426
TEMMUZ-AĞUSTOS 2022
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK KURAMI

Yaşamın Teşebbüsleştirilmesinde Mekânın Rolü

Emre Demirtaş, Arş. Gör. Dr., Sakarya Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Mehtap Özbayraktar, Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Mimarlık Bölümü

İnsan ve insan olmayan varlıkların çeşitli performans biçimleriyle “koşullanması, imal edilmesi ve teşhir edilmesi”nde aktif rol alan mekân üretimi, içeri ile dışarı arasındaki ontolojik ve epistemolojik ayrımın da başlıca öğesi olarak karşımıza çıkmakta. Mekân ve performans ilişkisine odaklanan yazar, bu bağlamda insan edimlerinin koşullandığı mekânlar ile insan olmayanın imal edildiği ve teşhir edildiği mekânlar arasındaki ilişkiyi irdeliyor.

 

Yeryüzü, kapitalist üretim ilişkileri açısından yararlılığı oranında, başka bir ifadeyle yalnızca ekonomik bir değer olarak dikkate alınır. İnsan, hayvan, bitki, su, orman, toprak ya da maden olması fark etmeksizin tüm varlıklar “performatif” bir ögeye dönüştürülürken “yaşam teşebbüsleştirilir”. Yeryüzünün biteviye yeniden oluşturulduğu söz konusu üretim süreçlerinde mekân kullanışlı bir enstrümandır. Bu araştırmanın temel problem alanı da mekân imalatının yaşamın kontrolü ve yeniden üretimindeki rolünü görünür kılmak ve kuramsal açıdan tartışmaya açmaktır.

Bu çalışma özelinde “yaşamın teşebbüsleştirilmesi” hammadde - sermaye ve emek gücü - meta dönüşümlerine benzer şekilde yeryüzünün tüm varlıklarıyla ve “performans” dolayımıyla “yeniden üretimi”ne karşılık gelirken; insan ve insan olmayan varlıkların çeşitli öznellik ve nesnellik biçimlerine “koşullanma”sına, “imalat”ına ve “teşhir” edilerek mübadele değeri kazandırılmasına ilişkin süreçleri kapsar.[1]

Yaşamın yeniden üretimi varlıkların yer ve yurtlarından edilerek yeni bir zaman - mekânda yeniden konumlandırılmasıyla başlar. Artık varlıklar kendi oluşlarının dışında belirli öznellik ve nesnellik kiplerine koşullanmakta, seri olarak imal edilmekte, mübadele değeri kazanmak üzere kent içerisinde dolaşıma sokulmaktadır. Bu işlemlerin gerçekleşmesi varlıkların performanslarının -mekân aracılığıyla- yönlendirilmesine bağlıdır. Kapitalist üretim süreçlerinde yaşamsal unsurlardan “performans” elde etmek, varlıkların uygun “norm”lara koşullanmasına ve yeniden imal edilmesine bağlıdır. Örneğin okul mekânı, çocuğun hareketini ritmik olarak uzun süreli sabitleme (ders), kısa süreli serbest bırakma (teneffüs) üzerine kuruluyken; bir sera bitkinin hareketini bedeni belirli bir standarda ulaşana kadar serbest bırakır.[2] Nihayetinde başarılı performans gösteren öğrenci iş gücü olarak; başarılı performans gösteren bitki gıda veya hammadde olarak teşebbüsleştirilir. Terbiye edilmek üzere okulda konumlandırılan bir çocuk için veya serada imal edilen bir frenk maydanozu için geçerli olan bu stratejiler; yeniden üretilmek üzere barajda konumlandırılan bir akarsu için, yumurta üretmek üzere çiftliğe kapatılan bir tavuk için ya da hayvanat bahçesinde sergilenen bir zebra için de geçerlidir. Bahsi geçen mekânlar aracılığıyla performans(lar) ekonomik bir değere dönüştürülür.

Kuşkusuz, “performans” kavramını tümüyle pejoratif bir çerçeveye sığdırmak hatalı olacaktır. Zira sosyal bilimlerde, kültürel çalışmalarda, kuir ve feminist eleştirel teorilerde kullanılan veya bir sanat biçimi de olan “performans” mefhumu “beden”in iktidara “direnme” biçimi olarak görülmektedir. Söz konusu performanslar hiçbir zaman aynı şekilde tekrar edilemez, kopyalanamaz, kaydedilemez deneyimler sunar. Bu nedenle her yeni performans biriciktir ve “fark” yaratır. Ancak, yaşamın teşebbüsleştirilmesi açısından performans ekonomik politiği gereği fark yaratmayan “tekrar”lara dayalıdır. Çünkü performansın tekrarı üretim açısından statik süreklilikler dizini kurarak evrensel / sabit nesneler ve değerlerin yaratılmasını sağlar. Bu nedenle performans hem öznelliklerin inşasında hem de varlıkların üretilmesinde temel stratejiyi oluşturur. Okulda öğrenci performansı, fabrikada işçi performansı, ailede ebeveyn performansı, tarlada mahsulün, çiftlikte ineğin ya da tavuğun performansı fark yaratmayan tekrarlara dayalıdır.

Yaşam, üç operasyonel strateji üzerinden teşebbüsleştirilir; bunlar “koşullama”, “imal etme” ve “teşhir etme”dir. Varlıkların performanslarının yönlendirilmesinde etkin olan bu üç strateji bir birinden bağımsız değil; aksine, birbirini gerektiren ilineksel operasyonlardır. Çünkü bir varlığın “imalatı” o varlığın istenilen performans biçimine “koşullanması”na bağlıdır. (Resim 1) Örneğin, yerinden koparılarak yeni bir zaman - mekânda (sera) konumlandırılan bir domates tohumu çeşitli yöntemler (GDO, gübre, tarım ilacı vb.) aracılığıyla daha verimli olmak üzere koşullanarak imal edilir. Koşullanan ve imal edilen bir varlığın ekonomik değer kazanması için teşhiri şarttır. Zira, imal edilen domates ancak pazar tezgahında ya da market reyonlarında teşhir edildiğinde ekonomik değer kazanabilir ve böylece domatesten performans elde edilebilir.

Mezkur üç operasyonel strateji ile “performans” arasındaki ilişkiye bakıldığında kabaca şu tespit yapılabilir. Koşullama; hapishane, hastane, okul, kamp ve bahçe gibi yapılarda kapatılan (içeri alınan) varlıkların belirli öznellik ve/veya nesnellik kiplerine uyarlanmasını sağlayan “terbiye etme”, “evcilleştime” ve “normalleştirme” gibi performans stratejilerini içerir. İmalat; çeşitli nesnellik biçimlerine koşullanmış varlıkların seri olarak üretimini sağlayan “düzleştirme”, “sadeleştirme”, “yetiştirme”, “özünü çıkarma” ve “çoğaltma” gibi stratejileri içerir. Teşhir; imal edilmiş varlıkların mübadele değeri kazanmasını sağlayan “sınıflandırma”, “sergileme”, “temsil etme” gibi stratejileri içerir. Varlıkların koşullanması, imal edilmesi ve teşhir edilmesine ilişkin performansların sahnelenmesinde mekân biyopolitik[3] bir araçtır.

Yaşamın kontrolü ve yeniden üretiminde mekânın nasıl araçsallaştırıldığını anlamak için söz konusu üç strateji üç analojik model üzerinden incelenmiştir. “Laboratuvar”, “fabrika” ve “müze”den oluşan bu modeller en etkin “performans” biçimleri olan “koşullama”, “imalat” ve “teşhir” programlarının mekânsal karşılığı olarak belirlenmiştir. Varlıkların belirli öznellik ve nesnellik kiplerine uyacak şekilde koşullandığı mekânsal model olarak laboratuvar koşullama - mekânlarını; nesnellikleri inşa edilen varlıkların seri olarak imal edildiği model olarak fabrika imalat - mekânlarını; imal edilen varlıkların ekonomikleştirilmek amacıyla “teşhir edildiği” model olarak müze ise teşhir - mekânlarını temsil etmektedir. Yerküresel ölçekte zaman - mekânın değişimine ilişkin önemli ipuçları veren bu modellerin her biri, bağlı olduğu üçlemenin bir parçası olarak aşağıdaki gibi incelenmiştir.

ZAMAN - MEKÂNIN LABORATUVARLAŞMASI

Laboratuvar, varlıkların bilimsel yöntemler aracılığıyla “sağlıklı”, “yararlı” ve “ideal” formlara uyarlanmasına dönük araştırma ve uygulamaların yapıldığı koşullama - mekânıdır. Haraway’in ifade ettiği gibi “bilim insanları laboratuvarda yalnızca gözlem ve deney yapmaz, aynı zamanda örneğin bir hücreyi “gözlemleyerek”, “ölçerek”, “adlandırarak” ve “manipüle ederek” onu yeniden “oluştururlar”.[4] Laboratuvar, bu yapısıyla hem bilgi hem de meta imalatının başlangıç nüvesi olarak varlıkların yapısının ontolojik ve epistemolojik yeniden inşasının gerçekleştirildiği mekândır. Buna Haraway”in teşebbüsleştirilmiş doğa (nature enterprised-up)[5] olarak da ifade ettiği OnkoFare™ örnek olarak verilebilir.[6] Haraway’in ifadesiyle “kendi doğası olmayan bir doğanın sakini” olarak laboratuvarda konumlandırılan denek hayvanı OnkoFare™ üzerinde uygulandığı gibi “doğa”; yeniden oluşturularak tüketilebilir bir ürün olarak markalaştırılmaktadır.[7] (Resim 2)

Böylece laboratuvar; üzerinde işlem yaptığı varlıkları bilimsel postulatlara göre “koşullarken”, işe yarar öznellikler ve/veya nesnellikler üreten mekânsal bir aygıta dönüşür. Kendi bağlamından koparılarak laboratuvarda konumlandırılan varlıkların yapısı değişime sokularak -yetkili kişilerce- performanslaştırılır.[8] Doğal olanın yeniden oluşturulduğu bu kültür mekânlarında koşullananlar; insan, hayvan, bitki, mikrop gibi canlı varlıklar olabileceği gibi, taş, mineral ya da maden cevheri gibi cansız -olarak adlandırılan- varlıklar da olabilir. Örneğin, Louis Pasteur”ün mikropları evcilleştirdiği ya da Nazi Almanya’sında Yahudi vatandaşların denek olarak kullanıldığı mekânlar da esasen birer laboratuvardır.

Bu bağlamda zaman - mekânın laboratuvarlaşması, içinde yaşayan varlıkların çeşitli öznellik ya da nesnellik biçimlerine koşullanmasına bağlıdır. Operasyonel stratejisi varlıkları belirli öznellik biçimlerine koşullamak olan bu mekânlarda öncelikli hamle “içeri” ile “dışarı” arasında fiziki ve epistemolojik ayrım(lar) yaratmaktır. Örneğin, içeride ne zaman ve hangi aralıklarla yemek yenileceği (disiplin), hangi bilginin öğretilip hangisinin gizleneceği (müfredat), hangi bedenin başka hangi bedenlerle yan yana, arka arkaya geleceğinin planlandığı (kontrol) ve bunun arkitektonikler aracılığıyla düzenlendiği yeni bir zaman-mekân rejimi kurulur.[9]

Şüphesiz, koşul - mekân”ın oluşumunda ve performansların yönlendirilmesinde arkitektonikler kadar mobil ekipmanların rolü de önemlidir. Örneğin sınıflara bölünmüş bir okulda eğitimin gerçekleştirilebilmesi için sıra, masa, dolap, kürsü ve yazı tahtası gibi mobilyalar gerekir. Bu araçlar hem bedenin hareketini sabitleyen hem de zihin-bilgi etkileşimini kuran birer aparat olarak görülebilir. Okul mekânına benzer şekilde at çiftliğindeki “bariyerler”; hapishanedeki “ranza”; hastanedeki “sedye”; köpek barınağındaki “mama kabı” gibi araçlar “içeri”nin teamüllerini işaret eden enstrümanlardır. Tıpkı laboratuvar masasında gerçekleştirilen işlemler gibi bu donanımlar aracılığıyla varlıkların doğası yeniden oluşturulur.

Bu minvalde denilebilir ki zaman - mekân öznellik / nesnellik üretmeye başladıkça laboratuvarlaşmaktadır. Koşul - mekânlarda yeryüzüne ait varlıklar içeri alınarak “terbiye edilir”. Köpek barınağı, at çiftliği, mülteci kampı, hastane, hapishane, okul gibi mekânlarda sıkça karşılaşıldığı gibi giriş - çıkış kontrol altında ve izne tabi oldukça mekân tıpkı bir laboratuvar gibi çalışmaktadır. Zaman - mekân laboratuvarlaştıkça içerisiyle dışarısı arasındaki “epistemolojik” ve “ontolojik” ayrım güçlenmektedir. (Resim 3-6)

ZAMAN - MEKÂNIN FABRİKALAŞMASI

İnsan ve insan olmayanın performanslarının biçimlendirilmesi eğitim, düzenleme, evcilleştirme gibi laboratuvar modeline ilişkin çeşitli disipliner yöntemleri içermekle kalmaz, bu varlıkların çalışmaya koşulmasını ya da kitlesel olarak yeniden üretimini de gerektirir. Bu nedenle yaşamın teşebbüsleştirilmesinde ikinci ekseni “imalat” rejimi oluşturur. İmalat sözcüğü bir ham maddenin işlenerek mal üretilmesi anlamında kullanılır.[10] Kuşkusuz, ham maddenin kaynağı yeryüzüdür. Toprak, su, bitki örtüsü, hayvanlar, madenler vb. doğal kaynaklardan toplumun kullanımına sunulmak üzere çeşitli ürünler imal edilir.

Bahsi geçen üretimin mekânı fabrikadır. Fabrikanın laboratuvardan farkı ise üretimin maddi ve kitlesel oluşudur. Çünkü fabrikanın temel özelliği kontrol edilebilir performatif bir kitle yaratmasıdır. Bu kitle yalnızca bitkilerden, insanlardan, hayvanlardan ya da enerji kaynağı bir madenden oluşabileceği gibi, bazen de bu varlıkların farklı biçimlerde (insan - hayvan, insan - bitki, insan - maden vb.) bir araya getirilmesinden oluşabilir. Bu anlamda imalat - mekânlar, oluş halindeki “doğal peyzaj”a[11] ait alt parçaların, kontrol edilerek yeni bir forma dönüştürüldükleri mekânlardır.

Bugün, hem kent periferisini biçimlendiren hem de kentteki gündelik hayatın sürmesini sağlayan tarım arazileri, seralar, hayvan çiftlikleri, veri çiftlikleri, dağıtım depoları, limanlar, barajlar, beton santralleri, maden ocakları gibi yapılar neredeyse içinde hiç insan barındırmayan imalat - mekânlardır. Doğal peyzajın imal edilmiş peyzaja dönüşümünün gerçekleştiği bu mekânlar aracılığıyla yeryüzünün morfolojisi hızla değişmektedir.[12]

Kökeni plantasyonlara[13] dayanan fabrika, varlıkların seri halde imalatını örgütleyen mekânsal organizasyon modeli olarak ön plana çıkar. Fabrika mekânını biçimlendiren diyagram ise imalat akışıdır. Üretim bandı üzerinden gelişim gösteren bu diyagram, bir zemin organizasyonuna dayanır. Bu doğrultuda imalat - mekânlara bakıldığında zemin merkezli işleyen diyagramın, yeryüzü ölçeğinde de geçerli olduğu görülmektedir. Söz konusu yapılar kapitalist üretim süreçlerinde yeryüzünün işlenecek bir zemin olarak görüldüğünün ispatı niteliğindedir. Plantasyon, seralar, barajlar, maden ocakları, veri çiftlikleri, enerji çiftlikleri gibi yapılar aracılığıyla yeryüzünün zemini düzleştirilir, içi oyulur, özü çıkarılır. Böylece yeryüzünün sürekli yeniden üretimi mümkün hale gelirken zaman - mekân giderek fabrikalaşmaktadır. (Resim 7-10)

ZAMAN - MEKÂNIN MÜZELEŞMESİ

Yaşamın teşebbüsleştirilmesinde üçüncü strateji “teşhir etme”dir. Çünkü “imalatın” mübadele değeri kazanması için gereken temel işlem o ürünün müstakbel alıcısına “gösterimi”, yani teşhiridir. Teşhir bir “gösterme, sergileme, herkese duyurma ve dile düşürme”[14] pratiği olarak ürün ile kullanıcı arasındaki karşılaşmanın örgütleyicisidir. Dolaşıma sokulan nesnelerin tüketici ile karşılaşması ve mübadele değeri kazanması teşhir mekânları aracılığıyla gerçekleşir.

Teşhir etmenin mimari bir model olarak en çok gelişim gösterdiği zaman-mekân organizasyonu müzedir. Mekânsal biçimlenmesi “yeryüzünü” tek bir odada toplayan nadire kabinelerine[15] uzanan “müze”, imal edilen nesnelliklerin ya da koşullanan öznelliklerin mübadele değeri kazandığı bir mekânsal organizasyona sahiptir. Müze bir gösterim mekânı olarak mübadele değeri üreten ekonomik ve kültürel kodları içerir. Bu sayede gösterdiği şeyin sosyal ve ekonomik statüsünü de belirler. Müzenin söz konusu ekonomik yönünü tartışmaya açan Daniel Buren, müzenin sergileyeceği nesneleri seçerek -ayrıcalıklı kılarak- onlara ticari bir değer kazandırdığından bahseder. Buren”e göre müzede muhafaza edilen bir eser genel ortalamanın içerisinden çekip -dışarı- çıkarılarak ona toplumsal bir itibar kazandırılmış olur. Böylece eserin dağıtımı ve tüketimi mümkün hale gelir.[16]

Tarihsel olarak teşhir biçimi ve ekonomisi bakımından çok sayıda müze türü olsa da bunların tamamına yakını aynı stratejiye dayanır: gösteri(m). Mekân, bu gösteri sahnesinin kurucu öğesi olarak karşılaşmaları örgütler. Müzede, zeminden yükseltilen bir altar üzerinde, belirli mesafe uzaklıktaki bir duvarda veya etrafı camlarla çevrili bir vitrinde teşhir edilen, ancak “dokunulamayan” bir nesne konumlandırılır. Bu nedenle müzeler yüz yüze gelmek üzere örgütlenmiş “yüzey - mekânlar”dır. Sanat müzesi ya da ansiklopedik müze olması fark etmeksizin her zaman bir gösteri sahnesine (vitrin) ihtiyaç vardır. Vitrin, bu ilişkide yeryüzünü yüzeye getiren bir tektonik bünyenin aracısıdır. Tezgâh, dolap, raf, duvar, reyon gibi bu aracı elemanları “vitrin” başlığı altında genellemek mümkündür. Mimarlık da bu vitrinlerin yan yana, arka arkaya gelişlerini ve içerisindeki/üstündeki nesnelerin izleyiciyle hangi mesafeden, hangi sıklıkla, hangi ışık düzeyinde karşılaşılacağını düzenler.

Müzede hafıza politikaları bağlamında tarihin biçimlendirilmesine benzer bir ilişki market ve mağazalarda metanın görünür kılınması aracılığıyla gerçekleştirilir. Nihayetinde temel motivasyonun “gösteri” olduğu bu mekânlarda çoğunlukla “tüketici” ile “ürün” ya da “sanatsever” ile “eser” arasında bir “ara yüzey” bulunur. Örneğin bir giyim mağazasının “vitrin”indeki elbiseler; pazar “tezgâh”ındaki sebzeler; bir marketin kasap “reyon”undaki bonfileler veya peynir “reyon”undaki gravyerler; kuyumcu “vitrin”indeki takılar; yapı marketinde yan yana dizilmiş seramikler müzedekine benzer –ekonomik- “sınıflandırma”, “seçme” ve “yerleştirme” dinamiklerine sahiptir. Mekanın sirkülasyon stratejisi (gezinme, bakınma, duraksama, erişim vb.) açısından da benzer bir ilişkiden bahsetmek mümkündür.

Bu bağlamda yerlerinden edilerek koşullanan ve imal edilen varlıklar zoolojik vitrinlerde, botanik vitrinlerde, etnik vitrinlerde, pazar tezgâhlarında, market reyonlarında, mağaza vitrinlerinde teşhir edilerek ekonomikleştirilirler. Yeryüzüne ait varlıkların (doğal peyzaj) kontrol edilerek “sergilenmesi” ya da yeniden üretilerek (imal edilmiş peyzaj) “teşhir edilmesi”yle zaman-mekân giderek müzeleşmektedir. (Resim 11-14)

SONUÇ: DIŞARIYA ÇIKMAK ÜZERİNE

“Koşullama”, “imalat” ve “teşhir”den oluşan üç operasyonel stratejinin yaşamın kontrolü ve yeniden yeniden üretimindeki etkinlikleri ve mekânın bu süreçlerdeki rolü açımlanmıştır. Açıkca görüldüğü üzere kapitalist üretim döngüleri mevcut halleriyle sürdükçe yerküre sürekli yeniden üretilmekte ve zaman - mekân kaçınılmaz olarak bu dönüşüme eşlik etmektedir. Bu bağlamda denilebilir ki varlıklar “koşullandıkça” zaman - mekân laboratuvarlaşmakta; varlıklar “imal edildikçe” zaman - mekân fabrikalaşmakta; varlıklar “teşhir edildikçe” zaman-mekân müzeleşmektedir.[17]

Zaman - mekân laboratuvarlaşmaktadır, çünkü kentsel mekânda sürekli özne pozisyonları inşa edilmektedir. Evde çocukluk, okulda öğrencilik deneyimi yaşayan insanlar yüksek “performans” göstermek üzere meslek sahibi olurlar. Ev ailenin, kamp mültecinin, fabrika işçinin, alışveriş merkezi tüketici figürünün imal edildiği laboratuvarlardır. Kentli olmanın ön şartı koşul - mekânın süzgecinden geçmektir.

Varlıkların çeşitli öznellik ve/veya nesnellik kiplerine koşullandığı “laboratuvar”, ontolojik ve epistemolojik bir mekân olarak ön plana çıkar. Çünkü laboratuvar modeline ilişkin mekânsal organizasyonlarda yeryüzündeki varlıklar kendi yaşam alanlarından koparılıp “içeri” alınmaktadır. İçerisi bilgi - iktidar rejimine bağlı yeni bir zaman - mekân imalatına dayanır. OnkoFareTM’nin içinde yer aldığı kutuda yaşananlar gibi tüm koşul-mekânlar “içeri”de yaşananların mütevazıtanıklarıdır:[18] Zaman-mekân laboratuvarlaştıkça yeryüzüne ait varlıklar içeri alınarak “evcilleştirilir”, “terbiye edilir”, “düzenlenir” ve yeniden “oluşturulur”.

Zaman - mekân fabrikalaşmaktadır, çünkü kırsal ve kentsel mekânlar sirkülasyonun kontrolü ve zeminin yeniden üretimi ile kristalleşir. Kökeni tarım ve plantasyona dayanan “fabrika”, varlıkların seri halde imalatını örgütleyen mekânsal organizasyon modeli olarak ön plana çıkar. İmalat - mekânlar açısından yeryüzü çoğunlukla işlenecek bir zemin olarak işlev görür:

Zaman - mekân fabrikalaştıkça yeryüzünün zemini düzleştirilir, içi oyulur, özü çıkarılır ve böylece yeryüzü yeniden imal edilir.

Zaman-mekân giderek müzeleşmektedir, çünkü kentsel mekân mikro ölçekten makro ölçeğe kadar kendini “sunan” vitrinlerle örülüdür. Bir gösteri ve sunuş ortamı olan teşhir-mekânlar “ürün” ile “müşteri”, “eser” ile “ziyaretçi”, “temsil” ile “seyirci” arasındaki karşılaşmaları örgütleyen yüzey-mekânlardır: Zaman-mekân müzeleştikçe doğal varlıklar ve imal edilen varlıklar kontrol altına alınarak, incelenir, sınıflandırılır, gösterilir, temsil edilir ve böylece ekonomikleştirilir. Yaşamın teşebbüsleştirilmesine ilişkin çizilen bu tablo doğal peyzajın imal edilmiş peyzaja dönüşümünde varlıkların performanslarının mekân dolayımıyla düzenlenmesini resmeder. Yeryüzü morfolojisini biçimlendiren koşullama, imalat ve teşhir rejimi “yaşam” ile “kontrol” arasındaki trafiğin bir sonucudur. Kuşkusuz bu çalışma, insan türünün -mimarlık da dâhil olmak üzere- bütün kültürel üretiminin ancak yaşamın kontrol edilerek yönlendirilmesi sayesinde mümkün olabildiğinin bilincindedir. Ancak tam da bu nedenle mekânın biyopolitik bir araç olarak kullanımını sorunsallaştırmaktadır. Çünkü mekânın üretilme biçimi varlıkların yaşamlarını sürdürme biçimleri ile doğrudan ilişkilidir. (Resim 15)

Tüm bu ilişkiler ağı içerisinde yaşamın teşebbüsleştirilmesine ilişkin süreçlere direnmek ya da türler arası -ilineksel- bir yaşam anlayışını geliştirmek için mekânın ayırt edici üç biyopolitik özelliği yeniden düşünülmelidir.

Yapılması gereken bir anlamda zaman-mekânın laboratuvarlaşmasına, fabrikalaşmasına ve müzeleşmesine direnen bir mekân imalatı kavrayışını geliştirmektir. Bu kültürel saha genel anlamda kodlanmış ve belirlenmiş öznellikler dayatmayan; göçebe, ilişkisel ve dinamik kimliklere ortam sunan; imalat ilişkilerinde çok sesliliği, türler arası diyaloğu güçlendiren; teşhirin metalaştırma gücünü zayıflatırken varlıklar arasındaki iletişimsel edimleri zenginleştiren bir yapma biçimine zemin teşkil edebilir.

Diğer taraftan insan ve insan olmayan varlıkların çeşitli performans biçimleriyle “koşullanması, imal edilmesi ve teşhir edilmesi”nde aktif rol alan mekân üretimi “içeri”yle “dışarısı” arasında ontolojik ve epistemolojik ayrımın da kurucu öğesi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle mekânı konu edinen bütün kuramsal / pratik alanlarda ve özellikle eğitim süreçlerinde “içeri” ve “dışarı” arasındaki ilişki “yerküresel” ölçekte ve bağlamda yeniden ele alınmalıdır. Bu doğrultuda varlıkların performanslarının artırılması amacıyla bir “içeri” üretmek yerine; oluşumsal olana izin veren, “dışarı” ile “içeri” arasındaki ayrımları sorunsallaştıran, türler / sınıflar / cinsler arasında inşa edilmiş sınırlarla didişen ve çok sesli karşılaşmalara olanak tanıyan mekân kültürü ancak böyle gelişebilir.

Kuşkusuz burada kastedilen sadece fiziki açıdan “dışarıda” olmak değil; temsilin, teamülün, hâkim söylemin ve normun dışında kalabilmenin olanaklarını aramaktır. Bu minvalde mekânın biyopolitik bir enstrüman olarak nasıl kullanıldığını görünür kılan bu çalışma; “ontolojik” ve “epistemolojik” bir dışarının inşasında mekân imalatını yeniden düşünmek için bir altlık olarak da görülebilir.

NOTLAR

[1] Arapça şebes sözcüğünden köken alan ve bir iş yapmaya girişmek anlamında kullanılan “teşebbüsleştirme” ile metalaşma kavramları arasında bir yakınlık söz konusudur. Buradaki temel farklılık kavramların anlamından ziyade kapsamına ilişkindir. Marksist terminolojinin “insanın yararı” öncelikli bir ekonomi-politik kavrayışla biçimlendiği söylenebilir. Bu anlamda “yaşamın teşebbüsleştirilmesi” kavramsallaştırması; metalaşmanın “yaşam” paranteziyle genişletilerek yeryüzünü -insan ve insan olmayan- tüm varlıklarıyla ele alan bir eleştirel düşünce sahası inşasıyla bağlantılıdır. Çünkü bu çalışma yaşamın tüm veçheleriyle ontolojik bir ilişkisellik biçimiyle sürdüğünü; insan, hayvan, bitki ya da organik olmayan tüm varlıklar arasında sarsılmaz bir bağ olduğunu savunur.

[2] Okuldaki öğrenciler uygun ısı, ışık ve havalandırma koşullarında müfredat, sınav, diploma gibi aygıtlarla; seradaki bitkiler uygun su, ışık, ısı, nem ve havalandırma koşullarında gübre, GDO, tarım ilacı gibi aygıtlarla performans vermek üzere koşullanır ve imal edilirler.

[3] Yunanca “bios” (yaşam) ve “politikos” (politika) sözcüklerinin birleşiminden oluşan biyopolitika kavramının yaşamın kontrolü ve yeniden üretimine ilişkin politikaları içerdiğini söylemek mümkündür. Foucault’nun dolaşıma soktuğu ve zamanla siyaset felsefesi, sosyoloji, kültürel çalışmalar, tıp vb. alanlardan çok sayıda düşünürün katkı koyduğu biyopolitika kavramının hem güncelliğini koruduğu hem de birçok kuramsal tartışmayı besleyen bir ajandaya sahip olduğu söylenebilir. Çünkü biyopolitika tartışmalarının insan bedeninden hayvan bedenine; bir bitkiden maden ocağına; canlı emekten maddi olmayan emeğe; DNA transferinden organ nakline uzanan farklı ölçek ve odaklarda zengin bir repertuvara sahip olduğu görülmektedir. Bu bağlamda kapsamı bu metni aşan biyopolitika kavramıyla ‘mekân’ arasında ne tür bağlantılar olduğuna ilişkin detaylı tartışma için, bkz: Demirtaş, Emre, 2020, “Mekânın [Biyo]politikası; Yaşamın Teşebbüsleştirilmesinde Mekânın Rolü”, Kocaeli Üniversitesi FBE, yayımlanmamış doktora tezi, Kocaeli.

[4] Haraway, Donna J., 2019, A Giant Bumptious Litter: Donna Haraway on Truth, Technology, and Resisting Extinction, Logic’s Issue 9, “Nature”, https://logicmag.io/nature/a-giant-bumptious-litter/?fbclid=IwAR3_KMoDff4S-X7OojQlB3_N74XKthJRSwfi6bkhq7QZCeXtitfVbq3k_bc [Erişim: 20.11.2021].

[5] Haraway’in Marilyn Strathern referansıyla kullandığı enterprised-up kavramının Türkçe’ye teşebbüsleştirmek olarak çevrildiği ilk örnek Umut Yener Kara’nın metnidir: Kara, U. Yener, 2016, “Donna Haraway: Biyopolitik Bir Giriş”, Biyopolitika: Foucault’dan Günümüze Biyopolitika’nın İzdüşümleri, (ed.) Onur Kartal, NoteBene Yayınları, Ankara, ss.229-259.

[6] OnkoFare™ 1980'lerin başında Harvard Tıp Okulu'ndaki araştırmacılar tarafından üretilen ilk transgenik hayvandır. Harvard Üniversitesinden Philip Leder ve Timothy Stewart tarafından genetiği tümörlerin büyümesini tetikleyebilecek bir onkogen transfer edilerek değiştirilen bu laboratuvar faresi, kanser araştırmalarını ilerletmek için bir araç olarak kullanılmıştır. URL2. “OncoMouse”, https://americanhistory.si.edu/collections/search/object/nmah_1449806 [Erişim: 20.11.2021].

[7] Haraway, Donna J., 1997, Modest_Witness@Second_Millennium.FemaleMan©_Meets_OncoMouseTM, Routledge, New York and London, ss.64-68.

[8] Mekânsal açıdan bilimsel deneylerin gerçekleştiği oda veya bina olarak tarif edilebilecek laboratuvar, efor, iş, emek, acı, doğum, yorgunluk anlamlarına gelen Latince “labor” kökünden türemektedir. Çalışmak ya da iş için bir yer anlamında kullanılan laboratuvarın “performans”la ilişkisi de buradan gelmektedir.

[9] Örneğin konut, okul, hapishane, kamp, fabrika gibi öznellik imal eden yapılar laboratuvar olma özelliği taşır. Konut aileyi oluşturan ebeveyn ve çocuk gibi öznelliklerin sürdürülmesinde; okul öğrenci öznenin meslek insanı ve vatandaş olmak üzere koşullanmasında, hapishane suçlunun ıslahında; kamp mülteciliğin, hastane hastalığın, tımarhane deliliğin inşasında; fabrika ise işçi sınıfının yaratılmasında rol alan birer laboratuvardır.

[10] İmalat (manufacture) kavramı Latince elle yapılan şey anlamına gelen “man” ve “factura” sözcüklerinden oluşan manufactura kelimesinden köken alır. Factura gerçekleştirmek, yapmak (making) anlamına gelen facere fiilinin geçmiş zamanda çekimlenmiş halidir. Man sözcüğü ise insan anlamına geldiği gibi Grek mane (hand) “el” ve Latin manus “el”, “güç”, “iktidar üzerinde güç”, “silahlı kuvvet” anlamlarıyla bağlantılıdır. Malzemeyi el ve kas gücü ile uygun bir forma dönüştürme işlemi olarak kullanılan imalat kavramı; XVII. yüzyıldan itibaren giderek birçok elin ve makinenin yardımıyla, “çok sayıda yapmak ve üretmek” anlamında kullanılmaya başlanmıştır. İmalatın seri üretimi muştulayan bu kökeninin “fabrika (factory)” sözcüğüyle akrabalığı da buradan gelmektedir. Fabrika, “yapımcı”, “yapıcı”, “tüccar” anlamına gelen Latince “factor” ve aynı zamanda “zeytin presi” ve “değirmen” anlamına gelen Latince “factorium”dan köken almaktadır. 1580’lerden itibaren yabancı bir yerde tüccarların -ve factor’lerin- tesisi olarak kullanılırken, 1610’dan itibaren de ‘mal yapımı için bir bina’ anlamında kullanılmaya başlanmıştır. URL4. “manufacture” https://www.etymonline.com/search?q=manufacture [Erişim: 20.11.2021]

[11] Yeryüzü”nü insan ve insan olmayan varlıklar aracılığıyla düşünmek için “yer yüzeyi”ni biçimlendiren fiziki ortam “doğal peyzaj” ve “imal edilmiş peyzaj” başlıkları altında ele alınabilir. Bu ayrımla hedeflenen doğal-yapay ya da doğa-kültür kategorileri arasındaki sınırları güçlendirmek değil, aksine bu kategoriler arasındaki “geçişlilikleri” göstermektir. “Doğal peyzaj” yeryüzündeki canlılığın (canlı olarak adlandırılan) temsili olan “flora”, “fauna” ve “doğal kaynaklar”dan oluşan peyzajdır. “İmal edilmiş peyzaj” ise bu üçlü yapıyı oluşturan alt parçaların hammadde olarak işlenip, yeniden üretilmesinden meydana gelen örüntüdür. Bu çalışmanın temel argümanlarından biri de doğal peyzajın imal edilmiş peyzaja dönüşümünün “mekân” ve “performans” dolayımıyla gerçekleştirildiğidir. Detaylı tartışma için bkz: Demirtaş, 2020.

[12] İklim kriziyle birlikte sıkça tartışılagelen Antroposen (insan çağı) kavramı da yeryüzünün söz konusu morfolojik değişimi sorunsallaştırırken asıl sorumlunun insan olduğuna ilişkin bir çerçeve çizer. Antroposen terimi ilk olarak Paul J. Crutzen ve Eugene F. Stoermer tarafından önerilmiştir. Crutzen ve Stoermer, biçimlenmesinde insanın aktif olduğu bir jeolojik çağa girildiğini vurgulayarak; Holosen değil Antroposen çağında olduğumuzu öne sürer. Bkz: Crutzen, P. J., Stoermer E. F., 2000, “The Anthropocene”, Global Change Newsletter, sayı:41, ss.17-18.

[13] Geniş ölçekli tarım olarak özetlenebilecek plantasyonun XVI. yüzyıldan itibaren Yeni Dünya’nın keşfiyle birlikte okyanus ötesinin sömürgeleştirilmesinde en önemli araçlardan biri olduğu söylenebilir. Plantasyon, Latince planta (filizlenmek, sürgün vermek, kesmek) kökünden gelmektedir ve bitki yetiştirmek anlamının yanı sıra yeni bir “koloni (sömürge) kurmak”, “geniş tarla”, “büyük çiftlik” ve hatta “tesis etmek”, “imalathane” ve “fabrika” anlamlarında kullanılmaktadır. URL5. https://www.etymonline.com/search?q=plant [Erişim: 20.11.2021]. Tüm bu tesisler aslında varlıkların kontrol ve yeniden üretilme mekânlarıdır.

[14] URL6. “Teşhir”, https://sozluk.gov.tr/?kelime=te%C5%9Fhir [Erişim: 20.11.2021].

[15] XVI. ve XVII. yüzyıl Avrupa’sında sıkça bulunan kabineler birçok farklı objeden oluşan koleksiyon mantığına sahiptir. Bu koleksiyonlar, dünyayı, çeşitli alanlara ilgi duyan evrensel boyutta bir anlama arzusunu maddileştirir. Hayvanat, bitkiler, maden ve mineraller gibi doğal dünyaya ait varlıklar; Roma sikkeleri, heykeller ve Mısır mumyaları gibi antik çağa ait objeler; Afrika’dan, Doğudan veya Yeni Dünya’dan efsanevi yaratıklar ve egzotik nesnelerden oluşan bu kabineler bir ‘mikro kozmos’ gibi tüm evreni tek bir odada bir araya getirir. Bkz: Boursiquot, Fabienne, 2014, “Etnographic Museums: From Colonial to Intercultural Dialogue”, The Post Colonial Museums, (ed.) Iain Chambers, Alessandra De Angelis, Celeste Ianniciello, Mariangela Orabona, Michaela Quadrar, Ashgate Publishing Company, Farnham, ss.63-74.

[16] Buren, Daniel, 2005, “Müzenin İşlevi”, SanatçıMüzeleri, (ed.) Ali Artun, İletişim Yayınları, İstanbul, ss.150-156.

[17] Kuşkusuz bu ilişkiyi tersinden düşünmek de mümkündür. Zaman - mekân laboratuvarlaştıkça varlıklar koşullanmakta; zaman - mekân fabrikalaştıkça varlıklar imal edilmekte; zaman - mekân müzeleştikçe varlıklar teşhir edilmektedir.

[18] Haraway, laboratuvarı doğal ile yapay olanın kontrol edilerek yeniden üretilmesine sahne olan mütevazı bir tanık olarak niteler. Haraway’in “laboratuvar” ile “mütevazı tanık”lık arasında kurduğu bağlantı Robert Boyle’un hava pompasından referans almaktadır. Etraflı tartışma için, bkz: Haraway, Donna J., 2010, “Mütevazi_Tanik@Ikinci_Binyil”, Başka Yer: Donna Haraway’den Seçme Yazılar, (yay. haz.) Güçsal Pusar, Metis Yayınları, İstanbul, s.257.

Bu icerik 1001 defa görüntülenmiştir.