kentsel hegemonyanın temeli, 90’lı yıllarda yerel yönetimler aracılığıyla kentsel tüketim kanalları üzerinden geliştirilen ağlardı. AKP’nin iktidara geldiği 2000’lerde ise yeniden yapılandırılan TOKİ’nin de dahliyle bu ağlara kentsel mekân üretimi de eklemlendi. Bu ekonomik çıkar ağları, İslami cemaat ilişkileriyle iç içe geçerek kayırmacı ve dışlayıcı bir yapıyı kalıcılaştırdı. Literatürde ahbap-çavuş kapitalizmi (crony capitalism) diye adlandırılan yozlaşma eğilimli yandaş ekonomisi böylece yerleşirken, topluma dayatılan İslamcılaştırma uygulamaları kadın haklarından eğitime birçok alanda modern demokratik yaşamı aşındırdı.” “Mimarlar Odası örgütlülüğü, sadece metropollerin ülke gündemine ulaşabilen konularını değil, yerelliklerin özgül sorunlarını da gündeminde tutuyor. Mimarlar Odası birikimi ve geleneğiyle tüm kentlerde sürdürülen bu mücadele, kentlilerin hak arama yoluyla kentsel demokrasinin inşasına katılımının da doğrudan bir bileşeni. Gezi Davası’nda sergilenen hukuksuzluk ve sonrasında gerçekleşen haksız tutuklamalar karşısında üç aydır sürdürülen Adalet Nöbetleri de bu mücadelenin bugünün koşullarında aldığı biçim olarak kuşku yok ki hukukun ve adaletin yeniden tesisinde önemli bir rol oynayacaktır.”

 

Modern Türkiye tarihinin kaydettiği en görkemli protesto hareketi olan Gezi Direnişi’nin tarihsel bir kırılma noktası teşkil ettiği açık. Öncülü olan, 20. yüzyıl toplumsal patlama anlarının hepsinden daha derin bir iz bıraktığını (ve bırakacağını) bugünden bile söylemek mümkün. Zira Gezi Direnişi, şimdiye kadarki toplumsal muhalefet eylemliliklerinin içinde görülmemiş bir genişliğe, farklı siyasal pozisyonları ve talepleri barındırmak yönünden sıra dışı bir heterojenliğe sahipti. Bugün iktidarın ısrarla bir komplo olarak kodlamaya çalıştığı Gezi, az sonra değineceğim gibi belli dinamiklerin ürünü olarak ortaya çıksa da “kendiliğinden” bir hareketti. Bu niteliğiyle de özgür, demokratik bir toplum arzu eden milyonlar için bir iyimserlik meşalesi oldu. Gezi Davası’nın hukuksuz bir kararla sonlandırılması yalnızca hukukun iktidar tarafından bir baskı aracına dönüşmesini gözler önüne sermekle kalmıyor, Gezi’nin temsil ettiği demokratik ve özgür bir toplum arzusunu da söndürmeyi amaçlıyor.

Gezi Direnişi, Türkiye’de demokrasi mücadelesinin köşe taşlarından biri oldu çoktan. Mimarlar Odası da toplumsal muhalefetin yükselişe geçtiği 1960’lardan başlayarak bu mücadelenin içinde yer aldı. Bu açıdan, Mimarlar Odası’nın Gezi Direnişi sırasında bu barışçıl ve demokratik eylemliliğin bir bileşeni olması şaşırtıcı değildi. Ancak Mimarlar Odası, 1960’ların toplumsal yükselişi öncesinden başlayarak, daha özgül bir alanda, kente ve yapılı çevrenin üretimine dair konularda kamu yararına muhalefet üretmeye (1950’lerin ikinci yarısında) başlamıştı bile. Bu açıdan, özgül bir mücadele alanı olarak kentsel siyaset Mimarlar Odası’nın toplum yararına inşa ettiği mücadelenin ayırıcı niteliğini oluşturur. İşte Gezi’nin ortaya çıkış dinamiklerine baktığımızda bu özgül karakterin, Mimarlar Odası’nı Gezi’nin dinamiklerine de bağladığını görürüz.

Gezi, Türkiye’de siyasal İslam’ın inşa ettiği kentsel hegemonyanın ve bunun kurucusu olan kentleşme sürecinin baskıcı-yıkıcı karakterine karşı biriken toplumsal tepkinin patlamasıydı. Söz konusu kentsel hegemonyanın temeli, 1990’lı yıllarda yerel yönetimler aracılığıyla kentsel tüketim kanalları üzerinden geliştirilen ağlardı. AKP’nin iktidara geldiği 2000’lerde ise yeniden yapılandırılan TOKİ’nin de dahliyle bu ağlara kentsel mekân üretimi de eklemlendi. Bu ekonomik çıkar ağları, İslami cemaat ilişkileriyle iç içe geçerek kayırmacı ve dışlayıcı bir yapıyı kalıcılaştırdı. Literatürde ahbap-çavuş kapitalizmi (crony capitalism) diye adlandırılan yozlaşma eğilimli yandaş ekonomisi böylece yerleşirken, topluma dayatılan İslamcılaştırma uygulamaları kadın haklarından eğitime birçok alanda modern demokratik yaşamı aşındırdı. Bir başka ifadeyle, yeni bir kentsel mekân üretim rejimi, mekânla birlikte yeni bir toplumsallık da inşa etmeye girişti.

Kentsel muhalefet, “kentsel dönüşüm” kavramıyla meşrulaştırılan bu yeni mekân üretim rejimi karşısında öncelikle barınma hakkı mücadelesi biçimini aldı. Bu mücadeleyi sürdüren kent sakinleri Mimarlar Odası’nı tarihsel bir müttefik olarak yanlarında buldular. Mimarlar Odası şubeleri yerel ölçeklerde hukuk mücadelesinin önemli taşıyıcılarında biri oldu. Gecekondu alanlarında başlayan kentsel dönüşüm, kent içi çöküntü alanlarının ardından kamusal mekânların da hedef haline geldiği mutenalaştırma operasyonlarıyla genişledi, yasal değişikliklerle kolaylaştırıldı. Kent mekânını ve barındırdığı yaşantıyı tarumar eden, hiçbir eleştiriyi dikkate almayan ve yayıldıkça devleşen bu makinenin doğurduğu haksızlıklar, hukuksuzluklar ve yerinden edilmeler, sonunda Gezi’de bir araya geldi ve tüm ülkede yankı buldu.

Bu açıdan bakıldığında, böylesi büyük bir toplumsal patlamanın kamusal mekânda, kamusal mekâna dair bir kıvılcımla ortaya çıkmış olması tesadüf değil. Yukarıda değindiğim gibi, gecekondu alanlarında başlayan dönüşüm furyası kent merkezlerinin yenilenmesi gerekçesiyle kamusal mekânlara sıçradığında, bu alanların sahipsiz olduğuna dair kibirli bir kabul söz konusuydu. Yalnızca meslek odalarının sürdürdüğü hukuk mücadelesi ve adaletin giderek denetim altına girdiği bir süreç düşünüldüğünde, Taksim Meydanı için öngörülen kapsamlı dönüşümün (yolların yeraltına alınması, Topçu Kışlası, AKM’nin yenilenmesi ve Taksim’e cami inşası) önünde hiçbir şeyin duramayacağı düşünülüyordu.

Ancak AKP’nin tetiklediği yeni kentleşme dalgası, kent mekânının sermaye birikimi uğruna talanına yaslandığında, yeni kentsel muhalefet dinamiklerini de üretip yan yana getirdi. Barınma hakkı mücadelesinin kamusal mekânların mutenalaştırılmasına karşı yürütülen mücadelelerle bir araya gelişi ve yeni kentsel muhalefet platformlarının çok sesli kanallar olarak ortaya çıkışı hep bu sürecin ürünleri olarak düşünülmeli: AKP kentleşmesinin istemsiz sonuçları olarak. Nitekim Taksim Meydanı’nın mutenalaştırılması girişimi, AKP tarafından çok ciddiye alınmasa da Taksim Dayanışması bünyesinde bir araya gelen sivil örgütler ve meslek kuruluşları tarafından eleştirilmekte ve buna karşı protestolar ve hukuk mücadelesi sürdürülmekteydi. Ancak Taksim Meydanı özelindeki bu mücadele, Gezi’ye sahip çıkma çabasının nüvesini oluşturmuşsa da tüm ülkeye yayılan protestoların ortaya çıkmasının bir başka dinamiği bulunmaktaydı:

“Kentsel dönüşümü kolaylaştırmak üzere çıkarılan kanunların yarattığı kurumsal çerçevede belediyelerin, mevcut kentsel gelişim planlarını ve vatandaş katılımını hiçe sayan projeleri ‘çok çeşitli ölçeklerdeydi’. Ulaşım planlarını göz ardı eden ve konut alanlarındaki yaşama zarar veren yollar, tüneller, köprüler; mevcut yönetmelikleri hiçe sayan inşaat izinleri; mahallelerdeki park ve bahçeler gibi kentsel müştereklerin yok edilmesi gibi örneklerin hepsi kentsel siyasal mücadelenin gündemi olamayacak kadar cüzi görünen meselelerdi. Çeşitli kentlerin farklı alanlarında bu meselelerle ilgili irili ufaklı pek çok hoşnutsuzluk mevcuttu, fakat bunların çoğu herhangi bir protestoya dönüşmedi ve Gezi olaylarına dek görünmez kaldı.”[1]

İşte Gezi Direnişi’ni Gezi Parkı sınırlarının ötesinde tüm kentlerin meydanlarına taşıyan bu dip akıntısıydı. Böyle bakıldığında, Mimarlar Odası’nın ve kuruluşundan bu yana sürdürdüğü kentsel mücadelelerin ne denli önemli olduğu daha da açık biçimde görünür hale geliyor. Zira bir bütün olarak düşünüldüğünde Mimarlar Odası örgütlülüğü, sadece metropollerin ülke gündemine ulaşabilen konularını değil, yerelliklerin özgül sorunlarını da gündeminde tutuyor. Mimarlar Odası birikimi ve geleneğiyle tüm kentlerde sürdürülen bu mücadele, kentlilerin hak arama yoluyla kentsel demokrasinin inşasına katılımının da doğrudan bir bileşeni. Gezi Davası’nda sergilenen hukuksuzluk ve sonrasında gerçekleşen haksız tutuklamalar karşısında üç aydır sürdürülen “adalet nöbetleri” de bu mücadelenin bugünün koşullarında aldığı biçim olarak kuşku yok ki hukukun ve adaletin yeniden tesisinde önemli bir rol oynayacaktır.

NOTLAR

[1] Batuman, Bülent, 2019, “Siyasal İslamın Kentsel Devrimi ve Yerel Seçimler Sonrasında Toplumcu Kentsel Siyasetin Olanakları”, Mimarlık, sayı:409, ss.13-17.

Bu icerik 802 defa görüntülenmiştir.
<p>Çizim:  Esra Gürel </p>