|
|
|
-
İclal Dinçer, Prof. Dr., YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
-
Eyüp Muhcu, Mimarlar Odası Genel Başkanı
-
İngilizceden Çeviren: Bilge İmamoğlu
-
Namık Erkal, Doç. Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü
-
Derleyen: Özge Şahin İmamoğlu, Mimarlar Odası Yarışmalar Komitesi Yürütücüsü
-
Feride Pınar Arabacıoğlu, Arş. Gör. Dr., YTÜ Mimarlık Bölümü Burçin Cem Arabacıoğlu, Doç. Dr., MSGSÜ İç Mimarlık Bölümü
-
Hossein Sadri, Öğr. Gör. Dr., Girne Amerikan Üniversitesi, Mimarlık Bölümü
-
Didem Boyacıoğlu, Y. Mimar
-
Mine Baran, Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi, Mimarlık Bölümü
-
Nilgün Sultan Yüceer, Öğr. Gör. Dr., Çukurova Üniversitesi, Çevre Mühendisliği Bölümü
-
F. Nurşen Kul, Araş. Gör. Dr., İYTE Mimari Restorasyon Bölümü
-
Ruşen Keleş, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi
-
Gürhan Tümer, Prof. Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü
KÜNYE
|
|
|
ODA TARİHİNDEN
Toplumcu Mimarlar Fikir Kulübü ve Demirtaş Ceyhun
Çetin Ünalın, Mimar
Mimarlar Odası’nın kuruluşunun 50. yılı nedeniyle 2004’te yaptığımız sözlü tarih çalışmalarından birisinin konusu “Mimarların Oda Dışı Örgütlenmeleri ve Sendikalaşması”ydı. Bu toplantıya Demirtaş Ceyhun da konuşmacı olarak katılmıştı. Ceyhun, 1961 Anayasası’nın özgürlükçü ortamı ve 1968 hareketi içinde yetişmiş daha radikal genç bir neslin Mimarlar Odası’nda görevi kurucu ilk kuşaktan devraldığı sürecin en önde gelen isimlerindendi. Hem bu süreci, hem de kurucu üyesi ve genel sekreteri olduğu “Toplumcu Mimarlar Fikir Kulübü” ile yine kurucu üyesi olduğu “Teknik Personel Sendikası”nı (TEKSEN) anlatması için çağırmıştık. 10 Nisan 2004’te Mimarlar Odası Genel Merkezi’nde yapılan toplantıda Ceyhun bana, içinde tüzük, yazışmalar, gazete haberleri gibi özgün belgelerin bulunduğu Toplumcu Mimarlar Fikir Kulübü’ne ait küçük bir dosya vermişti. Bir avuç inançlı insanın toplum yararına bir şeyler yapabilmek, mesleklerini onların hizmetlerine sunabilmek için karşılıksız verdikleri cesurca ve saygıdeğer mücadeleyi, özet olarak da olsa, sizlerle paylaşmanın 29 Temmuz 2009 günü aramızdan ayrılan Demirtaş Ceyhun’u anmanın en doğru yolu olduğunu düşünüyorum. Bu dosyanın, Ceyhun’un kişiliğini olduğu kadar inanmış bir nesli anlamamıza, anmamıza yardımcı olacaktır. Toplumcu Mimarlar Fikir Kulübü’nün unutulup gitmesine gönlüm razı olmadı, dergiye ona ilişkin notlar düşmekle bize bu dosyayı emanet edenlere ve bu mücadeleye omuz verenlere az da olsa, bir borcu ödemiş olduğumuzu sanıyorum.
23 Eylül 1965’te Başkan Atilla Sorgun imzasıyla İstanbul Valiliği’ne yapılan başvurudan, bu tarihte Toplumcu Mimarlar Fikir Kulübü adıyla “mesleki bir derneğin” kurulduğu, geçici adreslerinin “Nakipoğlu İşhanı, No: 3/36, Ankara Caddesi, İstanbul” olduğu anlaşılmaktadır. Bu adres, Sayman Üye İlban Öz’ün yazıhanesidir
6 Ekim 1965 tarihli İşçi Postası gazetesinde yayımlanan tüzüklerinin 2. maddesine göre derneğin “Ana amacı mimarlık sanatının ve Türk mimarlarının, hızla kalkınmak zorunda olan toplumumun hizmetine en yararlı şekilde bütün gücü ile katılmasını sağlamak için gerekli çalışmaları yapmaktır. Bu sonuca ulaşmak için, toplumun geleceği ile ilgili gerekli bilimsel tartışmaları başlatmak, konferanslar, açık oturumlar, açık hava toplantıları düzenlemek, bildiriler yayınlamak, kitaplık kurmak, sergi açmak, araştırmalar yapmak, gerekirse dergi, kitap yayımında bulunmak ve mimarlık mesleğinin halk hizmetine girebilmesi için bu tür çalışmaların zorunluluğuna kamuoyu ve teknik gücümüzü inandırabilmek amacıyla, basın, radyo, sinema, mimarlık öğretimi yapan okullar ve diğer toplumsal örgütlerle işbirliği kurarak, yurdumuzda bir mimarlık sanat felsefesinin, olgun bir yapı politikasının yaratılmasına ve Türk mimarlarının geleceğini garanti altına alacak bir düzeninin kurulmasına çalışmaktadır.” Bu maddeye o günkü Cemiyetler Kanunu gereği “Kulüp toplumcu bir meslek kuruludur, siyasetle uğraşmaz” ibaresi ilave edilmiştir.
Emin Canpolat, Demirtaş Ceyhun, Fikret Çuhadaroğlu, A. Ayhan Erdoğan, Müşfik Erem, Yılmaz Ergüvenç, Mehmet Gürpınar, Tan Oral, Şaban Ormanlar, İlban Öz, Ayhan Özturk, Atilla Sorgun, Fevzi Ulus, Hasan Ünal’dan oluşan 14 kurucu üyesi bulunmaktadır. Bunların tamamı İstanbul’da yerleşiktir. Kurucu Yönetim Kurulu: Başkan: Atilla Sorgun, Sekreter: Demirtaş Ceyhun, Sayman: İlban Öz, Üyeler: Fikret Çuhadaroğlu, Yılmaz Ergüvenç.
“Asli”, “onursal” ve “öğrenci” olmak üzer üç üyelik yapısı vardır. Nitelik ve şartları yönetim kurulu tarafından uygun görülen, mimarlık diploması bulunan, her istekli mimar, Kulüp Asli Üyesi olabilmektedir. Bunlar giriş ücreti ve aidat öderler. O yıllarda giriş ücreti 20 TL, aidat 5 TL’dir.
Yönetim kurulu kararıyla, mimarlık ve diğer sanat kollarıyla ilgili alanlarda değerli araştırmaları ve eserleri olanlar ile toplumcu çalışmalarıyla halka onur sağlayan kimseler “onursal üye”, mimarlık öğretimi yapan resmî okul ve öğrencilerinden istekliler “öğrenci üye” olabilmektedirler. Bunlar giriş ücreti ve aidat ödemezler.
Kulüp İstanbul’da kurulmuş, tüzük buna göre kurgulanmıştır. Ancak Madde 6’da genel kurul kararı ve tüzükte değişiklik yapılarak diğer illerde şube açılabileceği belirtilmiştir. 5 yönetim kurulu üyesi, 3 yönetim kurulu yedek üyesi, 3 onur kurulu üyesi, 3 saymanın seçildiği genel kurul yılda bir yapılır.
Kuruluş aşamasında 27 Eylül 1965’te Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’ne ve kuruluş sonrası 28 Ekim 1965’te Ankara Şubesi Başkanlığı’na yazılar yazarak birlikte çalışma isteklerini belirtmişlerdir.
1 Kasım 1965’te ise, İTÜ Mimarlık Fakültesi, Güzel Sanatlar Akademisi, İTÜ Teknik Okulu, İstanbul Teknik Okulu Öğrenci Dernekleri başkanlıklarına bir yazı yazarak “Mimarlığımızın ve mimarlarımızın hem kurumsal, hem de doğasal ve ekonomik problemleriyle bilimsel şekilde derinlemesine uğraşmak amacıyla” bir dernek kurduklarını bildirmişler, “Mimarlarımızın geleceğini garanti altına alacak bir düzenin kurulmasına, bir mimarlık felsefemizin olması için eğitim sistemimizin değiştirilmesine ve toplumumuzun geleceği ile ilgili konut ve şehircilik konularında gerekli devrimlerin, reformların yapılmasına çalışacaktır” diyerek mimarlık bölümü öğrencilerini “öğrenci üye” statüsünde kulüplerine üye olmaya çağırmışlardır.
13 Kasım 1965’te de Cumhuriyet gazetesi yazarı İlhan Selçuk’a, Hukuk Fakültesi asistanı Çetin Özek’e, sinema yönetmeni Metin Erksan’a kulübün onursal üyeliğine davet etmişlerdir.
Kuruluşlarından bir hafta sonra, 1 Ekim 1965’te, Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nda bir basın toplantısı yaparak görüşlerini aktarmışlardır. Mimarlar Odası, davet edilmesine rağmen, yazı ellerine geç ulaştığı için basın toplantısına katılamamıştır. Ancak İstanbul Şubesi 11 Ekim 1965’te yazmış olduğu bir yazıyla, toplantı ile ilgili Cumhuriyet, Akşam, Tercüman ve Son Saat gazetelerinde çıkan “Haberlerden öğrendikleri kadarıyla edindikleri ilk izlenimin, gazetelerde yer alan düşüncelerin Toplumcu Mimarlar Fikir Kulübü sözcüsüne ait olamayacağını” inandıklarını belirtmişlerdir. Devamında “Tercüman Gazetesi, Sayın Demirtaş Ceyhun’un Mimarlar Odası ile Türkiye Mimarlar Birliğine hücum ederek bu teşekküllerin çay ve balo gibi eğlence düzenlemekten başka iş yapmadığını, Mimarlarımızın Avrupa eserlerini çalmakta olduklarını; Üniversitelerimizde vatandaşın çizgi ile nasıl aldatılacağının öğretildiğini belirttiğini yazmaktadır. Akşam ve Cumhuriyet Gazetelerinde çıkan haberlerde Sn. Atilla Sorgun’un “fakir halkımızın sırtından utanmadan milyonlar kazanan meslektaşlarımız ancak seksen doksan kişi kadar olup, yüzde dördümüzdür” dediği belirtilmiş, “Eğer bu iddialar geçerli ise bu üyeler hakkında derhal harekete geçebilmesi için ilgili dokümanları Oda’ya iletilmesi [...] eğer gazetelere yanlış yansımışsa tekzip edilmesi” istenmiştir. 10 gün içinde cevap verilmezse “tahkikat” yapılacağı da ilave edilmiştir.
Toplumcu Mimarlar Fikir Kulübü görüşlerinin arkasında durmuştur. Bunun üzerine Mimarlar Odası İstanbul Şubesi 3 Kasım 1965 tarihli yazısıyla, açıklanması istenen hususların açıklığa kavuşturulmadığı, basın toplantısıyla ilgili olarak bazı gazetelerde yer alan mimarlık topluluğunu, eğitim kurumlarını ve Oda’yı zan altında bırakan onur kırıcı beyanların hiçbirinin tekzip edilmediği, gönderilen belgelerde gazetelerde yer alan aynı ithamların bulunduğu da görüldüğünden, durumun bütün dokümanlarla birlikte Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu’na aksettirildiği bildirilmiştir.
Henüz bu yazışmalar devam ederken, 17 Ocak 1966’da yapılan Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Genel Kurulu’na, Toplumcu Mimarlar 12-13 kişilik bir grup olarak katılmışlar, çok da iyi karşılanmamışlardır. Demirtaş Ceyhun bazı üyelerin tahrikleri ve laf atmaları sonucu hayatında ilk defa toplum önünde söz almış, oldukça uzun bir konuşma yapmıştır. Grup olarak seçimlere katılmışlar ve içlerinden sadece Ceyhun yönetim kuruluna girmiştir. Ertesi yıl da yükümlendiği İstanbul Şubesi Sekreter Üyesi görevini 1971 yılında Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu’na seçilene kadar devam etmiştir. Bu süreçte Toplumcu Mimarlar Fikir Kulübü’ndeki sekreterlik görevi de devam etmektedir.
24 Eylül 1966’da ilk genel kurullarını Nakipoğlu İşhanı’nındaki Sayman Üye İlban Öz’ün yazıhanesinde yapmışlardır. Yönetim kuruluna Turgut Cansever, Demirtaş Ceyhun, Şaban Ormanlar, İlban Öz, Ayhan Erdoğan, Müşfik Erem, Atilla Sorgun, yedek üyeliklere ise Ayhan Öztürk, Hasan Ünal, Yımaz Ergüvenç, Sefer Akın seçilmiştir. Bu arada alınan en yüksek oyun 9 olduğunu, Demirtaş Ceyhun, Şaban Ormanlar, Müşfik Erem gibi isimlerin 1970 sonrası Mimarlar Odası’nda uzun yıllar önemli görevler aldığını da belirtmek gerekir. Genel kurulun en çok tartışılan konusu, o günlerde gündemde olan Gecekondu Kanunu’dur. Genel kurul kararınca 6 gün içinde hazırlayarak, kamuoyu ile paylaştıkları kanuna ilişkin görüşleri şöyledir:
“Gecekondu yapı harcamalarındaki lüksün ve servet dağılımındaki dengesizliğin sonucu ve belgesidir. Bu meseleyi çözmek iddiasıyla getirilen Gecekondu Kanunu ise, gerçeğe dayanmadığı ve bilginin önderliğinden yararlanmadığı için başarısızlığa mahkûmdur. Milyonlarca vatandaşımızı da daha uzun yıllar bugünkünden daha koyu bir mesken sefaletine sürükleyecektir.
Kanunun gayeleri yetersizdir, aldatıcıdır. Kanun halkı, hakkı olan sıhhi meskenlere kavuşturma yerine, tapu vaadiyle mevcut gecekondu şartlarının devamına yol açmaktadır. Halkın barınacağı sıhhi ve güzel meskenler için gerekli şehir arazisini sağlayacak modern bir arsa politikası, yerine, hazine arazisinin yağmasına yol açacak bir politika tercih edilmiştir. Bu tutum, şehirlerimizin en önemli gelir kaynağının, arazi gelirlerinin kurutulmasına, rasyonel şehirleşme yolunun tıkanmasına ve giderek. Ekonomik kalkınmanın pahalılaşmasına yol açacaktır.
Kanun, gecekondu olayının öz anlamını, kapsamını, ilişkilerini göz önünde tutmamaktadır. Hem maddeleri arasında, çelişme vardır, hem de ilgili olduğu Arazi Ofisi Kanunu ve Konut Kanunu tasarılarıyla çelişme halindedir. Hedeflere ulaşma imkanları ve süreleri hesaplanmamış ve planlanmamıştır. Sadece dağıtılması tasarlanan eldeki kamu arazisinin yetersizliği bile kanunun gerçekten ne kadar uzak olduğunu açıkça göstermektedir.
GELECEK ON YIL İÇİNDE 15 MİLYON İNSANIMIZI EN VAHİM SEFALETE SÜRÜKLEYECEK VE MAHKUM EDECEK OLAN BU KANUNUN DERHAL DURDURULMASI VE GECEKONDU GERÇEĞİNİ ÇÖZECEK YENİ BİR TASARININ GEREKLİ BİLİMSEL DANIŞMALARLA HAZIRLANMASI KAÇINILMAZ BİR ZORUNLULUKTUR.”
Bildiri 16 Ekim 1966 tarihli Cumhuriyet ve Akşam gazetelerinde yer bulmuştur.
Toplumcu Mimarlar Fikir Kulübü, kuruluşundan kısa bir süre sonra, Türk İş Genel Başkanlığı’na 1 Kasım 1965 tarihinde bir yazı yazarak “Ulusal teknik gücümüzün, sadece mutlu azınlık hizmetinde olmak gibi utanç verici bir durumdan kurtarılarak toplum hizmetine girmesini sağlamaya çalışacağımız gibi, ulusal yapı ordumuzun kol işçilerinin de haklarını koruyabilecek güçte örgütleşmesine yardımcı olmak kulübümüzün başlıca kuruluş amaçlarındandır. Örgütleşmememizi tamamlar tamamlamaz bütün üyelerimizce inşaatlarımızda sendikasız işçi çalıştırmamaya azimliyiz“ demişlerdir. Yapı İşçileri Sendikası ile amaçlarını gerçekleştirmek için güçlü bir işbirliği yapmalarının zorunlu olduğunu ve bu sendika ile ilişki kurmalarını sağlamalarını istemişlerdir.
Cumhuriyet gazetesinin 19 Ağustos 1967 tarihli sayısında “Yapı Sektörümüz Bütün Yönleriyle İlkel Durumda” başlıklı bir haberde Mimarlar Odası ile Yapı İşçileri Sendikası arasında “İşçiyi ehliyetlendirme ve eğitme bürosu kurulduğuna” dair bir haber bulunmaktadır. Basın toplantısında Mimarlar Odası adına Demirtaş Ceyhun ve Turgut Cansever katılmıştır. “Yapı işçilerinin eğitilmesi amacıyla, Mimarlar Odası ve Yapı İşçileri Sendikası tarafından İşçiyi ehliyetlendirme ve eğitme bürosu kurulmuştur. Bu münasebetle dün Mimarlar Odası adına Demirtaş Ceyhun, Turgut Cansever ve Yapı İşçileri Sendikası adına Salih Talay ortak düzenledikleri basın toplantısında, neden böyle bir büro açmak ihtiyacını hissettiklerini anlatmışlar, ‘Yapı sektörümüz, bütün yönleriyle ilkel bir durumda, yanlış yolda, yetersiz usullerle yürütülmektedir. Yapının beyni olarak nitelendirilecek olan teknik personel halen ilmin gerektirdiği şekilde organize edilememiştir. Depremler sırasında yıkılan binalarda mimar, müteahhit ve kullanılan malzeme üzerinde duruldu. Önemle üzerinde durulması gereken, binayı meydana getiren yapı işçisi unutuldu. Yapı sektörü işçileri hala birer amele olarak nitelendirilmekte ve işçi kavramının dışında tutulmaktadır’ ” demişlerdir. Görüldüğü gibi Mimarlar Odası’nda görev aldıktan sonra da çalışmalarında da fikirlerinin takipçileri olmuşlardır.
Toplumcu Mimarlar Fikir Kulübü, üyelerinin büyük bir kısmının Mimarlar Odası yönetimlerinde ve çalışmalarında görev alması, görüşlerini açıklayacak daha güçlü ve geniş bir ortam bulması, amaç ve fikirlerinin daha geniş kitleler ve daha güçlü sivil toplum örgütleri tarafından paylaşılması nedeniyle etkisiz hale gelerek çok kısa süren, onurlu ömrünü tamamlamıştır. Kapatıldığına ilişkin bir not bulunmamaktadır.
“TOPLUMCU MİMARLAR FİKİR KULÜBÜ” BASIN TOPLANTISI
1 Ekim 1965
Türkiye Milli Talebe Federasyonu İstanbul Binası Toplantı Salonu
Biz, niçin bir kulüp kurduk?
Bugün, artık çağdaş toplumlar düzeyine ulaşabilmemizin tek yolu olan ekonomik bir savaşın arifesindeyiz. Bu savaşın ilk belirtileri taa planlı kalkınma çabalarında kendini göstermiştir. Ve biz, ulusal yapı ordusunun fikir erleri olan teknik eleman bizler, hem bu savaşın, hem de savaş içindeki büyük rolümüzün öneminin artık bu sorumluluğumuzun bütün mimar arkadaşlarımızca da benimsenebilmesi için, politika dışı öyle bir örgütü artık kaçınılmaz bulduk.
Kulübümüz; mimar arkadaşlarımızın bütün güçleriyle toplumumuzun kalkınma savaşına, kader savaşına inançla katılmalarını sağlamaya çalışacaktır.
Kulübümüz; ulusal teknik gücümüzü, sadece mutlu azınlık hizmetinde olmak gibi utanç verici bir durumdan kurtarmaya çalışacaktır.
Kulübümüz; toplumumuzun geleceğini ilgilendiren, mesken ve şehircilik gibi mesleğimizle ilgili konularda gerekli devrim ve reformların yapılması için itici bir kuvvet olacaktır.
Kulübümüz; yapı sanayimizin fikir işçileri olan biz mimar ve mühendislerle, bizzat kol işçilerinin geleceklerini garanti altına alacak sosyal sigortaların kurulmasına çalışacaktır.
Kulübümüz; büyük geçmişli mimarlık sanatımızın kopyacılık, aşırmacılık, kapkaççılık ve gözü kapalı batı hayranlığıyla daha fazla dejenere edilmesine engel olabilmek amacıyla, yurdumuzda toplum yararına bir mimarlık felsefesinin kurulmasına çalışacak ve bu uğurda icap ederse teknik eğitim sistemimizin değiştirilmesi için elinden geldiğince uğraşacaktır.
Mimarlığın Sosyalizasyonu Tek Çıkar Yoludur
Kalkınmamız için yapılan toplam planlı yatırımlarımızın yüzde altmış beşi inşaat sektörüne ayrılmaktadır. Bu da mesela 1965 yılında 8 milyar 191 milyon lirayı bulmaktadır. Oysa bugüne kadar yurdumuzda 2600 mimar yetişmiştir. Ve bu mimarların büyük miktarı bugün ya askerdir, ya yurt dışındadır, ya mimarlık mesleğini terk etmiştir, ya emekli olmuştur, ya da halen hayatta değillerdir. Geriye ortalama hesap bin altı yüz kadar bir gücümüz kalmaktadır. Bu kadar büyük miktardaki inşaat yatırımlarını biz, bu bir avuçluk mimar gücümüzle gerçekleştirmek zorundayız. Halen bir milyonluk inşaatlara bile bir mimar veya mühendis ayıramamaktayız. 18–19 bin kişiye bir mimar düşmektedir yurdumuzda. Her aileyi beş kişi farz etsek, her mimara üç bin yedi yüz elli aile düşecektir. Bir mimarın bu kadar ailenin hizmetine yetişebilmesinin ise imkânsızlığı ortadadır.
Ayrıca bu kadar büyük inşaat yatırımlarına mimarlarımız ve mühendislerimiz eşit oranda katılmadıkları gibi, teknik gücümüz arasında bir gelir adaletsizliği mevcuttur. Teknik gücümüz aleyhinde yapılan olumsuz propagandalar yüzünden, bugün halkımız her ne kadar mimar ve mühendislerimizi haksız büyük kazançlar sağlayan sömürücü bir zümre olarak tanıyorsa da, gerçek böyle olmayıp, bu fakir halkımızın sırtından utanmadan milyonlar kazanan meslektaşlarımız ancak seksen doksan kişi kadar olup, yüzde dördümüzdür. Bugün yüzde elli ikimiz yılda sadece on ila otuz bin lira arası bir gelir elde ederken, yüzde üçümüz yüz bin liranın üstünde, yüzde birimiz ise ikiyüz bin liranın üstünde yani milyonlar kazanmaktadır.
Yani, bu kadar az bir mimar gücüyle böyle büyük bir inşaat devrimini gerçekleştirebilmek için, mimarlarımızın tamamını inançla kalkınma savaşına katabilmek için, aleyhimizde bir istismar vasıtası olarak kullanılabilen bu sömürücü zümreyi frenleyebilmek için ve mimarlar arasında bir gelir adaleti sağlayabilmek için önemli bir kamu görevi olan mimarlığımızın doktorluk gibi sosyalleştirilmesinin mecburiyetine inanıyoruz ve savunuyoruz.
Şehir Toprağı Reformu Artık Yapılmalıdır
Bizim gibi az gelişmiş ülkelerde bugün artık şehircilik biliminin önemi iyice anlaşılmıştır. Ama bizde hala bu bilimin farkına bile varılamamıştır dersek mübalağa yapmış olmayız. Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabilmemiz için yapacağımız her çalışma dönüp dolaşıp şehirleşmemize dayanacaktır. Sanayileşme, şehirleşebilmeyle mümkündür. Tarım ve tarım toprağı reformlarının yapılması bile şehirleşebilmeyle mümkündür. Sanayileşmeyle, şehircilik arasındaki ilgiyi anlatmağa lüzum görmüyoruz. Fakat tarım toprağı reformunu ele alalım. Halen 18 milyon hektarlık ekilebilir arazimizin üzerinde 21 milyon kişi yaşamaktadır. Yani bugün köylerde yaşayan her insana 8,6 dönüm toprak düşmektedir. Köylerde yaşayan çalışabilir nüfus başına ise 18 dönüm toprak düşmektedir. Bu durumda bütün insanlara toprak dağıtabilmenin imkânsızlığı açıktır. Yani hangi iktidar olursa olsun toprak reformunu yapabilmek için; önce köylerde yaşayan nüfusumuzun büyük bir kısmını şehirlere taşımağa mecburdur. Görüyoruz ki, 1950’den bu yana şehirlerimize olan rastgele göçe bile tahammül edemeyen mevcut şehirlerimize tarım toprağı reformuyla yeni yeni göçleri iktidar olarak düzenlemek mecburiyetinde kalacağız. Bunun da her şeyden önce şehirleşmemiz önemini ispat ettiğini anlıyoruz. Ayrıca tarım reformuyla makineli tarıma geçeceğimiz de düşünülürse ve her traktörün yedi insanı işsiz bıraktığı göz önüne getirilirse, tarım reformuyla beraber işsiz sayımızın ne süratle artacağı anlaşılmış olur.
Bugünkü şehirlerimizin, durumunu anlatmaya lüzum görmüyoruz. Gecekondu sefaletlerini, şehirlerimizdeki ahlak enflasyonunu, kasaba hüviyetli mahallelerimizi ve mesken derdimizi bilmeyeniniz yoktur. Bu kadar düzensiz gelişen şehirlerimizde elbette sosyal hizmetler yeterince karşılanamamaktadır. Mesel İstanbul’umuz, kanalizasyonsuzluk yüzünden tanrı korusun bir gün bir bulaşıcı hastalık sebebiyle tamamen haritadan silinebilir. Pislik yüzünden yak olup gidebilir. Vatandaşlarımızın hayatı şehirlerimizin bu durumundan pamuk ipliğine bağlı gibidir.
İnsanoğlunun en önemli meselesinden biri olan mesken derdimiz bugün kelimenin tam anlamıyla bir faciadır. Şehirlerimizde mevcut meskenlerin yüzde 22 si çürük yıkılacak durumda olup, yüzde yirmi sekizi içinde oturulamayacak kadar sıhhi ve teknik şartlardan mahrumdur. Yani içinde oturulabilecek olanlar genel mevcudun yüzde 41’idir.Ve bu yüzde 41 inin, yüzde 36 sı kiralıktır. Şehirlerimizde yaşayan ailelerimizin yüzde 36 sı, gelirlerinin yüzde 37 sini ödeyerek kiralarda oturmaktadırlar. Görülüyor ki şehirlerimizde mesken sıkıntısını istismar ederek bir ticaret çeşidi yaratanlar, yüzde beş gibi azınlıkta birçok mesken sahibi, yüzde 41 meskene sahip zümredir. Gelişmiş ülkelerde hiçbir zaman mesken kirasının gelirin yüzde onunu geçmediği düşünülürse, şehir insanlarımızın mesen kiraları yüzünden neler çektikleri iyice anlaşılır. Ülkemizde, şehir insanlarımızın mesken kiraları yüzünden neler çektikleri iyice anlaşılır. Ülkemizde, şehir toprakları büyük üretim araçları durumuna girmiştir. Hala halk yararına bir şehircilik politikasının önemini, bir sosyal konut probleminin önemini anlayamamışız. Şehirlerimizde lüks mesken yapımına süratle devam edilmektedir. Bir arsa ve mesken spekülasyonu alabildiğine yürürlüktedir. Özel kuruluşlar paralarını şehir arsalarına ve mesken inşaatlarına yatırarak dondurmaktadırlar. Bugün şehirlerimizde mesken ihtiyacını istismar eden çok meskenli bir zümreyle, mesken yapıp satan bir zümredir. Bunlar hem mesken fiyatlarıyla, hem mesken kiralarıyla istedikleri gibi oynayıp, problemi körüklemekteler, lüks mesken yapımını teşvik etmekteler ve siyasi iktidarların şehir emekçileri yararına bir mesken politikasına yönelmesini önlemektedirler. Devletin mesken yatırımlarını da ATAKÖY denemesinde olduğu gibi, soysuzlaştırmaktadırlar.
Köylerimizdeki mesken denilen yer üstü ve yer altı mağaralarından söz açmak istemiyoruz. Artık bunlar hepimizce bilinen gerçeklerdir.
Yani, şehirlerimizin kalkınmamıza paralel bir şekilde kurulabilmesi için, gerekli sanayileşmeyi ve modern tarımı gerçekleştirebilmemiz için, şehir insanlarımızın bir takım kişiler tarafından sömürülmesine engel olabilmemiz için, normal işgücüne sahip zinde bir iş gücü yetiştirebilmemiz için ve mesken problemini layıkıyla çözebilmemiz için, bugün İsveç, İsrail vs. gibi ülkelerde de tek çıkar yol olarak kabul edilen “ŞEHİR TOPRAĞI REFORMUNU” yapmamız artık şarttır. Sadece Tarım Toprağı reformunun yeteceğine inanmıyoruz. Bu iki reformun birlikte çıkarılması bizce tek çıkar yoldur. Anayasamızın 30. maddesi de en büyük desteğimizdir.
|
Bu icerik 7093 defa görüntülenmiştir.
|
|
|
|