GÜNDEM
Doğal Değerlerimizi Bekleyen Büyük Tehlikeler
Ruşen Keleş, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi
“Başta turizm etkinliklerinin canlandırılması olmak üzere, ekonomiyi ayakta tutmanın bir yöntemi olarak yatırımların önündeki engellerin kaldırılması amacı, ulusal varlıklarımızı yoketmek için bahane olarak kullanılamaz.”
“Tasarının en belirsiz iki kavramından biri ‘ekolojik etki değerlendirmesi’, ikincisi de ‘üstün kamu yararı’ kavramıdır. Korunan alanlarda yapılması düşünülen her türlü plan ya da projenin bağlı tutulacağı ‘ekolojik etki değerlendirmesi testi’, tıpkı ÇED uygulamalarında olduğu gibi yürütme erkine uygun gördüğü yatırımların yapılabilmesi için gereğinden büyük bir esneklik kazandıracaktır.”
“‘Üstün kamu yararı’ kavramının uygulamaya sokulmasıyla, gerçekten kamu yararına olan bir önlem, karar ya da projenin, kamu yararına görünmekle birlikte, üstün kamu yararı ilkesine uygun olmadığı gerekçesiyle bir yana itilmesi yolu açılmış olacaktır.”
“Türkiye, hem Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin, hem sulak alanlarla ilgili Ramsar Sözleşmesi’nin, hem de yaban yaşamının ve doğal yaşam ortamlarının korunmasına ilişkin Bern Sözleşmesi’nin tarafı olarak, uluslararası yükümlülüklerinin gereğini yerine getirmek zorundadır. İçerdikleri kuralları gerçek yaşamda da geçerli kılmadıkça, kuşku yok ki, yalnız halkımıza ve yarının kuşaklarına karşı olan sorumluluklarımızın gereğini yerine getirmekten kaçınmış olmakla kalmayacak; aynı zamanda, devlet olarak da, uluslararası toplumdaki saygınlığımızdan ödün vermiş olacağız.”
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı adıyla hazırlanan bir taslak, TBMM Komisyonlarında uzunca bir süreden beri görüşülmektedir. Taslak metninden anlaşıldığına göre, amaç, doğanın ve doğal değerlerin korunması, sürdürülebilirliklerinin sağlanması; yani, bu değerlerden gelecek kuşakların yararlanma haklarının da güvence altına alınması, halkın bu konulardaki bilinç düzeyinin yükseltilmesi ve koruma sürecine katkı yapabilme olanaklarının artırılmasıdır. Bu genel amaç çerçevesinde, biyolojik çeşitliliğin güvence altına alınabilmesi için uygulamada yapılması gerekenler, korunması gereken değerlere, türlere ve alanlara ilişkin her türlü izin, izleme ve denetleme etkinliklerine ilişkin düzenlemeler de tasarı taslağının kuralları arasında bulunmaktadır.
Yasa tasarısının adına ve amaç maddelerine göz atıldığında, ilk bakışta doğal değerlerin, ormanların, ulusal parkların, yeşil alanların daha iyi korunabilmesi için yasa koyucunun içtenlikli bir çaba içinde olduğu sanılabilir. Oysa maddeler teker teker ve dikkatle incelendiğinde, durumun hiç de öyle olmadığı açıkça görülmektedir.
Bir kez, bugüne değin, ağır aksak da olsa, doğanın ve doğal değerlerin korunmasında temel tüzel dayanak olan 2873 tarihli Ulusal Parklar Yasası’nın neden yürürlükten kaldırılmak istendiğinin haklı bir gerekçesi yoktur. Başta turizm etkinliklerinin canlandırılması olmak üzere, ekonomiyi ayakta tutmanın bir yöntemi olarak yatırımların önündeki engellerin kaldırılması amacı, ulusal varlıklarımızı yok etmek için bahane olarak kullanılamaz. Koruma ve kullanma dengesini, koruma lehine daha da bozan bu doğrultudaki düzenlemeler, yalnız bugün yaşamakta olanları değil, gelecek kuşakları da temel haklarının birçoğundan, kentlilik ve çevre haklarından yoksun kılar. Yürürlükte olan Anayasa’nın 90. maddesi, temel haklarla ilgili kurallar açısından, yasaların uluslararası yükümlülüklerimize aykırı kurallar içeremeyeceğini kurala bağlamıştır. Anayasamızın, yaşam hakkına, barınma hakkına ve çevre hakkına ilişkin kuralları kadar, doğa ve kültür varlıklarının, tarım topraklarının, kıyıların, mer’aların, ormanların korunmasına ilişkin kuralları da, TBMM’de sıra bekleyen yasal düzenlemeden vakit yitirilmeden bu nedenlerle vazgeçilmesini şart koşan bir içeriğe sahiptir.
Doğanın bir bütün olarak korunması, doğal varlıkların tek tek korunmasından ayrı bir konudur. Tasarıda öngörüldüğü biçimde, parçaların korunmasına çalışmak her zaman bütünün korunmasını sağlamaya yetmez. Türlerin ve biyolojik çeşitliliğin gerçekten korunması isteniyorsa, çevrebilim disiplininin öngördüğü biçimde, türlerle yaşam ortamlarının, bütünsellikleri gözardı edilmeksizin ele alınmalarında zorunluluk vardır. Bu yönden bakıldığında, tasarının ilkelerle ilgili maddelerinde söylenenler ile yapılması öngörülen ayrıntılı düzenlemeler arasında önemli çelişkiler bulunduğu açıkça görülür.
Tasarının en belirsiz iki kavramından biri “ekolojik etki değerlendirmesi”, ikincisi de “üstün kamu yararı” kavramıdır. Korunan alanlarda yapılması düşünülen her türlü plan ya da projeninbağlı tutulacağı ekolojik etki değerlendirmesi testi, tıpkı ÇED (çevresel etki değerlendirmesi) uygulamalarında olduğu gibi, yürütme erkine uygun gördüğü yatırımların yapılabilmesi için gereğinden büyük bir esneklik kazandıracaktır. Yine, ÇED uygulamalarında sık sık rastlandığı üzere, siyasal iktidarların istencine bağlı olarak, keyfiliğe varan ölçülerde, pek çok yatırım projesinin ve koruma alanının bu tür değerlendirmeleri yapma zorunluluğunun dışında bırakılması olasılığı çok yüksektir.
Belki bundan daha da önemli olan, türü kendine özgü bir kavramın, “üstün kamu yararı”kavramının, bu tasarıyla uygulamaya sokulmak istenmesidir. Bireysel ve özel çıkarlar karşısında kamusal çıkarların gereği gibi korunabilmesi için, yargı organınca, gerekli görüldüğünde başvurulan “kamu yararı” kavramı, bu tasarı yasalaştığı takdirde geniş ölçüde “sulandırılmış” olacaktır. Çünkü bu yöntem kullanılarak, gerçekten kamu yararına olan bir önlem, karar ya da projenin, kamu yararına görünmekle birlikte, gereği kadar kamu yararına bir nitelik taşımadığı, bir başka deyişle, üstün kamu yararı ilkesine uygun olmadığı gerekçesiyle bir yana itilmesi yolu açılmış olacaktır. Yürütme erkine, keyfiliğe varan bir esneklik sağlayacağı açık olan böylesine bir uygulamadan, doğanın, doğal değerlerin ve biyolojik çeşitliliğin korunabilmesi için fazla bir şey beklenemeyeceği gün gibi açıktır.
Tasarının yasalaşması durumunda, Hazine’nin iyeliğinde bulunan ya da devletin hüküm ve tasarrufu altındaki birtakım taşınmazların, “değerlendirilmek (?) üzere” ilgili bakanlıklara devredilmesi ve hatta Mer’a Yasası kapsamındaki yerlerden, “nitelik değişikliği (?) yapılarak”bu yasadaki amaçlar için kullanılması gerekli görülenler de kullanıma açılabilecektir. Böylece, son birkaç yıldır, kamunun taşınmaz mal varlığında açılmakta olan gediklere yenilerinin ekleneceği kuşkusuzdur. Bir başka deyişle, 2013 Şubat’ında yürürlüğe sokulan 6443 sayılı Yasa’yla atılan olumsuz adımlara bir yenisi daha eklenmiş olacaktır. Gerçek ve tüzel kişiler lehine kurulması öngörülen yararlanma haklarının 49 yıla kadar uzatılabileceğine ilişkin maddesi de, tasarının genel amaçlarıyla çelişkili olan yönlerinden biridir.
Tasarıda dikkat çeken maddelerden biri de, korunan ya da koruma alanlarıyla 2634 sayılı Turizmin Özendirilmesi Yasası uyarınca kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi ve turizm bölgesi olarak ilan edilmiş olanların çakışması durumunda, önceliğin doğanın ve biyolojik çeşitliliğin korunmasında değil de, turizmde olacağına ilişkin kuraldır. Tasarıda, korunması öngörülen alanların statüsünün değiştirilebilmesi için yürütme organına tanınmakta olan esneklik de bu son yaklaşımla örtüşmektedir.
Temel özelliklerini kısaca özetlemiş olduğumuz bu tasarının yasalaşması durumunda, doğanın, doğal değerlerin ve biyolojik çeşitliliğin daha iyi korunabilmesi doğrultusunda olumlu bir adım atmış olacağımızı söylemeğe olanak yoktur. Tersine, ulusal servetimizin ayrılmaz öğelerini oluşturan bu değerlerin, küreselleşme rüzgarlarıyla da kabaran rant özlemlerini besleyecek yeni tohumlar atılmasına yol açacağını belirtmek daha gerçekçi olacaktır.
1992’de Rio de Janeiro’da toplanan Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Doruğu’nda benimsenen ve ülkemizin de taraf olduğu Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin Giriş Bölümü’nde, flora ve fauna kadar insan yerleşimlerini de ilgilendiren biyolojik çeşitliliğin insanlığın ortak sorunu olduğuna dikkat çekilmiştir. Türkiye, hem Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin, hem sulak alanlarla ilgili Ramsar Sözleşmesi’nin, hem de yaban yaşamının ve doğal yaşam ortamlarının korunmasına ilişkin Bern Sözleşmesi’nin tarafı olarak, uluslararası yükümlülüklerinin gereğini yerine getirmek zorundadır. Bu türlü önemli evrensel ilkeler içeren uluslararası tüzel belgeleri yalnızca parlamentodan geçirerek onaylamak yeterli sayılamaz. İçerdikleri kuralları gerçek yaşamda da geçerli kılmadıkça, kuşku yok ki, yalnız halkımıza ve yarının kuşaklarına karşı olan sorumluluklarımızın gereğini yerine getirmekten kaçınmış olmakla kalmayacak; aynı zamanda, devlet olarak da, uluslararası toplumdaki saygınlığımızdan ödün vermiş olacağız. Doğal değerlerimizi bekleyen bu büyük tehlikeden uzaklaşmak için, bu tasarının geri çekilmesi şarttır.
Bu icerik 6167 defa görüntülenmiştir.