BİENAL
Türkiye Pavyonunda Hayalet Hikayeleri
Şebnem Yücel, Prof. Dr., MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Howard Roark güldü.
Kayanın ucunda, çırılçıplak ayaktaydı. Göl o kayanın çok aşağısında kalıyordu. Yarı yoldadonakalmış bir granit patlaması, göğe doğru kaçarken, o durgun suyun biraz yukarısında öylece, hareketsiz, çakılmıştı. Sanki aşağıdaki sular taş gibi duruyordu da, taşlar hareket halinde fışkırıyordu.Kayaların şu andaki hareketsizliği, çatışma sırasında vuruşun vuruşla karşılaşması yüzünden;akıntıların hareketten daha dinamik bir duraklamayla öylece kaldığı o kısacık andaki gibiydi.Parıldıyordu taşlar. Güneş ışıkları, ıslak yüzeylerinde oynaşıyordu.
…
Gözleri çevresindeki dünyanın bilincine varınca, artık gülmedi. Yüzü bir doğa yasası gibiydi…Sorgulanamayacak, değiştirilemeyecek, ödün koparılamayacak bir doğa yasası. Elmacık kemikleriçıkık, avurtları çöküktü. Ela gözleri soğuk ve dengeli bakıyordu. Meydan okuyan bir ağız. Sımsıkıkapalı. Bir celladın ya da ermiş bir kişinin ağzı.
Granite baktı. Kesilmek için, diye düşündü. Kesilip duvar yapılmak için. Ağaca baktı. Yarılıp kirişyapılmak için. Taşın üzerindeki pas tabakasına baktı, yerin altındaki demir cevherini düşündü.Eritilmek, binalara karkas olarak yeniden doğmak için.
Bu kayalar benim için var burada, diye düşündü. Matkabı, dinamiti ve benim sesimi bekliyorlar.Yarılmak, kesilmek, dövülmek, yeniden doğmak için, benim ellerimin onlara yeniden biçim vermesiiçin bekliyorlar.[1]
Ayn Rand,
Hayatın Kaynağı
Tüm dünyayı yaratıcı benliğinin emrinde, kendisini de herkesin üzerinde gören mimar Howard Roark ’un zamanı geçti artık ya da geçmiş olmalıydı. Ayn Rand’ın dilimize Hayatın Kaynağı adıyla çevrilen 1943 tarihli romanının başkahramanı olan Roark uzun yıllar, neden olduğunu hiçbir zaman anlayamayacağım bir şekilde, sevildi, saygı gördü ve hatta mimarlık okullarında bile okutuldu. Ama çok da şaşırmamak lazım, kahramanlar sevilir. Hele ki kendi doğru bildiğini gerçekleştirmek uğruna yakıp yıkmaktan, kırıp dökmekten çekinmeyenler. İnandığını inşa etme adına var olanı yıkmaya da “yaratıcı yıkım” demek mümkün olur mu bilemem ama bu durumda kahramanca bir değer görüldüğünü söyleyebilirim. İşte Roark da böyle kahraman bir mimardır. İstediği gibi inşa edilmeyen yapıyı, Cortlandt’ı, dinamitlerken tasarladıklarını istediği gibi inşa etmeyen müteahhitlere değil, toplumda hastalık gibi yayıldığını düşündüğü bir ideolojiye, kolektivizme başkaldırmaktadır. Rand, Frank Lloyd Wright ’tan esinlenerek yazdığı iddia edilen bu en kahraman mimar Roark ’u bireyciliği savunup kolektivizmden nefret eden fakat insanlara tahammül de edebilen bir karakter olarak kurgulamıştır. Yapısını bombalarken günahsız inşaat bekçisi zarar görmesin diye onu alandan uzaklaştıracak kadar düşüncelidir ne de olsa. Roark da, istediği gibi inşa edilmeyen Cortlandt’ı da kahramandır, belki bir hikayenin kahramanlarıdır, fakat bu hikaye mimarlık kültürünün de içselleştirdiği bir hikaye olmuştur. Artık ne gerçek hayatta ne de mimarlıkta Roark gibi kahramanlara ihtiyacımız yok. Her şey çok güzel olduğundan değil, tam tersine kahramanları beklerken her şeyin giderek daha kötüye gitmesinden ve en önemlisi tekil kahramanlık hikayelerinin kolektif faydaları pas geçmesinden dolayı. Sevince Bayrak ve Oral Göktaş'ın küratörlüğünü yaptıkları 2023 Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu da bizleri kolektif fayda gözeterek mimarlık kültür ve pratiğine kahramansız bir bakışa davet ediyor.
Bayrak ve Göktaş’ın Türkiye Pavyonu Lesley Lokko ’nun küratörlüğünde gerçekleştirilen 2023 Venedik Mimarlık Bienali ’nin "Geleceğin Laboratuvarı” başlıklı ana temasıyla uyumlu bir sorgulama ve pozisyon içeriyor. Her ne kadar Bienalin bu seneki odağı Afrika ve Afrika diasporasıymış gibi gözükse de mimarlık kültürü, problemleri ve nasıl olması gerektiği temanın odak noktası. Lokko, Bienalin kitapçığında ana temayı sıkça kullanılan bir kültür tanımıyla açıklamaya başlıyor: kültür bizlerin birbirimize bizim hakkımızda anlattığımız hikayelerin bir toplamıdır.[2] Aynı zamanda bir yazar olan Lokko bu kültür tanımına referansla bahsi geçen “biz”in kimlerden oluştuğuna bir bakmamız gerektiğini söylüyor.[3] Lokko ’nun bienali işte bu sorgulamadan hareketle böyle gelmiş ama böyle gidemeyecek mimarlık kültürünün ve bu kültürü tekrar tekrar yeniden üreten mimarlık kurumunun bir eleştirisini ve revizyon önerisini içeriyor. Başka bir deyişle Lokko mimarlık kültürünün “biz”ini her türlü alternatif girişime karşın halen baskın olan, Batılı, beyaz, her şeyi bilen, erkek kahramanlardan farklılaştırmak istiyor. Bayrak ve Göktaş’ın Türkiye Pavyonu ise mimarlık kültürünü oluşturan hikayelerin de ciddi bir şekilde farklılaşması gerektiğini ekleyerek soruyor: “Kahraman yapıların başarı öyküleri yerine terk edilmiş yapıları dinlediğimizde ne olur? Türkiye Mimarlığın Çuval Teorisi[4] kuramsal alt yapısını Elizabeth Fisher ’in 1979 yılında yazdığı Evrimin Çuval Teorisiisimli yazısından alıyor. Antropolog Fisher bu yazısında doğadan toplanan meyve ve yemişlerin içine konduğu çuval gibi bir toplama aracının ilk kültürel araç / gereç olduğunu, mızrak ve benzeri av aletlerinin daha sonra geldiğini yazar. İnsanlığın tarihine avlanan ve savaşanlar üzerinden, onlara değer atfederek değil de, doğadan ve bitki toplayanlardan başlayarak bakmak daha sonra ünlü yazar Ursula K. Le Guin ’e ilham verir ve 1986 yılında Kurmacanın Çuval Teorisi adındaki ünlü hikayesini yazmasına vesile olur. Bu yoldan ilerleyerek Bayrak ve Göktaş’ın yaptığı gibi çuval teorisini mimarlığa uyarladığımız zaman da inşa etme eylemine bakış ve değerlendirme hali değişir. Howard Roark ’un kahraman mimarından tamamıyla uzak bir bakıştır bu. Artık doğaya bakınca Roark ’un gördüğü gibi mimarın yaratıcı gücüne adanmış ve şekillenmeyi bekleyen bir ham madde görülmez. İstenildiği gibi olamamış, hatta sözde kullanım süresi dolmuş yapılara bakınca da yeniye yer açmak üzere imha edilmeyi bekleyen bir atık, bir hayalet yoktur. İnşa etme eylemi artık yapıyı “dönüşümlerin, bilinmezliğin ve dağınıklığın hayat hikayesini içinde tutan bir kutu, bir çuval ya da bir havuz” olarak gören ve mevcut yapıları da "dönüşümün başladığı yerin ta kendisi” olarak tanımlayan bir anlayışın sonucu olarak gelişecektir.[5] İşte bu nedenle:
Mimarlığın Çuval Teorisi, ihmal edilmiş olanların hikayesini açığa çıkarmakla başlar. Yokluğu fark edilmeyen atıl yapılar, gizlendikleri perdenin arkasından çıkarılıp sahneye getirildiğinde bütün mizanseni değiştirir.
Mevcut binalar, tıpkı antik kentler gibi, kendilerinden sonra gelecek yeni yapılar için birer altlık oluşturur. Terk edilmişler ise, mimarlığın doğabileceği yeni bir peyzaj olarak görülebilir.
…
Peki bu terk edilmiş binalar bize ne anlatır? Neden onları dinlememiz, anlamamız, onlarla konuşmamız gerekir? Bu yapılar, miras edindiğimiz imge ve hikayelerin farkına varmamızı sağlar.
[6]
2023 Venedik Mimarlık Bienali ’nde Türkiye Pavyonunu tasarlarken Bayrak, Göktaş ve ekibi bu hayalet binaları ve onların hikayelerini toplayarak işe başlıyor ve buradan yola çıkarak Mimarlığın Çuval Teorisi İçin Bir Manifesto yazıyorlar. (Resim 1) On beş maddeden oluşan bu manifesto hikaye, teori-bağımlılık, hayaletler, entropi, son kullanma tarihi, neden yıkıyoruz, olay yeri inceleme, concrescere, tamir dükkanı, Venedik Tüzüğü (dönüştürülmüş), mevcuttan öğrenmek, test sürüşü, dönüştürenler, havuz başlıklarından oluşuyor. Sergi de hayalet hikayeleri ve manifestonun birleşmesiyle iki ana bölümden oluşuyor: uçuşan hayalet hikayelerini sergileyen Bulut ve manifestoyla karşılaşma ve inceleme imkanı sunan Tezgâh.
Arsenale ’de Sale D ’Armi ’nin ikinci katında yer alan Türkiye Pavyonu’nun tavanı boyunca dalga dalga uzanan ve bu beyaz kumaş üzerine Türkiye ’den terkedilmiş binaların fotoğrafları yansıtılan Bulut mekâna girdiğimizde en çok dikkatimizi çeken kısım. (Resim 2) Artık yapılı çevremizde sayıları giderek artmış olan terkedilmiş binalar yüzünden Türkiye ’den herkesin tanıdık bir yapıyla karşılaşması mümkün bu kısımda. Mekânın üzerinde uçuşan tanıdık hayaletler ülkelerinde neredeyse görünmez hale gelmiş ve değersizken Venedik ’te karşımıza çıktığında bir eski dostla karşılaşma hissi de yaratıyor. Ben en azından kendi adıma İzmir Alsancak Liman Silolarını görünce gençliğimle selamlaşıp Ankara Ulus İşhanı ile de babasının elinden tutmuş heyecanla Akman ’a boza içmeye koşturan minik halimle karşılaştım. (Resim 3) Hayalet Hikayeleri sadece mimarlık hikayeleri değil bolca da kişisel hikayeler içeriyor diye de düşünmeden edemedim. İzmir Hilton ’dan Adana Çukobirlik Genel Müdürlük Binası’na, Samsun Anadolu Lisesi ’nden Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’na kadar pek çok tanıdık hayalet Bulut ’ta yerini alırken bulutun uçuculuğuna karşın bu yapıların ağırlığı da insanı çarpıyor diğer bir yandan. (Resim 4) Bu yapıların büyüklükleri de, fonksiyonları da çok çeşitli: bir yazlıktan bir bankanın dev dinlenme tesisine, bir fabrikadan alışveriş merkezine, lojmandan olimpiyat stadyumuna inanılmaz bir hayaletler kümesi. Türkiye’nin her bir yerinden toplanan bu terkedilmiş yapı fotoğrafları ülke çapında yapılan açık çağrı ile bir araya getirilmiş. Bu çağrı bütün fotoğraflar kullanılamasa da 2023 yılında Türkiye ’de en çok dikkat çeken terk edilmiş yapıların belgelenmesini sağlamış.
Serginin ikinci bölümü Tezgâh, Bulut ’un hemen altında salonun ortasında ince uzun yerleşen on beş masadan oluşuyor. (Resim 5) Bu on beş masanın her biri Mimarlığın Çuval Teorisi için Bir Manifesto ’nun on beş maddesine karşılık gelecek şekilde kurgulanmış. Bulut ’un Türkiyeli olmasına karşın Tezgâh uluslararası - tartışılan örnekler, yapılmış denemeler dünyanın her bir yanından. Bu durum manifestonun sadece yerele ait bir manifesto olmadığının, tekil bir deneme değil, küresel bir sürece ait olduğunun bir işareti. Çünkü problem de çözümü de küresel. Bu anlamda Tezgâh şimdiye kadar mimarlık kültürünü oluşturan baskın hikayeleri değiştirmek üzere daha önce girişimde bulunmuş kişilere de selam ediyor. (Resim 6) Tezgâh sorular sorduruyor, araç gereçler öneriyor, fakat en önemlisi sorgulamanın da anlamanın da henüz başında olduğumuzu gözler önüne seriyor. Mimarlar olarak birbirimize bizim hakkımızda anlattığımız hikayeleri değiştirmeye bilinçli bir şekilde karar vermemiz ve bu farklı hikayeleri arttırmamız gerektiğini anlatıyor. İşte böyle hikayelerden Bayrak ve Göktaş’ın SO? Mimarlık ve Fikriyat Ofisi olarak İstanbul Planlama Ajansı için tasarladığı ve kampüste terkedilmiş yüzme havuzundan dönüştürdükleri toplantı salonu da sessiz sakin Tezgâh ’ta yerini alıyor. (Resim 7) Zaten sessizlik ve sakinlik bu hikayelerin doğasında var. Bağırmıyorlar, ezmeye, baskın olmaya çalışmıyorlar. Bu sessizlik diğer gürültülerin arasında kaybolup gider mi yoksa çoğunluğun sakinleşmesine fayda eder mi, ancak zaman gösterecek.
Toparlamak gerekirse 2023 Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu bir derdi ve bir sözü olan başarılı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Bu derdin ve sözün sadece Venedik ’te kalmaması için de bir kitap hazırlanmış. (Resim 8) Sergiyle aynı isme sahip bu kitap hem içinde bulunduğumuz ekonomik kriz döneminde Venedik ’e gidemeyenler için hem de serginin sözünün sergiyle silinmemesi için çok değerli. Kitabın grafik tasarımını yapan Esen Karol ’un da eline sağlık. Minik boyutu, kolay okunurluğu, önemli kısımların hemen kendini belli etmesi ve imajlarıyla uzun okumalara dikkat aralığı dayanamayan yeni neslin bile rahatça okuyabileceği bir kitap. (Resim 9) Bu haliyle de konuşmaları, tartışmaları ve üretimleri arttıracak, eski hikayelerin kahramanlarının geride bırakılmasına katkı sağlayacak diye düşünüyorum. Artık zamanı geldi…
KÜNYE:
PROJE
Küratörler: Sevince Bayrak, Oral Göktaş
Proje Ekibi: Aysima Akın, Kevser Reyyan Doğan, Merve Akdoğan
Araştırma Ekibi: Mehmet Taylan Tosun, Doğu Tonkur
Araştırma Asistanları: Berke Şevketoğlu, Hatice Bahar Çoklar, Duygu Saygı
Sergi Tasarımı: SO? Mimarlık ve Fikriyat
Grafik Tasarım: Esen Karol
Yazılımcı: Özhan Binici
Maket Yapımı: Atölye K
Prodüksiyon Asistanları: Elif Akman, Ceylin Başer
Aydınlatma Danışmanı: Erinç Tepetaş
Prodüksiyon: We Exhibit
TÜRKİYE PAVYONU
Düzenleyen: İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV)
Seçici Kurul: Aslı Çiçek, Prof. Dr. Ayşen Savaş, Neyran Turan, Han Tümertekin, Ertuğ Uçar
İKSV Güncel Sanat Projeleri Direktörü: Bige Örer
Sergi ve Proje Yöneticisi: Selen Erkal
İş Geliştirme ve Proje Yöneticisi: Duygu Şengünler
Yayın Yönetmeni: Erim Şerifoğlu
Sergi ve Proje Asistanı: Aslı Esra Kocamaz
Stajyer: Su Güzel
NOTLAR
[1] Rand, Ayn, 2003 (1943), Hayatın Kaynağı, (çev.) Belkıs Çorakçı Dişbudak. Plato Film Yayınları, İstanbul, ss.7-8.
[2] Lokko, Lesley, 2023, "Agents of Change”, Biennale Architettura 2023, The Laboratory of the Future Shortguide (İngilizce edisyon), La Biennale di Venezia, s.23.
[3] Lokko, s.23.
[4] Bayrak, Sevince; Göktaş, Oral, 2023, Hayalet Hikayeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi, İKSV, YEM, İstanbul, arka kapak.
[5] Bayrak; Göktaş, ss.12-13.
[6] Bayrak; Göktaş, s.17.
Bu icerik 1599 defa görüntülenmiştir.